BİR ADIM ATMAK

4305 Kelimeler
Bölüm Şarkısı: Zeynep Bakşi Karatağ- Vay Gözünü Sevdiğimin Dünyası Birini tanımak için ne kadar zaman gerekirdi? Bir ay mı? Bir yıl mı? On? Belki de bir ömür... Aynı evin içinde yaşayan, onlarca yıl aynı yastığa baş koyan insanlar bile onca yıl sonra eşinin yeni bir yönünü keşfedebiliyor, onun hakkında yanılabiliyordu. Gökmen, insanlar konusunda yanılmaya alışıktı. Beklemediği anlarda, beklemediği kişilerden, beklemediği tepkilerle karşılaştığı çok anısı vardı. Bu yüzden çok insan silmişti. Daha 21 yaşındaydı ve gönlünde şimdiden koca bir mezarlık vardı. Alışmış olması, bunun her seferinde zor olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Birinden vazgeçmek, onu öldürmek gibiydi. Hayatındaki varlığının, kalbindeki yerinin katili oluyordun. İlk defa birini öldüremiyordu içinde. İlk defa, vazgeçemiyordu. Ona yapılan muamele aklına geldikçe çıldırıyordu. Sikmişim aşkını da hukukunu da, bitti, yok, diyordu kendine ama esmerin ne içindeki varlığını eksiltebiliyordu ne dışındaki. Bu zamana kadar zor olanın vazgeçmek olduğunu sanıyordu. Yanılmıştı. Asıl zor olan; vazgeçememekti. O günden beri göğsünde kocaman bir oyuk vardı. Bir yara... İnançsızlığın, insafsız yargının, ayarsız bir öfkenin sebep olduğu kocaman bir yara. Madem vazgeçemiyorum, oturayım bari yaramı sarayım diyordu; lakin onu da beceremiyordu. Daha önce hiç böyle bir yara almamıştı zira. O yaranın açıldığı gün, o tepeden nasıl döndüğünü hatırlamıyordu. Kafası bir dünya, gözlerinde kurumuş yaşlar, göğsünde dinmeyen bir sızı ile Arslan'ın tutuşundan kurtulmuş; sırtını dönüp hiçbir şey söylemeden arabasına atmıştı kendini. Arslan da bu sefer onu durdurmaya çalışmamıştı. El frenini indirmeden önce arabanın ön camından göz göze geldiklerinde esmerin gözlerine yerleşmiş yorgun ifadeyle dişlerini sıkmış, basıp gitmişti. Dükkana nasıl geri döndüğünü hatırlamıyordu. İçeri girip abisine ne söylediğini, eline toz bezini alıp cam tezgahı otuz ikinci kez silerken ne düşündüğünü hatırlamıyordu. Akşam abisiyle eve dönüp yemek sofrasına oturduğunda babasının ne söylediğini hatırlamıyordu. İyi olup olmadığını soran ablasına ne söylediğini hatırlamıyordu. Odasına çekilip kapısını kapattıktan sonra yatağına çöküp gözlerini boşluğa diktiği ilk an ne düşündüğünü hatırlamıyordu. Ancak iki gün önce atölyeden aldığı Arslan'a ait resmi gördüğünde ağlamamak için kendi avuç içlerine tırnaklarını gömdüğünde ne düşündüğünü ne hissettiğini hatırlıyordu. O anki gönül ağrısını ömrü billah da unutmazdı. Hayatı boyunca güvenilmez bir adam olmakla itham edilmişti. Ailesi hiçbir şeyin sorumluluğunu ona vermezdi; çünkü Gökmen batırırdı. Arkadaşları ona her şeyi söylemezdi; çünkü Gökmen öfkesini kontrol edemezdi. Sevgilileri ona güvenmezdi; çünkü Gökmen uçarı bir adamdı. Ama hiçbirinin inançsızlığı Arslan'ınki kadar kanına dokunmamıştı. Çünkü Gökmen ona güvenmişti. Kimsenin göremediğini gördüğüne inanmıştı. İçimi görüyor bu adam benim, demişti kendine. Beni benden daha iyi biliyor... Sorun belki de kendisindeydi. Bir şeyleri yanlış yapıyor olmalıydı. Beceremiyordu. Kimseyi kendine inandırmayı, birilerinin güvenini kazanmayı beceremiyordu. Olmuyordu ulan işte! Ne kadar denerse denesin Gökmen'den bir sik olmuyordu. Ne hayırlı bir evlat, ne iyi bir dost, ne güvenilir bir sevgili... Becerebilse, bir gün önce yüzünü öpücüklere boğan adam onu böyle yerin dibine sokmazdı. Onu incitmek için bu kadar hırslı olmazdı. O cümleleri kurmazdı. Yalan söylediği için yine kızardı belki ama onu ihanetle suçlamazdı. O gece nasıl uyuduğunu bilmiyordu. Yatağında dönüp durmuştu. Kah kalkıp bir sigara içmiş, Arslan'ın karanlık balkonunu görmeyen gözlerle izlemişti. Kah eline bir parça pastel boya alıp anlamsız karalamalar yapmış, kah boş boş karanlık tavanını izlemişti. Sonunda gece güne vardığında gözleri kızarık; kafası cehennem, gönlü yangın yeriydi. O sabah, kırgınlığı yerini yavaş yavaş, sinsi sinsi büyüyen bir kızgınlığa bırakmıştı. Haksızlıktı ulan işte! Gördüğü muamele ilk andan son ana kadar haksızlıktı! Tamam, ilişkinin başında ona güven vermemişti. Sanki seks için birliktelermiş gibi davranmış, kanına işlemiş düşmanlıktan bir türlü sıyrılamamıştı. Ama sonra... çok çabalamıştı lan. Kendiyle sabahlara kadar kavga etmiş, ona adımlamak, duygularını adam akıllı yansıtmak, aşkta eşiti olmak için çok çabalamıştı. Daha birkaç gün öncesinde gözlerinin içine baka baka nasıl yandığını söylemişti. Kulağına onu sevdiğini fısıldamıştı. Sıkı sıkı sarılmış, göğsünde uyuklamış, ona içini açmıştı. Haksızlıktı ve Gökmen bu haksızlığı sindiremiyordu. Ona ne yazacak, ne arayacak, ne görmek için uğraşacaktı. Arslan bir adım atmadığı sürece ona adım atmayacaktı. Kararlıydı. Gökmen kendi hatalarının farkındaydı. Arslan da kendi hatalarının farkına varana kadar kendini geriye çekecekti. Esmer onun adım atmasını, kendini affettirmek için götünü yırtmasını beklerse daha çok beklerdi. Planı başta işe yarıyordu. Öfkesi hala çok tazeyken ondan uzak durmak o kadar da zor değildi. Zaten final sınavları vardı. Yetiştirmesi gereken iki tablosu vardı. Okuldan çıkar çıkmaz abisinin dükkanına gidiyordu. Geceleri ders çalışıyor ya da kulağına kulaklarını takıp kendini bütün dünyadan soyutlayarak tablolarıyla uğraşıyordu. Böyle böyle kendini bir süre oyalamayı başarmıştı. Lakin onu görmeden, sesini duymadan, tek bir haber almadan geçirdiği beşinci günün sonunda sabrı yıpranmaya başladı. Evde olduğu sürenin hepsini onu görme umuduyla ya balkonda, ya bahçede geçiriyordu. Kaçamak bakışları sürekli onun evinin üzerinde, daima kapalı perdelerinde, park halindeki arabasındaydı. Abisinin dükkanına gittiğinde ise tüm akşamını Akın götünün dükkanını dikizleyerek geçiriyordu. Telefonu hep elindeydi. Bir arama, bir mesaj, sosyal medyasına atacağı bir gönderi için hep tetikteydi. Gece, olur da ararsa diye telefonu yastığının altında tutuyordu. Kaya ve diğer arkadaşlarıyla yaptığı konuşmalarda Arslan'ı çaktırmadan sormak için götünü yırtıyor; her çağırdıklarında istisnasız gidiyordu. Lakin esmer ne buluşmalara geliyordu ne de çocuklar onun hakkında adam akıllı bir şey biliyordu. 'Onu da çağırdık da, işi varmış.' Cümlesi bu ara arkadaşlarının ağzından duyduğu açık ara en sinir bozucu cümleydi. Onu göremedikçe öfkesi kademeli olarak artıyordu. Durup durup ona buna patlıyordu. Atakan ve Gökberk son zamanlarda o evdeyse ona görünmemek için odalarından burunlarını çıkarmıyorlardı. Annesi her akşam sevdiği yemekleri yapıyordu. Abisi sağda solda sıkıştırıp neyi olduğunu soruyor, karşılığında bol bol küfür işitiyordu. Babası bile birkaç gündür ona bulaşmıyordu. Ablası, onu banyo kapısının önünde sıkıştırıp, "Ne oldu? Arslan'la mı kavga ettiniz?" diye sorma gafletine düştüğünden ve ağzının payını aldığından beri ona yanaşmıyor, uzaktan endişeyle izlemekle yetiniyordu. Öfkesini yöneltecek bir Arslan bulsa, onu görebilse ağzını gözünü dağıtacaktı ama piç kurusu ortalarda yoktu. O yüzden ikinci adayının; Derman'ın kapısında buldu kendini. Arkadaşı kapıya açar açmaz yakalarını kavradığı gibi onu duvara çarpmış, "Sen mi söyledin lan yavşak piç! İlişkimi sikince başın göğe erdi mi lan bari? He? " diye yüzüne doğru bağırmıştı. Neye uğradığını şaşıran Derman bir tepki veremezken Ufuk'la Uygar girmişti araya. Bir türlü sakinleşmeyen, zapt edemedikleri sarışını iki omzundan bastırıp başında dikilerek koltuğa oturtmuş zorla konuşturmuşlardı. Sonuçta Derman'ın bir şeyden haberi olmadığı ortaya çıktığında ve delikanlı üzgün gözleriyle, "Beni hiç mi tanımadın lan? O kadar karaktersiz bir adam mıyım? Sana kızarım, bağırım, küserim ama kötülüğünü ne düşünürüm, ne isterim Gökmen." diyerek boynu bükük odasını çekilmiş, kapıyı da ardından kilitlemişti. Gökmen'i bir başka pişmanlıkla, afallamış ve göğsündeki çukur derinleşmiş bir halde bırakmıştı. Uygar ve Ufuk, "Git şimdi. Yaz okulunda buradayız zaten. Biraz olay soğusun öpüşür barışırsınız." diyerek onu postalamasıyla fırtına gibi girdiği evden kendi yıkık suratıyla çıkmıştı. Sekizinci günün sonunda, gece yarısına biraz kala onu balkonda gördü. Elinde sigarası, dirseklerini mavi demirlere yaslamış, yaz meltemi dağınık kara tutamlarını uçuştururken karanlık sokağı izliyordu. Gökmen, sekiz gündür boş olan balkonda onu görünce bir an için elden ayaktan kesilmişti. Kalp atışları hızlanmış, parmak uçları karıncalanmış, karnı kasılmış, boğazı düğümlenmiş, yüreği özlemle şişmişti. Kokusunun hayaleti burnuna vurunca bir çocuk gibi ağlamak isterken bulmuştu kendini. Bir insanı yalnızca sekiz günde bu kadar özlemek mümkün müydü? Olmamalıydı ama işte, göğsündeki sıkışıklık, burnunun direğindeki sızı öyle demiyordu. Ses çıkarmadan balkonuna çıkmış, onu taklit ederek bir sigara yakmış, dirseklerini balkon demirlerine yaslayarak gözlerini ona dikmişti. Utanmamıştı. Çekinmemişti. O, Arslan'dan kaçınacak, saklanacak bir şey yapmamıştı. Söylediği yalanın özrünü dilemişti. Zaten esmer onu arabanın kapısına çarparken, yüzüne doğru ağır ithamlarda bulunurken, düşman gibi davranırken o yalanın acısını misliyle çıkarmıştı. Kefaretse, o tavırla kefaretini ödemişti. Birkaç dakika sonunda sevgilisi sesi sokakta yankılanan bir nefes vermiş, ensesini ovuşturarak doğrulmuştu. O zaman fark etmişti Gökmen'i. Gözleri, sokak lambasının cılız ışığında birbirini bulduğunda Gökmen'in dizleri titremişti. Gözlerini çekmemişti. Ona bakmaya, küskünlüğünü ve kızgınlığını gözleriyle anlatmaya devam etmişti. Esmer delikanlı, onu görmeyi beklemiyor olacak ki birkaç saniye eli ensesinde öylece kalmıştı. O anlarda arkasını dönüp gidecek diye Gökmen için için çok korkmuş, kalbi güm güm bir halde yumruklarını sıkıp gitmesini beklemişti. Lakin beklediği olmamıştı. Arslan usulca dirseklerini balkon demirlerine yaslamış, biten sigarasının yerine yenisini yakarken aralık gözlerini Gökmen'de tutmaya devam etmişti. Gökmen, o bakışın ağırlığını sanki canlı bir organizmaymış gibi teninde hissetmişti. Yüzünde dolanışını, gözlerinin kıyısına varışını... Lakin bu kadardı. Aramamıştı. Seslenmemişti. Aralarındaki küskünlüğü bitirecek tek bir adım atmamıştı. Gökmen dişlerini sıkarak öfkeyle içeri kaçana, balkon kapısını sertçe çarpana kadar orada durmuş, bitirdiği sigaranın yerine yenisini yakmakla yetinmişti. Amacı Gökmen'i deli etmekse başarmasına çok az kalmıştı. Lakin boynu bükük ona gelmesini, af dilemesini istiyorsa daha çok beklerdi. O hakkını, o günkü tavrı ile kaybetmişti. Biliyordu, o günkü sakinliğinden medet umuyordu Arslan. Belki kendini haklı görüyordu hala. Gökmen'i de bıraktığı yerde sanıyordu. Ama değildi. O an kırgındı. O kadar kırgındı ki kızacak gücü bulamamıştı kendinde. Günler kırgınlığına çare olamamıştı ama kırgınlığının altında ezilen öfkesini güzel beslemişti. O günden sonra gece ne zaman balkona çıksa esmeri orada buldu. İnce parmaklarının arasında bir sigara, dirsekleri balkon demirlerine yaslı, bakışları onun balkonunda. Sanki aklını çelmeye çalışan, sabrını tüketmeye yeminli bir şeytan gibi karşısında dikiliyor; varlığıyla ve tepkisizliğiyle Gökmen'i bir adım atmaya zorluyordu. Nasıl bir oyun oynuyordu, neyin peşindeydi Gökmen tam olarak emin değildi. Ancak yıllarca süren düşmanlıklarının ona öğrettiği bir şey varsa o da Arslan'ın pes etmeyeceğiydi. O yüzden Gökmen de çareyi onun sabrını zorlamakta buldu. Her gece balkonunun ışığını açtı. Dizlerine bir tuval yasladı ve resim yaptı. On birinci gecenin sonunda telefonuna günler sonra Arslan'dan ilk mesajı düştü. Arslan: Ne çiziyorsun? Mesajı görünce gülmekle, ona balkonun karşı tarafından hareket çekmek arasında gidip geldi. Bakışları karşı balkonu buldu. Esmer telefonunu uzun parmaklarının arasında döndürüyor, yayılarak oturduğu plastik sandalyeden onu izliyordu. Yüzünün bir kısmı balkonunun karanlığına gizlenmiş, diğer kısmı sokak lambasının ışığıyla açıkta kalmıştı. O yüzden yüzünde nasıl bir ifade vardı, gözlerindeki bakış hala ilk günkü kadar nefret dolu muydu bilmiyordu. Yan tarafındaki telefonu eline alırken günlerdir bu anı beklemesine rağmen ne cevap vereceğini bilemedi. Başparmaklarını ekrana dokunmadan telefonun üzerinde gezdirdi bir süre. Tek cümlelik mesajı defalarca okudu. Sonunda içinden geleni yazdı. Fazla düşünmek Gökmen'e göre değildi zaten. O düşünce değil, faaliyet adamıydı. Gökmen: Ebenin amını. Karşı balkondan duyduğu kısık, kendini tutmaya çalıştığını belli eden kıkırtıyla dişlerini sıktı. Gülecek hali olmasına içerledi. Zira Gökmen, on bir gündür kıkırtıyı bırak bir tebessüm etmeyi bile başaramamıştı. Gökmen: Komik mi amına koduğum? Arslan: Ne güzel sevgi sözcükleri bunlar böyle sarışın. Gökmen: Senin hak ettiğin bu. Arslan: Hadi ya, öyle mi? Gökmen: Öyle. Daha fazlasını da hak ediyorsun ama neyse. Arslan: İyice batıyorsun Gökmen. Yapma. Gökmen: Ben mi batıyorum? Arslan: Evet. Gökmen: Harbiden mi Arslan? Tüm söylediklerinden, tüm o tavrından sonra harbiden mi ya? Ulan beni aldatmakla suçladın. Dinlemeden, anlamadan hemen en büyük yanlışı yaptığım sonucuna vardın. Ağzıma sıçtın o tepede gıkım çıkmadı. Arslan: Sen ne düşünürdün? Hadi dürüst ol ve söyle. İlişkinizin en başından beri duygularından bir türlü emin olamayan, her fırsatta sikiş sokuş derdine düşen, en iyi anlarında bile yüzüne yüzüne küfür eden sevgilinin bir de gözünün içine baka baka yalan söylediğini fark ettiğinde sen ne düşünürdün? Sana güvenmedim diye beni suçluyorsun ama bana o güveni vermeyen sensin Gökmen. Gökmen bir süre yazdı yazdı sildi. Elleri titriyordu. On bir gün önceki kadar kırgın, utanmış ve yenilmiş hissediyordu. Öfkesi yine bir yerlerine kaçmıştı. Sadece... anlaşılmak istiyordu artık. Gökmen: Haklısın, haksızsın demiyorum ben zaten. Ama sen haklı olma hakkını boğazıma yapıştığın an kaybettin. Senin yerinde olsam ne yapardım, ne düşünürdüm diye çok düşündüm. Ben de böyle mi davranırdım diye vallahi oturdum kara kara düşündüm. Yapmazdım. Yapamazdım. Yakana beni aldattın mı diye yapışmadan önce adam gibi niye yalan söylediğini sorardım. Ağzıma da sıçsan yüzüne öyle nefretle bakamazdım lan. Arslan: Sordum, yalan söyledin. Bir daha sordum, bir daha yalan söyledin Gökmen. O yüzden hiç boşuna mağdur edebiyatı yapma bana. İlk sorduğumda dürüst olsaydın, o ikinci soru ağzımdan çıkmazdı bile. Herkes seçimlerini yaşar. Sen yalanında ısrar etmeyi seçtin, ben de sana hakkın olanı verdim. Ayıp ettiysem, kusura bakma. Ama benim ayıbım, senin ayıbını örtmeye hala yetmiyor sarı. Bakışları esmerin mesajlarının üzerinde dolandı durdu. Gözleri dolu doluydu ve o sikik yumru yine gelip boğazına kurulmuştu. On bir günün sonunda dönüp dolaşıp aynı yerdeydiler. Arslan hala öfkeliydi. Gökmen hala kırgın. Bir an için geri adım atmak istedi. Özür dilemek. Köpek gibi pişman olduğunu, bir daha ona asla yalan söylemeyeceğini söylemek, gerekirse hemen şimdi onun odasına giden ağaç dallarını var gücüyle tırmanıp dudaklarına kapanmak... Lakin geri adım atan olmayı gururuna yediremiyordu. İç sesi, bu kadar öfkeyi hak etmediğini söylüyordu. O yüzden ya ortada buluşacaklardı, ya durdukları yerde kök salacaklardı. Başka yolu yoktu. Görmeyen gözleriyle elini uzatıp balkonunun ışığını kapattı. Dağılmış ifadesinin esmer tarafından görülmesini istemedi. Telefonunun ekran kilidini kapattı ve ona yanıt vermeyi reddetti. Zira ne diyeceğini bilmiyordu. Başını önüne eğip bir sigara yakarken, göğsünde kıvranan ağrıyı, burnunun direğini sızlatan ağlama hissini görmezden geldi. Bir an sonra telefonunun ekranı yeni bir mesaja ışıldadı. Arslan: Sana nefretle bakmadım. İstesem de bakamam. Bir süre mesajı görmeyen gözlerle tekrar tekrar okudu. Parmaklarını klavyenin üzerinde oynatırken bükülen dudaklarının içini kemirdi. Yalancı puşt diye geçirdi içinden. Bakmıştı işte. O gözlerdeki soğukluğun göğsünde bıraktığı buz yanıkları hala taptazeydi. Gökmen: Ben bu yalana inanmış gibi yaparım Eyvallah Akınal. Arslan: Of be sarı... ** On ikinci gün Gökmen depresyondaydı. Ne çevresine öfke kusuyordu, ne yüzü sirke atıyordu. Göğsündeki ağrı donuk bir şeye evrilmişti. O sabah abisiyle işe gitmek için hazırlanıp kahvaltıya indiğinde ruhsuz gözlerle oturdu sofraya. Tüm sabah curcunası bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu. Atakan'a yumurtanın bütün sucuklarını ayıklayıp yiyor diye kızmadı. Kucağına tırmanan Naz'ı her sabah yaptığı gibi gıdıklayarak gülme krizine sokmadı. Tabağına aldığı bir dilim peynir ve iki salatalıkla oynayıp durdu. Dışarıdan düşüncelere dalmış gibi görünüyor olmalıydı ancak kafası bomboştu. Annesinin endişeli bakışları yüzünün sağ tarafını yakıyordu. Kolu kopsa bu kadar endişelenmezdi ama yemek yemiyor diye kadın kahır topuna dönmüştü iki günde. O yüzden kendini zorlayarak tabağına aldıklarını iştahsızca boğazından aşağı yuvarladı. Önüne ne ara konduğunu bilmediği soğumuş çayı kafasına dikledikten sonra, "Kapıdayım abi ben. Kahvaltın bitince gelirsin, gideriz." diyerek ayaklandı. Abisi endişeyle çatılan kaşlarıyla gözlerini yüzünde dolandırıp, "Tamam abim. Geliyorum iki dakikaya, çık sen." deyince kafasını sallayıp ailesinin geri kalanına bir görüşürüz mırıldanıp kendini sokağa attı. Sırtını kaldırıma yanaşarak park ettiği arabasına yaslayıp, evinin camlarını son kez kontrol ederek dudaklarının arasına bir dal sigara kondurdu. Babası genelde sabah kahvesini içmeden evden çıkmazdı. O yüzden rahat davrandı. Ucunu tutuşturduğu dalı, ayakkabılarının desenini izleyerek içerken durgundu. Telefonu titreyince cebinden telefonunu çıkarıp bildirim panelinden gelen mesajı kontrol etti. Okul grubundan atılmıştı. Bugün sene sonu sergisinin açılışı olduğunu, herkesi beklediklerini ve özellikle sergide çalışması olan öğrencilerin gelmelerini rica ettikleri yazıyordu. Gökmen'in o sergide 4 tane çalışması vardı ama gitmeye niyeti yoktu. Kendi iç dünyasını görecek, yüzleşecek hali kalmamıştı. Telefonu cebine geri tıkarken karşı evin kapısının açılıp kapandığını duydu. Kafasını yerden kaldırmadan çıkanlara bakınca bir anlığını kalbinin ritmi şaştı. Arslan, dudaklarının arasına sıkıştırdığı yakılmamış sigarası ile dağınık kara tutamlarından ellerini geçirerek saçlarını düzeltirken yanındaki abisi ile konuşarak bahçeden çıkıyordu. Onu görmek; onu günler sonra böylesine net bir şekilde görmek göğsündeki donuk ağrıyı anında çözdü. Avuç içlerini ter bastı. Kalbi kasıldı. Kendini zorlayarak yüz ifadesini kontrol altına tuttu. Lakin bakışlarını kendini ne kadar zorlarsa zorlasın ondan çekemedi. Bir an sonra arabasına ilerleyen esmer delikanlı onu fark etti. Bir eli arabanın kapısının kolundayken gözleri buluşunca duraksadı. Dudakları bir şey söyleyecekmiş gibi aralandı lakin Gökmen sigarasını dudaklarına götürürken gözlerini tekrar yere çevirdi. Araları bok gibi değilmiş, Gökmen on iki gündür kendi kendine kıvranmıyormuş gibi laf atmasını kaldıramazdı. Atarsa, yumruğunu onun yüzüne indirmekten kendini alamazdı. Bir dakika sonra esmerin arabasının kapısı çarpılarak sertçe kapatıldı. Gökmen çıkan gürültüyle irkilmemek, kafasını kaldırıp ona bakmamak için kendini kastı. Araba şaha kalkarak harekete geçip caddenin tozunu dumanına katarak sokaktan çıkana kadar kafasını yerden kaldırmadı. Boğazında kocaman bir düğüm vardı. Yutamıyordu. Yutkunamıyordu. Gözleri batıyordu. Lakin canı sökülmüyormuş gibi sakince sigarasını içmeye devam ediyordu. Ulan Gökmen'in canı çıkmıştı bu on iki günde. Hiç mi içi acımıyordu piçin? Hiç mi ulan bu adam bana böyle küskün bakıyorsa benim de yanlış yaptığım bir boklar vardır demiyordu? Gökmen olaya onun tarafından bakmak için götünü yırtıyordu. O niye durup bir an için Gökmen'in tarafından bakmıyordu? Abisi evden çıkıp ona seslenene kadar görmeyen gözlerle asfaltı izlemeye devam etti. "Abim hadi gidelim." Diyerek ona seslenince kafasını yerden kaldırıp omzunun üzerinden ona bir bakış attı. Gözleri buluşunca bu sefer eli arabanın kapısının kulpunda öyle duraksayıp ona şaşkınca bakan abisiydi. Kendisininkinin aksine açık bir kahve olan gözleri yüzünde dikkatle dolandı. "Neyin var lan senin? Niye gözlerin dolu dolu?" dedi kaşları endişeyle çatılırken. Gökmen sertçe yutkundu. Başını çevirip sırtını yasladığı yerden çekti. Sigarasından son bir nefes alıp yere attı. Topuğuyla ezip arabanın kapısını açarken, "Yok bir şey. Sigaranın dumanı kaçtı gözüme, ondandır." dedi. O koltuğuna yerleşip arabayı çalıştırırken Göktuğ birkaç saniye kapının önünde durmaya devam etti. Sonunda afallayışından kurtulmuş olacak ki kapıyı açıp yan koltuğuna yerleşti. O yerleşir yerleşmez Gökmen arabayı çalıştırdı. Yüzünün sol tarafını yakan bakışların farkında değilmiş gibi yaptı. "Gökmen, abim, ne oluyor sana? Kaç gündür yüzünden düşen bin parça lan. Elleşmeyeyim elleşmeyeyim diyorum ama-" "Elleşme abi." diyerek sözünü kesti onun Gökmen, gözlerini yoldan çekmeden. Göktuğ birkaç saniye için sessizliğini korudu lakin Gökmen abisini tanıyordu. Bir derdi olduğuna inanırsa onu kolay kolay kendi haline bırakmazdı. "Gönül işleri mi?" diye tereddütle sordu. Gökmen alaylı bir nefes verdi. "Gönül mü kaldı amına koyayım? Onunda içinden geçtiler sağ olsunlar." Göktuğ sıkıntılı bir ifadeyle onun yüzünü süzdü. Sarıya çalan sakallarını eliyle sıvazlarken, "Kim-" diyecek oldu lakin Gökmen müsaade etmedi. "Allah aşkına kurcalama abi. İyiyim ben, yok bir şeyim. Kimse ellemezse bir iki güne toparlarım kafayı." Onun itiraz kabul etmeyen sert sesiyle Göktuğ'un yüzü biraz daha endişeyle büküldü. Gökmen'i daha önce böyle görüp görmediğini hatırlamaya çalıştı ama görmemişti. Kardeşi kolay kolay bir şeyleri dert etmezdi kendine, biliyordu. Canını sıkan şey ne ya da kimse harbiden önemli olmalıydı. Onun böyle kendi içine kapandığı zamanlarda götünü de yırtsa dudaklarını aralamasını sağlayamayacağını da biliyordu. İnattı şerefsiz. "Akşam dükkanı erken kapatıp bir meyhane yapalım mı abi-kardeş?" "Abi-" "Oğlum tamam, anlatma derdini. Derdin kalsın sende allah allah. Kafa dağıtırız diye diyorum, bana da iyi olur." Gökmen gözlerini yoldan çekip ona kısa bir bakış attı. Sonra derin bir nefes vererek döndü önüne. Aslında iyi fikirdi. Gökmen'e de iyi gelirdi. Alkolün paklayamayacağı hiçbir dert bilmiyordu. Belki o zaman kafasını yastığa koyduğunda kendi düşünceleri tarafından avlanmadan rahat bir uykuya da dalabilirdi. Lakin kafası güzel olunca ağzının kontrolünü kaybediyordu. "Başka zaman yaparız abim. Akşam bir Kayaların yanına uğrayacağım. Ne zamandır çağırıyorlar gitmiyorum, ayıp olmasın çocuklara." Yalan da değildi. Gram isteği yoktu görüşmeye ama okul da bitti hala vefasızlık yapıyorsun, atıyoruz la seni gruptan, diyerek dün gruptan şutlamışlardı onu. Bütün vaktini Arslan'la kuytu köşelerde oynaşarak geçiriyordu, haftalardır hiçbirinin yüzünü görmemişti. Gidip bir bardak çay içecek, suratını gösterip eve dönecekti. Grupta olmak sikinde değildi de, bu sefer harbi gönül koyacak gibiydiler. Derman'la arası zaten bok gibiydi, bir de onlardan olmak istemiyordu. Abisi bahanesini inandırıcı bulmamış olacak ki ağzının içinde homurdandı ama daha fazla üstelemedi. Yolun geri kalanı sessizlik içinde geçti. Gökmen arabasını dükkanın önüne park ederken gözleri bir yarım saat önce basıp giden tanıdık arabaya değdi. Elleri direksiyon simidini sıkarken gözleri Akın'ın dükkanına kaydı. Oradaydı. Tezgahın arkasında durmuş, muhtemelen muhasebe defterini inceliyordu. Zira en az haftada bir abisinin dükkanına gidip hesap kitap işlerini o hallederdi. On bir gündür hiç gelmemişti. Gökmen'in bir gözü hep onu aramış ama bulamamıştı. Hayal kırıklığıyla geçen on iki günün ardından onu burada görmek göğsünü kaynattı. Esmerin, Gökmen'in göğsündeki donuk ağrıyla gizli bir derdi vardı herhalde. Onun birkaç metre ötedeki varlığını görmezden gelerek abisinin ardından indi arabadan. Abisi dükkanın kepenklerini kaldırırken elleri ceplerinde, başı eğik, sırtı Arslan'a dönük sakince bekledi. Dükkanın kapısı açılır açılmaz içeri girdi. Sabah işlerini hallederken -yerleri silmek, camların tozunu almak, cam tezgahı silmek gibi rutin işler- Arslan'ın oradaki varlığını umursamamaya, kendine unutturmaya çalıştı. Lakin rutin işler bitince ve kendini oyalayacağı bir şey kalmayınca gözleri sık sık, engel olamadığı bir şekilde oraya dönmeye başladı. Öğlene doğru esmer delikanlı avucuna oturttuğu çay tabağı, üzerinde demli çayıyla dükkandan çıktı. Sanki inadına yaparmış gibi dükkanın önündeki iskemleye çöktü. Bir bacağını bileğinden diğerinin üzerine yaslarken çay tabağını yanındaki küçük ahşap sehpaya bırakıp bir sigara yaktı. Gökmen dişlerini gıcırdattı. İnadına yaptığını biliyordu. Tıpkı her gece inadına balkona çıkması gibi... Aklınca Gökmen'i yemliyordu. Varlığını gözüne gözüne sokunca bir adım atmasını sağlayabileceğini, sarışının onu affetmesi için gelip yalvaracağını sanıyordu. Madem öyleydi, Gökmen de onun ayak izlerini takip ederdi. "Abi ben kapıdayım. Bir sigara içeceğim." dedi paketinden bir dal alıp cam tezgahı hızla dolanırken. Sandalyesinde oturmuş telefonuyla oynayan Göktuğ kafasını sallayıp, "Tamam abim." deyince Gökmen hırslı adımlarla dışarı çıktı. Tam Arslan'ın karşısına denk gelecek şekilde sırtını yan dükkanla kendi dükkanları arasındaki kolona yaslayıp bir sigara yaktı. İlk dumanı burnundan verirken hırsla yanan mavilerini Arslan'ın suratına dikti. Esmer, komşu dükkanlarındaki kotçuyla sohbet ediyordu. Dudaklarında gevşek bir gülümseme vardı. O gülümseme Gökmen'in kanına dokundu. Nasıl gülerdi ulan? Gökmen bu haldeyken nasıl gülerdi? Boştaki eli yumruk olurken dişlerini sıktı. Şeytan git, ağzını burnunu dağıtarak sök o gülümsemeyi yüzünden diyordu. Arslan onun yükselen öfkesini hissetmiş gibi gözlerini ondan tarafa çevirdi. Bakışları caddenin iki farklı tarafından buluşunca esmerin gülümsemesi yavaşça kaydı dudaklarından. Bu, Gökmen'in içini ezdi. Yumruğa ne gerek vardı? Baksana, Gökmen'in gözleri gülümsemesini silmeye yetiyordu artık. Düşünce canına okuyunca bir elini cebine sokup başını bir kez daha yere eğdi. Adem elması boğazını turlarken sigarasını dudaklarına dayayıp bir nefes çekip, burnundan verdi. Biraz sonra cebindeki telefon öttüğünde mesajın ondan geldiğini bilerek oyalanarak çıkardı. Ona bir bakış atmadan yüz ifadesini sabit tutmak için kendini zorlayarak ekran kilidini kaydırdı. Arslan: Oğlum şöyle bakma lan bana. Gökmen: Sana bakmıyorum Arslan: Bakıyorsun sarı. Şekeri elinden alınmış küskün çocuklar gibi bakıyorsun hem de. Gökmen: Hadi ya :) Elimden alınan şeker de sen mi oluyorsun? Sen kendini fazla abartıyorsun kedi. Arslan: Sen adamı deli edersin Ulan tam diyorum yumuşayacağım O sikik ağzını açıp sinirimi yine tepeme çıkarıyorsun Gökmen: Ne oldu Arslan efendi zoruna mı gitti? Hani en çok dikenlerimi seviyordun? Yaa öyle lafla peynir gemisi yürümüyormuş dimi? Arslan: Ben o dikenleri yine severim Gökmen. Elime de batsa canıma da batsa severim. Ama bırak bir içim soğusun önce lan. Bir sus. Gökmen: Ağzıma sıçtın, hala için soğumuyorsa ben senin içine sıçayım Arslan. Gökmen'in içi nasıl soğuyacaktı peki? Ateşe bırakılmış bir demir gibiydi. O ateşin içinde bekledikçe, uzak kaldıkça kızgınlığı artıyordu. Yakında tutmaya çalışanın elini yakacaktı, esmerin haberi yoktu. Elindeki sigarayı caddeye doğru fırlatıp, caddenin karşısındaki esmere sert bir bakış attı. Arslan, onun bakışıyla sesli bir şekilde iç geçirip kafasını sabır diler gibi bir yana eğip, yüksek sesle, "Tövbe tövbe..." diye söylenirken o dükkanın içine geri döndü. Abisinin bakışlarının üstüne dönmesine neden olacak kadar sert, ses çıkaran hareketlerle tezgahın arkasına geçince, " Ne oldu lan iki dakikada? Neye sinirlendin yine?" dedi şaşkınca Göktuğ. "Ebenin amı oldu. İt oğlu it ya!" "Bana mı diyorsun lan? Ne biçim konuşuyorsun sen abiyle yavşak?" diyerek anında yükselen Göktuğ ile, "Abi bir dur ya!" dedi Gökmen bezgince. "Sana demiyorum, karşı dükkandaki dingile diyorum. Ayarımı bozdu iki dakikada amına koduğum." Küfür ettikçe rahatlıyordu. Herkesin kendine göre bir terapi yöntemi vardı. Gökmen'inki de küfürdü işte. O ağzının içinde küfretmeye devam ederek cam tezgahı silerken Arslan oturduğu yerden yorgun gözlerle onu izliyordu. Derin bir nefes verip iki elini birden yüzüne atıp sıvazlarken, "Ulan sarııı, ulan sarııı!" diye kendi kendine söylendi. Böyle olmayacaktı ama nasıl olacağını da bilmiyordu esmer. Adam akıllı konuşamıyorlardı. Gökmen laf sokmadan iki dakika duramıyordu. Arslan o laf soktukça çıldırıyordu. Ulan bir adım atsa koşa koşa gelecekti Arslan, görmüyor muydu? Sadece tek bir adım, tek bir güzel söz. Bir günaydın mesajına bile tav olacak kadar kötü durumdaydı kaç gündür. Dün dayanamamış belki iki sohbetle arayı ısıtırız diye mesaj atmıştı. Karşılığında aldığı şey küfürdü. Hak ettiği buymuş... Resmen o cümlesiyle kanı beynine sıçratmıştı. Tamam, o gün yanlış yapmıştı. O dükkana öyle dalıp onu zor durumda bırakması, tepede söylediği yanlış anlaşılmaya müsait incitici sözler... Hepsinden köpek gibi pişmandı. Gökmen'in yüzüne yerleşen kırgınlık aklına geldikçe yüreğine bir öküz oturuyordu. Hele gözyaşları... Ama ona ihanet ettiğinden şüphe duyduğu için kendini suçlu hissetmiyordu. Gökmen'in ilişki boyunca ona güven vermemiş olması onun suçu muydu? İlişkinin başlarında seks için üstüne geldiğinde aklının bir köşesinde şeytanları ona bu ihtimali fısıldayıp durmuştu. Sonunda o kız gelip Cenk'i öttüğünde ve Gökmen'in ona yalan söylediğini anladığında o şeytanların sesini daha fazla bastıramamıştı işte. Denemişti ama olmamıştı. Cenk... Hala gece yatağına yatınca o herifin elini sıktığı an aklına gelince sinirden kuduruyordu. Aklı almıyordu ulan! Arslan onu bu kadar severken, bu kadar üstüne titrerken nasıl bir gün öğrenirse çıldıracağını bile bile o herifi hayatında tutmaya devam edebilirdi? Her şeyi sineye çektiği gibi bunu da sineye çeker mi sanmıştı? Düşündükçe öfkesinin tazelendiğini fark edip düşünce trenini kafasını hafifçe iki yana sallayarak kesti. Yok, böyle olmayacaktı. Olan olmuştu. Ne Gökmen yaptığını geri alabilirdi, ne Arslan. E Arslan'ın bu ilişkiden vazgeçmeye de niyeti yoktu. Yapamazdı ulan... O sarı kafadan öylece vazgeçemezdi. Çünkü vazgeçerse, bu sefer düşman bile olacak yüzleri kalmayacaktı. Göğsünü şişiren bir nefes alıp verirken, başını arkasındaki duvara yaslayıp hırsla cam tezgahı silen çatık kaşlı sarışına dikti gözlerini. Ona bakarken istemsizce gözleri yumuşadı, yüreği acı acı da olsa ısındı. Çok seviyordu şerefsizi. Böyle göğsüne sokup, kimse dokunamasın, kimse incitemesin, ondan başka kimseye gülümseyemesin diye göğsünde saklamak istiyordu. Gözlerindeki o küskün bakışı görmeye bile tahammülü yoktu. Kendini çiğneyip hiçbir şey olmamış gibi gidip kollarının arasına alası geliyordu. Sarkık dudaklarını öpesi, küskün gözlerinin üzerine birer öpücük kondurası... Ama yapamıyordu. Kaç gündür ona ne zaman adım atmak istese göğsünü sarmış kırgınlık onu zapt ediyor, omuzlarından tutup geriye çekiyordu. Öfkesini kuşanmıştı lakin onun altına saklı öyle bir kırgınlık vardı ki; çapı Arslan'ı şok ediyordu. Tamam sevdim de, beni böyle tek hareketiyle parçalayabileceği kadar mı sevdim harbiden, diye soruyordu kendine. Demek ki bu kadar sevmişti. İnsan sevdiğine kırılır diye boşuna demiyorlardı. "Arslan, bir baksana." Diyen sesle düşüncelerinden içli bir nefes vererek sıyrıldı. Kaç gündür kaç içli nefes vermişti bilmiyordu, lakin hiçbiri göğündeki bu ağırlığı def etmeye yetmiyordu. Karşı dükkandaki gönül yangınına son bir bakış atıp ayaklandı. "Söyle abi." dedi dükkanın içine doğru girerken. "Şu cihazın kamerasında sıkıntı varmış. Bir baksana, sen anlarsın." dedi Akın elindeki telefonu ona uzatırken. Arslan kafasını dalgınca sallayıp telefonu aldı. Önce kamerayı açıp kontrol etti. "Ön lensinde iki tane çatlak var." diye bilgilendirdi abisini. "Değiştireyim mi?" "Değiştirsene koçum ya, acil istedi müşteri. Cengiz abin bugün gelmeyecek, zora soktu beni pezevenk." Arslan bir kez daha başını sallayıp dükkanın arka tarafındaki sandalyeye oturup cihazı sökmeye başladı. Elleri önündeki aletle uğraşırken zihni sarı bir baş belasıyla meşgul olmaya devam etti. Belki de biraz yüz yüze takılmaları gerekiyordu. On iki gün araya mesafe koyarak, yüzünü ona göstermeyerek şansını denemişti, olmamıştı. Bir de diğer türlüsünü denesindi. Bu düşünceyle işe ara verip Kaya'ya mesaj attı. Akşama şöyle güzel bir plan yapsınlardı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE