Anahtarımı çevirerek eve girdiğim sırada içeriden televizyon sesi geliyordu. Ayakkabımı ayakkabılığa düzenli bir şekilde yerleştirip sakin adımlarla salona geçtim. Babam televizyonun karşısındaki koltuğa kurulmuş, maç izlerken annem yanındaki koltukta meyve tabağına elma dilimliyor, bir yandan da maç aşkı için babama söylenip duruyordu.
Bu güzel aile tablosunu bölerek içeri daldığımda önce babamın sonra annemin yanaklarını sırasıyla öptüm. "Nasıl gidiyor gençlik?"
Annemin bakışları anında bir pamuk kadar yumuşarken ayağa kalktı. "Hoşgeldin annem. Aç mısın?"
Annemi geri yerine oturttum. "Mutfağa gider, bir şeyler atıştırırım ben. Merak etme."
Babam yerinde beni süzerken huysuzca konuştu. "Zayıfladın mı sen?" Başını onaylamazca iki yana salladı. "Yoruluyorsun kızım. Nasıl anlaşmıştık seninle? Yıpratmayacaktın kendini."
Babamın endişesine tebessüm ettim. "Gönül yorgunluğu bu babacığım. Gönlümü verdim ben bu işe." Bana hüzünlü gözlerle bakan annemin elini sıkarak mutfağa geçmek için hareketlendim. "Endişe etmeyin, iyiyim ben!"
Yaptığım işin fiziksel zorluğunun farkındaydım. Fakat ben bu zorluğu, yaptığım işi hak etme gücüne yorarak beni yıpratmasından ziyade daha da güçlendirmesini sağlıyordum.
Mutfağa geçip akşamdan kalan yemeklerden biraz atıştırdıktan sonra odama geçtim. Kedim Tarçın küçük bedenini yatağıma sermişti. Eşofman takımımı çıkarma gereği duymadan yanına gidip sarı-turuncu karışımı tüylerini okşarken bana tepki vererek mayışmış vücudunu biraz daha üzerime çekmesini sevgiyle karşıladım. Onunla biraz oynayıp mamasını önüne koyduktan sonra pijamalarımı giymek üzere kalktım.
Ders çalışmaya hazır hâle geldikten sonra çalışma masama oturmuştum ki mesaj sesiyle durakladım. Telefonumu alıp açtığımda mesaj kayıtlı olmayan bir numaradan gelmişti.
05**: İyi akşamlar.
05**: Bilekliğini düşürmüş olabilir misin?
Sağ elim istemsizce sol bileğime giderken bulduğum boşluk ile şokla kalakaldım. Anında gözlerim dolu dolu oldu. Ne zaman düşmüştü? Nerede düşmüştü? Nasıl düşmesine izin verebilmiştim? Telaşla hafızamı geriye sarıp kaybolduğu anı düşünmeye çalışırken mesajı unuttuğumu fark ettim. Panikle ellerim klavyede hareket ederken içimden bulunmuş olması için dualar ediyordum.
Ben: Evet! Sizde mi?
05**: Üzerinde 'M' yazan bir bileklik buldum. Senin mi?
En umduğum haber bu idi.
Ben: Evet, benim. Haber verdiğiniz için çok teşekkürler.
05**: Önemli değil. Yarın okulda veririm.
Durdum. Bu kimdi ki? Benim ben olduğumu nereden biliyordu? O benim ben olduğumu bilirken ben onun kim olduğunu neden bilmiyordum?
Aklımda dönen deli sorularla ona yazdım.
Ben: Siz kimsiniz?
Uzun bir süre cevap gelmedi. Tekrar korkmaya başladığım dakikalarda yazıyor olduğunu görüp rahatladım.
05**: Benim kim olduğumu bilmiyor musun?
Bilmem mi gerekiyordu?
Ben: Hayır?
05**: Mete ben.
Öylece kaldım. Bu tesadüflükte kaçıncı seviyeydi? Bela mıknatısı olduğumu söylemiştim, değil mi?
05**: Son konuşmamızda düşürmüş olmalısın.
05**: Sınıf kapımızın önünde buldum.
Yasemin için onunla konuşmaya gittiğimde düşürmüş olmalıydım.
Ben: Tekrar teşekkür ederim. O bileklik benim için oldukça önemliydi.
05**: Özel değilse...
05**: 'M' harfinin anlamını sorabilir miyim?
O bileklik kardeşim Melek'in bilekliğiydi. Ölmeden önce... Onun gidişinin ardından, en sevdiği parçası son üç yıldır benim bir parçam haline gelmişti. Kardeşimin yokluğunu dualarla bastırırken varlığını o bileklikle hissediyordum.
Ben: Özel bir durum, söyleyemem.
Ben: Ama bulduğun için gerçekten teşekkürler.
05**: Anladım.
05**: Ve sürekli teşekkür etmene gerek yok.
Düşünceli birine benziyordu.
05**: Yarın ilk dersimiz beden eğitimi.
05**: Beni kapalı spor salonunda bulabilirsin.
Buğulu gözlerime tezat bir halde gülümserken yazmaya devam ettim.
(Yazıyor...)
05**: Teşekkür edip durma.
Gülümsemem genişledi.
Ben: Tamam.
Ben: Yarın görüşürüz o halde.
05**: Görüşürüz.
Mesajlardan çıkarken yüreğimdeki serinlik tekrar yerini bulmuştu.