bc

Nöbet Yerim: Kalbin

book_age18+
1.9K
TAKİP ET
19.9K
OKU
HE
friends to lovers
arrogant
bxg
soldier
war
musclebear
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Zorunlu bir tayin.

Unutulmak istenen bir geçmiş.

Ve nefret ettiği üniformalarla yeniden yüzleşmek zorunda kalan genç bir kadın…

Büge Demirağ, hayatı boyunca kaçtığı dağlara geri dönmek zorunda kalınca, geçmişin gölgeleri yeniden canlanır.

Ama bu kez yalnız değildir…

Ve bu dağda sadece anılar değil, gerçek savaşlar da vardır.

Pars Timur,

O, sınırda doğmuş bir askerdi.

Dağlara gözünü açtı, susarak büyüdü.

Sevmek lükstü onun için. Güvenmek, neredeyse ihanetti.

İtaat etmediği tek şey, kalbinde bir türlü susturamadığı sesti.

Pars Yüzbaşı, kaybettiklerini görevle unuttu.

Kendi hikâyesini silip, başkalarının hayatını kurtarmaya adadı.

Ve bu iki insan en olmadık zamanda yolları kesişir...

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
Güneykavak
Lanet olsun! Elif yatağın üstünde oturmuş, patates cipsini ağzına atıyordu. “Ne oldu gene? Sistemi mi çöktürdün?” Bakışlarımı ekrandan çekemedim. "Tayin yerim belli olmuş." dedim üzgünce “Oo… Neresi?” diye sordu. Sanki çok normal bir şeymiş gibi. Dilimden kelimeler zorla çıktı. “Güneykavak.” Elif cips çiğnemeyi bıraktı. “Güney… ne?” “Hakkari'nin bir ilçesi. Dağın dibi.” Bir süre sessizlik oldu. Sadece odadaki masa saatinin tıkırtısı duyuluyordu. Elif de moralimin bozukluğunu anlamış olacak ki bana moral vermeye başlamıştı. "Kuzum benim, ilk atamalar zorunlu bir hizmet. Herkesin başına geliyor. Hem iki yıl ne ki göz açıp kapayıncaya kadar geçer." "Evet ama orası benim için bir cehennem." Orası çocukluğumun cehennemi! “Elbet döneceksin,” dedi Elif. “Zaten doktorlukta her şey böyle başlıyor. Biraz zorlu geçecek ama bu da geçecek.” Gülümsemeye çalıştım ama başaramadım. Hiç söz moralimi yükseltemezdi şuan. "Büge belki de ihtiyacın olan tam olarak budur. Gürültülü şehir hayatından uzaklaşmak sana iyi gelecek. Kendine gelirsin hem." Kendime mi gelmek? Ben kendimi hiç kaybetmedim ki. O topraklara tekrar adım atacağımı nereden bilebilirdim. Binlerce kez lanet olsun. Böyle bir şeye hazır değildim. Hem de hiç hazır değilim. Elif yanıma gelip sıkıca sarıldı. "Bak... ben buradayım. Ne zaman ihtiyaç duyarsan sadece bir mesaj uzağındayım. Hadi, içinden geçen her şeyi anlat bana kuzum." Konuşamadım... boğazımda ki düğüm buna izin vermiyordu. Sadece Elif'e sarıldım, içimdeki acıyı kimse bilmesin istedim. Ama ben biliyordum. Babam o dağda şehit olmuştu. Ama benim için çoktan ölmüştü zaten. Babamın görev aşkı, annemin hastalığından hep daha önemliydi. Annem ben on yaşımdayken kanserdi. Babamın tek yaptığı arada arayıp güçlü olun demesiydi. İlerleyen zamanlarda annemin bedeni kansere daha fazla dayanamadı. Babam kendi karısının cenazesine bile gelmemişti. Babamın tek önceliği, ona verilen görevlerdi. Oysa ben on iki yaşımda annemi kendi ellerimle toprağa verdim. Yanımda ne bir anne, ne bir baba... sadece ıslak bir mendil, titreyen ellerim vardı. Aradan bir hafta sonra babamın geldiğini hatırlıyorum. Öncesinde bana sarılmasını bekledim ama o, tüm eşyalarımı toparlayıp beni görev yerine götürmüştü. Ben orada büyümedim aslında, orada çocukluğumu kaybettim. O üssün soğuk duvarlarında ne oyuncak vardı, ne bir masal. Geceleri silah sesleriyle uyandım, sabahları içtima sesiyle kalktım. Babam beni hiç çocuk gibi sevmedi. Benden hep güçlü olmamı bekledi. Ağlamam ve yorulmam yasaktı. Her duyguma zayıflık dedi. Sevilmeyi hak etmek için sert olmam gerektiğini düşündüm. Ve sanırım zamanla buna gerçekten inandım. Babamın beni öldürdüğü o dağlara, şimdi geri dönmek zorundaydım. Gerçekten geçmişinle yüzleşmeye hazır değilim. " Evet, sadece iki yıl. Ama en çok seni özleyeceğim Elif." deyip yalandan yüzüme bir tebessüm yerleştirdim. “Ben de seni Büge.” Yutkundu. “Ama seni böyle ağlayacak kıvama getiren herkese lanet ediyorum. Sen ağlayınca ben çok üzülüyorum." Ne kadar tebessüm etsem de gözlerim de ki hüznü görüyordu. “En çok senin sesini arayacağım orada. Kriz anında senin bana ‘kızım sakin ol’ deyişini. Hatta bana sinir krizi geçirten o meşhur umursamazlığını bile,” Burnum akmaya başlamıştı bile. "Hey! daha gitmeden böyleysen," Ellerini heyecanla çırptı. Duygusal anlardan çabuk sıyrılan bir karakteri vardı. "İçelim bu gece, dağıtalım her yeri. Sonra da seni Güneykavak mıydı? Çam mıydı neydi...işte o yere yollayalım." Bir kahkaha patlattım. Ama gerçekten güldüğüm için değil, içimdeki acıyı gizlemek için. *** Terminal kalabalıktı ama sesler boğuktu. İnsanlar konuşuyor ama duymuyordum. Sanki dünyayla arama cam çekilmişti. Elif valizimi yere bırakıp doğruldu. “Kabanını valizin en üstüne koyduğundan emin misin?” diye üçüncü kez sordu. “Gündüz hava sıcak olacak diyorlar.” Hiç istemesem bile oturup hava durumuna kadar bakmıştım. Zaten istemediğim şeylere çok çabuk ayak uydururdum. Şuan olduğu gibi... “Evet, ama sabahları ayaz. Akşamları da buz gibi. Senin inadına güven olmaz, bak sonra hasta olursun.” Elif de benim gibi araştırmış olmalı. “Olursam senin kulağını çınlatırım.” “Bana değil, kaderine say. Gitmeyi sen seçmedin ama yaşayacaklarını sen yöneteceksin.” Arada filozofa bağlaması yok mu? “Biliyor musun,” dedim valize bakarken, “Sen dünyanın en iyi arkadaşısın. Lütfen ben yokken eve erkek atma. Evimi pis işlerine alet etmeni istemiyorum." Gözlerinde ki ifade ben daha gider gitmez hemen birini atacağım diye bağırıyordu. “Sen rahat ol, evin emin ellerde. Bu konuda bana güvenebilirsin." Ona asla güvenmiyorum! “Şu an içim çok rahatladı gerçekten.” Hiç rahatlamadı! Elif omuz silkti. “Aklın burada hiç kalmasın. Güzelce git görevine başla.” Hiç gitmek istemiyorum ama sadece başımı salladım. Otobüsün kapısı yavaşça açıldı. Yolcular sırayla valizlerini alıyordu ama benim ayaklarım bir türlü kıpırdamadı. Elif’e döndüm. Sıkıca sarıldım, sanki bir daha onu göremeyecekmişim gibi. Sonra geri çekildi, göz kırptı. “Ve lütfen… orada yakışıklı bir asker bulmayı aklına not et." Gözlerimi devirdim. “Elif… askerlerden nefret ediyorum.” Bu yalan değil, askerlerden gerçekten nefret ediyorum! “Elbet biri bu yargını yerle bir eder.” dediğinde buna hiç ihtimal vermiyordum. Hiç bir asker bu yargımı yıkamaz. “Ancak başıma bomba düşerse olabilir.” diyerek bu konuyu artık kapatmasını istiyordum. “Olmaz deme. Bu hayat bana çok şey öğretti Büge. En çok da nefret ettiklerimizden sınanmayı." "Sus kız! ağzından yel alsın!" diye çıkmıştım. “Sadece iki yıl. Ama olur da dönmezsen, ben gelir alırım seni. Hem de çatışarak.” Daha tokat atmayı bile beceremiyorken çatışmak... Bu kızı hiçbir zaman anlatmayacağım. “Şiddet çözüm değil Elif.” dedim onu kınarcasına. Bana şaşkın gözlerle bakarken, "bunu sen mi söylüyorsun, Büge..." o an ikimizde gülmeye başladık. Ben ne söylüyorum ya, gerektiğinde şiddet tam olarak çözümün kendisiydi. Sonra valizimi aldığım gibi otobüse bindim. Otobüs hareket ettiğinde saat 19.45’ti. Ankara’dan yola çıkan araç, tahminen sabaha karşı 06.00 gibi Van sınırına ulaşacaktı. Sonrasında da birkaç saatlik dağ yolculuğu olacaktı. En iyi ihtimalle, görev yerime öğlen saatlerinde varacaktım. Yol çok uzundu. Ama benim için asıl zor olan, varacağım yerdi. Göz kapaklarım ağırlaşırken başımı cama yasladım. Uyumak istiyordum. Her şeyi geçici olarak da olsa unutturacak bir uykuya ihtiyacım vardı. *** Otobüs sert bir frenle durdu. Başımı camdan çekip doğruldum. Yolun ortasında farlara yakalanmış beş altı asker duruyordu. Silahları ellerindeydi. İkisi otobüs şoförüne doğru yaklaşıyordu. Gün tam ağarmamıştı.Sabah olmasına sadece bir kaç saat vardı. Şoför kapıyı açtı. “Buyurun komutanım,” dedi. Sesi hafif titriyordu. Asker kıyafetli adamlardan biri içeri adım attı. Gözleri yavaşça otobüsün içini taradı. Ardından kısa ve sert bir sesle konuşmaya başladı. “Kimlik kontrolü. Herkes hazır tutsun.” İnsanlar homurdanarak cüzdanlarına uzandı. Yanımdaki yaşlı teyze, çantasının içini karıştırırken elleri titriyordu. Ben de çantamdan kimliğimi çıkardım. Adam sırayla koltukları geziyordu. Arada bir duruyor, kimliğe uzun uzun bakıyor, bir şeyler mırıldanıyordu. Sıra bana geldiğinde, göz göze geldik. Sert bakıyordu ama içinde bir şey yoktu... bir asker bakışı gibi değildi. Bir askerin bakışını nerede görsem tanırım. Ama bu bakışlar, soğuk ve boş... Kimliğimi uzattım. “Büge Demirağ. Doktorum. Güneykavak Sağlık Ocağı’na atandım.” diyerek kısa bir açıklama yaptım. Adam kimliğimi aldığında uzun süre baktı. Ve başka birine seslendi. “Doktor!” Niye bağırıyorsun? Hayatında İlk kez mi doktor görüyorsun? Arka kapıdan içeri bir diğeri bindi. O da üniformalıydı ama yüzünde pis bir sırıtış vardı. “İniyorsun,” dedi. “Seni komutan görmek istiyor.” Komutan bir doktoru neden görmek istesin? Kaşlarımı çattım. “Ne alaka? Neden sadece ben?” Adam hiç cevap vermedi. Silahını hafifçe kaldırdı. “Sorgu var. Güvenlik gereği.” Bir şey ters gidiyordu. Gerçek asker böyle konuşmazdı. Şoför korkuyla ayağa kalktı. “Komutanım bu... yani kızcağız doktor. Göreve gidiyor.” Sesi korkudan titriyordu. “Sen otur!” diye bağırdı arka kapıdaki. Tüm otobüs susmuştu. Kalp atışlarımı kulaklarımda duyuyordum. Yanıma bir adam daha geldi. Kaba bir şekilde kolumdan tuttu. “İn!” “Elinizi çekin! Kendim inebilirim!” Sesim öncekine göre yüksek çıkmıştı. Diğer yolcular gözlerini kaçırıyordu. Korkudan kimse müdahale etmiyordu. Beni çekiştirerek aşağı indirdiler. Ayaklarım yola bastığında, gözüm gerçek askeri araçları aradı ama hiçbir işaret yoktu. Dağ başıydı burası. Ve bu adamlar... asker değildi. Ben anlamıştım ama... artık çok geçti. Bu lanet şehir ilk saatten hayatıma yeniden zindan olmak için ilk adımı atmıştı. Ve her şey yeni başlıyordu. Yanımda yürüyen adamlardan biri, arka koltuklardan fırlamak isteyen genç bir yolcunun tam göğsüne silahını dayayıp tetiği çekti. Otobüsün içi bir anda çığlıklarla doldu. Kadınlar bağırdı, bazıları koltukların altına eğildi. Genç adam kanlar içinde yere yığıldı. O genç adam beni korumak istemişti. Kaçmak istedim ama arkamdan biri daha kolumdan kavradı. “Pars’a selam söyleyin!” diye bağırdı adam. Pars mı? "Sırtlanın selamı var deyin, o anlar." Sesi tok, ama içine pis bir zafer duygusu saklanmıştı. Sonra bana döndü, kolumdan daha sert çekti. “Yürü lan, sıra sende!” “N’olur! Bırakın beni! Ben sadece doktorum!” diye panikle yakarışlar sergiledim. Beni asfalt yoldan taşlı bir patikaya doğru çekmeye başladılar. Ayaklarım sürüklendi, çakıllar dizime battı. “Yapmayın! Ben zararsız bir doktorum...” Ama beni hiç duymuyorlardı. Otobüsteki herkes hâlâ donmuş gibiydi. Korkudan kimse kıpırdayamıyordu. Arkamdaki adam iğrenç bir kahkahayla yaklaştı kulağıma. “Sakin ol güzelim… Biz dağda doktor da severiz. Ellerine iş çıkaracağız senin.” Sesinde ki imayı anlamamak imkansızdı. "Siz... hayvan olamayacak kadar igrençsiniz!" kelimeler ağzımdan iğrentiyle doküldü. Adam güldü. “Hayvan mı? Aslanız biz aslan. Dağın kralı! Sen de bizim mağaramızda kalacaksın biraz. Hem sıcak olur, hem kalabalık.” Yüzümdeki tiksinti, dizlerimdeki titreme, midemdeki kusma hissiyle karıştı. Karanlığa doğru çekiliyordum. Daha ilk dakikadan beni yine şasırtmadın! Lanet olsun sana Hakkari!

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
522.8K
bc

AŞKLA BERDEL

read
79.1K
bc

HÜKÜM

read
224.1K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook