bc

Torbacı

book_age12+
22
TAKİP ET
1K
OKU
adventure
BE
HE
drama
tragedy
heavy
serious
crime
spiritual
Neglected
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Geçimini sağlamak için başladığı uyuşturucu işinde işin kazancına, tanıştığı insanların büyüsüne ve çeşitliliğine kapılan Uğur'un; ümitsizce yaşaması ve umutsuz bir aşka kapılması anlatılıyor.

Yaşadığı kaza hataya, o hata bir suça dönüşürken; bu duruma müdahale edemeyen Uğur, her şeyin bir anda değişmesi üzerine bir belirsizliğe düşüyor.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
Uğur
Uyandığında çoktan güneş doğmuştu. Oda sıcaklığı ve nemden burnuna kekremsi kokular geliyordu, bu koku gittikçe yükselen bir sesi taklit edercesine adım adım O'nu uykusundan uzaklaştırıyordu. Uyku ve uyanıklık arasında mücadele ederken, kısık gözleri perde arasından gelen güneş ışıklarıyla tamamen kapandı. Sarı ışıklar sızıyordu kirpiklerinden karanlık dünyasına. Bedeni olduğundan çok daha ağırdı sanki. Sabaha kadar hiç kıpırdamadan uyuduğundan olsa gerek, kaskatı kesilmişti. Uyanmıyor adeta acı çekiyordu. Bedenini bıçakla sıyırıyorlardı uykudan. Soluk alış verişleri her şeyden bıkmış gibi derin ve uzun aralıklı…  Tekrar araladı mahmur gözlerini, tavana doğru baktı. Gece üzerine düşecekmiş gibi duran tavan bugün bir hayli yüksekti, tebessüm etti. Bir müddet daha bakındıktan sonra yavaş yavaş doğruldu ve ağır aksak adımlarla mutfağa doğru yöneldi. Uzun zamandır darmadağındı mutfağı, dev bir çöplüğü andırıyordu. Küflü yiyeceklerin arasında bulduğu bayat üç beş krakeri ağzına attı. Daha sonra tekrar yattığı odaya döndü. Usulca bağdaş kurup yatağın üzerinde bir tane sigara yaktı. İçini kömür gibi yapan bu keskin kokuyla güne başlamak neredeyse vazgeçemediği ritüeli olmuştu. Sigara dumanı güneş ışıklarıyla karışıp oda içinde dans ederek yükselirken, gözleri evin dağınıklığına takıldı. Bu Mükerrer pisliğin içinde oluşu gönlünü evden iyiden iyiye soğutmuştu.  Kaç kere düşünmüştü taşınmayı, parası da vardı. Ama bir türlü o çabayı gösterememişti. İnsan böyleydi işte, küçük şeylerden büyük mutluluklar çıkacağını düşünmezdi. Küçük varsaydıkların, büyükler tarafından hep dövülür geriye itilirdi. Zaten bu aralar mutlu olmakla mutsuz olmak arasındaki farkı dahi unutmuştu. İlk insan gibi sadece gerekenleri yapıyor, asgari düzeyde ezbere bildiği şeylerle koskoca hayatı idame ediyordu. Oturduğu yerden hafifçe uzandı ve pencereyi aralayıp sokağa baktı. Hayatının hangi dönemecine ait olduğunu bilmeden yaşadığı bu sokakta, kimseyi tanımıyor, kimseyle ilgilenmiyordu. Benimseyemiyordu bir türlü sahip oldukları şeyleri. ’’Sahiplenmek nerden başlardı acaba sokaktan mı evden mi?’’ diye geçirdi içinden. Sokak mı olmalı ilk hedef ev mi? Ruhunun derinliklerinde kendi miadını çoktan doldurmuş olan evden alelacele çıkmak galiba en iyisiydi. Çünkü düşündükçe, sigarası bitmeyecek, üstüne sabahtan bira açılacak, bir günü bütünüyle kapsayan ruhsal çöküşle diğer bir güne geçiş yapılacaktı. Hem bugün Cumartesi, en yoğun günüydü. Sigarasını söndürüp lavaboya gitti. Elini yüzünü yıkadı, hala vakit var dercesine aynada ne kadar yaşlandığına baktı. Odasına geçip hızlıca giysilerini giydi. Bir adımda kapı önündeydi. Yatağın köşesinde oturmuş elinde sigarasıyla, çoktan bir bira açmış, düşünmeye ihtiyacı her halinden belli olan diğer Uğur’ u odaya terk edip kapıyı kapattı. En zoruda buydu; bir bedende yaşayan iki farklı karakteri taşımak... Gittiği ortama göre karakterin birini geride bırakmak zorunda hissetme. Götüremediği ikinci karakterinin yokluğu bedeninde bir boşlukmuş gibi geliyordu, denge bozan, aerodinamiği bozan bir boşluk. Merdivenlerden üçer beşer indi. Hızlıca köşeyi döndü ve İstiklal caddesine doğru yürümeye başladı. Yaklaştıkça sesler büyüyor, karışacağı kalabalığı sokağın sonundan görüyordu. Günün her anında her saniyesinde olan sadece bu kalabalık dahi insanı mutsuz etmeye yetmez miydi? Acaba herkes en az kendi kadar mutsuz, kendi kadar uyumsuz muydu hayata karşı. Tek çıkar yolu kabullenmek bu acıyı çekmekti galiba, çoğu zaman sebepsiz yere debelenen bir kurbağanın süt kazanında ki çaresiz hali gibi… Her birimiz çırpınsakta süt bir türlü mayalanmıyor, aksine hepimiz yavaş yavaş boğuluyorduk. Bu arada saati üçe yaklaşıyordu. Zeynep birazdan işten çıkacaktı. Tünele doğru etrafına bakınarak seri halde yürüyor, ara sıra gözleri tanıdık simalara takılıyordu. Bazılarını gözleriyle selamlarken, bazılarıyla hiç karşılaşmamış gibiydi. Samimiyet derecesi dedikleri buydu işte. Bazılarının sadece göz kırptığı insanlar olursunuz, bazılarına sadece el sallayan. Güneşin sararttığı yollardan, Zeynep’in çalıştığı mağazaya geldi. Sokağın tam karşısına geçti, her gün ruhundan bir parça bıraktığı kuytuya, sırtını duvara yasladı. Bir sigara yaktı ardından ve mağazanın dış kapısına dikti gözlerini. Birazdan O çıkacaktı. O çıkacak ve zamanı durduracaktı. Tüm caddede bir anda hiç bir şey hareket etmeyecek, sadece bastığı yeri dünyanın merkezi yaparak caddeyi adımlayacaktı. Bu her gün için tarihi bir andı. Aslında yanına gidip bir ‘’merhaba’’ da diyebilirdi. Beraber bir iki adım atacak samimiyetleri oluşmuştu. Ama bu tüm büyüyü bozmak olurdu. Bu aşkın tek kuralı gizlilik esasıydı. Fark etmeden yanında olmak, fark etmeden görmek, hiç umulmadık yerlerde bir anda aklına gelmek ve sonunda farkında olmadan hayatının baş köşesine oturtmak. Zeynep’in bunların hiç birinden haberi yoktu. Şu ana kadar her şey bu esaslarla ayakta kalabilmişti. Bir ‘’merhaba’’ ile aylarca inşa ettiği duvarı yıkmak istemiyordu..   Zeynep yavaş yavaş mağaza kapısında görünmeye başladı. O dakikalar Uğur’un aklı çıkacak gibi oluyordu. Hayatı boyu tüm okuyup öğrendikleri, küçük bir çocukken kalbinde filizlenen sevgi tohumu; sanki bu anı anlamlandırmak için vardı... Zeynep iş arkadaşlarına son bir kaç şey daha söyleyip arkasını döndü ve mağaza çıkışına doğru yürümeye başladı…   ‘’Hani sen o son basamaklardan benim dünyama indin ya… Benimle aynı toprağa bastın, aynı sokağa ait gibi olduk ya senle… İşte ben yürüyesin diye tüm yolları güneşle cilaladım, kamaşmasın diye gözlerin binaları gökyüzüne kadar uzattım. Matemin içinde ki mutluluğu bulabilmen için, sen uyurken bütün gece yürüyeceğin yollara gökyüzünden büyük gözlü oyuncaklar attım. Rengarenkti hepsi, aynı senin ruhun gibi. Keşke herkese gösterebilseydim tüm kainatı bir anda nasıl durdurduğunu…. Gözlerinin baktığı yeri aydınlattığını… Tüm hastalara şifa bir İsa'nın elinde bir de şu kızın gözlerinde diyebilseydim … Sevgiden öte dava gördüğüm, kurduğu dine şehadet getirdiğim... Sırtına bakıp gözlerini gördüğüm… Tüm caddeyi imzasını atar gibi adımlayan... Sen şimdi yürüyorsun ya önümde, bir nehrin denizi takip etmesi gibi geliyorum peşinden (izliyorum seni)… Bir gün bu uzaktan el sallamalar yerine,  atlayıp ölene kadar yüzeceğim denizinde… Sonra ölüme bırakıp kendimi vuracağım sahiline… O zaman al beni yakacağın odun yap… Yiyeceğin ekmek belki… Cuma’n belki…’’ ’’Bu sakinliği Tanrı hediye mi etti sana? Korkusuz, emin yürüyüşün, asaletinden mi gözlerinin? Teninin renginden mi hayata karşı böylesine uyumun… Ellerin dokunduğu her şeyi kölesi yaparken ve sen miras gibi hakkederken tüm kainatın en güzel yanlarını... As beni doğru bildiklerinle, hayata karşı kurduğun cümlelerle, kır kolumu kanadımı köprüler inşaat et geleceğine... Sen yürü üzerimden; ateşlerden emin, sırattan geçer gibi... Kazanmak için hayata verdiğin taviz, zamana karşı yenilen tarafın, geçmişe gömdüğün sahipsiz bir fikir mezarlığının en feci şekilde öldürülen şehidi  gibi anlamlandır beni… kendi hayatımın içinde dahi; söyle; yeni doğan bir bebeğin aldığı nefes olabilirsem affedilir mi tüm günahlarım…saçlarına dokunursam kutsanır mıyım? Minibüs duraklarına yaklaşıyorlardı yavaş yavaş ve artık veda etme zamanı gelmişti. Saklı olanın gizli kalması için, bu mutluluğu daimi yaşamak için burada bitmesi gerekliydi. Her günün en güzel anı, yine ayrılıkla bitiyordu. Kısacık bir yola adanmış bir aşktı bu. Uğur yavaşladı, biraz daha, biraz daha. Durup elleri cebinde seyretti sonra, tüm dünyanın eskisi gibi olmasını, renklerin birer birer solmasını. Kalbine atılan neşterin sesini duydu bir kez daha. ‘’Kanatların varken neden yürüyorsun ki’’ diyebildi. Sustu, acı çekmek hiç bu kadar kutsal olmamıştı… Bu arada telefonu çalıyordu. Bu gidişin müziği bu olmamalı diye geçirdi içinden. Yavaş hareketlerle baktı telefonuna, arayan Özlem’di.

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

KAKTÜS| Texting

read
3.4K
bc

TYLER (Cherry 2)

read
6.0K
bc

KIRIK ANILAR MAHZENİ

read
4.1K
bc

Çobanaldatan

read
2.1K
bc

Yasak Sevda

read
85.2K
bc

Zor Ajanlar

read
1.5K
bc

PRENSİN KORUMASI

read
13.0K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook