"Neymiş benden sakladığınız şey? "
İkisinin de bakışlarının adresi olmuşken, suskunluklarına binen çaresizlik içerisindeki bakışları doğru kelimeyi arıyor gibiydi. Cem bir kaç adım öne gelerek, aşağıya bakan ellerimi avuçlarının içine hapsetmeyi planlıyorken, geri adım atarak uzaklaştım. Öncesinde beklediğim açıklamanın netliği önemliydi, sonrasında ise tavrıma karar verebilirdim.
"Sakın ol Su, kafanda ne kuruyorsun bilmiyorum ama önce beni dinle. "
Histerik bir kahkaha atarak tam da gözlerinin içine baktım. Söylediği sözlerin gerçekliğine hayret ederken, konuşmalarından çıkan anlamın başka ne gibi bir açıklaması vardı? Elbette ki yanlış anlamıştım, belki de hiçbir şey anlayamamıştım. Elimi havaya kaldırarak susmasını işaret ettim, daha fazla konuşmaya devam ederse güvenim daha da kırılacaktı.
"Ne duyduğumun farkındayım Cem ve inan bana kafamda kurduğum şeyler hiç de hoş değil. Öncesinde siz anlatmak ister misiniz?"
"Kızım tamam anlatacağım ama önce odana gidelim oturman lazım. " Annemin gözünden süzülen yaşlar içimin korkuyla dolmasına sebep oldu. Bu kadar önemli olan şeyin hayatımı derinden etkileyeceğini düşünmeden edemiyordum. Her sır bir korku getiriyordu ardından ve her korku, yeni bir kurgu oluşturuyordu kafamda.
Odaya ulaştığımızda yatağıma oturarak dizlerimi bağdaş yaptım ve yan taraftaki ikili koltuğa oturan Cem’i es geçerek sandalyesini çeken anneme odaklandım. Herkesin üzerindeki gerginliğin sirayet ettiği odanın duvarları çatırdar gibiydi. Her solunan hava siyah duman birikintisine bir yenisini katıyordu.
"Evet sizi dinliyorum. Anlatacak mısınız artık? " dedim anneme bakarak. Es geçtiğim Cem'in sesi kulaklarıma ilişirken istemsizce kapanan gözlerim huzurun adını okudu kulağıma.
"Bir tanem ne anladın bilmiyorum ama tamamen yanlış anladığın belli." dedi parmakları saçlarının arasındaki tutamlarda gezinirken. "Bunu sana nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Üzülmeni istemediğimden söyleyemedim zaten. Ben evi sattım. Yıllar önce sen kaza geçirdiğinde, doktorlar çok umutsuz konuşuyordu ve bende sensiz, sen dolu bir evde yapamadığım için boşaltmaya karar verdim."
Evimizi mi? Her bir karesinde anılarımızla dolu, ilklerimizin gizli mabedi, yıkılmaz duvarımızı, yuvamızı mı terk etmişti? Oysa daha da sıkıca o eve sarılması gerekmiyor muydu? Anıları taze tutmak için her gün vakit geçirdiğimiz yerleri tavaf etmeliydi, kim bilir belki de aynı durumda benim yapacağım buydu. Ama onu da anlamak zorunda hissediyordum kendimi. Erkek düşüncesiyle kadının ki bir değildi esasında. Kadın olaylara daha duygusal bakarken, erkekler mantıkla yaklaşıyordu. Yeterince yıpranmış olmasına karşın daha fazla omuzlarına yük bindirmemem gerektiğini düşünüyordum.
"Canım benim bunun ne önemi var. Bu mu yani günlerdir aklını işgal eden sebep. Cem, benim için sen önceliklisin. Hem yeniden kurarız yuvamızı, bu sefer daha sağlam şekilde, daha aşkla."
Ayağa kalkarken benimle birlikte ayaklanması ile yanına ulaştım ve güven verircesine bir buse bıraktım yanağına. Gerginliğine binen rahatlama ile yüzü gülüyordu. Yanlış anlaşılmalara mahal vermemiş olmanın ferahlığı vardı üzerinde. Cem'in boynuna doladığım kollarıma eşlik eden başım omzuna yaslandı. Görüş açıma giren anneme gönderdiğim tebessüme burukça eşlik ediyorken, dışarı verdiği nefes rahatlamadan uzak gibiydi. O da buruk bir şekilde bana bakıyordu. Koskoca beş yıl uykudayken elbette bir çok şey değişmişti hayatlarında. Onca zaman sonra her şeyi bıraktığım yerde bulamayacaktım, bunu biliyordum. Bıraktığım yerde durması gereken en önemli şey sevdiklerimdi ve onların varlığı yeterdi.
"Eee gidiyor muyuz ne dedi doktor?" derken, Cem'in sıcak kollarından sıyrılarak bir adım geri gittim.
"Yarın sabah çıkacağız bir tanem, sen şimdi yat uyu bende ev işini halledeyim."
Kirli sakallarında gezdirdim ellerimi. Olgunluk ne kadar da yakışmıştı sevgilime. Başımla onaylayıp gitmesine izin verdim. Sabaha kadar buradaydım anlaşılan. Anneme iyi geceler dileyip kendimi uykunun kollarına bıraktım.
✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️
Güneş odaya ışığını salarken, kapalı gözlerime vurarak uyanmamı emrediyordu. Zorla açılan gözlerime siper ettiğim ellerim ile etrafı kolaçan ettiğimde yalnız olduğumu fark ederek annemin uyuduğu ikili koltuğa baktım. Toparladığı yastık ve pikeyi bir kenara koymuş ve belli ki sessizce odayı terk etmişti. Yerimden kalkarak hala zorlandığım adımlarımla lavaboya giderek elimi yüzümü yıkayıp tekrar yatağıma geri döndüm.
Zaman geçmek bilmiyor, eve gidecek olmanın mutluluğunu bedenimden atamıyordum. Zamana inat yerinde sayan mutluluğumun vermiş olduğu azim ile her gün girdiğim fizik tedavisinden daha da sağlam çıkıyordum.
Beklemekten yeterince sıkılarak koridora çıktım ve etrafta göz gezdirirken aradığım kişilere ulaşamamanın bıkkınlığıyla danışmaya doğru ilerledim. Kalabalıklaşan hastane koridorunda seslerin verdiği rahatsızlığı umursamamaya çalışırken, danışmadaki kadının gündüzcü olmadığının farkındalığıyla hafif tebessüm ettim.
"Pardon annem ve eşim buralarda yok, bugün çıkışım yapılacaktı. Bir kontrol eder misiniz? "
"İsminizi söyler misiniz? "
"Su, Su Taşkın." genç kadın bilgisayara yönelirken etrafta gezdirdiğim gözlerim kalabalığın içerisinde aradı tekrar tanıdık yüzleri.
"Üzgünüm hanım efendi, bu isimde hastamız yok. Oda numaranızı söylerseniz size yardımcı olabilirim."
"Anlamadım nasıl yok?" dedim şaşkınca, sonrasında kendimi toparlayarak söze devam ettim. "209 numaralı oda da kalıyorum. Acaba çıkış işlemlerim yapıldı da o yüzden mi görünmüyor adım? "
"Hemen bakıyorum. Evet 209 numaralı odada Su Kaya kalıyor. Çıkış işlemleri henüz yapılmamış."
Genç kadının sarf ettiği sözler denize atılan taş misali zihnime düşerken, etrafa sıçrayan su taneleri kendinden beklenmeyecek kadar güçlü etki yaratıyordu. Evli olan bir kadının sahip olması gereken soy adı eşine aitti. Yani en azından hatırladığım kadarıyla öyleydi ama sarf edilen kelimeler kızlık soyadıma aitti ve bu yeterince anlamsızdı.
Kulaklarım uğuldarken, sıkışan kalbim nefes almama engel oluyor, bedenim ise kendinde ayakta duracak gücü bulamıyordu. Zihnimi ele geçiren soru defalarca dönüp dururken, gözlerimden akan yaşları kontrol edemiyorum. Dün anlatılanların hepsi yalan mıydı?
"Hanım efendi iyi misiniz? Hemşire çağırayım mı?" diyen kadının sesiyle kendime gelirken, danışma masasından güç alarak ayakta duran bedenimi doğrulttum.
"Hayır, hayır gerek yok ben.. Ben iyiyim teşekkürler. "
Adımlarım odamı bulurken, sicim gibi akan gözyaşlarım görüş açımı kapatarak kaderin alay ettiği hayatıma ortak oluyordu. Her ne oluyorsa işin içinde annem de vardı, her şeyi biliyor ve kendi kızından bariz şekilde bir şeyleri saklıyordu. O benim annemdi, ne olursa olsun bana doğruları anlatmalıydı. İma dolu sözlerinin, sert bakışlarının altındaki gerçekleri söylemesine engel neydi?
Belki dakikalardır, belki saatlerdir uzandığım yataktan kalkarak tekrar elimi yüzümü yıkayarak, kızarmış gözlerimi gizlemeye çalıştım. Bu işin aslını öğrenecektim fakat bunu sessiz sedasız halletmem lazımdı. Çünkü gene yalanlarıyla gerçekleri ört pas edecekleri gün gibi ortadayken artık kimseye güvenemezdim.
Gözlerim kapıda, saatin tik taklarına ayak uyduran kalp ritmimi kontrolde tutmaya çalışırken açılan kapı ile doğruldum. Annem her zamanki sert ifadesini beni görür görmez değiştirirken, Cem'in suratındaki tebessüm daha da büyüdü.
"Sen uyandın mı kuzum? Biz de ev işini hallettik. Çıkış işlemlerinde tamam, çıkabiliriz. "
"Yeni uyandım anne. Sonunda çıkıyorum hastaneden. Hadi artık gidelim." dedim ağlamaya yüz tutmuş sesimi bastırarak.
Burnuma konulan öpücükle akmamak için direnen gözyaşlarım göz pınarlarımı yakıyordu. Cem, benim ilk aşkım... Benimle neden boşanmıştı? Hem de bu haldeyken... Gözlerimi sevdiğim adama çevirerek zoraki gülümsememi takındım.
"Canımın içi yeni evimiz hazır. Seveceğinden eminim, tabi sen istediğin gibi dizayn edersin zamanla."
"Sorun değil Cem, birlikte olduktan sonra."
✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️
Hastaneden çıkarak müstakil bir eve geldik. Semt olarak eski evimize çok yakındı. Bahçesinde ki rengarenk çiçekleri insana huzur veriyorken, nedense içimden bir ses bu eve fazla alışmamam gerektiğini söylüyordu.
"Beğendin mi güzelim. İşte yeni evimiz."
Olumlu anlamda kafamı sallayıp kapıdan içeri girdim. Evin ferah bir havası vardı. Başka zaman olsa evin içini tek tek dolaşır, her odaya dair fikir üretirdim ama şuan hiç içimden gelmiyordu. Cem de bunu fark etmiş olacak ki ellerimi ellerine hapsederek beni kendine çevirdi ve gözlerimizi birbirine mühürledi.
"Güzelim neyin var? Yoksa beğenmedin mi?"
"Hayır canım, aksine çok beğendim. Fakat yorgunum, sadece dinlenmek istiyorum. Yatak odası ne tarafta?"
Bir anda havalanan bedenim ile kucağındaki yerimi aldım. Rahatsız olduğum yakınlık esasında hasret kaldığım şeydi. O her daim sevgi dolu tavırlarını sergiliyorken, benim veremediğim karşılık burnumun direğini sızlatıyor, hasret dolu kalbime kızgın oklarını atıyordu.
Yatağa bıraktığı bedenimin üzerine eğilerek kondurduğu öpücüğe veremediğim karşılık ona ait olmayışımın getirisiyken, götürüsü bedenimden kopup giden bir parça misaliydi. Uzun boyunu gözler önüne sererek kapıya ilerledi ve çıkmadan önce son kez yüzüme bakarak gülümsedi. O gitti göz yaşları özgürlüğünü ilan etti. Katıla katıla ağlarken, tek sığınağım yastığımdı.
❇️❇️❇️❇️❇️
Ağlamanın verdiği yorgunlukla savrulduğum derin uykudan karanlığa açtım gözlerimi. Işığı açarak makyaj aynasının önündeki küçük saatten gördüğüm kadarıyla saat ona geliyordu. Odadan çıkarak merdivenlere ulaştım ve alt kata inerken Cem'in kısık tutmaya çalıştığı sesini duydum. Tek taraflı konuşmasından anladığım kadarıyla telefonla konuşuyordu ve tedirgin çıkan sesine karşın burkulan kalbim gerçeklerin ortaya çıkması gerektiğinin kanıtıydı.
"Gelemem dedim sana. Neden anlamak istemiyorsun yanında olmam lazım."
......
"Peki tamam yarım saat sonra ordayım. "
Konuşmasını sonlandırdığında sanki yeni iniyormuşçasına hareket ederek aşağı inmeye devam ettim. Beni fark ettiği gibi yanıma gelerek, iki elimi birden tutup öperken içimde var olan aşk ve öfke savaşa girdi. Kazanan taraf yoktu her ikisi de kaybetmişti. Sanırım artık benim içinde aşkı kaybetmenin zamanı gelmişti. En zoru da güvendiğim adamı yitirmiş olmamdı. Beni aldattığı gün gibi ortadaydı, tek yapmam gereken kanıtlamaktı.
"Aşkım, benim bir yere uğramam lazım. Hem ilaçlarını da unutmuşuz, nöbetçi eczaneden onları da alır gelirim. Annen yemek getirdi sen uyurken. Dolaptalar ısıtıp yiyebilirsin değil mi?"
"Sen beni merak etme, ben hallederim." Buruk bir şekilde söylediğim cümle yerine ulaşamamış olacak ki dudaklarımdan çaldığı öpücük ile evden çıkması bir oldu.
Peşi sıra montumu alıp çıkmaya karar verdiğimde, ileride ki taksi durağından ilk taksiye atlayıp takip etmeye başladım.
Beş yıldır uyuyor olsam da bu sokağı asla unutmazdım. Eski evimizin sokağına giren araba tam da tahmin ettiğim gibi evin önünde durdu. Taksiciyi köşede durdurup beklemesini söyledim ve arabadan indim. Cem bahçeye girdiğinde bende kısa çitlerin ardından ona bakıyordum. Kapıyı sarışın genç bir kadın açtı ve birbirlerine sarılırlarken kırılan kalbim bir daha düzelir miydi bilmiyordum?
O anın sürmesi gereken kısalık bana asır gibi gelirken açtığı yaralar kapanmayacak kadar derindi. Sevdiğim adamın kolları başka bir bedeni sarıyor, ben ise olduğum yerde mecburiyetin ve mağlubiyetin altında izlemek zorunda kalıyordum.
Hayata yeniden açılan gözlerim, gördüklerinin ağırlığıyla yaşlarını akıtırken, kapanan görüş açımı ellerimle silip ihanete tanıklık etmeye devam ettim. Daha ne kadar kırılabilir dediğim kalbim, üç dört yaşlarındaki erkek çocuğunun ağzından çıkan kelimelerle yerle bir olmuştu:
"Baba. "