KİRLİ RUH

1302 Kelimeler
Çıkmaz bir evrendeydim, yıldızların sonsuz olduğu, gezegenlerin hüküm sürdüğü bir evren, baş karakter dünya onun için de yaşayan aciz insanlardan sadece biriydim. Koca evrende yalnızlığın dibine vurmuş, on sekxtilyon yıldız. Güneş sistemi olarak adlandırılan bir boşluk, krallığını ilan eden sekiz gezegen ve dünya adlı gezegende kendini bir halt sanan sekiz milyara yakın insan vardı. Herkesin bir eşi olduğuna inanan insanlardandım, saçma düşüncelerim arasından sıyrılmayı bırak nasıl hareket etmem gerektiğini dahi bilmez haldeydim. Rastlantı, tesadüf yada bir kader mi demem gerek buna kestirebilmiş değildim henüz. Yada sadece kaderin bir cilvesi demem daha doğru bir tabir olabilirdi. Yıllardır yüzüne hasret olduğum; çocukluğumu , gençliğimi , bugünüm de ve yarınımda hayal ettiğim kişi şuan karşımdaydı. Yüzümde ki şaşkınlık metrelerce öteden görünür haldeydi... Garip olan tarafı bir gün karşılaşırsam ne demem yada nasıl davranmam gerektiğini düşünmemiş olmamdı. Cidden şuan bulunduğum ortam da bile bunları düşünebilmem ayrı bir ironiydi. Cesur'un sesi yeniden kulaklarım da yankılandı, "Bırakın kızı dedim." diyerek ses tonunu daha sakin tutmuştu. Sahi beni tanımış mıydı acaba? Karşımda durup küçük dağları ben yarattım diyen bir insan figürü vardı. Adam yanımdan uzaklaşıp Cesur'un karşında durdu, "Halla halla sen kimsin birader. Bas git yoluna gece gece katil etme beni." dedi, hızlı olmaya özenerek cebindeki çakıyı çıkarıp sanki adamlığı ondaymış gibi sallamaya başladı. Şu kendini bir halt sanan insanları anlamıyordum, gerçekten sadece bir çakının onları koruyabileceğine inanacak kadar aptallardı... Cesur sanki elinde bıçak yokmuş gibi adama yaklaşmaya başladı. Gözleri donuk ve ifadesizdi, ya da sadece ben öyle sanıyordum. Adam Cesur'un ona yaklaştığını fark ettiğinde geri çekilmeyi denesede korkaklığını belli etmemek için yerinde durmaya çalıştı. Bunu başaramadığını hepimiz görmüştük... Buradan bile ayaklarının nasıl titrediğini fark edebiliyordum. Beceriksiz olduğu o kadar belliydi ki, duygularını hemen açık edebiliyordu. Elinde ki bıçağı Cesur'a doğru savurdu, Cesur bunu beklememiş olmalıydı ki bıçak kolunu çizmişti. Gördüklerim karşısında içimde bir birşeylerin koptuğunu hissettim, kalbimin yıllar sonra bu denli acıması normal miydi? Canım acıyordu ama iki adam tarafından sıkı sıkıya tutulduğum için değil, benim yüzümden Cesur'un zarar görmesi ve bu denli canımı acıtması doğru değildi. Kolumu tutan adamlar hareket kabiliyetimi sıfıra indirmişlerdi. Gözümden bir damla yaş aktı, istemsizdi ama sonunun gelmesini diledim. Kurtulmak için çırpındıkça, kollarımda ki ellerin sahipleri hakimiyeti daha fazla ele aldı. Bu karanlıktan çıkış yoktu... Kan, gece olmasına rağmen, siyah montunda akışını belli ediyordu. Cesur sanki o darbeyi hiç almamış gibi bir adım daha adama yaklaştı. Sağlam olan koluyla adamın elini çevirip bıçağın düşmesini sağladı. Bunu yapmasına şaşırmıştım, benim bu denli canım yanarken onun ifadesiz kalması içimde bir şeylerin götürmesini sebep oldu. "Seni uyarmıştım."dedi sakin sesiyle, sesi adeta ölümü çağırıyordu. "Herkese bir şans veririm ama kullana bilene."diye diye devam etti Cesur maraton bir ses tonuyla, bu kadar ifadesiz ve acımasız bakması beni bozguna uğratmıştı. "Ne yapsaydı, alkış mı tutsun Eva. Yine aptallığın üstünde." Ayağıyla adamın bacakları arkasına tekme atarak düşmesini sağladı. Adam dizleri üstüne düşerken, ağzından inleme tarzında bir ses nüfuz etmişti. Yanımdakiler işin ciddiyetini anlamış gibi beni bırakmışlardı. Biri Cesur'un yanına giderken diğeri onları izlemeyi tercih etmişti. "Bok vardı sanki izlenecek piç herif. " İçimden salak diye geçirdim, başına neler gelebileceğini bilmiyor bile... Ayağımı oynattığımda yanımda duran taşı fark etttim, sessiz olmaya özerek eğilip taşı ince parmaklarım arasına aldım. Hızlı olmaya özenerek önümde duran adamın kafasına taşı geçirdim. Acıyı hissetmiş gibi elini başına koydu. "Senin de amma kalın kafan varmış ha?"dedim, soru soran bir tonda. Başından kan damlaları akmaya başlarken bana ters ters baktı, dudaklarım arasında bir gülümseme peydah oldu. Şaşkınlından yararlanıp, kolumu bir daha kaldırıp kafasına geçirdim, aynı yere isabet eden taşla gözleri bulanıklaştı. Kel olması içten içe gülmeme sebep oldu, kel kafasından kanlar oluk oluk akıyordu. Ayağımla diz boşluğuna vurduğum da düşmüştü ama yeterli gelmeyip boyun kısmında acı çekecek noktayı bulduğum da sıkmaya başladım, elimin altında kıvranmaya başladı. İnsan makanizmasızda bir devi dahi indirecek yerdi orası, ister istemez sırıttım. Elimde ki taşla bir daha kafasına vurduğum çok şükür ki bu sefer bayılmayı becerdi, taşı kenara atıp ellerimi silkeledim. "İşte bu kadar!"dedim sevinçle. "Sen kim Eva ile uğraşmak kim di mi? " Cesur'a baktığımda ise ben bunu halledene kadar iki lavuğun işini bitirmişti. Sevinçle yanına gittim ama montunun üstünde duran kan, yüzümde ki gülümseyi cenaze merasimine çevirmişti. Yanına gidip yaralı kolunu ellerim arasına aldım, "İyi misin?"diye sordum endişeyle, "Kolun kanıyor. Bir hastaneye gidelim istersen?" Kendini geri çekip "İyiyim."dedi sertçe, iyi değildi bunu görebiliyordum. "Yok bir şey sende evine git dolanma buralarda." Sanki hiç bir şey olmamış gibi sokağın karanlık tarafına doğru yürümeye başladı. "Seni tanımıyor. Seni hatırlamıyor Eva." Beni unutmuş dedim kendi kendime, itiraf etmesi zordu ama bunu kabullenmek daha zordu. "Hey beklesene."diye bağırdım arkasından, "Ya nereye gidiyorsun?" umurunda değilmiş gibi yoluna devam etti öküz. Gözüme hırs bürümüş gibi hızlı adımlarla yanına ilerledim. Arkamızda bıraktığımız adamlar umurumda bile değildi. Yanında bir müddet yürüdüm, konuşmaya ya da beni takmaya niyeti yok gibiydi, heyecanla, "Ee Nereye gidiyoruz?"diye sordum. İnsanlık belirti gösterip bana cevap verebilirdi ama buna yanaşmadı. İnsan değildi belki, artık bundan ciddi anlamda şüphe duyuyordum. Bana cevap vermesi için bekledim, beni umursamayıp yoluna devam etti. Adımlarımı hızlandırıp ona yetiştim, "Ya sana ne zararım var seninle gelsem ne olur. Hem yarana baktırırız." dedim sevecen bir sesle. "Sen misin sevecen olan? Kim bilir ne emellerin vardır adamla." Halime acımış olacak ki, durup bana baktı, keskin bir ses tonuyla "Evine dön!" dedi. Katıksız öküz, onun için çırpındığımı görmüyor muydu? Saydırabileceğim onlarca kelime vardı, hepsi yetersiz kalırdı buna emindim. "Adam senin sapık olduğunu düşünüyordur. Bu yüzden kaçması normal." Beni arkasında bırakıp yürümeye başladı, karanlıkta yürüyen heybetli bedeni vardı. İstemsizce iç çektim, bu kadar değişip aynı zaman da aynı kişi kalmayı nasıl başarmıştı? Onu durdurabileceğime inandığım tek kelime vardı, sadece işe yarasın diye dua ettim. "GÖLGE."diye bağırdım. Zamanın yanında Cesur durdu, adımları yere çakıldı. Onu durduracağını biliyordum ama bu denli olduğunu bilmiyordum. İçimden sevinç dansları yapmak geçti o an ama bunun için pek doğru bir zaman olmadığının farkındaydım. Hızlı olmaya özenerek yanına ulaştım. Yanına vardığımda ne olduğunu anlamadan kolumdan tuttu, "Ne dedin sen?" diye sordu tepkisizce, bu tepkiyi beklemiyordum gerçekten. "Ay Evacım çok tatlısın diyip boynuna atlamasını değil herhalde di mi bu aralar iyice salak olmaya başladın." Korku dolu bakışlarla Cesur'a baktım. Siniri gözlerinden okunuyordu. Benden bir cevap bekliyordu, buna verebilecek bir cevap var mıydı, bundan emin bile değildim. Beni tanıyıp tanımadığı kısmı zaten çoktan geçmiştim. Hatırlamadığı allalen belliydi. "Ş-şey ben mi?" diye sordum kekeleyerek resmen salak ayağına yatmıştım. Cesur üstüne bastıra bastıra "Evet, sen!" dedi. "Gölge." dedim, tedirgin kokan bir sesle. "Nerden duydun bu ismi?"diye sordu sertçe. "Aaa şey ya mmm "diye geçiştirmekti niyetim, sandığım gibi olmaması Cesur'un kolumu daha da sıkmasıyla anladım. "Ne mm kkmm yapiyon kızım cevap versene." Hatırlamış gibi, "Hah internette görmüştüm ben seni orda adın falan yazıyordu. Lakabı da gölge yazıyordu, ben o yüzden öyle bağırdım sana. Hem bak iyi ki bağırmışım yoksa durmayacaktın. " dedim toparlamaya çalışarak. Bu kadar saçma bir bahane daha önce duymamıştım. Ama bir nevi de doğruyu da söylüyordum. Allah'tan ucuz yırtmıştım. "İyi! " dedi. Umursamıyormuş gibi, kolumu bırakıp adımlarını karanlık sokağa çevirdi. Kolumun acısıyla ovalamaya başladım. Ha sadece iyi mi vicdansız öküz ne olacak. "Eva hatırlamadığı kıza ne desin, sana kucak açmasını beklemedin di mi?" "Şey biz tanışmadık ben Eva."dedim mahçup bir sesle, sesim nereye kaçmıştı bilmiyorum. "Bu arada kolun kanıyor bir baktırmamız gerek." Yürürken ona yetişmek için sık adımlar atıyordum. Elimi uzattım ama bana tip tip bakmakla yetindi. "Pansuman yapabiliyor musun?' diye sordu en sonunda, sorularımdan bezmiş bir hali vardı. "Ha? Yani evet biliyorum." dedim kısaca. "Takip et beni." dedi. Senden incelik bekleyen de kabahat. Elimi indirip onu takip ettim. Keşke hastaneye gitseydik diyemedim, ya da seni çok özledim ve benzeri şeyleri telafuz edemedim. Yutkundum, bir sürahi soğuk su olsaydı kesin bitirirdim. Şu an ki halime ne iyi gelirdi bilmiyorum ama sadece sustum... Onu ve en çokta karanlık yolu takip ettim. Masum olmayacak kadar kirliydi ruhum, aydınlığa çıkamayacak kadar karanlıktı zihnim. Sadece boyun eğdim bugün ve yarınlarıma, sadece diledim o karanlıkta yalnız ölmemeyi diledim. Ben küçükken karanlıktan korkan küçük kız, şimdiler de karanlığa aşık hale gelmiştim.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE