1.Bölüm- Bedenimin dili, ruhumun kilidi
“Merhaba arkadaşlar. Bu size çekeceğim ilk videonun giriş konuşması. Çok heyecanlı bir kişilik değilimdir. Ama soğuk nevale olduğumu da düşünmenizi istemem. Bu konuşma tamamen planlı ilerleyecek. Doğaçlama yaparak saçmalamak istemedim. Önce kendimi tanıtmam gerekiyor. Siz bu videoları hangi yılda ve ben kaç yaşındayken izleyeceksiniz bilmiyorum. Ama bu videoyu çektiğim tarih 14 Nisan 2017. Yani bu tarih hikâyemi size anlatmaya karar verdiğim tarih. Bu tarihte ben 19 yaşındayım. Üniversite öğrencisiyim. Yıllardır hayalini kurduğum bölümdeyim. Seçkin bir üniversitede konservatuvar okuyorum. Modern dans bölümü öğrencisiyim. Size üniversiteyi nasıl kazandığımdan, sürecimden falan bahsetmeyeceğim. Ben bugünden sonra hayatımda neler değişti bunu anlatmak istiyorum. Sandığınız gibi bugün benim için önemli bir gün değil. Sadece bu video serisini çekmeye karar verdiğim bir gün. Hayatımı videoya çekiyor olsam ve videoya başladığım günden sonra hayatımda ne gibi değişiklikler olduğunu gözlemlesem nasıl olur diye düşündüm. Mesela bu videoyu bugün değil de yaklaşık bir yıl kadar önce çekmeye karar verseydim üniversiteye başlama serüvenimi de izleyecektiniz, yeni tanıştığım insanları görecektiniz. Yepyeni bir ortama nasıl adım attığımı… Ama ben bu videoyu şu an çekmeye karar verdim. Hayatımda hiçbir şey de değişmeyebilir. Sizler gibi ben de merakla bekleyeceğim bu süreci. Doğaçlama ilerlemeyeceğim deyip araya bir sürü şey kaynattım yine… Her neyse. Kendimi tanıttığım kısma artık gelebiliriz. Ben Hazel. Şimdilik sadece bu kadarını bilseniz size yetebilir mi? Çünkü bu video yıllarca sürebilir, beni benden bile iyi tanıyacak kadar çok zamanımız var. Bundan sonra siz benim hayatımı izleyeceksiniz, tabi merak ederseniz…”
Hazel elindeki kamerayı ayarlayıp az önce oturduğu banka koydu. Ne zaman paylaşacağını bilmediği ilk videosunun açılışı güzel olmalıydı.
Denize karşı oturduğu bankın hemen ilerisine kocaman bir bez serdi. Dışarıdan onu görenler piknik yapacağını düşünmüştü. Etraf kalabalıktı ve bu kameralı kız yoldan geçenlerin ilgisini çekmişti. Hazel piknik yapmayacaktı. Üzerindeki kapüşonlu eşofman üstünü çıkartıp altındaki tişört ve tayt ile kaldı. Saçlarındaki kıskaç tokayı da çözüp banka, kameranın yanına koydu. Telefonunu daha önceden hazırladığı hoparlörüne bağlayıp listesindeki ilk müziği açtı. Sesi ancak birkaç metre ilerisinde onu izleyecek insanların duyabileceği kadar yükseltti. Onun Hazel olmasını sağlayan en önemli şey dans etmekti. O yüzden hayatını anlatacağı uzun soluklu bir videonun başlangıcı da dans ederek olmalıydı.
Yüzünü denize döndü. Uçsuz bucaksız bir mavilik vardı önünde. Rüzgar tatlı tatlı esiyor teninde duraksamıyordu. Derin bir nefes aldı. Aldığı derin nefesle birlikte gözleri kapanmış ve dudaklarında ufak bir tebessüm belirmişti. Saçları uçuşuyordu ve bu ona fazlasıyla ilham olmuştu. Kendini unutuyordu dans ederken. Çocukluğundan bu yana büyük bir tutkuydu onun için dans etmek. Hem de daha ufacıkken hiç kurslara yazılmamışken duyduğu her müziğe uydurduğu hareketler ile yapardı bunu.
Sağ kolunu bacağıyla doğru orantılı bir şekilde ileri doğru uzattı. Müziğin girişinde sadece rüzgarı hissetti, denizin kokusunu hissetti. Belirli bir ritim tutmadan hemen önce gözlerini araladı. Ritmin odak noktasını yakaladığı an müzikle birlikte hareket etmeye başladı. O mu müziğe ayak uyduruyordu yoksa müzik mi ona, bunu kendisi bile bilmiyordu. Çünkü kuş sesleri, denizin hışırtısı susmuştu. Kulaklarında sadece o melodi vardı. Nefesi bedeninden akıyor her hareketiyle birlikte kalbi büyük bir huzurla doluyordu.
Bedenimin dili, ruhumun kilidi…
Onun hayatını özetleyecek ve fiili olmayan sonuna üç nokta konulacak bir cümle varsa eğer işte o buydu: “Bedenimin dili, ruhumun kilidi…”
Kaç dakika ne kadar zaman orada öyle dans ederek zamanı durdurdu bilmiyordu. Ama etrafı o kadar kalabalıklaşmıştı ki… Bir para kâsesi bulunsa ve onu izleyenler para koyuyor olsa şu an epey para biriktirmişti. Gerçi Hazel’in o paraya ihtiyacı yoktu ama…
Müzik durduğunda son hareketini de yapıp yere eğildi. Alnı hafif terlemişti. Kısacık perçemi yüzüne yapışmıştı. Burnu kıpkırmızıydı. Gözünün önüne düşen bir tutamı kulağının arkasına iterek etrafına bakındı.
“Evet, beni ekrandan izleyenler, sizin için çektiğim bu videonun gerçek izleyenleri de var etrafımda…” diye mırıldandı içinden. Sosyal medyada olduğu gibi bir beğeni tuşu olsaydı şu an Hazel’in etrafında beğeni baloncukları dolaşırdı, çünkü herkes onu hayranlıkla izlemişti.
Etrafındaki kalabalık yavaş yavaş dağılırken bağdaş kurup denize doğru bakmaya başladı. Hoparlöre bağladığı telefonundan yeni bir müzik açtı. Bu sefer müziğin sözleri de vardı. Sırtında kuruyan teri hafif esen rüzgâr ile içini titretti. Ama bu üşümek bile ona iyi gelmişti. Tam ardındaki banka doğru uzanıp kapüşonlusunu alacaktı ki omuzlarına konulan siyah bir hırka ile hırkanın sahibine baktı. Bunun için kafasını yukarı doğru kaldırması gerekmişti. Bu sima hiç tanıdık değildi. Ama nezaketinden ötürü kibarlık gösterme ihtiyacı hissetmişti.
“Teşekkür ederim.”
Başında dikilen çocuğu hiç incelemeden omuzlarındaki hırkayı düzeltip tekrar önüne döndü. Çocuk onu terslemesinden çekinmişti ama beklediği gibi tepki ile karşılaşmamıştı. “Oturabilir miyim?” diye sordu. Hazel cevap vermeden usulca başını salladı.
“Güzel şarkıymış.”
Hemen yanına oturan çocuğu incelemek istiyordu. Ama gözlerini denizden, Güneş’in batışından da alamıyordu. Çocuğun kurduğu kısa cümle ile çalan müziği hatırladı. Sözlerine dikkat bile etmediği şarkıyı dinlemeye başladı.
“Herkes başka bir şeyden kaçırmış kendini. Bazen yaşlı gözlerle kabullenmiş gerçekleri. Bazen memnun gibi…”
Hazel’e çok anlamlı gelen şarkı sözleri yanında oturan genç çocuğa da çok anlamlı gelmişti. Elini Hazel’e doğru uzattı. “Ben Aksel.” Hazel nihayet gözlerini denizden çekip çocuğun yüzüne baktı. Uzattığı elini fark etti ve çok bekletmeden elini sıktı. “Hazel.” dedi ses tonunu sabit tutmaya çalışarak. Aksel’in saçları kaşlarının üzerine dökülüyordu. Tatlı bir kahverengiydi. Gözlerine güneşin batışı vuruyordu. Bu yüzden mi yoksa gerçekten gözleri turuncu muydu anlayamamıştı Hazel. Kızıl bir tondu şu an gözleri… Hâlbuki Aksel’in gözleri elaydı. Güneşin batışıyla birleşen ela hareler Hazel’i şaşkına uğratacak derecede etkilemişti.
“Memnun oldum Hazel.”
Aksel duraksamıştı. Acaba Hazal mı demek istemişti diye düşündü bir an için. Ama Hazel o kadar güzel bir tonda telaffuz etmişti ki ismini, Aksel emindi duyduğu kelimeye.
Hazel gülümsedi. Elini usulca Aksel’in elinden çekti. Tekrar denize doğru döndü.
“Artık çok uzaklaştım.
En çokta kendimden, evden, senden,
Göçmen kuşlar gibi...”
Şarkı aralarında bir sözleşmeyi imzalıyor gibi devam ederken yanındaki bu tanımadığı kişiden hiç rahatsızlık duymamıştı. Hatta arkasındaki kameranın onları videoya çektiğini bile unutmuştu… Omuzlarını örten hırkadan tok bir erkek parfümü kokusu geliyordu.
“Beni kovabileceğinden korktum.” dedi Aksel. Normalde rahat bir yapısı olmasına rağmen şu an çok gerilmişti.
“Beni rahatsız etmiyorsun. Kovmamı gerektirecek bir konu göremiyorum.”
Aslında azıcık sessiz olabilirdi, evet sesi güzel geliyordu ama şu an tek istediği Güneş batana kadar denizi izlemekti.
“Hayatımın aşkını bulmuş olabilirim şu an.” diye mırıldandı Aksel. Hazel’in onu duymadığını düşünerek söylemişti ama Hazel onu duymuştu ve dudaklarını birbirine bastırarak gülüşünü gizlemeye çalışmıştı. Bağdaş kurduğu bacaklarını düzeltti ve dizlerini birleştirip kollarını dizlerine yasladı. Başını da kollarına doğru yatırıp Aksel’i izlemeye başladı.
“Güneş gözlerini ismime dönüştürüyor.” dedi az önceki cümleyi duymamazlıktan gelerek. Aksel iki saniye kadar Hazel’in kurduğu cümleyi düşündü.
Güneş gözlerini ismime dönüştürüyor… Aksel kaşlarını kaldırdı. “Hazel’in ilk anlamı, açık kestane rengi ve ela demek.” diye açıkladı kız kendi ismini.
Aksel bunu duyunca tüm gerginliği gitmişti. Hazel’in onunla rahatça iletişim kurması onu rahatlatmıştı. “Peki, ikinci anlamı ne?” diye sordu.
Hazel pozisyonunu bozmadan Aksel’i izlemeye devam etti. Çenesi kemikliydi. Yanaklarının hareketinden dişlerini sıktığı, ya da gıcırdattığı belli oluyordu.
“Sevilen, işaret bırakan kadın demek.”
Aksel bu ismin ona ne kadar çok yakıştığını düşündü. Hayran kalmıştı bu kıza. Hem de sadece on dakikalık bir zaman diliminde.
“Hani kitaplarda kız ve erkek üniversite koridorunda çarpışarak tanışıyorlar ya, belki de rastgele numara sallayıp mesajlaşarak oluyordur bu tanışma, ya da yeni bir yere taşınarak falan… Ya öyle, ya böyle, ya şöyle bir şekilde tanışıyorlar işte. Biz onlardan olmasak. Bizim tanışmamız böyle sıradan olsa olur mu? Sen sahilde böyle otururken ben senin yanına geldim. Aşk hikâyemiz böyle başladı. Ne ben kötü çocuğum ne sen saf kızsın. Ne ben egoluyum, ne de sen hırçınsın. Geldim. Girdim hayatına. Başladı sıradan aşkımız. Ne sen bana diklendin ne de ben seni zorladım. Böyle sıradan başlasa..."
Hazel, Aksel’in soluksuz ama heyecanla kurduğu cümleleri sindirmeye çalışırken az önceden beri tekrar tekrar çalan şarkının sözleri devam ediyordu.
Çok geç kaldığım halde
Solmuş resimlerde,
Kaç yıl geçmiş, hala güzel durur.
Küçükken çok inanmıştım
Eğer çok istersen, her şey mümkün. İnanmak zor değil.
Hikâyem senle başlardı senle devam etsin.
Beni sen inandır…