İlk karşılaşma

2215 Kelimeler
EFSUN "Başlangıcı umut dolu bir yolculuk, sonunda karanlık bir uçuruma dönüşebilir." Annemin yıllar öncesinde söylediği cümle düştü birden zihnime. Onu dinlemediğim için bir kez daha öfkelendim kendime. Değmiş miydi? Her defasında bunu soruyordum kendime. Değmiş miydi, Efsun? Söylesene! Aileni bir kenara itmene, okulunu bırakmana, heyecanla yıktığın o hayalleri yıkmana, değdi mi?! ''Değdi mi?'' diye fısıldadım donuk bir şekilde kendime. ''Bir adam için her şeyi mahvettin, değdi mi?'' Odanın içine ağır bir acı çökmüştü. Göğsümde, her geçen saniye derinleşen bir ağırlık vardı. Duvarlar, dört bir yandan beni sarmalayan bir hapishane gibi, bana nefes alacak alan bırakmıyordu. O küçük odada, her şey bir anı gibi geriye doğru akıp gidiyordu. Bir zamanlar bu ev, bu odalar, güvenli hissettiğim yerlerdi. Ama her şey değişti. Reşit’in sert bakışları, hoyrat hareketleri, sözleri... Hepsi birer hançer gibi ruhumu yaralıyordu. Hangi birini hatırlamalıydım ki? Bir zamanlar sevdiğim adam, bana karşı acımasızca davranmaya başlamıştı. Zamanla, bana sadece bir yük gibi davranıyor, gözlerimdeki umut ışığını söndürüyor, içimdeki hayalleri birer birer öldürüyordu. Bugün, başka bir şiddet biçimiyle karşılaştım. Odaya kilitlendim. Ne kadar bağırdıysam da, ne kadar yardım istediysem de, tek bir yanıt almadım. Sadece onun sessizce çıkıp gitmesi ve ardından o kalın, karanlık duvarın içinde yalnız başıma kalmam. Reşit’in elleri, yavaşça ve bilinçli bir şekilde acı veriyordu. Her darbe, her bağırışımda, her ağlamamda, kalbimdeki sevgi parçaları biraz daha kırılıyordu. Gözlerim dolu, nefesim daralıyordu. Bir zamanlar sevdiğim adam, şimdi bana her sözüyle, her hareketiyle, nefesimi kesen bir canavara dönüşmüştü. Odaya hapsedilmişken, kollarımın, bacaklarımın, boynumun, her bir tarafımın ne kadar kırıldığını fark ettim. Kimse yoktu. Ne ailem vardı, ne dostlarım… Beni izleyen, bana sahip çıkacak biri yoktu. Karanlıkta yalnız kaldım. Tüm umutlarım, tüm hayallerim, birer birer silinmişti. O an, her şeyin sona erdiğini düşündüm. “Bu kadar mıydı?” diye sordum, ama cevabını hiç almadım. Sadece susmayı, acıyı içine çekmeyi öğrendim. Odaya kilitlenmişken, gözlerimden süzülen yaşlar, kaybolan her anın bir hatırasıydı. Beni görmüyordu. Beni duymuyordu. O acımasız sözlerinden, sert darbelerinden başka hiçbir şey yoktu. Gözlerimdeki ışık sönmüştü, ama Reşit fark etmiyordu. Beni içimdeki karanlıkla baş başa bırakmıştı. Ve belki de bu karanlık, benim tek gerçeğim olmuştu. ''Değdi mi, Efsun?!'' çığlığım konağın dört bir yanını sardı, elime geçen parfüm şişesini aynaya fırlattım. ''Aptal! Aptalsın sen aptal!'' Gözlerimdeki yaşlar birer birer süzülürken, göğsümde büyük bir sızı vardı. Dokuz yıldır içime attığım her şeyin, şimdi bir sinir kriziyle geçmesini bekliyordum. ''İnandın mı ona?!'' boy aynasına döndüm. ''Nasıl yaparsın bunu? Nasıl inanırsın ona? Aptal, sen daha on yedi yaşındasın, aptal!'' odadaki her şeyi devirmeye başladım. Parmaklarımı kızıl saçlarımın arasına daldırarak çekelemeye başladım, göğsüm o kadar şiddetli çarpıyordu ki... Bir an nefes alamadığımı hissettim. Odadaki her nesne üzerime yürüyor sandım, korkuyla sırtımı duvara yapıştırırken, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. ''Okulun vardı senin, hayallerin vardı, geleceğin vardı! Annen ve babanın tek evladıydın, onları nasıl hayal kırıklığına uğrattırsın, Efsun?!'' Yumruğumu göğsüme vurmaya başladım. Ciğerim yanıyordu. On yedi yaşındayken kaçtım Reşit'e. Onun süslü cümlelerine, bana aşkla bakan gözlerine kandım! Ailemi karşıma aldım, bir erkek için ailemi karşıma aldım! Ben... Ben onları hayal kırıklığına uğrattım! Omuzlarım sarsıla sarsıla ağlarken, sırtım yavaşça duvardan kaydı. Bedenim halsizce yere düşerken, başımı omzumun üzerine doğru yatırdım. ''Beni duyun, beni görün!'' adeta ses tellerim yırtılırcasına bağırdım. ''Ölüyorum ben, ölüyorum!'' çığlıklarım artık bir fısıltıya dönüşürken, ellerimi ahşap zemine yasladım. Başımı yere eğmiş, sessizce ağlamaya devam ettim. Bu evdeki herkes içimde kopan fırtınayı görüyordu ama kimse beni korumuyordu. Dokuz yıl... Her geçen yıl, biraz daha kaybolduğum, biraz daha silindiğim bir zaman dilimi. Dokuz yıl boyunca aynı acıyı, aynı karanlık duvarları izleyerek yaşadım. Dokuz yıl… Bir insanın hayatından yıllar çalındığında, o yıllar geri alınmaz. İçimdeki umutlar birer birer tükenirken, her geçen an bana sadece bir şey hatırlattı: Hapsolmuş bir hayat. Bir zamanlar hayalini kurduğum mutluluk, şimdi en büyük kabusum olmuştu. Bir zamanlar sahip olduğum gücü unutmaya başladım, belki de sadece hayatta kalmak için gerekli olan her şeyi unutuyordum. Ama bir şeyi unutmuyordum: Bir kadın, bir gün o suskunluğundan çıkıp kendini bulacaktır. Hızlı nefesler alıp verirken, hatamın nasılda büyük olduğunu bir kez daha fark ettim. Efsun.. Ne yaptın kızım sen? Sonra bu düşünce, sesli bir şekilde dudaklarımdan çıktı: ''Efsun... Ne yaptın kızım sen?'' Hıçkırıklarım odanın duvarlarında yankı yaparken, usulca başımı kaldırdım ve kızaran gözlerimle etrafa baktım. Yorgun bedenimin artık ayakta kalacak gücü kalmamıştı, ama savaşçı ruhum beni ayağa kaldırmak için uğraşıyordu. Yapamazdım... Yapamazdım, Reşit'i bırakıp gidemezdim. Bu evden çıkamazdım. Burası benim cehennemimdi. Kendi ellerimle yarattığım cehennem. Artık ağlamalarım kesilmişti, öylece duvara yaslanmış duruyordum. Sadece nefes seslerim odayı doldururken, kapının kilidi bir anda çevrildi. Kapı aralandığında içeri gireni gördüm. Reşit'in zebani anası. Acımasız gözleriyle beni süzerken, bakışlarımız kesişti. ''Yalvarırım...'' diye fısıldadım acıyla. ''Ne halde olduğumu görmüyor musunuz? Ben artık boşan-'' ''Şşşş!'' dedi, cümlemi yarıda kesti ve üzerime doğru eğildi. O kadar soğuk bakışları vardı ki, artık üşüyordum. ''Bu eve gelinlikle giren, kefenle çıkar, Efsun.'' her kelimesinin üzerine basa basa konuştu. Başımı hiddetle sağa sola sallarken, gözlerim dehşetle açıldı. ''Oğlunuz beni aldatıyor, dövüyor!'' diye haykırdığımda, yüzüme inen tokatla afalladım. ''Kadınlık görevini yapmak yerine, oğluma iftira mı atıyorsun?!'' ses tonu artık sakin değildi. Mesafeli ama yüksekti. Cayır cayır yanan yanağıma elimi koydum. Şok içinde kaynanam dediğim kadına bakıyordum. ''Kadınlık görevi mi?'' diye fısıldadım. Başını usulca aşağı yukarı sallarken, kapıda bizi izleyen kıza baktım. Bunlardan nefret ediyordum! Reşit'in kız kardeşi, sanki çok normal bir şey izliyormuş gibi bana bakıyordu. ''Kocanın isteklerini yerine getir, kadınlık görevini yap, çocuk yap ve kocana karşı gelme!'' İfadesizce karşımdaki kadını izledim. ''Ben köle miyim?'' diye fısıldadığımda, bakışları anında kısıldı ve birkaç adım geriledi. ''Şeytan oğlunuzdan çocuk peydahlayacağım, öyle mi!'' Saçlarıma asıldı, boğazımdan acılı bir çığlık kaçtı. ''oğluma bir daha dil uzatırsan...'' daha çok asıldı. ''O dilini keserim!'' zehir zemberek sözlerinden sonra geri çekildi. ''Şimdi odana geç, sıcak bir duş al ve kocan için akşama hazırlan.'' kolumdan tutarak beni zorla ayağa kaldırdı. ''İstemiyorum!'' avaz avaz bağırdım. ''İstemiyorum, oğlunuzu istemiyorum!'' kolumdaki parmaklarını sıkılaştırarak, canımı yaktı. Dişlerimi birbirine bastırırken, acıyla inledim. ''Ana...'' dedi Reşit'in kız kardeşi. ''Bundan torun falan isteme boşuna. Biliyorsun, abim zaten kendine yeni bir kadın alacak.'' Benden sadece birkaç yaş küçük olan kıza bakarken, midem çalkalandı. Kusmamak için kendimi zor tutarken, elimi ağzıma götürdüm. Koşarak banyoya girmiş, klozetin önüne eğilerek öğürmeye başlamıştım. Öğürmekten başka hiçbir şey yapamıyordum çünkü doğru düzgün yemek yemiyordum. Belkide sadece su ile ayakta kalabiliyorum. ''Torun geliyor!'' diye bağırdı birden. ''Bu sefer geliyor, torun geliyor!'' elimi karnıma sararken, korkuyla onlara baktım. ''Hemen doktor çağıracağım!'' İkili kapıdan koşarak ayrılırken, zoraki ayağa kalkıp ağzımı çalkaladım ve yüzümü yıkadım. Hamile olmam imkansızdı. Hayır... Hamile olmak istemiyorum, hayır! Lavabonun mermerine sıkıca tutunurken, kafa karışıklığıyla aynaya bakmaya başladım. ''Hayır, Efsun. Hamile olamazsın, olma!'' Artık hamile olmama sevinemiyordum. Beşinci düşüğümü yaşadıktan sonra, nasıl sevinebilirdim? Hızlı nefesler alıp verirken, gözlerimi kafa karışıklığıyla kapattım. Hamile olsam bile hiçbir şey değişmeyecekti. Bu bebek, bizim ilişkimizi asla düzeltmeyecekti. Hatta Reşit, bu bebeği yok etmek için elinden geleni yapacaktı. Duvarlara tutunarak banyodan ayrıldım ve odama geçtim. Halsiz bir şekilde yatağın üzerine otururken, yorgun bir şekilde yeri izlemeye başladım. Titrek bir nefes alırken, düşük yaptığım bebeklerimin acısıyla elimi karnımın üzerine yerleştirdim. ''Ne olur... Allah'ım bana yine aynı acıyı yaşatma, yalvarırım!'' ''Ben, emanetine sahip çıkamıyorum. Allah'ım, olmaz!'' Kollarımı bedenime sarmış, düşünceyle yere bakıyordum. Başıma keskin bir ağrı girerken, korkuyla gözlerimi kaçırdım. Tam bu sırada kapı fütursuzca açıldı ve içeri Reşit girdi. Sersem adımlarla odaya doğru girdi, her zamanki gibi yoğun bir alkol kokusu geliyordu bedeninden. Gözleri bana değdiğinde dudağının kenarı kıvrıldı. Korkuyla yatağın üzerinde geriye doğru süründüm. ''Yine mi buradasın?'' diyerek kendini koltuğun üzerine attı. Ona bir cevap vermeden önüme döndüm. ''Başka gidecek yerim mi var?'' dilime sahip çıkamadım. ''Git başka odada zıbar.'' hızla ayağa kalkıp, ona döndüm. Öfkeden kuduruyordum ama kendime sahip çıkmam gerekiyordu. ''Beni istemiyorsan eğer boşa!'' cümlemi bitirir bitirmez kaşları çatıldı, bakışları öfkeyle kısıldı ve hızla ayağa kalktı. ''O ne demek lan?!'' öyle bir kükredi ki... Hayvanlar bile onun yanında fazla kibar kalırdı. ''Bana bak, Efsun!'' üzerime doğru adımladığında, korkuyla köşeye sindim. Belimi kolları arasına alarak, bedenimi sert bir şekilde duvara çarptı. ''Sen, benim karımsın!'' dişlerinin arasından tısladığında korkuyla yutkundum. ''Karın olduğum yeni mi aklına geldi?'' dişlerinin gıcırdadığını duydum, ellerimi yumruk yaptım. ''Başka kadınlar ile işi pişirirken, bana dayak atarken, karın değil miydim?!'' Baygın bakışlarla beni izliyordu. ''Seni boşarsam ne olur biliyor musun? Namussuzlukla suçlanırsın, sonrasında mezara girersin!'' sözleri bir tehdit kadar tehlikeliydi. ''Çekil...'' dedim nefes nefese, kokusundan midem bulanıyordu. ''İğrenç kokuyorsun, çekil! Leş gibisin!'' kadın kokusuna karışmış alkol kokusu vardı teninde. Gür bir kahkaha atarak geri çekildi ve bedenini yatağa attı. ''Boşanacağım senden.'' tükürürcesine konuştum, işaret parmağımı yüzüne doğru salladım. ''Hak var, hukuk var, karakol var! Göreceksin...'' ''Boşanamazsın, Efsun.'' oturur pozisyona geldi, gözleri hızla hareket etmeye başladı. ''Benden boşandığın gün, mezara girdiğin gündür! Törelerimizi ve adetlerimizi unutma.'' ''Allah senin belanı versin!'' çığlık attım. ''Ne istiyorsun benden, ne?! Madem aldatacaktın, dayak atacaktın, neden evlendin benimle! Boşa beni, Reşit! Boşa! Ben, senin karın değilim!'' ''Yeter ulan!'' gür sesiyle irkildim, parmaklarını çeneme sardı ve saçlarıma asıldı. ''Yediğin dayak az mı geldi!'' diye bağırdı yüzüme. Bedenimi yatağa doğru savurarak, üzerindeki gömleği çıkarmaya başladı. Korkuyla gözlerimi açarken, hızla kaçmak için kapıya doğru koştum. ''Korkma, bugünkü hatun senden daha iyiydi.'' Duyduklarımla sağır olmak istedim ama yapamadım. ''Bir boka yaramıyorsun! O kafandan boşanmayı çıkart! Yeminim olsun, tek yanlış hamlende, o anan ile babanı diri diri yakarım! Bununla da yetinmem, senin gözünün önünde yaparım! Karımsan ona göre davranacaksın!'' alnımı duvara yasladım. ''Senden nefret ediyorum!'' ''On yedi yaşındayken öyle demiyordun kaşar! Altıma girebilmek için her yolu denedin! İlk günden vermeye razıydın!'' Hiddetle ona doğru döndüm. Keşke... Keşke ölseydim de, bu dediklerini duymasaydım! ''Ne diyorsun? Sen, ne diyorsun?! Ben, hiçbir şekilde karşına böyle bir istekle gelmedim! Seni seviyordum, aşıktım sana! Ama sen... Sen gerçekten alçak bir şeref-'' yüzüm sola doğru savrulurken, gözlerimin önü karardı. *** Yanağımdaki sızıyla gözlerimi açtım. Odanın içi karanlıktı, sadece pencerenin ardından süzülen ay ışığı loş bir aydınlık veriyordu. Reşit yanımda, sırtı dönük uyuyordu. Onun nefes alışı bile benim içimde bir korku yaratıyordu. Kaçamazdım. Kaçacak yerim yoktu. Ama bu odada da kalamazdım. Bir nefes almaya ihtiyacım vardı. Kalkmaya çalışırken bile dikkatliydim. Vücudumun en ufak bir hareketi, Reşit’i uyandırabilirdi. Ayaklarımı yere basarken tahtaların gıcırdamaması için nefesimi tuttum. Ama kapı... Kapı kilitliydi. Bunu bekliyordum. Reşit’in huyunu biliyordum. Dışarı çıkmamam, evden kaçmamam için odanın kapısını kilitliyordu. Bakışlarım kısıldı, komodinin üzerindeki anahtarı gördüğümde, dudaklarımı birbirine bastırdım. Normalde anahtarı arada sırada orada unuturdu ama şanslıydım! Derin bir nefes aldım. Yavaş ve sessiz adımlarla komodinin yanına yaklaştım. Reşit’in koyu renk yorganının altındaki bedeni kıpırdamadı. Derin uykudaydı. Parmaklarımı uzattım, neredeyse anahtara değiyordum… Anahtar yere düştü. O an, tüm dünya durdu. Kalbimin boğazıma tırmandığını hissettim. Reşit'in nefesi hala düzenliydi ama uyanıp uyanmadığını anlamak için başını hafifçe çevirdim. Reşit kıpırdamadı. Yavaşça yere çömeldim ve anahtarı aldım. Bundan sonrası çok daha tehlikeliydi. Kapıyı açarken kilidin sesi çıkabilirdi. Ellerimi yavaşça kapının tokmağına götürdüm, anahtarı deliğe yerleştirdim. İçimden "Ne olur gürültü yapma," diye dualar ederken yavaşça çevirdim. Tık. Kapı açıldı. Reşit uyanmadı. Hızla odadan çıktı, çıplak ayakla taş koridorda ilerledim. Evin içi karanlık ve sessizdi. Ahıra ulaşana kadar nefesimi tuttum. Esmeray oradaydı. Güzel Esmeray. Dizginleri çözüp atın sırtına atladığımda gökyüzü bana daha geniş geldi. Rüzgarı hissettiğimde içimdeki sıkışıklık az da olsa hafifledi. Atım Esmeray’ı hızlıca kontrol ederek, yavaşça ilerlemeye başladım. Ancak kalbimde bir şeyler kıpırdıyordu. Bu gece Reşit’in her hareketi, her bakışı zihnimde bir korku duvarı inşa etmişken, bu özgürlük anı, bana yeniden nefes aldıran bir rüzgar gibi geldi. O kadar kararlı, o kadar tutkuluydum ki; Esmeray, benim ruhumun yansıması gibi, kararlı bir şekilde yürüdü. Birden yüzümde belirgin bir tebessüm belirdi. Atın hızını artırmaya karar verdim. Esmeray bir adım öne fırlayarak, adeta özgürlüğün tadını çıkarırcasına hızlandı. Dizlerimi sıkıca atıma yerleştirirken, kollarımı serbest bıraktım. Bir anlık bir eğilme, ardından aniden sıçrama… At, rüzgar gibi geçerken, sanki uçacakmışım gibi yükseldim, kalbim hızla çarptı. Esmeray’ın kasları gerginleşti, ruhum özgürlüğe doğru bir adım daha attı. Her sıçrayış, bana cesaret verdi, her zıplama beni biraz daha özgürleştirdi. Rüzgar, saçlarımı savururken, gözlerim karanlık gecede parlayan bir yıldız gibi parladı. Özgürlüğü hissetmek, sadece vücudumu değil, ruhumu da okşadı. Bu, her şeyin başladığı, her şeyin değişebileceği an gibi geldi. Esmeray’ın sırtında ilerlerken, geceyi yarıp geçmeye devam ettim. Rüzgarın sesi, atımın tüylerini savuruyor, kalbim özgürlükten ve hızdan büyürken, birden Esmeray, kulaklarını dikerek geriye doğru sıçradı. Şaşkın bir şekilde baktım, atımın tüm vücudu gerginleşti ve hızlandı. Sanki, bir şeyler yanlış gibiydi, ama ne? Yavaşça etrafıma göz gezdirirken, uzaklarda bir başka atın siluetini gördüm. Esmeray hızla o yöne doğru yönelirken, beni bir korku sarmıştı. Ne kadar hızlanırsam hızlanayım, bu yolda başkasının geçiyor olması beni fazlasıyla rahatsız etmişti. Sadece birkaç saniye içinde, o figürün kim olduğunu merak etmiştim. Esmeray ve diğer atın birbirine yol aldığını fark ettim. Birbirimizi hissettikçe daha fazla hızlanıyorduk. Kalbimin hızla atmaya başlamasını zorla bastırmaya çalıştım, atımı yavaşlatmak için dizginleri sıktım. O an, karşımdaki atın da hızla yaklaştığını fark ettim. Bu bir tesadüf mü? İki at, tam karşı karşıya geldi. Esmeray ve diğer at, kaslarını gererek şaha kalktılar. Kükremeleri, geceyi yırtarcasına yankı yaptı. Dehşet içinde, ama aynı zamanda büyülenmiş bir şekilde, atımın gözlerinden gelen gücü iliklerime kadar hissettim. Atlar, birbirlerine doğru yönelmiş, neredeyse birbirlerinin nefesini alacak kadar yakınlaşmışlardı. Bir anda, büyük bir yankı, geceyi sarsan bir gürültü yükseldi. O an, gözlerim karanlıkta parlayan bir başka yüzle karşılaştı. Kalbim deli gibi göğsüme çarparken, bir yandan atının üzerinde bana bakan adama bakıyordum. Geceye karışmış bir gölge gibi, siyah atının sırtında duruyordu. Ay ışığı yüzüne hafifçe vuruyor, keskin bakışları karanlıkta parlıyordu. Atı, gecenin sessizliğinde adeta onun uzantısı gibiydi. Soğukkanlı duruşu ve ağırbaşlı tavrı, ona gizemli bir hava katıyordu. Gözlerinde beliren anlam, sadece geceyle uyum içinde olan birinin bakışları gibi, derindi. Atını hafifçe yana çekerek, bana gülümsedi, ''Sizi ilk kez görüyorum ama cesaretinizden fazlasıyla etkilendim.''
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE