Kırık Işık Parçaları

562 Kelimeler
Serap, Alman Hastanesi'nin döner kapısından dışarı adım attığında, öğle güneşi yüzünü yakar gibi oldu. On gün boyunca karantinada tutulan gözleri, İstanbul’un parlak, acımasız ışığına alışmakta zorlandı. Üzerinde hastaneye girerken taşıdığı, gece kulübünden kalma, biraz buruşuk elbise vardı. Bir elinde küçük, plastik bir poşet, içinde hastane çıkış belgeleri, diğerinde ise sırt çantası. ​Dışarıdaki dünya, hastane odasındaki cam fanustan daha gürültülü, daha hızlı ve daha tehlikeli görünüyordu. Serap, ilk iş olarak bir taksiye binmedi, acele etmedi. Yürümeye başladı. Beyoğlu’nun karmaşık sokakları, artık onun için bir macera alanı değil, geçmişinin mayın tarlasıydı. Her an bir köşeden Ege’nin arabası fırlayacak, ya da "Mekân"dan tanıdığı bir yüz ona sahte bir neşeyle seslenecek gibi hissediyordu. ​Telefonunu hastanede kapalı tutmuştu. Bir banka oturdu, derin bir nefes aldı ve titreyen elleriyle telefonu açtı. Anında arka arkaya bildirim sesleri geldi. Hepsi Ege’den. ​Ege (03:15): "Serap neredesin? Neden böyle yaptın? Mekân seni arıyor." ​Ege (10:00): "Endişelenme, her şeyi düzeltebiliriz. Bana borçlusun, hatırlıyor musun? Geri gel." ​Ege (Şimdi): "Sana yardım ederim. Tekrar düşmeyeceksin. Ama kapıyı çalman gerek. Adresi biliyorsun." ​Serap’ın parmakları, 'Ara' tuşunun üzerine dondu kaldı. Ege’nin sesi, sıcak bir çamur gibi, zihnindeki tüm boşlukları doldurmak istiyordu. Geri dönmek çok kolaydı. Geri dönmek, yalnızlıkla yüzleşmemek demekti. Geri dönmek, paranın o anki sıcaklığını hissetmek demekti. Karanlık, işte böyle çağırıyordu; tanıdık ve konforlu bir bataklık sunarak. ​Ama Serap, kolundaki iğne izine dokundu. Hastanede yattığı anları, o bembeyaz tavanı ve en önemlisi, kendi ruhuna duyduğu o büyük utancı hatırladı. O iğne izi, bir sözdü. Bir daha asla o bedeni, o ruhu kirletmeyeceğine dair kendine verdiği bir söz. ​Tuşlara basmadı. Bunun yerine, Ege’den gelen tüm mesajları ve numarayı, bir an bile tereddüt etmeden sildi. Telefon defterindeki 'Mekân' ile ilgili her şeyi de. Serap, geçmişini silmek için telefon ekranının parlak ışığını kullandı. ​Şimdi gerçek mücadele başlıyordu. Serap’ın ne gidecek bir evi, ne güvenecek bir parası, ne de bir iş tecrübesi vardı. Eski ailesine dönmek, intihar etmekle eşdeğerdi; onlar için o, zaten ölmüş, lekelenmiş bir kızdı. ​Yürüyerek Karaköy’e indi. Deniz kenarındaki kalabalıkta kendini eritmeye çalıştı. Bir fırının vitrinindeki simitler, ona lüks görünüyordu. Cebindeki son 50 liraya baktı. Bu para ona bir gece konaklama ve bir günlük yiyecek demekti. Sonra? Sonra ne olacaktı? ​Serap, denize karşı duran bir çay ocağının tabelasını gördü: "Bulaşıkçı Aranıyor." Bu, Ege’nin ona sunduğu parlak, kolay paraya kıyasla, ağır, dürüst ve onurlu bir teklifti. ​İlk başta gurur duyduğu o 'özgürlük' fikri, şimdi acı bir tokattı. Ama bu tokat, onu uyandırmıştı. Serap, üzerindeki gece kulübü elbisesiyle, cesaretini toplayıp o çay ocağının kapısını çaldı. İçerideki yaşlı, yorgun bakışlı adama, gözlerinin içine bakarak tek bir cümle söyledi: ​"İşe ihtiyacım var. Her işi yaparım. Sadece... temiz bir iş olsun." ​Adam, Serap’ın makyajını, elbisesini ve gözlerindeki derin yorgunluğu gördü. Hiçbir şey sormadı. Belki de bu şehirde çok benzer hikayelere tanık olmuştu. Kısa bir sessizlikten sonra, sadece başını salladı: ​"Yarın sabah gel. Sabah altıda. Ama o kıyafetleri değiştir. Ve geç kalma." ​Serap, o an, o çay ocağının paslı kapısında, ailesinden kaçarken hissetmediği gerçek özgürlüğü hissetti. Özgürlük, istediğin şeyi yapmak değil, yapmak zorunda kalmadığın şeyi yapmayı seçmekti. ​O gece, bulduğu ucuz, loş bir pansiyonda, Serap yorgunluktan kıvrılıp uyudu. Rüyasında ne Ege'yi ne de ailesini gördü. Sadece, deniz kokan, sıcak ve temiz bir suyun altında bulaşık yıkadığını gördü. ​Serap, karanlıktan kaçmamıştı. Karanlığı geride bırakmak için ilk adımı atmıştı. Artık hayatında, kırık ama ışık saçan parçalar vardı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE