En güzel hikayeler henüz yazılmamış olanlardır. Ve en güzel hikayelerin hep kayda değer başlangıçlar taşıdığı algısı oldukça trajikomiktir.''
Christian O'Sullivan Amerika'dan döneli daha bir kaç gün olmasına rağmen annesinin ısrarlı mektuplarını ve tabi ki Dük Hazretleri Leonard Harrington'un davetini görmezden gelemeyerek kendisini Harrington Malikanesin'de bulduğunda kızlarını evlendirmek isteyen annelerden nasıl uzak kalabileceğini düşünüyordu. Uzunca bir süre bunlardan uzak kalmayı başarsa da cemiyet geri döndüğünü duyar duymaz başının ciddi anlamda ağrıyacağından emindi.
Fakat Leonard ile Cambridge'den tanışıyorlardı ve dostluk bağları eskisi kadar kuvvetliydi. Geldiği ilk gün evlendiğini ,üstüne iki çocuğu olduğunu öğrendiğinde yaşadığı şok , eşiyle hakkında çıkan dedikoduları duymasıyla artarken olayın iç yüzünü dedikoducu insanlardan duymaktansa Leonard'a sormayı yeğlerdi. Yakında devralacağı Gloucester Dükalığı için temelli dönüş yaptığı Londra'nın yakın zamanda hareketli günler geçirdiği ortadaydı.
Malikhaneden giriş yaparken hiç kimsenin kendisini tanımamış olmasına minnettardı zira bu durum Berkshire Vikontu ve aynı zamanda Gloucester'ın varisinin Londra'da olduğunu duyan genç hanımların ve annelerinin ilgi odağı olmayı biraz geciktirebilirdi.
Bu düşüncelerle ilerlerken kendisine doğru gelen kadını fark edememişti. Onun kendi göğsüne çarpmasıyla geriye sendelemesini izlerken iyi niyet göstergesi olarak "Dikkatli olmalısınız." diye bir öneride bulundu . Fakat genç hanımın ağlamaya hazır gözyaşlarıyla kendisine öfkeyle bakışı karşısında şaşkınlığını saklayamamış ve canının fazlasıyla acımış olabileceğini düşünmüştü.
Yine de onun "Yolun tamamını size aitmiş gibi doldurmamış olsaydınız bu nazik uyarınızı ciddiye alabilirdim." demesini beklemediğini kabul edecekti. Başka bir kelime söylemesine izin vermeden çekip gidişi karşısında kaşları çatılırken başını olumsuzca salladı. Yine çapkın bir bey tarafından kalbi kırılan başka bir kadın diye düşünerek yoluna devam etti.
***
Gün doğumunda yatağından kalkan Heaven başının ağrısıyla uyanmış ve neredeyse akşamdan kalma gibi hissediyordu. Öyle çok ağlamıştı ki aynaya bakmasına bile gerek olmadan gözlerinin şiştiğini hissedebiliyordu.
Kapısının çalınarak aralanmasına karşılık "Madem gir dememi beklemiyorsun neden kapıyı çalma zahmetine giriyorsun Katherine?" diye sorduğunda
"En azından sabahları mutlu uyanamaz mısın Heaven ?" diyerek gözlerini deviren kardeşinin yerinde duramayacak kadar heyecanlı olduğunu fark etti.
'Ne istiyorsun?' diyerek homurtu eşliğinde ayağa kalkan Heaven yüzünü yıkamak için küvete doğru yürüdü.
''Seni merak ettim.'' Katherine sabırsızca yerinde kıpırdanarak ablasına baktı. ''Dün akşam neden haber vermeden balodan çıkıp gittin?''
''Öyle olması gerekti.'' Heaven bunun tartışmasını yapabileceği son kişinin kız kardeşi olduğunu düşündü.
''Annem çok endişelendi. Colin at arabasıyla geri dönüp seni eve götürdüğünü söylemese işler büyüyebilirdi.'' Katherine ablasının şişmiş ve kızarmış yüzüne dikkatle bakıp ''Ağladın mı?'' diye sordu fakat buna ihtimal vermek istemiyordu zira Heaven babasının cenazesinde bile ağlamamıştı. Hatta babası öldükten sonra onun bir daha ağladığını hiç görmemişti.
''Katherine..'' dedi Heaven kız kardeşinin sorgulamalarından bıkarak ''Ne istiyorsun?'' diye sordu bir kez daha.
Katherine ablasının sert ses tonunu işiterek konuyu burada kapatması gerektiğini anladığında nihayet asıl geliş sebebini hatırladı. Yüzünde geniş bir gülümseme oluşurken "Olanlara inanamayacaksın!" dedi. Ablasının yatağına sırt üstü uzanarak tavanı seyrederken hülyalara dalmış gibiydi.
"Surat ifadendeki anlamsız neşeye bakılırsa yeni bir dedikodu haberi almış olman olası." Heaven Katherine'in önemli politik bir olayla karşısına çıkacağını ancak rüyasında görebileceğini düşündü. Onun ilgi alanları tam da Leydi Wellington ile iyi anlaşmasını sağlayacak türdendi.
"Keyfimi kaçırmak için elinden geleni yapman ne hoş. " diyen Katherine ablasının her konuda heves kırıcı olmasına dayanamıyordu. Fakat heyecanı o kadar büyüktü ki bunu ablasıyla paylaşmak istediğinden olsa gerek onun tavrını önemsememeyi seçti "Yine de söyleyeceğim. Christian O'Sullivan geri dönmüş."
"Kim dönmüş?" Heaven anlamsızca kardeşine bakarken tanımadığı hatta ismini bile duymadığı bir adamın Londra'da oluşunun heyecan verici hangi tarafı olduğunu bilememişti.
"Christian O'Sullivan!"
Heaven, Katherine'in tüm heyecanının kaynağının adını dahi duymadığı bir adam için olduğunu anladığında "Bunun bizi ilgilendiren tarafı nedir tam olarak ?" diye sordu.
"Onu tanımıyor olamazsın." diyerek şaşkınlıkla ablasına bakan Katherine' onun New York Times'ı elinden düşürmediği halde nasıl haberi olmadığına anlam veremiyordu. " Kendisi bir Vikont ve Gloucester Dükalığının da varisi '' Biraz düşündükten sonra aklına gelmiş gibi ekledi. ''Ayrıca politikacı ."
"Yine de tüm bu saydıklarının bir önemi olduğunu sanmıyorum." Heaven kız kardeşinin oldukça gereksiz durumlara aşırı tepki verdiğini düşünüyordu.
"Anlamıyorsun Heaven . " Katherine ellerini önünde birleştirmiş yüzünde kulaklarına değen bir gülümsemeyle ablasına bakıyordu." Salondaki tüm genç ve bekar leydiler onunla tanışmak için sıraya girdiler." gözlerini devirirken "Ayrıca evliler dahil " diye eklemeden geçemedi.
"Yine de Katherine bunun tam olarak beni neden ilgilendirdiğini merak ediyorum. " diye sordu Heaven yapılacak onca işi varken kardeşiyle konuştuğu konu tam anlamıyla baş ağrısını körüklüyordu.
"Çünkü bana gülümsedi. "
Katherine neredeyse yerinde zıplayacak kadar neşeliydi ve Heaven tüm bu anlattıklarının sonunda ayıla bayıla anlattığı adamla en azından bir kere olsun dans etmiş olmasını ummuştu. ''Ve bu seni dünyanın en mutlu kadını haline mi getirdi?''
''Neden olmasın? Bu büyük bir olay.'' Katherine yerinde doğrularak ayna karşısına geçti. ''Düşes olduğumu hayal etsene. ''
''Sana sadece gülümsediği için düşes olma hayalleri mi kuruyorsun?'' diyerek kardeşine ikinci bir soru yöneltti Heaven. Kaşları onaylamaz biçimde çatılırken ''Paraya ihtiyacın olmadığını biliyorsun.'' dedi . Kardeşi için yüklü miktarda ceyiz parası hazırlamıştı.
''Hayır sevgili ablacığım paradan bahsetmiyorum.'' Katherine etrafında bir iki kere döndü. ''Unvan ve şöhretten bahsediyorum.''
Heaven kaşlarını hayretle havalandırırken Leydi Wellington'u düşündü. O da bir düşesti. Katherine'in istediği bu muydu?
''Unvan ve şöhretten daha önemli hususlar da var.'' derken kız kardeşinin kendisini dinlemediğinden emindi.
Katherine omuzlarını silkerken '' Bir sonraki baloda onunla dans edeceğim.'' dedi.
''Sana dans teklifinde bulunacağından emin misin?'' Heaven kız kardeşinin sezonun gözde bekarlarından olduğunu bilse de fazla özgüvenin hayal kırıklığına sebep olacağını düşünüyordu.
Fakat Katherine istediğini almak konusunda oldukça ısrarcı olabileceğini biliyordu. ''Onunla dans ettiğimde gözlerinin içine bakıyor olacağım Heaven.'' diye kıkırdadı . ''Zafer kazanmışcasına.''
####
Christian O'Sullivan gecenin sonunda Berkshire Malikanesi'ne doğru yola çıktığında bir hayli yorgun olduğunu fark edebiliyordu. Baloya katılmasının ardından kendisini tanımakta zorluk çekmeyen bir kaç aristokrat sayesinde gelişi kısa sürede herkes tarafından bilinir hale gelmişti ve bunun kaçınılmaz olacağını biliyordu.
Kendisiyle tanışmak isteyen anneler ve kızları etrafında bir çember çizmiş nefes almasını dahi güç hale getirmişti. Bu durumun, bundan sonra katılmak zorunda kalacağı her baloda başına gelebileceğinden emindi ve kaçmanın belki de mümkünatı olmayacaktı. Fakat itiraf edecekti ki Leonard'ı görmek ve sevgili Düşes ile tanışmak gecenin tek olumlu yanıydı. Tüm söylentiler doğruydu . İkisinin skandal evliliği hala konuşuluyordu ve uzun süre de konuşulacağa benziyordu. Başını olumsuzca sallayarak derin bir nefes aldı. Sosyetenin konuşacak yeni konular bulana kadar Dük ve Düşes hakkında konuşmaya devam edecekleri kesindi.
Arabanın sarsıntıyla duruşunun ardından perdeyi aralayarak malikhanenin meşalelerle aydınlatılmış avlusuna geldiklerini fark etti. Mayfair'de kendisine pek de mütevazı sayılamayacak bir ev tutmuştu ve Amerika'dan döner dönmez tek istediği kısa süreli bir sakinlikti. Bu nedenle ailesini daha sonra ziyaret etmeyi düşünmüştü fakat sevgili annesi gelişini çoktan duymuştu ve eğer ziyaretini biraz daha geciktirirse uzun süre söylenecekti.
Arabacısı Geoffrey'in kapıyı açmasını beklemeden indiğinde başını yukarı kaldırıp malikhanenin büyük vitraylı pencerelerine göz attı. Berkshire Malikhanesi, neredeyse yarım asırdır O'Sullivan ailesine aitti ve Berkshire Vikontlu'ğunun merkeziydi. Babası çok genç yaşta vikont unvanını devraldığında işeri başarılı bir şekilde idare etmişti ve üç yıl önce her şeyden feragat edip vikont unvanını kendisine bırakmıştı. O sıralar Cambridge'de doktorasını tamamladığı için işleri bir süre daha babasının idare etmesini istemişti fakat unvan kendisine aitti. Şimdi hem vikont olarak babasının yükünü azaltacak hem de Gloucester Dükalığını devralacaktı ve birden irkilmeden edemedi. Bir anda bunca sorumluluk kaldırabileceğinden çok daha fazlaydı fakat en büyük erkek kardeşi okulunu bitirip vikont olana kadar idare edebileceğini düşünüyordu.
Adımlarını merdivenlere yönlendirerek büyük cevizden oyma kapının tokmağına bir iki kez vurdu. Çok geçmeden kapıyı açan Francis sanki kendisini bekliyormuşçasına yüzünde herhangi bir şaşkınlık belirtisi olmadan yüzüne bakıyordu.
''Lordum!''
''Sanırım geleceğimden oldukça emindin Francis.'' diyerek gülümsedi Christian. Uzun yıllardır ailesine hizmet eden kahyası mahçubiyetle başını önüne eğerek ''Anneniz...'' dediğinde Christian ona anlamışçasına ''Elbette! '' dedi. ''Annem!''
İlerleyerek büyük salona doğru yürüdüğünde bir kaç hizmetlinin şaşkın bakışlarına yarım bir gülümsemeyle karşılık verdi. Salona girdiğinde annesini elindeki bitmek üzere olan kanaviçesini ilgisiz gözlerle seyrederken buldu. Babası muhtemelen günlerini çalışma odasında geçiriyordu.
''Sevgili Vikontes. '' diyerek gelişini belli ettiğinde elbette ki annesinin bundan haberi olduğunu biliyordu. Fakat çok sevgili annesi yüzüne bakmayı reddederek sitem ediyordu. Gelir gelmez onu ziyaret etmeyişine oldukça kırılmış olmalıydı.
''Gururunuz ,oğlunuzu karşılamanıza mani mi oluyor?'' diyerek annesinin bakışlarını zoraki de olsa kendisine çevirmesini zafer dolu bir gülümsemeyle karşıladı.
''Sevgili oğlum Amerika'da saygısızlık dersleri almış olmalı ki annesini ziyarete ancak bir hafta sonra gelebiliyor.'' Vikontes her ne kadar buna kızgın olsa da oğlunu oldukça özlemişti. Büyük bir zarafetle yerinde doğrulurken bakışları yumuşadı. Oğlunu görmeyeli kaç yıl olmuştu ?
Christian annesine doğru yönelip eldivenli elini tutarak dudaklarına götürdüğünde muzır bir ifadeyle ''Beni yaralıyorsunuz sevgili anneciğim , sözleriniz bıçak kadar keskin.'' dedi. ''Oysa gelişimin neşe dolu gülüşünüzle karşılanmasını ne kadar arzuladığımı tahmin bile edemezsiniz.''
Vikontes daha fazla dayanamayarak oğluna gülümsemeye başladığında aslında hiç bir zaman ona dayanamadığını düşündü. Christian, genç yaşta aşık olup evlenen tecrübesiz bir Vikontesin ilk doğan oğluydu. Tabi bir eş için kocasına ilk seferde erkek evlat verebilme şerefine ulaştığı için de gururuydu. ''Bu numaraları evlenme çağına gelmiş leydilere de yapmalısın . Eminim içlerinde evlenecek münasip bir aday...''
''Anne !'' diyerek karşı çıktı Christian . Gelir gelmez evlenme mevzularını açmak tam da annesine göre bir işti. "Kapıdan gireli iki dakika bile olmadı."
"Bir annenin , oğlunun geleceğini bu denli önemsemesi kötü bir şey mi?"
''Elbette değil fakat daha önemli önceliklerim var.''
Vikontes gözlerini devirerek az önce kalktığı koltuğa yeniden oturdu. ''Evlenmek de bir önceliktir.'' derken suratı düştü. ''Yaşın çoktan geldiyse...''
Christian daha fazla cevap verip annesiyle bu konuyu konuşmaya niyetli değildi. ''Babam nerede?'' diye sordu. Nerede olduğunu tahmin etmek zor olmasa da . Yine de evlilik dışında herhangi bir konuya tutunmaya istekliydi.
''Her zamanki işler...'' diyerek elini geçiştirircesine sallayan Vikontes ''Violet, piyano dersinde ve Christopher da ata biniyor.'' diye ekledi.
Christian başını anlamışçasına salladıktan sonra kısa bir sessizlik anı oluştu. Fakat çok geçmeden ''Dük ve Düşes'in balosunda eğlenmiş olduğunu umuyorum.'' diyen annesinin sesiyle tek kaşını sorgularcasına kaldırdı. ''Her şeyi biliyor olman beni tedirgin etmeli mi bilemiyorum.'' dedi.
''Bu da benim sırrım.'' Vikontes yüzünü aydınlatan bir gülümsemeyle oğluna baktığında yaşından çok daha genç gösteriyordu. Eleanor O'Sullivan elli yaşını çoktan devirmiş , üç çocuğunun en donanımlı şekilde yetişmesi için uzun bir süre elinden geleni yapmıştı . Onun kendine has yetenekleri vardı ki bunlardan biri de kırılamaz inadıydı . Söylediğinin yapılması için elinden geleni ardına koymayan bir kadın olmasının yanında çocuklarının üzerinden gözünü kulağını eksik etmezdi. Millerce uzakta olsalar bile.
''Sana bir tablo aldım. Seveceğini umuyorum.''
''Ah... Elbette.'' dedi Vikontes. Düşes'in Kimsesiz çocuklar için bir kaç ressamın önemli eserini açık arttırmaya sunacağını duymuştu.
''Ağabey!'' Violet bakıcısı Greta'dan ağabeyinin gelmiş olduğunu öğrendiğinde dersini, mürebbiyesinin onaylamayan bakışları arasında yarım bırakarak bir leydiye yakışmayan hareketlerle aşağı inmişti. Yüzünde sevinçle parıldayan gözleri olduğundan çok daha büyük görünüyordu.
Christian kız kardeşi Violet'i gördüğünde yerinden kalkarak ''Tanrım!'' dedi. ''Kız kardeşim Violet olduğuna emin misin?'' Öylesine güzelleşmiş ve serpilmişti ki Christian onun takdim balosunun yapılacağı günlerin hiç gelmemesini diledi. Aksi halde bir kaç düzine cinayet işlemek prestiji açısından hiç de iyi olmayacaktı.
Violet ağabeyinin boynuna atılarak ona sarıldığında ''İltifat etmeyi hiçbir zaman beceremiyorsun.'' dedi kıkırdayarak.
''Öyle olsaydı çoktan evlenmiş olurdu.'' diyerek homurdanan Vikontes yeniden kıkırdamaya başlayan ikiliye ters ters bakmakla yetindi.
''Artık Londra'da olduğuna göre bunlara alışman gerekecek biliyorsun değil mi?'' diye sordu Violet annesinin evlilik konusunda ağabeyinin peşini bırakmaya niyeti olduğunu sanmıyordu. Tüm planları daha ağabeyi gelmeden önce yapılmış ve bu evin duvarları arasında defalarca konuşulmuştu.
''Hatırlattığın iyi oldu. '' Kız kardeşine gözlerini deviren Christian ''Senin de zamanın gelecek.'' diyerek eklediğinde Violet tedirginlikle annesine kısa bir bakış attı. Henüz on yedi yaşındaydı fakat bir sonraki sene annesi kendisini sosyeteye takdim etmek için hazırlıklara şimdiden başlamıştı. Çocuklarını evlendirmek için hiç kimse Eleanor O'Sullivan kadar gayret göstermemiştir.
''Akşam yemeğine kalacaksın değil mi?'' Soru Vikontesden gelmişti ve Christian bunun bir sorudan çok emrivaki olduğunu annesinin bakışlarında görebiliyordu.
''Sana hayır deme lüksüm var mı?'' diyerek annesine takıldığında Vikontes'in dudakları kibirli bir alaycılıkla kıvrıldı.