bc

Dünya Bir Oyun Sahnesi

book_age16+
345
TAKİP ET
1.3K
OKU
playboy
arrogant
decisive
confident
inspirational
comedy
witty
enimies to lovers
musclebear
wild
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

"İkisi de inatçıydı. İkisi de savaşçıydı. Ve belki farkında değillerdi ama ikisi de aşıktı. O an her şey küçük bir heyecandan ibaretmiş gibi geliyordu onlara. Yaz aşkı çok tatlıydı. Her bir dokunuş, her bir öpüş, o her küçük sevgi sözcüğü güzeldi şimdi. Ancak sonu ateşti bunun. Aşkı itiraf etmemek, onu hissetmekten daha çok yakardı. Çünkü bittiğinde keşkelerle dolardı kalp. Ve keşkeler, fena kalp ağrısı yapardı."

Bir insana ünlü olduğu için âşık olmak mümkün.

Peki, bir insandan ünlü olduğu için nefret etmek mümkün mü?

Hilal, Mete Karahan'dan sırf ünlü olduğu için nefret ediyordu.

Onun şöhret budalası, kendini beğenmiş bir süper star olduğunu düşünüyor ve başına gelen her şeyden onu suçluyordu.

Mete, ondan nefret etmek istiyordu, ona kızgın olmak... Ama Hilal onu anlıyordu. Kimse onu anlamamıştı bugüne kadar. Başka hiçbir kadın ona böyle davranmamıştı ve bu kalbinin ondan nefret etmesini zorlaştırıyordu. Bir oyun sahnesiydi Mete'nin dünyası ve ona yazılan hayatı oynuyordu. Mete Karahan iyi bir oyuncuydu ve rolünü en güzel şekilde sergiliyordu.

Hilal, Mete'nin sahte dünyasındaki tek gerçek şeydi.

Bu yüzden ondan uzak duramıyordu. Mete ona çekildikçe, Hilal de ağına daha çok takılıyordu.

Kendi dünyalarında, kendi oyunlarını oynuyordu Hilal ve Mete, yolun sonunu görmeksizin...

Peki, yolun sonunda ne vardı?

"İki ayrı dünyanın yabancısıydı onlar. Ve kurdukları bu yeni dünyada geçici misafirlerden başka hiçbir şey değillerdi. Bir tiyatro... Onların dünyası bundan ibaretti."

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
1.Bölüm
Ankaralı olmayan, Ankara’da yaşamayan bilmez ayazın ne olduğunu. Her nefeste batar derinize soğuk. İçinize işler. Öyle ki kendinizi taş bebekler gibi hissedersiniz. Kayıp düştüğünüz anda parçalanacakmış gibi. Donmak bir şeydir elbet, ama Ankara ayazında donmak… İşte o bambaşka bir şeydir. Ne zaman kar yağacak olsa, öncesinden günlerce ayaz saltanatını ilan eder. Serttir hava. Acımasızdır. Eldivenler, şapkalar, atkılar yetersiz kalır. O çok para verdiğiniz süslü montlarınız var ya? İşte onlar bile ısıtamaz sizi. Kapalı bir alana girip gökyüzünden kurtulmanız gerekir önce. Çünkü gökyüzü kızgındır o günlerde. Kar yağmıyor ve o, kar yağmadıkça daha çok kızıyor, daha çok sertleşiyordur. İşte o günlerden biridir yine Ankara’da. Hilal, yurt odasının penceresinin önünde oturmuş, elinde çayıyla dışarıyı izliyordur. Hava kararalı bir saat ya olmuş ya olmamıştır. Normalden de erken kararıyordur son haftalarda hava. Kış geldiğinde zaten hep karanlıktır gökyüzü. Boğucu ve huzursuz… Soğuktan kurtulmak için hızla koşan insanları seyrediyordur, Hilal. Hepsinin ayrı bir hayat telaşı vardır. Kimi sadece soğuktan kurtulmayı hedefliyordur. Kimi işten çıkmış ve evine, ailesine ulaşmak istiyordur. Tek amaçları bir an önce otobüslerine binmek ve evlerine gitmektir. ‘Belki bu sefer yer bulabilirim’ diye düşünür kimileri. O kadar yorulmuşlardır ki tek dilekleri evlerine ulaşana kadar biraz olsun gözlerini kapatıp dinlenebilmektir. Herkesin farklı bir telaşı vardır işte. Bu telaş Hilal’in kaldığı odada bambaşkaydı… “Sence bunu mu giysem programda yoksa bunu mu?” diye elinde ki iki kazağı gösterdi Nazlı, Hilal’e. Nazlı, Hilal’in en eski arkadaşıydı. Komşu çocuklarıydı onlar. İki ay arayla aynı mahallede doğmuşlardı. Bursa da doğup büyüyen bu iki arkadaş birbirlerinin her derdine ortaklardı. Her şeyi birlikte yaparlardı. Ankara’da aynı üniversiteyi kazandıklarında da her şeyi birlikte yapmaya devam edeceklerini anlamışlardı. Nazlı’nın babası, biraz rica, biraz hatır derken ikisini aynı devlet yurdunda, aynı odaya yerleştirmişti. Şimdi son üç yıldır Ankara’da okuyorlardı. Yurtları Libya Caddesi’nde, Ahmetler Postanesi’ne yakın bir yerdeydi. İki kişilik odaları kaloriferler yüzünden sıcacık olmuştu. Dışarıda insanlar ayaz yüzünden donarken, kızlar odalarında askılı bluzlarla duruyorlardı. Nazlı’yı çok severdi Hilal. Belki kan bağı yoktu aralarında ama onlar herkesten daha da çok kardeşti. Birlikte büyümüşler, her şeyi birlikte yaşamışlardı. Nazlı hayatının vazgeçilmez bir parçası olmuştu. Tek bir kusuru vardı o da hala ergenlikten çıkamamış olmasıydı. Elinde ki iki kazakla, heyecan dolu gözlerle bakıyordu Hilal’e. Aslında kazakların ikisi de aynıydı. Aynı markanın, aynı modelinin, farklı renkleriydi. Aslında renkleri bile aynı sayılabilirdi. İkisi de toprak tonlarındaydı. Sadece biri bir tık daha koyuydu diğerinden. Ama Nazlı seçememişti işte... Çünkü bu gece otobüsle İstanbul’a gidecek ve yarın akşam da bir programa seyirci olarak katılacaklardı. Okullarının ayarladığı bir geziydi bu ve Nazlı olması gerektiğinden daha da heyecanlıydı. Çünkü programa çok hayran olduğu bir oyuncu konuk olarak katılıyordu. Aslında Nazlı’nın ergenliği de buradan geliyordu. 21 yaşında bir kızın, böyle davranabilmesi mümkün değildi. Bu tarz davranışlar 15 yaş altı için makul kabul edilebilirdi ve Nazlı 15 yaşından sonra büyüme evresindekilerin yolundan ayrılıp, kendi yolunu çizmeye karar vermişti. “İkisi de aynı Nazlı” diye söylenerek oturduğu yerden kalktı Hilal ve arkadaşının yanına gitti. Niye bu kadar telaş yapmıştı ki? Alt tarafı bir adamdı işte. O da insan değil miydi? Onların bilmediği özel bir gücü filan mı vardı? Hilal bu tarz davranışları hiçbir zaman anlamamıştı. Birine böyle hayran olmak onun için sadece gülünçtü. Ama Nazlı onun en yakın arkadaşıydı ve ona sadece gerçekten komik durumlarda gülerdi. “Aynı mı? Kör müsün sen? İkisi aynı filan değil.” Hilal, Nazlı’nın bu haline güldü. Bu sefer gerçekten komik bir durum olduğunu inkâr edemezdi. “Sanki kocaya gidiyorsun, Nazlı. Alt tarafı bir programa katılıp, öylesine bir adamı göreceksin.” Nazlı sanki Hilal’in hiçbir dediğini duymamıştı. Biri dışında. “Ay Allah söyletti Hilal! Hadi inşallah kocaya gidiyorumdur.” Nazlı hayallere dalıp şapşalca gülümsemeye başlamıştı bile. “Düşünsene bir,” dedi yatağını üzerine otururken “Program başlıyor, o programa çıkıyor ve beni görüyor. Reklam arasında yanıma geliyor…” “Oradan da nikâh dairesine gidersiniz kesin!” Mete Karahan, Hilal’in korkulu rüyası haline gelmişti artık. Nazlı sabah akşam ondan bahsediyordu. İnternette bütün hesaplarını takip ediyor ve hakkında hiçbir haberi kaçırmıyordu. Bu da yetmiyormuş gibi, bir de bütün bunları Hilal’e anlatıyordu. Neredeyse kendi anne babasından iyi tanıyordu Hilal onu. Ve tanıdığı kadarını da pek sevdiği söylenemezdi. Şöhret budalası, şımarık bir süper stardı Mete Karahan onun gözünde ve onu görmeyi zerre kadar istemiyordu. Programa onun katılacağını duyduğunda neredeyse karar değiştirecekti ama tabi ki Nazlı buna izin vermemişti. “Saçmalama Hilal!” dedi Nazlı. ‘Demek söylediklerinin saçma olduğunu o da fark etti’ diye düşündü Hilal. “Öyle hemen evlenmem. Biraz koşsun peşimden. Kolay kız sanmasın beni.” Pes etmişti sonunda Hilal. En iyisi Nazlı’yı kendi haline bırakmaktı. Nasıl olsa bir gün kendine gelecekti. “Sen ne giyeceksin?” diye sordu Nazlı bu sefer Hilal’e “Geçen yaz Seda ablanın düğünde giydiğim abiye elbisem var ya onu giyeceğim. Sen Nazlı Karahan olma yolunda emin adımlarla ilerlerken bakarsın ben de sunucuyla evlenirim? Ya da dur! Mete’nin kardeşi var mı? Onunla evleneyim en iyisi. Elti oluruz” Ne giyebilirdi ki? Bir de o aptala kendini mi beğendirecekti? Akşam akşam sinirlerini bozmuştu Nazlı yine. Bu adama kafayı bu kadar takmış olması sinirlerine dokunuyordu. Gözlerini kör etmişti kızın resmen. Ülke genelinde ki diğer Nazlılara yaptığı gibi… Yeni jenerasyon çok bozmuştu ve bir sonra ki nesil onların çocukları olacaktı. Bunun ne kadar korkunç olduğunun farkında olan başka kimse yok muydu? “Kardeşi yok. Tek çocuk,” diye atıldı Nazlı “Ama kuzeni var diye biliyorum. Sana da onu ayarlarım. Elti olsak ne güzel olur aslında.” Hilal sıkkın bir nefes aldı. Karahan ailesinin hiçbir ferdiyle yakın ilişkiye girmek istemiyordu, Hilal. Ve bir psikolog oluğunda ilk işi Mete Karahan’ın hayranlarını tedavi etmek olacaktı. “Of Nazlı Of! Bitmedi şu Mete Karahan aşkın. Ne Mete Karahan’mış ya! 15 yaşından beri düşmedi adamın adı ağzından. Ama benimki de can be kızım!” Nazlı’nın gülen yüzü asıldı. O da anlamıyordu Hilal’i. Ne alıp veremediği vardı ki Mete Karahan’la? Kör müydü? Ne kadar yakışıklı ve harika olduğunu görmüyor muydu? Olacak şey değildi ama Hilal hep böyle olmuştu. İnatçı ve sert… “Sen de ne sıkıcısın ya! Kızım kabul et işte yakışıklı çocuk. Ama pardon. Yakışıklılar senin ilgi alanına girmiyordu. Sen var ya, kariyer yapacağım diye evde kalacaksın. Seksen yaşına geldiğinde de sekiz kedi alır onlara bakarsın” Hilal omuzlarını dikleştirdi. “Ne alakası var canım!” diyerek çıkıştı “Zamanı geldiğinde ben de evleneceğim elbet! Kariyeri evliyken de yapabilirim” “Öyle mi?” diye sordu Nazlı, arkadaşının dediklerinin bir kelimesine bile inanamayarak. Kollarını göğsünde birleştirdi ve Hilal’e çatık kaşlarının altından baktı “Ne zaman gelecek peki o evleneceğin zaman? Hayır, neyi beklediğini söyle de süreci senin için hızlandırayım. Bak mezun oldun olacaksın. Karta kaçmana az kaldı.” Hilal’in yüz ifadesinin daha da gerildiğini gören Nazlı içten içe güldü arkadaşına. Onu ne kadar da iyi tanıyordu… Ne zaman böyle üzerine gitse hindi gibi kabarırdı anında. Ne inatçıydı o, en iyi Nazlı bilirdi. “Abartma Nazlı.” “Abartmıyorum. Ben en azından bir aday buldum peşinde gidiyorum” Hilal güldü. Aday diye bula bula şöhret budalasının tekini bulmuştu. Babasının gözü kapalı kızını ona vereceğine emindi! “Sen aday bulmayı bırak,” diye konuşmasını sürdürdü Nazlı “Daha göz ucuyla birilerine bakmıyorsun bile” “Bakıyorum!” diye çıkıştı Hilal. Nazlı kaşlarını kaldırdı. “Aynada kendine bile bakmazsın sen Hilal. Erkeklere mi bakacaksın? Güldürme beni. Şu okul bitsin diye bekliyorum. Belki o zaman aklın başına gelir. Ama bak gidip kendin gibi bir deliyi bulma. Malum psikolog olacaksın sen. Sizin oralarda deli çoktur”           Konu yine dönüp dolaşıp aynı yere gelmişti. Hilal ona psikologların deli doktoru olmadığını anlatmaktan yorulmuştu artık. Nazlı da bunu bilmiyor değildi tabi. Sadece Hilal’i sinirlendirmeyi seviyordu.           “Yordun beni Nazlı!” dedi Hilal. Klasik lafıydı bu da. Kaçmadan önce son sahnesini oynuyordu. “Ben çay almaya iniyorum.” Sanki elinde çay yokmuş gibi bu bahaneye sığınmıştı kaçmak için “Sen de çok sevgili Mete’nle ilgili hayal kurmaya devam et”           Nazlı arkasından kıs kıs gülerken, Hilal hırkasını omuzlarına geçirdi ve telefonunu eline alıp odadan çıktı. *           Mete Karahan olmak çoğu zaman eğlenceliydi. Tüm kapılar önüne açılıyordu. Yediği önünde yemediği ardındaydı. Hayatı istediği gibi yaşıyordu ve çok sevdiği bir işi vardı. Oyunculuk çok küçük yaştan beri tutkusu olmuştu onun. Daha tiyatro sahnesinin tozunu ilk kez yuttuğu günden beri âşıktı bu mesleğe. Ve şu an da bulunduğu nokta onun için tarifi imkânsız bir hazdı.           Ancak bazı zamanlar geliyor ve Mete hayatından nefret ediyordu. Çünkü ne zaman sahneden inip, kameraların önüne geçmişti, işte o zaman oyun gerçek hayata taşınmıştı. Menajeri ve ajansı ne derse o yapıyordu. Her hafta başka bir kızla görülmesini istiyorlardı ondan. Her gece başka bir mekânda eğlenmesini ve olmadığı biri gibi davranmasını… Giydiği çoraptan, aldığı nefese kadar karışıyorlardı hayatına ve bu Mete’yi yıpratıyordu. Nefes alamıyordu. Sanki bir fanusun içine tıkılıp kalmıştı. Onların izni olmayan birini sevemezdi. Onlar izin vermeden kimseyle konuşamaz, kimseyle arkadaş olamazdı. Her şey onun iyiliği içindi sözde… Reklam diyorlardı buna. Onların dediklerini yaptığı sürece bu başarısını koruyacaktı. Olduğu konumdan memnundu Mete. Ama keşke ödediği bedel bu kadar ağır olmasaydı.           O gece yine, menajerinin isteği üzere dışarı çıkmıştı. Yeni bir gece kulübü daha açılmıştı İstanbul’da. Sanki mekân eksiği vardı da her gün yeni bir tanesi açılıyordu. Mete son bir ayda en az beş tane mekânın açılışına katılmıştı. Bazen sadece evde oturup, ucuz bir komedi filmi izlemek ve ev yapımı tost yemek istiyordu. Ama hayır! O Mete Karahan’dı. Sadece en önemli filmleri, ilk gösteriminde, diğer ünlülerle birlikte izler ve en lüks yerlerde karnını doyururdu. Böyle yaşamak zordu. Bazen sadece normal olmak istiyordu ama her şeyin bir bedeli vardı. Sonuçta gülü seven dikenine katlanırdı ve Mete işini çok seviyordu. Ve işinden daha çok seveceği başka bir şey bulmamayı diliyordu…           Mete kulübe adını tam olarak hatırlayamadığı bir kadınla gidiyordu. Gizem miydi? Yoksa Gamze mi? Her hafta başka biriyle görülmek berbat bir şeydi. Bir yerden sonra isimler birbirine karışıyordu. Hepsi de ona hayran olan, sadece Mete’yle görülüp biraz ünlü olmak için can atan kadınlardı. Mete ilk başlarda onlara kibar davranmaya çalışıyordu. Yalandan gülümsüyor ve dinliyormuş gibi yapıp, her kaprislerine katlanıyordu. Ama 17 yaşından beri bu sektördeydi ve artık canına tak etmişti. Şimdi ne adlarını hatırlamaya çalışıyordu ne de onlarla konuşuyordu. Sadece kameralara bir kaç poz veriyor ve sonra onlardan kurtuluyordu. Ajansın istediği olduğu sürece gerisinin önemi yoktu.           Yanında ki kadın kulübe geldikten yarım saat sonra sarhoş olduğunda bu gecenin hiç hoş sonuçlanmayacağını anladı Mete. Neden hep aynı tarz kadınlar çıkıyordu ki karşısına? Sadece bir sefere mahsus, zeki ve iki çift laf edeceği birini bulamazlar mıydı? Sadece normal bir insanla oturup güncel konular hakkında konuşmak istiyordu. Ülke gündemini kapsayan ‘önemli’ konular işte. O kadar da sığ biri değildi Mete. Oturup magazin haberlerini tartışmak ve insanlarla dalga geçmek yerine siyaset ve ekonomi konuşmayı tercih ederdi. Bir kitap hakkında konuşmaya bile razıydı. Gerçi en son ne zaman senaryo dışında bir şey okuduğunu hatırlamıyordu. Lisedeyken okumayı severdi Mete. En çok da polisiye romanlar ilgisini çekerdi… Ama artık bunların hiç birine zamanı yoktu. Bir davetten çıkıyor ve diğer bir canlı yayına konuk oluyordu. Ertesi sabah kalkıp sete gidiyor ve sonra da ajansının ondan istediği angaryalarla uğraşıyordu. Bir tatile ihtiyacı vardı. Ama kışın ortasında bu dileğinin gerçekleşeceğini sanmıyordu.           “Bir tane daha istiyorum!” dedi yanında ki kadın. Daha ne kadar içecekti? Zaten yeteri kadar sarhoştu.           “Bak kızım! Zaten sarhoşsun. Daha fazla içmene izin veremem. Olay filan çıkartırsın şimdi… Otur oturduğun yerde!”           Sarhoş kadın bardağı eline aldı ve sertçe masaya vurdu. O “Bir tane daha istiyorum” diye diretirken, bardak masanın üzerinde tuzla buz oldu ve kırılan camlardan bir kaçı kadının eline battı.           Olay çoktan çıkmıştı bile. Etrafta ki insanlar dönmüş onlara bakıyorlardı. Mete sıkkın bir nefes aldı. Anlaşılan bu gece hiç bitmeyecekti. Ayağa kalkıp sarhoş eşlikçisinin yanına gitti ve onu kolundan tutup kaldırarak lavaboların olduğu tarafa doğru ilerledi. Önce elinde ki kanamayla ilgilenecek, sonra bu kadını bir taksiye bindirip başından gönderecekti. Daha fazla olay istemiyordu.           Kulübün sahibi Mete’nin arkadaşıydı. Başka bir değişle, ajansının arasını iyi tutmasını istediği bir adamdı. Aslında hiç haz etmezdi ondan ama yarı yolda onunla karşılaştığında bu duruma gerçekten sevinmişti.           “Hoş geldin Mete” dedi adam gülümseyen bir yüzle. Mete bir yandan yanında ki kadını ayakta tutmaya çalışıyor bir yandan da ne yapacağını düşünüyordu. Ve ne yapacağını bulmuştu…           “Hoş bulduk. Acaba odanda ki banyoyu kullanmamız mümkün mü?” Adını hatırlamadığı sarhoş kadının elini kaldırdı. “Bardak kırıldı ve eline battı. Şimdi de kanıyor. Camları çıkarıp temizlemezsek iltihap kapacak”           “Tabi,” dedi mekân sahibi. Mete’yi hoş tutmalıydı sonuçtu. O buraya gelerek ona büyük bir iyilik ve reklam yapıyordu. “Masanın yanında ki dolapta ilk yardım çantası da var. İstediğin gibi kullanabilirsin. Geçmiş olsun”           Adam Mete’ye son bir kez daha gülümsedi ve diğer konuklarıyla ilgilenmek üzere gitti. Mete’de yanında ki yükle beraber üst kata çıktı. Odanın yerini daha önceden biliyordu. Zorlanmadan bulmuştu bu yüzden. Hızla odanın içine girdi ve banyoya geçti. Musluğu açtı ve kadının elini soğuk suyun altına soktu. Eline batan cam parçaları çok büyük değildi. Neyse ki çok da derine batmamışlardı. O yanında acıyla inlerken, Mete cam parçalarını tek tek çıkardı.           “Canım acıyor” diye söylendi kadın           “Onu kendini bir şey sanmadan önce düşünecektin!”             Kadın bu sefer “Midem bulanıyor” dedi.           İşte bu Mete’nin duymak istemediği iki şeyden ikincisiydi. İlki de ‘Beni bir kahve içmek için evine davet etmeyecek misin?’ sorusuydu ki o sorunun sorulmasına yol açacak olaylardan dahi hoşlanmazdı Mete.           “Midene sahip çık” diyerek kadını uyardı Mete ama uyarısı bir işe yaramadı.           Kadının kusması on saniyesini almıştı. Doğruca Mete’nin ayaklarına kustu ve sonra yere yığılıp kaldı.           Mete Karahan olmak güzel şeydi ama bazen sadece başka biri olmayı diliyordu.    

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

AŞKLA BERDEL

read
79.0K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

HÜKÜM

read
223.9K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
521.9K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook