EMARELERİM PARTII

2751 Kelimeler
** “Ondan nefret ettiğini sanıyordum?” diye sorduğunda elindeki sigarayı küllüğe bıraktı. Dikkatle yüzünü incelediğinde eskisinden daha yorgun görünüyordu. Sanki ruhunu emmişler gibiydi. Nefes’i böyle görmeyi beklemiyordu açıkçası. Daha güçlü görür zannediyordu. “Ediyorum.” “Düğününe gelmişsin?” Nefes’in sakinliği korkutucu derecede daha da tehlikeli hal almıştı. Hiç iyi değildi. “Sen de gelmişsin?” dedi imayla kaşlarını havaya doğru kaldırırken. Arkasına rahatlıkla yaslandığında saat on ikiyi geçmişti. “Gelmeye mecburdum diyelim ama senin nedenini bilmiyorum tabi?” “Salih Bey?” “Bana artık amca desen kafi.” Nefes ilk başta yüzüne ifadesizce baktı. Ardından onaylar başını salladı. “Peki…” deyip öne doğru eğildi. “Yüzleşmem gereken bir his vardı onunla yüzleştim diyelim? Yoksa ölse mezarına gideceğim biri bile değil.” “Her neyse bunu konuşarak tadımızı daha fazla kaçırmak istemiyorum. Yeterince gündem olmuşken hele ki.” Sıkıntıyla yerinde kıpırdadığında buraya gelmeyi özlememiş değildi. Ankara ondan abisini alsa bile… “Bir an sen de onu uzun uzun konuşacaksın diye korktum. Her neyse.” Deyip burun kıvırdı. “Dönmene sevinecek.” “Kim sevinecek…” demeye kalmadan kimden bahsettiğini anladığında kalbi özlemle doldu. Yeğenini çok özlemişti. “Sizin aranız nasıl?” diye sordu. Korkuyordu da araları düzelmezse diye… “Çok iyi şükür. Abla kardeşten öteyiz.” Bir bilse Uygar ile olduğunu bu kadar sakin kalabilir miydi acaba? Salih bu sözlerle derin bir şekilde rahatladı. İçine soğuk su serpilmişti resmen. “Bunu duyduğuma o kadar sevindim ki? Bir an iyice yalnız kalacak diye kahrolacaktım. Ben yanında kalmak isterdim ama bana da bazı şeyler çok ağır geldi. Vicdan azabı çekiyordum adeta.” “Anlıyorum amca. İnsana bazen her şey çok ağır gelir yanındakileri yalnız bırakmak zorunda kalır. Ama gönlün rahat olsun. Kardeşim en iyi yerde, benim yanımda… ablasının yanında.” “Yiğit abi söylemişti zamanında. Benim kızım hiçbir suçu günahı olmayan birine bedel ödetmez, günah keçisi yapmaz diye. Haklıymış. Senin yerinde başkası olsa kabullenmesi daha zor olurdu.” “Yiğit be- yani babam beni gerçekten bu kadar iyi tanıyor muydu?” çekingen bir edayla mırıldadığında bakışları masadaki küllüğü buldu. Parmaklarıyla oynamaya devam ederken cevabını duymaya korkuyordu istemsizce. “Tanımasa o vasiyeti anında yırtıp atmazdı.” Salih’in söyledikleriyle bakışları hızla gözlerini buldu. Parmaklarıyla oynamayı keserken yüzüne anlamsız bakışlar atmaya devam etti. Babası bir vasiyet mi bırakmıştı? Ne zaman neden bundan haberi yoktu? “Ne vasiyeti?” güçlükle yutkundu. “Biliyorsun, abim hep Kader’i affetmeni, onun suçsuz olduğunu sana anlatmaya çalıştı. Affetmeyeceğini anladığı an çabalamayı bıraktı. Çünkü sana yük olduğunu biliyordu. Biliyordu da yine de aranız iyi olsun istiyordu. Olmadı da… bir vasiyet yazdı o günden önce…” derince yutkundu. O günü hatırladıkça nefes alamıyordu. Nefes de aynı hisle daralırken devam etmesini bekledi. Boynu terlemişti. “Anneni… affetmeni isteyen bir vasiyet. Yazdığı an yırtıp attı. Kızdı kendine. Bunu hem kendine hem de kızına yapamayacağını anladı. Kendi çizginden çıktığını fark ettiğinde kendine kızmaya devam etti. Çünkü seni hiçbir şekilde zan altında bırakmazdı. Yük vermezdi sana, bile bile yapmazdı bunu. Senin çizgini, sınırını biliyordu. Seni öyle iyi tanıyordu ki, karşına bile çıkmaya cesaret edemediği anlar oldu. Affetmeyeceğini biliyordu ama…” “Affettim.” Dedi sözünü tamamlayarak. “Onun hiçbir suçu yoktu, affetmeyeceğimi bildiğimden çıkmadı karşıma ama affettim. Bu da çizgimi aştı. Belki de bu hayatta çizgimi aştığım anlar çok nadir oldu. Bunlardan biri de babamı affetmek oldu. Üstümde hiçbir yük yok fakat pişmanlık var. Daha önce ona baba demeli daha fazla vakit ayırmalıydım. Tek pişmanlığım bu.” Diğer pişmanlıklarını içinde gizlemiş, hatırlamak bile istemiyordu. “Daha fazla pişman olacağın şeyler yapma kızım. Neye geç kaldıysan ölümden önce yap onu. Yapmadığın pişmanlıktansa yaptıklarının pişmanlığı çek en azından denedim de kendine. Çabaladım, yaptım…” “Kalkalım mı?” diye sordu sözünü bölerek. Bedeni kaskatı kesilmişti. Pişmanlıklarını düşünecek zaman değildi. Salih ilk başta afallasa da kabul etti. Yerinden doğrulurken masada telefonun zili yankılandı. Nefes ayaklandığı sırada masasının üstünde ışığı yanıp sönen telefonu eline alıp aramayı cevapladı. “Efendim abi?” “Neredesin göremiyorum seni salonda?” demesiyle Nefes’in bakışları arkasını buldu. Gelmişti demek… Düşünceli bir edayla alnını ovaladığında “Arka taraftayım.” Diye cevapladığı an telefon yüzüne kapatıldı. Salih’e doğru dönüp “Uygar gelmiş?” dedi haber edercesine. “Seni yalnız bırakmış anlaşılan? Benim tanıdığım Uygar seni burada yalnız bırakmazdı?” sözlerinin altında yatan imayla sorgularcasına tek kaşını havaya kaldırırken Nefes sert ve soğuk bir ses tonla “Uygar’ın beni yalnız bıraktığını nereden çıkardın? Her bir sorunda birilerini yanımda olmasına ihtiyacım mı var oradan bakınca?” “Tamam hemen de savun abini. Tırnaklarını geri koy yerine. Bir şey demedim?” diyerek geri adım attığında ellerini havaya kaldırmıştı. “Deme amca deme!” “Canımın içi?” yanlarına ulaşan Uygar ilk önce Nefes’e doğru ilerlerken bakışları Salih’e değdi. Tek kaşını havaya doğru kaldırdığında burada olacağını beklemiyordu. Kardeşine sıkıca sarılınca Nefes de hemen kollarına sığınırken “Salih bey hoş geldiniz?” dedi anlamaya çalışarak. “Birinizde beni görünce şaşırmayın! Ülkeme geri dönemez miyim?” “Estağfurullah.” Dedi saygı içinde. “Ben sadece şaşırdım. Döneceğinizi bilmediğimden…” “Her neyse evlat. Beni yeğenime götürün.” Diyerek önden ilerlemeye başladığında Nefes gülmemeye çalışarak kollarından ayrıldı ve hemen arkasından takip ederken Uygar az önce ne olduğunu anlamayarak “Daha yeni geldim bismillah. Bir soluklansaydık?” diyerek adımlarına yetişti. “Evde soluklanırsın evlat. Ben yeğenimi istiyorum.” Deyip arkasına hızla döndüğünde Uygar’ın ve Nefes’in adımları savsaklandı. Uygar son anda dengesini korurken Salih gözlerini keskince Uygar’a dikmiş sert sert bakışlar atıyordu. “Yeğenimi görmem için izin alacak halim yok değil mi?” “Haşa! Elbette istediğiniz vakit görebilirsiniz, kim ne karışır.” Ah bil bilse Uygar’ın Ambra ile sevgili olduğunu… şu anki halinden beter ederdi. “Ben de öyle düşünmüştüm evlat.” Önüne döndü. Uygar, Nefes’in kulağına doğru fısıldadı. “Bu bizim tanıdığımız Salih bey, değil mi?” “Bizzat kendisi abicim. Hayırlı olsun bu arada?” dediğinde sinsice sırıttı. Uygar anlamayarak “Neden?” diye sordu. “Ambra ile senin arandaki ilişkiyi öğrendiği an topuğuna sıkacak da ondan.” “Bunun neresi hayırlı canımın içi? Basbayağı sakat kalacağım sen gelmiş bana hayırlı olsun diyorsun?” ayıplar gibi bir tavır takındığında önden yürümeye devam etti. “Şöyle ki abicim? Topuğuna tek sıkarsa yeğeniyle evlenebilirsin ama kafana sıkarsa…” “Çok güzel moral verdin canımın içi. Çok sağ ol ya içime su serptin resmen!” kinayeyle homurdanıp göz devirdiğinde Nefes tatlı tatlı sırıttı. “Vermezse kaçırırsın.” “Nefes!” “Hoş Ambra da Arasta gibi. Bir bakarsın o seni kaçırmış?” derken munzurca göz kırptı. Uygar sertçe gözlerine bakıp kaşlarını çattı. “Nefes sus canımın içi. Sus ve yürü.” “Salih amcayı üstüne salacağım. Böyle öyle bir bilenecek ki sana, kuduracaksın hatta.” “Senin içine Arasta mı kaçtı yine ha! Valla kızdırmayın beni, görürsünüz o zaman dalga geçmeyi.” “Benim içimde hep bir Arasta vardı ki? Sağ olsun çocukluğumdan beri beni aşıladı kendisi ile. Bundan sonra böyle. Kafam nereye eserse hesabı.” “Hım. Öyle mi canımın içi? Bunu duyduğuma sevindim açıkçası. Beni kızdıracak gibisin ama sen yeter ki gül, neşelen. Ona da katlanırız.” Deyip elini omzuna attı. Saçlarının ucuna öpücükler kondururken Salih’in sesi araya karıştı. “İki saat sizi bekliyorum. Yaşlı barklı insanı bekletmeye utanmıyor musunuz? Aç kapıyı hergele! Öne bineceğim.” ** “Salih bey o yol engebeli. Girersek zor çıkarız.” “Benden daha iyi mi bileceksin sen! O taraftan sür diyorsam o taraftan süreceksin. Benzinin çabuk bitecek diye mi cimrilik mi yapıyorsun sen evlat?” Salih amcanın sözleriyle ağzı açık kalırken şaşkınlık içinde yana doğru döndü. Pes dercesine bir soluk ciğerine bahşederken Nefes arka tarafta sesini çıkarmadan yol boyunca didişmelerini izleyedurmuştu. “Haşa Salih bey!” diyerek itiraz ederken gözbebekleri büyüdü. “Ben cimri insan değilim.” Diye de ekledi alınırcasına. Arkaya gözleri değdiğinde sinsi sinsi bıyık altından sırıtan Nefes’i baktığında gözlerini kısarak baktı. Hanımefendinin keyfine dem vurulmuyordu tabii. Burada cefasını çeken biri vardı ne de olsa. “İyi ben de cimri insanlardan hiç hazzetmem.” “Ben de mafya insanlardan.” Diye kısık bir şekilde mırıldandığında sesinde nefretlik akıyordu. Nefes bunu duymuş olacak ki hafifçe öksürürken sırası değil der gibiydi. “Ne fısıldıyorsun sen kendi kendine?” der demez ensesinden bir tokat yiyince refleksle eli kolunu buldu. Tam ters çevirecekken son anda ne yaptığını farkına varınca ağır ağır kolunu bıraktı. Bakışlarını kaçırıp yola bakmaya devam ederken hafifçe öksürdü. “Karargaha ne zaman dönelim onu soruyordum kendi kendime Salih bey?” Nefes sağ elini dudak ve yanağın arasına götürüp genişçe sırıtırken çenesini ağrımıştı sessiz sessiz gülümsemekten. “Sen yaşlı barklı insanla dalga geçmeye utanmıyor musun?” bir kere daha ensesinden tokat yiyecekti ki son anda kendini geriye çekerek kurtardı. Salih amcaya ne olmuştu böyle? Değişmiş gibiydi. “Salih amca sen onu boş ver. Patavatsız işte.” Yerinde doğrulup ciddi ifadesine dönerken önden sert bir bakış attı Uygar. “Patavatsız olduğu kadar saygısız da. İnsan bir elimi öper. Hoş geldin der kayın amcasına.” İstemsizce sözler dudaklarından dökülünce derince yutkunmuştu. “Hoş geldin demiştim ama…” “El de öpülür. Hani büyüklere hürmet?” Nefes “Salih amca sen biliyor muydun?” diye sorduğunda şaşkınlıktan çok sorar gibiydi tavrı. “Biliyorum tabii. Yeğenimle telefonda konuşmuyoruz da değiliz?” tek kaşını havaya doğru kaldırıp tepkisini zevk alırcasına izlerken arkasına daha çok yayıldı. “Sizin bu yaptığınız…” sinirle soludu Uygar. “Çok zevkli değil mi evlat? Sen yine de çok gevşeme. Benden kız almak hiç kolay olmayacak. Hadi sür eve yeğenimi özledim. “Ya sabır ya selamet.” “Salih amca, Uygar’dan daha iyisini bulamazsınız. Onu da söyleyeyim de hani…” yandan bir bakış atan Nefes, abisini hemen savunmaya alırken Salih amca arkadan Nefes’e omzu üstünde döndü. “Ben onu munu bilmem kızım. Göreceğiz hep birlikte.” “Kaçır Uygar, ben arkandayım.” Uygar’a hitaben sadece onun duyabileceği şekilde mırıldanırken gülmemeye çalıştı. Başını olumsuzca iki yana doğru salladığında arabanın içi kalan yol boyunca sessizliğe boğuldu. Evin bahçesine giriş yapar yapmaz Aytaç kapıyı açarken ilk önce Nefes inmişti. Hemen ardından Uygar ile Salih amca indiğinde “Hoş geldiniz.” Demişti Aytaç. Nefes başını sallayıp Salih amcanın önden ilerlemesini beklediği an koluna Uygar yapışıp gözleriyle konuştu. Endişesi anında ortaya çıkarken yanlarında Salih amca olduğundan bir türlü soramamıştı. “Bir daha yakınıma yaklaşacağını sanmıyorum. Bu ders ona yetti bence. Yani umarım.” Derken kendi içinde çelişiyordu. “Umarım yoksa sınırımı aşarım yine. Hadi gel dinlenmeye ihtiyacın var senin.” Deyip sarılarak ilerlemeye başladı. Kapı önünde dikilen Salih amca ise daha zile basmamıştı. Nefes’in de yaklaştığını görünce eli zili buldu. Çok geç olmasına rağmen ışıklar hala yanıyordu. “Geldim. İnsan neden anahtarını unutur ki? Dur Aslı hanım ben açarım.” İçerden Ambra’nın sesi duyulduğu gibi kapı açıldı ve karşısında ilk amcasına görür görmez çığlık atarken boynuna sıkıca sarıldı. “Amca!” “Yeğenim.” Diye bağrına basarak özlemle sarılışına karşılık verirken saçlarına buse kondurdu. Ambra birkaç saniye sonra amcasından ayrılırken bir kere daha atacakken Nefes anında uyardı. “Aden uyanacak.” “Kim geldi bu saatte? Nefes anahtarını mı unutmuş yine? Ne zaman unutmadı ki.” Arasta da yavaş hareketlerle yanlarına geldiğinde kapıda beklemekten sıkılıp içeriye geçti. Ardından Arasta’ya dönerken “Sen hala uyumadın mı?” diye sorduğunda sesinde hafif kızgınlık vardı. “Sence ben bu merakla uyuyabilir miyim?” “Uyumazsın.” Diye onayladı. Diğerleri de kapıda dikilmeyi kesip içeriye geçtiklerinde Uygar nihayet der gibi derin bir nefes çekti. Salona geçtiklerinde Ambra direkt amcasının yanına oturdu. Uygar, yanına oturmayışıyla homurdanırken Ambra söylenişini duymadı bile. Tek odağı özlediği amcasıydı. “Amca iyi ki geldin çok özlemişim seni? Gerçekten çok güzel bir sürpriz oldu.” “Bana emanet olan yeğenimi daha fazla yalnız bırakamazdım.” sesinde mahcupluk akıyordu. Nefes zorlukla yutkunurken amcasını ve kardeşini izlemeye devam etti. İçinden bir parça kopup gidiyor gibi hissetse de belli etmedi. Bakışlarını sonunda onlardan çekerken yerinde doğruldu. Onunla birlikte tüm bakışlar Nefes’i bulurken “Saat epey geç oldu. Sabah erkenden kalkacağım. Siz ne zaman isterseniz yatarsınız. Aslı hanım size odanızı göstersin.” Dedi ciddiyetle. Arasta da ayaklandığında onunla uykusu belli oluyordu gözlerinde. “Ben de uyusam iyi olur.” “Yardıma ihtiyacın var mı?” diye sorar sormaz ayaklanan Uygar bir abi edasıyla yaklaştı kardeşine.” “O kadar büyümedi daha karnım abi. Sağ ol yine de.” Deyip iki yanağından da öptü. Nefes ile yukarıya çıktıklarında ilk önce Arasta’nın odasına girdiler. Her ne kadar yardıma ihtiyacı olmasa da eşofmanlarını giymesine yardımcı oldu ve karnına bir öpücük kondurup gülümsedi. “İyi geceler güzelliklerim.” “Sana da bebeğim. Hadi git uyu sen de, çok yorgunsun.” Gözlerini kapatmıştı bile. Nefes üstünü ince pikeyle örtüp kızının yanına giderken yatağın diğer tarafına yorgunca kıvrılıp yattı. Şu an hiçbir şeyle ilgilenecek gücü kalmamıştı. Ne Salih amcayla ne de bir günü kalmış seçimle… ** Yanaklarına kondurulan öpücükler çoğalsa da uyanmayan Nefes, rahatsızca diğer tarafına dönerken elini yastıkla arasına sıkıştırdı. Bedeninin üzerinden yana doğru geçen gölgeyi yarı ayık bir şekilde fark etse de uykusunu bölmedi. Bu sefer de diğer yanağında temas hissedince yanağını kaşıdı. Bir oflama sesi duyuldu. Hemen ardından bir serzeniş. “Of anne ya! Uyan artık ne uykucu çıktın sen bu aralar?” yatakta oturur vaziyete gelip hüsranla ellerini gövdesinde birleştirdi. Saat öğle biri geçiyordu ve Nefes sabahtan beri uyuyakalmıştı. Ne yapsa etse kimse Uyandıramamıştı. Bir ara hareketsiz uzun bir süre öylece kaldığında endişe bile duymuşlardı. Bugün hafta sonuydu. “Hala mı uyuyor?” odaya giren teyzesiyle başını olumluca salladı. “Ne yaptıysak uyanmadı. Telefonları da susmadı. Al bak yine arıyorlar?” çalan telefonu eline alıp teyzesine uzattığında Arasta hemen elinden alıp kimin aradığına baktı. Ekranda gördüğü isimle gözleri büyürken telaşa kapıldı. Dudaklarını ısırdığı gibi hunlarca Nefes’i uyandırırken Aden ne yaptığına merak içinde izledi. Sarsılan bedeniyle yüz ifadesi ekşirken Arasta tiz bir çığlık attı. “Nefes kalk kalk ayıların kış uykusuna yattığı gibi zıbarman yeter. Uyan ve telefona bak. Seni Genel Kurul başkanı arıyor?” demesiyle yataktan nasıl kalktı anlayamadı. Saçlarını topladığı gibi “Ne?” dediğinde uykusu az da olsa açılsa da kendine gelmemişti. Arasta telaşını arttırdı. “Sabahtan beri telefonların susmuyor Nefes. Hiçbirini mi duymadın ya?” gözlerini ovalayıp dibine kadar yapışan telefonu eline ağır ağır aldı. Cevapsız çağrılara tıkladığında birçoğu Sibel’dendi diğeri ise Genel Kurul Başkanından. “Neden arıyorlar ki?” “Bilmem orasını da sen bil, bebeğim. Sonuçta seni arıyorlar.” Kinayeyle homurdandığında Aden yataktan indiği gibi annesinin karşısına geçti. “Anneciğim?” “Nihayet uyanabildin anne. Biraz daha uyanmasaydın kış uykusuna yattığını sanacaktım?” Nefes kızının hizasına eğilip öptüğünde “Kusura bakma annem çok uykusuzdum. Derin uyumuşum.” Derken kendini affettirmek istercesine göz kırpıştırdı. “Belli oluyor anneciğim. Öğle bire kadar yattığına göre?” imayla göz devirip sonradan endişesi ortaya dökülerek annesine sıkıca sarıldı. “Öpücüklerime karşılık bırakmazdın sen. Bir daha o kadar derin uyuma tamam mı anne. Çok korktum çünkü.” “Tamam annem benim, üzgünüm derin uyumam o kadar. Endişelenme tamam mı?” onaylaması ister gibi başını hafif salladığında başını salladı Aden. “Sen şimdi aşağıya in biz de geliyoruz.” “Geç kalma ama?” diye tembihlediğinde gülümsedi kocaman. “Kalmam.” Aden koşarak odadan ayrıldığı gibi telefona sarıldı. Arasta’nın Hala stres yaptığını fark edince gözleriyle uyardı. Telefon açıldığı gibi konuşmasına müsaade etmedi. “Nefes hanım Genel Kurul odasına bekliyorum sizi. Önemli.” Yüzüne telefonu kapattığında elinde telefon kalakaldı. “Ne dedi?” merakla gözlerini üzerine diken Arasta’ya “Hemen gelmeniz gerekiyor deyip kapattı.” Dedi anlamayarak. “Başka bir şey demedi mi?” “Hayır. Ben bir gideyim?” diyerek sakin hareketleri aceleye dönüştü. Üzerini değiştirip aşağıya indiklerinde herkes aşağıdaydı. Uygar, Nefes’i görür görmez ayaklandı. Şükür der gibi derin nefes alırken “Uyanmışsın sonunda?” dedi yanına yaklaşırken. “Neden uyandırmadınız beni?” azara çekerken kaşlarını çattı. “Denemedik sandın canımın içi. Mübarek kış uykusuna yatmışsın gibi…” Nefes kış kelimesini yine duyarak göz devirirken oyalanmayı kesti. “Ben çıkıyorum.” Diye haber verip ayakkabını giydi. “Nereye? Uyanır uyanmaz?” “Genel Kurul Başkanı çağırdı.” Nefes’in yerine cevap verirken “Neden?” dedi Uygar. “Bilmiyorum. Gidince öğreneceğim.” “İyi ben de geliyorum.” Uygar harekete geçiyordu ki Nefes itiraz etti. “Gidip geleceğim. Neden ayaklanıyorsunuz ki? Hep gittiğim yer.” “Genel Kurul Başkanı seni sürekli çağıracak biri değil ama.” Yine itiraz edeceğini anladığı an sertçe gözlerine baktı. İsteksizce onayladıktan sonra Arasta da onlara zar zor katılırken hep birlikte Meclise geçtiler. Genel Kurul Başkanı yazan odaya giren Nefes başına geleceklerinden habersiz kapıyı kapattı. Odada bulunan birkaç kişiyle yalnız kalırken Genel Kurul Başkanı konuşmaya başladı. “Görevinizi kötüye kullanma suçuyla buradasınız başkanım? Umarım bunun için savunmanız vardır?” sözleriyle kaskatı kesilen bedeni buz kesti. Zelzele gibi sarsıldığını hissederken nefesi şimdiden kesik kesik oldu. Kendinden bile sakladığı gerçek tekrar gün yüzüne çıkarken Nefes bu odadan kolay kolay çıkamayacağını çok iyi biliyordu. En önemlisiyse bunu nasıl öğrenmişleri olduğuydu.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE