1.BÖLÜM: BLUE MADDY BALIĞI EFSANESİ
Jack Harrison, camın ardındaki fosili gösterdi. “Ne ilginç,”, dedi mest olmuş gözlerini bir an bile camın altındaki balık fosilinden ayırmadan. Arkadaşı onun yüzüne şöyle bir baktıysa da bu heyecan onda kat be kat değildi. “Tuhaf bir şekle sahip,” diye basit bir yorum yapmakla yetindi sadece. Harrison gözlerini devirdi ve etiketi kaldırdı.
"Onu daha önce gördüm, kendine has tuhaf bir efsanesi bile var," derken etikette yazan yazıyı okudu.
Blue Maddy balığı, çingene kızın azığı olarak efsaneleşmiştir. Bundan tam dört yüz yıl önce bir çingene aylarca adada tutsak edilmiştir ve kürek çekerken, önüne tek bir yemek bile konulmayan zavallı çingene bu balıkla doymuş ve yaşamını sürdürmüştür. Blue Maddy balığını sadece bir kere yiyen çingene Rozzy bir daha ömrünün sonuna kadar yemek yememiştir. Balıkla aralarında belki de efsaneleşmiş bir aşk vardı, der Thomsen Susanne.
"Hadi ama," dedi Cross arkadaşının omzunu çürütmeden vururken. "Bu efsanelere inanıyor musun?"
Jack Harrison kısacık ama dopdolu bir anı sırtlayarak, o tatlı vaktin içinde düşündü. "Fosillerin bir anısı olmasaydı fosillerin ne değeri olurdu?" diye konuştu muzipçe gülümseyerek.
"Hadi şu etiketi bırak artık," diyen sabırsız Cross etiketi arkadaşının elinden uzaklaştırdı. Diğer camların önünden yürümeye başladılar.
Burası, diğer fosil sunum mekanlarına göre daha farklı tasarım edilmişti. Camların etrafını kaplayan altın renkli parıltılar, fosillerin önünde insanlar için hazırlanmış koltuk takımları, masalar ve içecek makineleri vardı. Eğer daha yüksek bir ekonomiye sahipsen, şu ilerideki yakışıklı görevliden de bir bardak kahve içebilirdin.
Cross, bu genç yakışıklı adamı gösterdi.
"Fazla pahalı olduğunu sanmıyorum, hiç fosilleri izlerken kahve içmedim," diye itiraf edince, Jack aklını az önceki efsaneden koparmayı denedi ve arkadaşına arsızca güldü. "Amacının sadece içmek olduğunu sanıyorum, bence fosiller umurunda bile değil." Fazla açıksözlüydü gerçekten ve Cross fazla hassastı.
Jack arkadaşının asılan suratına baktı. Şimdi cümlesini telafi etmek istiyordu.
"Cross, on dokuz yaşına göre fazla hassassın," dedi, belki de işi daha da beter ediyordu. Fakat o sadece kabullenerek başını salladı. "Tamam, bence de içelim," diye ekledi Jack. İkisi birlikte yavaş ve dikkatli adımlarla afiş tahtalarının yanından süzülerek, karşıdaki özel ışıklandırılmış bir alana doğru yürüdü.
Garson başındaki şapkayı düzeltti, gözleri taze ve ferahlatıcı bir maviydi. "Beyler, bir şeyler ikram etmemi ister misiniz?"
Cross, doğrudan kendine hoş bir köşe buldu ve iyice koltuğa yerleşti. "Ben acı bir Türk Kahvesi istiyorum." Jack, sadece garson adama bakarak bunun fazla iyi bir seçim olmayacağına kanaat getirdi. "Ben muzlu kahve istiyorum," dedi kararlılıkla. Gözleri parıldayan garson başını eğdi. "İlginç bir seçim, sizi kutluyorum." Tebrik etti. Elindeki tepsiyle ters döndü.
"Devirecek," dedi yanına oturan Jack'e dönen Cross.
Harrison gülerek "Sanmam," diye yorumladı. Arkadaşını süzmek için sağına döndüğünde, o başka bir yere bakıyordu. İleride, şu fosilleri koruyan camların yüzünü elindeki ilginç şeyle temizleyen bir genç kız göze çarpıyordu. Jack, yanındakini dürttü.
"Hey, ona neden böyle dikkatle bakıyorsun?"
Cross, çabucak kaşlarını çattı ve gülerek reddetti. "Hayır, ben o kıza değil elindekine bakıyorum, o nedir?"
"Bir tür bez."
"Şekli amipe benziyor," dedi Cross yüzünü buruşturarak.
Garson ustaca adımlarla geri döndü ve tepsiyi döndürerek şov yaptı.
"Bu senin muzlu kahven," dedi Jack Harrison'un önüne altlıklı fincanı bırakarak. Geri çekilerek boynundaki papyonu düzeltti. Diğer daha küçük olan, içi Türk kahvesiyle dolu fincanı, Jack'in yanındaki genç adamın dizlerini yasladığı masanın üzerine bıraktı. "Bu da senin."
"Teşekkürler," dediler ve adam gittiğinde birbirlerine baktılar.
Jack beklemediği bir anda arkadaşının ileriye seslendiğini duydu.
"Hey, ne yapıyorsun?" diye sormuştu ki arkadaşına Harrison, ilerideki vitrini temizleyen kadın anlık bir dürtüyle buraya baktı.
"O elindeki şey de nedir?" Cross sordu aniden.
Kız eline baktı. "Bu mu?"
Jack devam ettirdi, aslında o da merak ediyordu.
"Evet."
Kız, şöyle tatlı bir tebessümle bezi katladı ve kenardaki demire bıraktı. İki genç adamın yanına doğru yürümeye başladı, yavaştan bezin ne olduğu ilgi odağı olmayı terk ediyordu ve kadının güzel bedeni gözler önüne seriliyordu. Kızın ismini ilk fark eden Jack, ismi dudaklarını kıpırdatarak tekrar etti.
Kartı okudu.
Marry Susanne.
Cross'un kahvesi aynı şeyi okuduğundan boğazında kaldı.
Ayaklanarak neredeyse bağırdı, "Hey, sen Thomsen Susanne'nin bir şeyi oluyor musun?" Kız kocaman gülümseyerek elini kaldırdı ve yüzüğün taşı parladı. Jack nefesini düzenleyerek bir anda kızı kırk yıldır tanıyor gibi konuştu. "Ama o yaşlı bir adam değil mi?"
"Otuz yaş mı?" dedi Marry Susanne oldukça ince olan tek kaşını kaldırarak. Cross elini kaldırdı ve konuştu: "Bir saniye." Düşünmek için duraksadı. "Thomsen Susanne otuz yaşında mı?" Jack önce arkadaşına sonra kadına baktı.
"Bilimle ilgilenenler bunaklar olmak zorunda mı?"
"Elbette değil," dedi Jack ve Cross.
"Hala merak ediyor musunuz bezi?" dedi kadın ve onu geride bıraktığını hatırladı. "Tuhaf bir şekle sahiptir, daha çok özel bir doku ve ayrıntılı bir silme işlemi için tasarlandı. Sorunuz var mı?"
"Yok," dedi Cross ve Jack onu kenara iterek lafa daldı. "Aslında var."
"O saçmalığı sormasana," diyordu yandan dişleri sinirden çarpan Cross. Efsaneden bahsediyordu tabii ki. Merakla "Tam olarak onu soracağım," dedi ve tebessüm etti arkadaşına Jack. Kıza döndü. Bir an cevabı alacağına dair bir inanç ve umut hissetti. "Blue Maddy balığını biliyor musun?" Marry elini beline yerleştirdi ve arkasına baktı. "Otur da anlatayım, bunu sorman hoşnut etti," dedi neredeyse gülen sesiyle.
"Bu kadar anlatmaya hevesli," dedi Cross şaşkınca dudağını ısırarak.
Jack güldü, Cross kadınla daha hoş bir konudan konuşamadığı için şimdi biraz daha huzursuzdu.
"Eşim Thomsen Suzanne benden on yaş büyüktür, aslında o genç profesörün öğrencisiydim ve ilk tanıştığımız zamanlarda fosillerin yaşını belirlemekle alakalı değişik metodlar üzerine çalışıyordu. Karbon on dört gibi ya da daha farklı metodlar yerine daha ilginç metodlar geliştiriyordu. Fazlaca..." Dudaklarını yaladı. "Fazlaca hayalperesttir kendisi. Fosillerin aslında daha da hatta çok çok daha geriye ait olduğunu düşünüyor çünkü bir efsaneye inanıyor."
Jack Harrison bundan hoşlanmış gibi güldü.
Cross konuyla alakasız bir şekilde, "Sizden tam on yaş büyük görünüyor," dedi. Jack onu bir daha dürttü ve kötücül bir bakış attı. Gözleri "Artık sus" diye emir veriyordu. "Dinliyorum, bahsettiğim efsane mi?" dedi heyecanını gizleme gereği duymadan.
Kenara bıraktıkları kahveleri soğuduğundan bir anda içtiler.
Sonra aklına gelmiş gibi kahveden için konuştu Jack.
"Size de ikram edelim."
Marry reddetti.
"Teşekkür ederim belki daha sonra, efsaneye göre bundan yıllar öncesinde Rozzy adlı bir çingene zorba denizciler tarafından bir adada tutsak edildi. Rozzy teknede zincirlenmiş bir haldeyken açlıktan kurudu ve ağda bir balık yakaladı. Balıklardan bir tanesi sudan çıkmasına rağmen ölmemişti ve kendisine bakıyordu. Rozzy açlıkla güzel balığın ışıltısını cazip buldu ve onu yedi. O günden sonra da bir daha hiç acıkmadı."
"Saçmalık," dedi Cross dümdüz bir şekilde.
Marry bu tavırdan fazla hoşlanmasa da devam etmek istedi ama Cross bir kez daha umarsızca konuştu.
"Ee, bunun Thomsen Susanne'nin 'ilginç' teorisi ile alakası nedir?"
"Blue Maddy balığı, kızın yaşadığı zamanlardan çok daha yıl öncesine aitti ama nedense metot bu efsanenin zamanı ile örtüşmüyordu. Cross şu düşünceyi içine gömdü. "Aman ne kuşkulandırıcı bir düşünce, zaten efsaneler gerçek olmak zorunda gibi!" Başını salladı ve kenardaki içi bitmiş kahvenin ağzını yaladı. Buna rağmen Jack Harrison neşeliydi.
"Bakar mısın? Ben Paleontoloji birinci sınıf öğrencisiyim". Sonra elini cebine attı ve öğrenci kartını çıkardı. "O.. üniversitesinden Jack Harrison. Beni onunla tanıştırman mümkün mü?" Marry biraz dişlerini göstererek güldü. "Oo," dedi, dudakları vişne reçeli rengindeydi. "Buna söz veremem."
"Beni onunla tanıştırmanız için ne yapmam gerekiyor?" dedi Jack hiç düşünmeden.
Cross ona sessizce konuştu. "Tanrım, bunu ne yapacaksın?" Jack onun lafını duymazdan geldi.
Marry bir süre düşündü. "Belki bir iyilik," diye üstü kapalı bir teklifte bulundu.
"Ne gibi?"
"Bu kadar her şeye hazır olamazsın," dedi Cross ve pes etti.
"Otizmli bir kardeşe sahibim ve onunla ilgilenecek birine ihtiyacım var, fosiller hakkındaki belgesellere bayılır ama gözleri görmüyor. Ona ekrandaki görüntüleri tarif etmelisin ya da istediği, merak ettiği şeyleri anlatmalısın." Cross, kafasını sıkıştırdı ve huzursuzca baktı. Jack ayaklandı ve "Kabul," dedi. Genç adam ve genç kadın arasında dostane bir bakışma yaşandı.
El sıkıştılar.
Marry çekik gözlerinin güzelliğiyle parlayan yüzüne tatlı bir tebessümü yaydı. "Önce eşimi görmen gerekir, yarın saat dokuzda, C caddesi 205 numara, sana uyar mı?"
Cross onu engellemek istedi.
"Sabah dokuzda lanet olası ders var."
"Bu fırsatı kaçıramam," diye düşündüğünden Jack Harrison teklifi kabul etti. Anlaşma bitmişti.
Kadının yanından uzaklaşmadan Cross bir daha sordu.
"Yirmi yaşında mısın?"
"Yirmi iki," diye düzeltti Marry ve ayağa kalkarak beyaz kısa topuklu botlarıyla vitrine yürüdü. İşine başlamadan saçlarını arkadan topladı. Jack, arkadan Marry'i izleyen çapkın arkadaşına kötücül bir bakış attı ve onu ileriye sürükledi. "Evli bir kadın, böyle bakman ne kadar doğru?"
"Bakmak için evli mi olmak gerekir?" diyen sinirli Cross'un kaşları çatıktı.
"Ben senin niyetini biliyorum," dedi Harrison ve kapıya kadar yürümeye devam etti. Yanlarından mekana yeni giren birkaç grup ya da tekli insanlar geçiyordu. Ama fazlaca bu mucizelerden mest olmuşa da benzemiyorlardı. Kapıya çıktıklarında, akşamın taze ve sert havasını soludular. Başını kaldıran Jack noktalar halindeki cazip ışıklara baktı.
Yıllar öncesindeki yıldızlar bize parıldıyorlar, onlar da bir fosil, henüz yaşayanlardan, dedi Jack Harrison ve gözlerini bir süre hiç kırpmadan ışığın zevkine daldı.