Uzun bir uykudan uyanmış, o uykunun koynunda uzun zaman geçirmiş ve gerçek hayattan yıllardır soyutlanmıştım. Bir insana rüyasını anlatır gibi bana da beş yıldır komada olduğumu söylemişlerdi fakat benim kabullenemeyen zihnim, gerçekleri bir bir ekarte ediyordu. İnsan, ömrünün bu kadar fazla bir kısmını uyuyarak geçirdiğine inanmak için zorlasa dahi, mantık bunu reddediyordu. Dün akşam uyumuşta bu sabah kalkmış hissiyatı vardı üzerimde. Koskoca beş yıl, ömrümden giden koskoca beş yıl...
Hayatıma sığdırmak istediğim onca anı, güzel gün varken, benim kaybettiğim yıllarım tabiri caizse ömrümden ömür çalmıştı. Onunla evleneli daha ne kadar olmuştu ki, yalnızlığa mahkum etmiştim sevdiğimi. Gezememiştik daha bir çok yeri, çılgınca hayallerimizi gerçekleştirmemiştik henüz. Ben uykunun kollarında savrulurken, o bensiz heba olmuştu belki. Hayat acımasız yüzünü gösterirken, eksikliğini rüyalarımda tamamlamıştı.
Hayalimde hatırladığım tek şey, eski anıların canlılığıydı. Bir çok kez yeniden yaşadığım güzellikler hala canlıydı zihnimin bir köşesinde ama ötesi yoktu. Onsuz da onu yaşarken, o cansız bir bedenle benliği yaşamaya çalışmıştı. Hangimizin durumu daha kötüydü?
Dün uyanmamın ardından başımdan hiç ayrılmayan anneme nazaran Cem bir ara ortalıktan kaybolmuştu. Geldiğinde yaptığı tek açıklama şirkette çıkan bir pürüzle ilgilendiğiydi. Gecenin bir vakti ne gibi bir pürüz olabilirdi de, bu durumdaki beni bırakıp gitmesine sebepti. Hangi aciliyet bunca yılın özleminden daha önemli olabilirdi.
Yavaş yavaş dile gelmeye başlamıştım. Çokça olmasa da konuşabiliyordum ve bu benim için yokluktan iyiydi. Ağır ağır ağzımdan dökülen kelimeler, sessiz çığlıklarımdansa tercihimdi. Doktorun dediğine göre fizik tedavi sayesinde hareket kabiliyetimi de en kısa zamanda kazanabilecektim. Umudumu yitirmeden vereceğim çabaların karşılığını alacağımı dile getiren doktora tek verebileceğim, umut dolu bir tebessümdü.
Evimi özlemiştim ve bu kirli halimden arınmak istiyordum. Yılların üstüme işlediği bu pis kokuyu kendim dahi alabiliyorken, bir başkasının hissetmemesi imkansızdı. En son bıraktığımda çiçek kokan evimin mistik kokusu çalındı burnuma. Yıllar sonra bile onu hatırlıyor olmak bir başka zevkti. Gerçi orası bana aitti, benim yuvamdı, hangi insan yuva kokusunu unutabilirdi ki.
Öğlene doğru yorucu fizik tedavi seansından bitmiş bir halde çıktım. Tedavi sonrası kapının önünde bekleyen Cem, beni tekerlekli sandalyeye oturtarak odama doğru ilerletti. Onun benimle bu denli ilgili olması sevinmeme sebep olsa da, acizliğime isyan ediyor olmama engel değildi. Odaya geldiğimizde Cem'in anne, babasını ve kız kardeşini karşımda gördüğümde şaşırmıştım. Şaşkınlığımın sebebi elbette ki yeniden değişen bir çok sima görmekti. Zamanın insanların üzerinde oluşturduğu etki inanılır gibi değildi. Yanında zamanın akıp gittiği kişilerin değişimi bu denli göze çarpmazken, anı yakalayamamış benim için fazlasıyla şaşırtıcıydı. Beni görür görmez ayağa kalkıp sırayla sarıldılar, her sarılışın ardındaki hasret omuzlara yük olarak bindi.
Bunca değişim gözlerimin önündeyken kendimde var olan farklılıkları düşünmek dahi istemiyordum. Ben hala en son yirmi yaşıma girdiğim günkü gibiydim, öyle kalmış olmak istiyordum. Aynaya bakmaktan o kadar çok korkuyordum ki... Nasıl bir benle karşılaşacağımı bilemediğimden ertelemeye devam etmeye karar verdim. Aslında bildiğim bir başka şey ise, her erteleyişin aslında gerçekleri daha da zorlaştıracağıydı. Belki henüz buna hazır değildim ama hazır olduğumda da kaldırabilecek güçte miydim işte bunu bilmiyordum.
Ayten anne ve Cemil babanın yüzüne binen mahcubiyete karşın gerilen bedenim ve karışan zihnim daha da allak bullak oldu. Ben bunca acıya katlanmaya çalışırken, çevremdeki insanların birbirine karşı, en çok da bana karşı gelişen farklı tavırları şüphe uyandırıcıydı. Bilmem gereken bir şey mi vardı?
İpek ise herkese inat her zaman ki neşesiyle, sanki dün berabermişiz gibi konuşup, kaçırdıklarımı anlatıyordu. Belki de sahte tavırlarla anlatmaya çalışıyordu. Buram buram gerginlik kokan odanın kasvetine ayak uydurarak oturduğum yataktan doğruldum ve gergince havaya kalkan kaşıma, sözlerime binen sertliği de beraberinde sürükleyerek konuşmaya başladım.
" Şu beş yıl içinde bilmem gereken önemli bir şey oldu mu? "
Herkes sessizliğe bürünmüş olsa da, birbirlerine bakarken sessizce konuşan gözleri vardı. Cevapsız kalan soruma inat ısrarla üstlerinde gezdirdiğim bakışlarımla yeniden aynı soruyu tekrarlar gibiydim.
"Ölmedim yaşıyorum, bilmem gereken bir şey varsa hakkım olarak öğrenmek istiyorum. Bu kafa karıştırıcı tavırlardan bıktım artık. Biriniz bir şey söylesin, neyiniz var?" dedim, yeni kazanmaya başladığım sesime karşın uzunca kurduğum cümleyi sarf ederken ki gayretim beni yeterince yormuştu.
"Hayır bir tanem kuruntu yapıyorsun. Sana öyle gelmiş olmalı. Bilmen gereken hiçbir şey yok." dedi önce, sonra muzipçe düşünür gibi yaparak devam etti. "Ya da dur bir dakika tabi ki bilmen gereken bir şey var. Seni çok özlediğimiz. " tebessümle cevabını veren Cem, eğilerek usulca alnıma en sıcak öpücüğünü bıraktı.
Hasret dolu öpücüğün ardından istemsizce kapanan gözlerime eşlik eden kalp ritmim, bir maraton koşucusunun yarış sonrası mağlubiyet sevinci kadar hızlıydı. İlk aşkım, son nefesim, eşim... Ona zaten güvenerek, aşık olarak evlenmemiş miydim? Bir insana aşıksan koşulsuzca sevmeliydin, bende bunca zaman tamda bunu yapmıştım. İşte bu yüzden daha fazla üstelememeye karar verdim, içimde kuşku kalbimde aşkla...
Herkes belli başlı bir konu tutturmuş muhabbet ediyorken, Cem'in eli elimde, kalbi en derinlerimde onları izliyor ve hayatıma dahil olan insanların, bedenleri kadar çok değişen tavırlarını analiz ediyordum kendimce. Huzursuzdum, ama mutsuz değildim. Ben onun yanında hiçbir zaman mutsuz olmamıştım ki.
✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️
Aradan geçen bir hafta boyunca egzersizler ve fizik tedavi ile vücudum güç kazanmaya başlamıştı. Benim için en önemlisi de artık kendi başıma tuvalete gidebiliyor olmamdı. Buna nazaran şu an tek istediğim şey sıcak suyun altında yılların bedenime işlediği kirden arınmaktı. Annemin de yardımıyla soyunup duşa girmeye hazır hale geldim. Ne kadar ısrar etse de tek başıma yıkanmak istediğimi söyleyip kendisini odaya geri gönderdim.
Aynanın karşısına geçtiğimde gördüğüm kişi sanki bir yabancıydı. İnsanın kendi yansımasına bir yabancı gibi bakmasının anlamsızlığı kadar, tanıdık bir iz araması da bir o kadar anlamlıydı belki, kim bilir? Dönüştüğüm kişiye inanamıyorken, ağır ağır attığım adımlara bir yenisini daha ekleyerek aynaya iyice yaklaştım. Çok kilolu sayılmasam da balık etli bir yapım vardı. Oysa şimdi tabiri caizse bir deri bir kemik kalmıştım. Yer yer belli olan dikiş izleri belli ki geçmemişti. Ruhum kadar yaralı olan bedenimde, hayatımın dönüm noktasının hatıraları olarak duruyorlardı. Alnımda, karnımda ve kolumun bir kaç yerinde...
En önemlisi de gençliğim... Bedenime binen beş yaşın getirisi ruhumda yoktu sanki. Yaşanmışlıklarım yoktu çünkü, biliyordum, hissediyordum hala aynı yaşta kalan çılgın ruhumu. Buna tezatlık yaratıyordu bedenim. O ömür vermişti içerideki yatağa, ruhum ise mecburi mahkumiyet çekmişti kayıplarda.
Daha fazla kendime acımayı bırakarak kendimi ılık suyun altına bıraktım. Aklımdaki deli sorular sıcak suyla akıp giderken gerginliğim bir nebze olsun azalmıştı ve içime kadar işleyen ilaç kokusu, hiç olmazsa bir nebze uzaklaşıyor gibiydi. Duştan çıkıp tekrar annemin yardımıyla giydiğim geceliklerimle odama döndüm. Cem tekli koltukta oturmuş, bir eli alnında düşünüyordu. Bu kadar durgun ve düşünceli olması merakıma merak katarken beni fark edip ayağa kalktı. Yanıma gelerek avuçlarının arasına aldığı suratımı dudaklarına yaklaştırarak alnıma öpücük kondurdu ve nefesini içine çekti. Aşk, özlemle harmanlanarak yüreğimi yaktığı andı şu an. Ben yanıyordum hasretiyle, o yakmaya devam ediyordu kendi yanarken. Kollarımla belini sımsıkı kavrayıp ben de kokusuyla mest olurken, aramıza giren annem "Yorgunsun dinlenmen lazım." emrini verdikten sonra beni yatağa sürükledi. Ne kadar bu tavrına tebessüm etsem de serzenişte bulunmayı da ihmal etmemiştim.
"Dün ki çocuk muyuz anne? Karı kocayız biz. Neden sarılmamıza bile karşı çıkıyorsun. Kıskandın mı yoksa Selma sultan."
"Yok balım sana öyle gelmiş. Yorgunsundur diye dedim ben. Tabi ki hasret giderebilirsiniz. Ne de olsa Cem senin kocan." Önce attığı tebessüme, cümle sonuna doğru bir sertlik hakim olurken anlamadığım mimiklerine kendimce anlam katmaya çalıştım, ama başaramadım.
Nedensizce üstüne basa basa söylediği kocan cümlesinin ardından onun baktığı yere, Cem'e baktım. İkisi de pimi çekilmiş, patlamaya hazır bomba misali bakışıyorken araya girme ihtiyacı hissettim.
"Hayatım ben artık eve gitmek istiyorum. Bunaldım hastane ortamından. Evimize gitsek fizik tedavi zamanları gelsem olmaz mı?"
Cem bunu beklemiyormuş gibi afallayarak, elini kolunu koyacak yer aradı. Tamam, daha tam olarak iyileşmemiştim ama evime gitmek istemem neden bu kadar düşündürmüştü. Vereceği tek cevap esasında mutluluk nidasıyken, sessizliğe bürünmeyi tercih etmişti. Cevap vermesi biraz zaman alsa da sonunda dile geldi ve yeni konuşmayı öğrenen çocuk misali kekelemeye başladı.
"Tamam bir tanem. Ben bir doktorla konuşayım. Bakalım eve gitmen ne kadar doğru, izin verirse neden olmasın?"
Elimin üstüne kondurduğu öpücüğü alışkın olduğum ilginin timsali gibiydi. Bulduğu her fırsatta bir buse konduran adamdı o, benim adamımdı.
"Ben de bir bakayım doktor ne diyor, ne yiyip ne içmek lazımmış? " diyen annem Cem'in peşinden çıkarak odanın kapısını ardından kapattı.
❇️❇️❇️❇️❇️❇️❇️❇️❇️❇️❇️❇️❇
Odadan gittiklerinden beri tam tamına yirmi dakika geçmişti ve her ikisinden de ses yoktu. Ağır adımlarıma yön vererek kapıya ulaştım ve dışarı çıktım. Akşam saati olmasından dolayı sessizliğe bürünen hastanenin tek sevdiğim noktası buydu. Normal düzeydeki ses seviyelerinin bile zihnime ulaşırken yarattığı titreşimler can yakıcıydı. Yeni iyileşmeye başlıyor olsam da çoğu hassasiyetten henüz muaf olamamıştım.
Koridorun sonundan gelen seslerin tanıdıklığına güvenerek o tarafa adımladım. Sağ tarafta -bir başka koridora açılan yerde-kuytu köşelere çekilerek konuşuyor olmaları dikkatimi çekti. Gizemli hallerinin uyandırdığı merak ile isteyerek konuştuklarına kulak misafiri oldum.
Cem'in kumral saçlarının arasından geçirdiği erkeksi parmakları ile belli olan sıkıntısını dışa vururken, annem parmağını tehdit vari bir şekilde sallayarak konuşuyordu.
"Ona her şeyi anlatmalısın. Başından söylemeliydim. O benim kızım nasıl böyle bir oyuna ayak uydururum?"
"Olmaz dediğim şey oldu. Tek sevdiğim kadın, kadınım, her şeyim bana geri geldi. Onu kaybedemem. Hem nasıl söylerdik? Daha yeni gözlerini açtı. Bir şok dalgası daha mı yaşatsaydık yani? Bunu yapamazsın, bunu bana, bize, kızına yapamazsın."
"Bana duygu sömürüsü yapma Cem. Sen yıllar önce düştün gözümden. Eninde sonunda öğrenecek, o zaman ne olacak, nasıl açıklarsın böyle bir şeyi? "
Konuşmanın gidişatının verdiği endişe ile daha fazla sabredemeyerek adımlarıma yenilerini ekleyerek görüş açılarına girdim.
"Neymiş benden sakladığınız şey?"