EMARELERİM PART I

4370 Kelimeler
38. BÖLÜM: EMARELERİM ~Gözlerindeki emareler kalbe ulaştı. ~ 9 Mayıs 2009 Çok özür dilerim. Çok çok özür dilerim. Satırlara böyle başlamak istemezdim ama özür dilerim. Canım, yavrum... boğazım düğümleniyor, nefes alamıyorum. Mektuplarını okudukça ölmek için daha çok yalvarıyorum. Her saniye ölmeyi dilediğim bu hayatta yaşam mücadelesi vermek o kadar acı ki... Sen o nefret dolu satırları yazdıkça, benden umudunu kestikçe... Gözyaşları içine boğuluyorum, özür dilerim. Bebeğim seni bırakmak zorunda kaldığım için sana o acıları yaşattığım her saniye bana ceza olsun. Aldığım nefese kadar haram olsun ki bir daha rahat nefes alamayım. Bu senin bilmen kaçıncı ulaştıramadığın mektup ise benim de sana ulaştıramadığım sayısız mektuplardan bir tanesi. Benim küçük meleğim... biliyor musun bu satırları yazmaya bile utanıyorum çünkü seni kurtarmaya yetmiyor. Yine özür dilerim kızım. Anneler gününde kendimden nefret ettirdiğim için. Artık mektupların bile seni kurtaracağına inanmadığın için o güveni senden kopardığım için defalarca kez yeniden özür dilerim... Yazdığın her mektuba cevap yazacağım. Ne zaman sana ulaşır bilemem ama ulaştıracağım. Ümidini kestiğin her mektup için yapacağım bunu. Sana o ümidi geri vereceğim. İnanmadığı bir duyguya rağmen canı acır mıydı bir insanın? Kalbi ağrır mıydı yıllar önce hapsettiği duygusu özgür kaldığında? Aldığı nefesi haram olur muydu ya da kalbindeki emareler yeniden kanar mıydı? Bir insan kaç desibel acıya katlanırdı? On, on beş... kaç desibel? Emareler, kalbinde yer bırakmamıştı artık. Emarelerle dolup taşmış kalbi bir emareyi de kabul edebilir miydi? Kendini ne ara zemine bırakmıştı ne ara elindeki kağıtlar parçalanmıştı, hatırlamıyordu. Hatırlamayacak kadar kendinden geçmişti. Bu nasıl utanmazlıktı? Nasıl bir yüzsüzlüktü ki utanmadan bir de davetiye yollamıştı. O düğüne gider mi sanıyordu daha doğrusu geleceğini sanıyordu? Ne yüzle isterdi bunu? Daha babasının acısını yaşarken bu kadın nasıl oluyordu da bir başkasıyla evlenebiliyordu? Kalbinde yaşattığı adamı öldürmüş müydü? Unutmuş muydu gerçekten? 27 yıl acı çektiği aşkı bir başka sevgiyle bitmiş miydi? Başını onaylamaz bir şekilde sallarken yüzünü ekşitti. Onun aşkı da yalandı işte. Tutunacak bir dal bulan her insan aşkını kalbinden de söker atar, öldürürdü. Bir dizini kendine doğru çekip bakışlarını parçaladığı kağıtları bulunca zihni o güne gitti. Sahne aynıydı fakat zaman farklıydı. Kişiler farklıydı. Mektupları parçalayan bu kez müdür değil kendisiydi. 'Abi sana çok ihtiyacım var. Ben güçlü kalamıyorum, ben artık dik durmak için güçlü olmak istemiyorum. Al bu küçük kız kardeşini yine kollarının arasına sakla. Dünyadan uzaklaştır yine eskisi gibi...' Gözlerini sıkıca kapattığı sırada başını arkaya atarken kollarından bir anda sıcak bir göğse çekildi. Ne olduğunu idrak edemeyen Nefes hızla gözlerini aralarken karşısında onu gördü. Tuttuğu nefesi serbest bırakırken sesi boğuk boğuk çıktı. "Abi..." Duymuş muydu gerçekten serzenişlerini? "Can içim..." anladı. Anlamıştı bir abi deyişinden. Hep anlardı. Başını göğsüne yaslayıp küçük bir kız çocuğu gibi abisine (babasına) sığındı. Kollarını karnına bırakırken derin bir iç çekti. Saçlarında gezinen ellerle hıçkırıklara boğulacaktı neredeyse. Saçlarına konulan öpücüklerle tutamadı gözyaşlarını. Annesinin yüzsüzlüğüne ağladı. Canını hala yakabildiğine hıçkırıklarla ağlarken bir de babasının bu kadını nasıl sevebildiğine ağladı. Ağladı da ağladı. Davetiyenin yüzsüzlüğüne... Mektupların hala yaşamak için mücadele edilişine ağladı. Bu denli hala öfkesi güçlü olduğu halde küçücük bir adımında güçsüz bırakabildiğine durmaksızın hıçkırdı. "Şşş abim, o kadın için değer mi gözyaşı akıtmaya?" kulağına dolan sesi yumuşacıktı. Sakinleştirici gibiydi sesi... "Ben artık güçlü kalmakta zorlanıyorum. Ben artık bu bedeni kaldıramıyorum. Abi, ben yine senin küçük kız kardeşin olmak istiyorum. Ben hatta yaşamak bile istemiyorum..." Saçlarına sayısız öpücükler kondurmaya devam ederken bir yandan da boynundaki yükten kurtarmaya çalıştı. Boynundan çıkardığı urgan, kolyeyi kendi cebine atarken kız kardeşini kendine daha çok yaslayıp kollarını önünde bağladı. Bakışları yerdeki kağıtları bulunca o an o kağıtları gözünün önünden yok etmeyi diledi. O kağıtlar yakıcıydı ve ateşi üzerine bulaşmıştı. "Pes ediyorsun? Her seferinde pes etmemeyi öğreten sen şimdi pes mi etmek istiyorsun?" sesindeki sakinlik bedenini dondurdu. Kaskatı kesilmesine neden olurken kendine kızdığı halde kısık bir sesle mırıldandı. "Evet..." gözlerini sımsıkıca yumdu. Abisinin öfkesini görmeye yüzü bile yoktu şu an. "Aden'i büyütmeye çalışırken pes etmedin, küçükken yaşadığın zorluklara rağmen pes etmeyen sen bir kadının davetiyesine pes mi ediyorsun?" inanmak istemeyip tekrar tekrar sorarken asıl cevabı alana kadar sormayı kesmeyecekti. Duymak istediği bu değildi çünkü. "Evet." dedi güçlükle. "Doğan senin pes etmeyişine imrenirken, tıpkı senin gibi olabilmek için çabalarken sen yine de pes mi ediyorsun?" "Ev..et." sesi titredi. "Arasta'yı ne olursa olsun korurken ona karşı tüm gardını indirebilecekken yine de gardını koruyan sen, pes mi ediyorsun?" "Evet." sesi iyice yok olur gibi çıktı. "İyi madem pes et Nefes. Her şeye karşı herkese rağmen pes et. Ama unutma ki benim gözümdeki Nefes'i de yok edersin! Seninle beraber ben de yok olurum. Bunu istiyorsan durma, pes et. Sen pes edersen Arasta da pes eder. Çocukluğun da! Arasta'nın sana olan inancı yok olur." "Ama sen beni manipüle etmeye çalışıyorsun?" ona inanmayan gözlerle baktı. "Ben sadece olacakları söylüyorum. Sana tutunan insanları da yarı yolda bırakıyorsun?" "Peki ben kime tutunayım abi? Daha küçücük yaşındayken onun tek bir saç teline zarar gelmesin diye diken üstünde dururken Arasta'ya mı? Yoksa küçücük yaştayken babası için ona kol kanat gerdiğim Aden'e mi? Ben onlara zaten tutunuyorum ama onlar hala çocuk gibiler gözümde. Acımasız hayattan olabildiğince uzaklaştırmaya çalışsam da..." "Ben varım can içim. Bana tutunacaksın ben de seni düşürmekten kurtarayım. Ben ne güne duruyorum. Benim kollarım her zaman küçük kız kardeşim için açıkken sen kaçıyorsun. Bu beni ne kadar üzüyor biliyor musun?" gözlerinden kırgınlık akarken ne kadar zoruna gittiğini iç çekişlerinden anlıyordu. "Sen kendini hep korudun, hala koruyorsun ama eskisi gibi bana yaslanman için ne yapayım? Ben kız kardeşimi yeniden korumak için ne yapmalıyım? Söylesene bana Nefes, ne zaman seni yeniden korumama izin verirsin? Arasta'yı ve Aden'i bu acımasızlıktan korumaya çalıştığın gibi göklere çıkarırken ben ne zaman seni de bu acımasızlıktan koruyup yeniden göklere çıkarabilirim? Sen ne zaman bu dünyadan sıkılıp yine bizim kötülük değmemiş dünyamıza giriş yaparsın ha can içim? Sen şimdi pes ediyorum diyorsun ya... benim de pes edesim geliyor. Gerçi pes etmiştim değil mi, ben?" Dudakları yana doğru kıvrılınca aklına pes ettiği gün geldi. Gizli görevi bitmemişken daha fazla dayanamayıp Nefes'in karşısına çıktığı yetmiyormuş gibi depremin olduğu gün de ortaya çıkmıştı ve bu ceza almasına neden olmuştu. "Görevimi ihlal edip karşınıza çıktığım gün pes ettim. Senin abin pes etmiş, sen neden etmeyesin değil mi? Kan çekiyor diyeceğim ama?" Bu halde bile güldürebiliyordu ya ne diyebilirdi ki? Gülmek ve ağlamak arasında kalırken iç çekerek "Of abi ya!" diye isyan etti. "Ne? Kan çekmediği halde neden bana çektin ki sen? Hadi ben özleminize dayanamadım ya sen? Beş para etmeyen biri için pes mi edeceksin? Onca acıya pes etmeyen sen..." "O konuya dönmeyelim." diye sözlerini hızlıca kesince hoşnutsuz bir bakış attı. Burnunu dirseğiyle çekinmeden Uygar'ın önünde silerken Uygar suratını yalandan ekşitip "Gardını indirmeni isterken bunu kastetmedim can içim." dediğinde sert bir bakış attı. "Ne oldu hemen pes mi ettin? En azından üzerinden bir saat geçseydi?" meydan okur gibi sırıtmaya başlarken tek kaşını havaya doğru kaldırdı. Uygar anında kabarırken kaşlarını çatıp burnuna bir fıskiye attı. "Erkek adam pes etmez!" "Hı hıı." "Nefes!" "Erkek adam pes etmez." diye taklidini yaparken bir fıskiye daha yedi. Kıkırdarken Uygar bu sefer sertçe bakıyordu. "Sümüklü seni!" "Hadi oradan!" kaşlarını çattı yalandan. "Senin canın abi dayağı çekiyor herhalde?" asla ona el kaldırmazdı, yalandan kaşlarını çatıp ciddi bir ifadeyle söylediğinde Nefes yüzüne dik dik baktı. "Seni Arasta'ya şikâyet mi edeyim bunu mu istiyorsun?" hınzırca sırıttığında Uygar üstten üstten ayıplar gibi Nefes'e baktı. "Küçük çocuk gibi?" "Hıhı. Küçük kız çocuğu gibi?" dediğinde kız kelimesin üzerini bastırarak söyledi. "Ha, kendin kaşındın cefasını da çek diyorsun?" tek kaşını kaldırarak yandan yandan sırıtırken başıyla onayladı. "Hıhı." "Öyle olsun madem? Çekeriz kardeş dayağı da." dediğinde ikisi de aynı anda kahkaha attı. Uygar, kız kardeşine yeniden sarıldığında başının ucuna öpücük kondururken kendini acındırır gibi suratını astı. "Bana kıymasına izin mi vereceksin yani? Gönlün el veriyor mu buna? Abin şimdi dayak yese üzülmez misin?" "Dram yapma Yüzbaşı! İstersen anında kurtulursun ama sen bilerek kendini dövdürtüyorsun." diyerek merakla kollarından ayrılıp sorar gibi baktı. "Sahi sen neden izin veriyorsun? Hoşuna gidiyorsa söyle de Arasta yerine ben döverim seni. Kardeşim boşuna yormamış olurum?" "Tezgah kurmuş seçenek bırakmıyor da? Nefes, sen zevk mi alıyorsun gerçekten. İnsan hiç abisini döverken zevk alır mı?" tavır yapar gibi bakışlarını kaçırdığında Nefes bir kere daha gür bir kahkaha attı. "Bana ev yapımı dondurma yaparsan, bir daha seni dövmem, dövdürtmem de." "Rüşvet mi bu? Ayıp ayıp başkandan da rüşvet yediğimize göre bu ülkenin hali vahim." "Abart!" "Doğruyu söyle, senin canın çekiyor değil mi? Rüşvet bahane?" "Olabilir de olmayabilir de?" tam bir oyunbazdı. "Gerçekten ayıp!" diye kınarken ayaklandı. Nefes ne oldu der gibi bakarken "Birilerin canı dondurma çekmiş ama söylemiyor. Onun yerine rüşvet veriyor, gidip ona dondurma hazırlayacağım?" dediğinde Nefes hevesle "Yani bana?" dedi şirinlikle. "Kendini nasıl da biliyor?" diye imada bulunup mutfağa söylene söylene ilerledi. "Gecenin ikisinde küçük bir kız kardeş dondurma yapmamı istiyor ve ben hayır diyemiyorum. Allah sonumu hayır etsin." Nefes arkasından gülümseyip yerden doğrulduğunda az önceki yaşananları tamamen unutmuş gibiydi. Yine küçük kız çocuğu olurken şirinlik gösterirken mutfağa doğru ufak ufak ilerlemişti. "Âmin abicim." "Sus Nefes!" "Allah razı olsun abicim." "Sus dedim Nefes!" "Pes eden abicim." hoşuna gitmiyor değildi sinirlendirmek. "Kapa çeneni küçük kız çocuğu!" "Tamam." "Nefes!" Uygar ile Nefes o gün gecenin ikisine kadar muhabbet ederken bir yandan da bir daha pes etmemesi için tembihleyip durmuştu. Düğüne de gitmesini, karşısına çıkıp güçlü olmasını söylerken de defalarca kez itiraz etmesine rağmen Uygar'ın attığı son bakışıyla onu da onaylamıştı. ** "Fıstığım bırak annen uyumaya devam etsin. Dün gece baya uykusuzdu zaten." "Ama annem hiç böyle yapmazdı ki? Saat sekiz buçuk oldu mu uyanırdı?" kahvaltı sofrasından kalkmış tam annesini uyandırmaya gidiyordu ki Uygar durdurmuştu. "Sen galiba beni hiç özlemiyorsun? Hep annen hep annen." kızını kucağına çekip boynundan öperken Ambra ve diğerleri de aynı sorunun cevabını merak ediyordu. "Aman baba! Sen de hep kıskanıyorsun bizi?" "Kıskanacağım tabii! Beni hiç böyle merak etmediğini görmedim ben?" kızı ile didişmeye devam ederken Ambra yarım ağız sevgilisine doğru fısıldadı. "Geceleyin Aden'in uyandığını ilk sorusu ise babam nerede olduğunu unuttun herhalde?" Arasta da Ambra'ya katılıp dediklerine onay verirken dün yanlarında olmasa bile söze karışmıştı. "Onun hafızası düşük yaratılmış, hatırlamaz." Uygar ters bir bakış atıp kızına odaklandı. Ambra ve Arasta kahkaha atarak ellerini birbiriyle tokuşturmuştu. "Sonra da beni niye merak etmiyorsun kızım?" imayla göz devirip kucağından inen Aden, annesinin yanına gitmeden önce babasına doğru saçlarını savurup bozgunca surat asmıştı. "Sen daha dünü hatırlamıyorsun babacığım? Ne diyeyim ki sana şimdi?" Bahçeye doğru koşarken Uygar derin bir iç çekerek Arasta'ya döndü. "Sen nasılsın canımın içi? Ağrın falan yoktur inşallah." "Aa yok Uygar. Çok şükür iyiyiz üçümüzde." gülümseyerek elini karnına götürdüğünde hafiften okşamıştı. Annelik duygusu o kadar güzel bir histi ki heyecanına dem vuramıyordu. Her gittiği yere ben anne oldum diyesi geliyordu. Şimdiden bebekleri için bir şeyler alma hevesiyle dolup taşmıştı. İki gün geçmişti üzerinden ve dün sabah yeni gelen görev üzerine Aslan ve Alper karargâha gitmek zorunda kalmıştı. Hiç istemiyordu karısını yalnız bırakmayı ama gitmek zorundaydı yine de. Arasta'nın aklı kocasındaydı. Her an gelecek olan telefona karşı endişe içinde bakıyordu. İki gün olmuştu sadece gideli. Fakat iki aydır oradaymış gibi hissediyordu. "Çok şükür. Canın ne çekerse söyle tamam mı can içim? Gider alırım hemen?" üstüne titrer gibi yaklaşıp bir abi edasıyla gülümserken başını olumsuzca iki yana doğru salladı. "İştahım hiç yok iki gündür. Doktor normal demişti zaten." "Yine de yemeye çalış abla. Bebeklerin için." dedi Ambra önüne kivniyi uzatırken. "Yemesem Alper nerede olduğunu umursamaz gelir yedirirdi de. Hiç riske girmesine müsaade edemem." "O kahvaltıyı bitirmezsen başını etini yiyecek biri daha var biliyorsun değil mi?" kucağında Aden ile mutfağa giriş yapan Nefes, yorgun bir şekilde yerine oturdu. Uygar, kızına onaylamaz bir bakış atarken Aden omuz silkerek bakışlarını babasından çekmişti. "Bilmez miyim hiç bebeğim? Alper yoksa sen, sen yoksan Uygar. İllaki biri var yani?" kinayeyle homurdanıp meyve suyundan yudumlanırken Nefes'e kaş göz işareti yaptı. "Sen yine uyumamış gibisin hayırdır? Sınava mı çalıştın?" "Şu seçim ile ilgilendim. Üstüne üst üste sınavım vardı ona çalıştım derken hamakta sızıp kalmıştım. Dur bu daha başlangıç. Seçimden sonrası daha yoğun programım olacak." derken bile sesinden uyku akıyordu. "Kendin kaşındın." demesiyle Uygar araya girdi. "Hiç öyle bakma canımın içi? Arasta doğruyu söylüyor? Bu işe bir daha girişmeyecektin." "Ama şimdi ablamın kararı, biz karışamayız ki?" Ambra'nın sözleriyle Nefes hemencecik kardeşine takdir dolu bir nida atıp "Teşekkür ederim ablam." dedi uzaktan öpücük atarken. "Babam ve teyzem haklı ama anne. Ben seni yine az mı göreceğim? Sen en iyisi bu işten vazgeç." Nefes, kızına sen de mi der gibi bakış atarken birlik oldukları ne kadar da açıktı. "Benim kızıma her zaman ayıracağım vaktim var ve..." deyip Arasta'ya döndü. "O tabak bitecek Arasta. İştahım yok lafını anlamam ben bitecek o! Üç canlısın sen." "Alper askerdeyken iştah mı kalıyor insanda?" "Canımın içi Alper hepimizin aklında. Endişelenmeni de anlıyorum ama sen de üç canlısın anladın mı? Yemen lazım o kahvaltıyı. Aslan da Alper de iyi bunu aklından çıkarma." deyip kardeşinin yanına doğru ilerledi ve diz hizasına çömelip ellerinden öptü. Kendisine hüzünle bakan kardeşine tebessüm ederken yanağını okşadı aynı zamanda. "Ama bu kocamı özlememi değiştirmiyor. Özledim ben kocamı." dediğinde kafasını olumsuzca salladı. "Biraz ağabeyci olsan ya? Kocam da kocam olmuyor böyle." "Anne, babam yine kıskançlığa vurdu." dedi Aden kıkırdarken. "Kıskancım, kıskanırım. Herif gelmiş canımın en değerlisi benden almadı mı? Kin de bürünürüm kıskanırım da." "Biraz da beni kıskansan keşke Beau. Hani hiç görmüyoruz ya?" sevgilisinin kendisine cilve ile tavır yaptığını fark ettiği an dibinde biterken bu hallerinin alttan alttan uyarı olduğuna adı kadar emindi. Ve ardından gelecek olan tartışmayı da. "Ama siz beni her yerden sıkıştırıyorsunuz? Ben hangi birinize yetişeyim! Gülmeyin, kızım bitir kahvaltını da okula bırakayım seni, geç kalmadan. Bak hala gülüyor?" "Çocuk gibisiniz." dedi Nefes kahkaha eşliğinde başını iflah olmazcasına. "Beni parmağınızda oynatın sonra da çocuk gibisin de. Oh ne ala! Kalk kızım kalk, bu üç kardeş kalp krizim olmadan kalkalım?" diyerek kızını kucakladığı gibi Arasta'ya tembihlercesine baktı. "Sen de kendine bakmayı ihmal etmiyorsun o kahvaltı bitecek. Bak yine söylüyorum? Senin bu ayların çok riskli, küçücük bir üzüntüyü bile dert etmemen gerek." "Çok kolaydı ya?" "Ya sabır ya!" "Tamam ben bile sıkıldım şu konudan. Git haydi sen de! Arasta abla bizde. Aklın burada kalmasın." diyerek son noktayı koydu Ambra. Uygar yanına ulaşıp yanağından öpecekken yalandan tavır yaparak kendini geriye çekti. Bakışlarını da kaçırırken hadi hadi der gibi elleriyle kovaladı. "Babacığım, Ambra abla kovuyor seni hala ne kur yapıyorsun ki?" Uygar'ın yüzü bembeyaz kesilirken Arasta gür bir kahkaha patlattı. Nefes'in uykusu anında açılırken şaşkınlıkla kızına bakıyordu. Ambra zorlukla yutkunurken Uygar güçlükle gülümseyip kızına döndü. "Çekme kızım çekme teyzene. Etme, eyleme kızım. Bana bu kötülüğü yapma." yalvarır gibi çıkıyordu sesi artık. "Sen bana kurban ol be hortlak! Bana çekecekti tabi ki?" huysuzca çıkıştığında nihayet tek bir kelime daha etmeyen Uygar, kızıyla birlikte evden çıktı. Nefes ardından genişçe esneyip sofradan kalkarken dengede zor duruyordu. Uykulu sesi yine ortaya çıkarken "Akşam bir davet var. Ona katılmam gerek. Biraz daha kestirip Meclise geçeceğim. Siz de kahvaltıdan sonra salonda oturun, keyfinize bakın olur mu?" dediğinde izin ister gibi sordu. Aklı Arasta'daydı şu anlık onunla ilgilenmese darılır mıydı diye düşünürken Arasta bakışlarından hemen anlayıp sıcak bir tebessüm bahşetti rahatla der gibi. "Bebeğim aklın ben de kalmasın. Uslu uslu oturacağım bugün merak etme. Hem Ambra yanımda. Sen dinlenmene bak tamam mı? Çok yorgun görünüyorsun?" dediğinde yanına iki adımla ulaşıp yanaklarından öptü. Saçlarının arasına da uzun bir öpücük kondurduktan sonra "Benim her şeyimsiniz biliyorsunuz değil mi?" dedi Ambra'yı da kastederek. "Ay yeter içim şişti he! Sevgi gösterisinden, kocam bile böyle değil. Keşke olsa nerde o şans." lafı yine kocasına çekerken hülyalı hülyalı karşıya bakındı. Arasta hayal alemine giriş yaparken Ambra da Nefes'e minnetle gülümseyip hadi git der gibi gözlerini yumup açtı. Bolu... Okul çıkışı yine caddelerde yürüyüş yapan Doğan geçen olaydan sonra üç günlüğüne izne çıkmıştı. Fakat iki gün zor dayanıp bugün işine geri dönmüştü. Ev basıyordu, boğuyordu. Etrafına bakınarak ilerlemeye devam ederken karşısına bir kuyumcu çıktı. Bakışları istemsizce cam arkasında parıl parıldayan alyansları bulunca adımları duraksadı. Elleri cepte, boğazında koca bir yutkunamama, derin bir içle alyanslara hayalmiş gibi bakarken bakışları anlık parmaklarını buldu. Her şeyden sonra böyle düşünmesi takıntılı gibi gelebilirdi ama elinde değildi. O anı hayal edemeden duramıyordu. Ellerinde alyans, yüzlerinde tebessüm gözünün önüne belirirken adımları kendinden izinsizce içeriyi buldu. Ensesini utangaç bir edayla kaşırken kuyumcu esnaf hemen yardımcı olmaya başlamıştı bile. "Nasıl bir şey istiyorsunuz beyefendi? Gümüş alyanslar yeni geldi. Ya da şu yeni gelen alyanslar da var." tezgâhın üstüne anında alyanslarla doldururken Doğan'ın eli ağır ağır gözüne ilk kestirdiğine getirdi. Alyansa değdirdiği eli ateşe değmişçesine hızla alyanstan uzaklaşırken yarım ağız bir şeyler geveleyip kuyumcudan kaçarcasına çıktı. Terleyen ensesini dakika boyu silerken derin bir nefes alıp verdi. Gözlerini yumup başını arkaya attığı sırada kalbi delirmişçesine çarpıyordu. İnsan kalbine birini aldığında onun sonu ya ölümdür ya da acıdır ve Doğan acı çekmeyi göze almış bir şekilde tekrardan kuyumcuya giriş yaparken sonunu düşünmeden o iki alyansı taksitle alıp boynuna kolye gibi taktı. Emareler bu sefer kalbinde değil nabzında yer almıştı. 'Emarelerim kalbimde yaraya dönüştü. Nabzımda ise kabuk bağladı. Elimde ise iyileşti...' Ankara... "Anne biz de gelsek ne olur? Ne olur ya. Bici bici elbisem de var böyle pullu mullu. Onu çok giymek istiyorum ben! Annem, canım annem ne olur ne olur beni de al yanına? Düğüne gelmek istiyorum. Çok istiyorum çok." Yerinde bir an olsun durmayan Aden, annesini ikna etmek istercesine yatakta zıplayıp dururken istekli istekli annesine bakmaya devam etti. Nefes sağ kulağına da sarı küçük küpesini takarken iç geçirerek kızını kırmamaya çalışarak isteğini reddetti. Bu düğüne kendisi de gitmeyi hiç istemiyordu. Fakat birilerine hayatından tamamen çıkmasını göstermek zorundaydı. Bunu yaparken zorlanacaktı elbette ama hayatının geri kalanında annesinin sürekli karşısına çıkma ihtimaline karşı daha güçlü olmalıydı. Bunun için de bu davete gitmeliydi, Uygar'ın dediği gibi. "Anneciğim, bu düğüne gelme olur mu? Çünkü benim de bayıldığımı söylenemez. Çok durmayacağım hem düğünde, hemen geleceğim. Başka bir düğün olursa söz seni de yanımda götüreceğim. O çok istediğin elbiseni de giyersin olur mu?" Kızının yanına ulaşıp belinden tuttu. Yanaklarına kocaman bir öpücük kondururken beni affet bu seferlik der gibi öpmüştü. Aden isteksizce kollarını boynuna sararken surat astı. O düğüne gitmeyi çok istiyordu oysaki. "Surat mı asacaksın şimdi bana?" kızının üzgün hallerine dayanamıyordu. "Seninle eskisi gibi olmayışımıza üzülüyorum sadece. Nereye gidersen beni de götürürdün. Şimdi ise beni başından savar gibisin? Başkan da olsan bana hep zaman ayırırdın? Küstüm sana! Ben teyzemin yanına gideceğim. O beni hiç üzmez de! Sen de git o düğüne bensiz eğlen tamam mı anne. Ha bu arada gönlümü bu sefer kolay kolay alamazsın. Peluş oyuncağa bu sefer kanmayacağım." İlk başta söylediklerini ciddiye alıp evham yaparken son sözlerini duyar duyar derin bir nefes aldı. Gözlerini devirmemeye çalışarak başını hafif yana doğru eğerken oyunbaz kızının burnunu sıktı. Her seferinde yüreğine indirecek sözler söylemiyor muydu? "Annenin yüreğine indirmekten zevk mi alıyorsunuz hanımefendi?" "Haşa! Neden zevk alayım ki anneciğim. O yüreğin içinde ben de varım sonuçta. Kendime acı çektirmekten de hiç zevk almam yani?" burun kıvırıp şirin şirin sırıttı. "Sen nereden buluyorsun bu lafları çok merak ediyorum bebeğim? Teyzenden demekten de çok yoruldum. Her taşın altında o çıkıyor nedense?" imayla söylenip kızının karnını ısırmaya başladı. Başı karnına gömülürken Aden kahkaha eşliğinde yardım istiyordu. "Ya yine mi? Anne gıdıklanıyorum diyorum neden her seferinde beni zayıf yerimden vuruyorsun ki?" "Sen de beni kendinle vuruyorsun, ben bir şikâyet ediyor muyum?" kızının boynundan da öperken kokusunu içine çekti. "Edemezsin zaten anneciğim. Benim gibi bir kızın var şükredeceğine..." "Her saniyem seni şükretmekte geçiyor zaten güzel kızım benim. Her saniyemi sana adayan bir anneyim ben. Allah'ıma o kadar çok şükrediyorum ki, seni karşıma çıkardığı için. Ne kadar minnet duysam az geliyor." Gözlerinin içine bakıp elini yanaklarına götürdü. Alnına uzun uzun bir öpücük kondururken "Benim bir tane kızım yok ki... ama bir tane Aden'im var. Bebeğim var." Diye fısıldadığında Aden kıskançlık yaparcasına kaşlarını çattı. "Bir tane kızım yok derken anneciğim? Senin benden başka kızın mı varmış?" "Var tabii!" dediğinde yüzünde gülümseme oluştu. "Arasta teyzeni unutuyorsun ama. O da benim kızım." "Yuh ama anne. Teyzem seninle yaşıt neredeyse nasıl kızın oluyor? Ayrıca onun da ikiz çocukları olacak. Küçülsün de cebime girsin." "Bence de yuh Nefes! Evli barklı kadınım ne kızı be?" karnına doğru elini götürürcesine odaya homurdanarak girerken ters ters kardeşine baktı. Nefes, kızından uzaklaşıp diğer küpesini de takarken göz ucuyla Arasta'ya baktı. "Ben anneyim. Derim, kızım değil misin?" Aden yatakta oturur vaziyete geçtiği gibi kıkırdamaya başlarken annesinin ve teyzesinin didişmelerine bayılıyordu. "Ben de anneyim Allah Allah. Senin gibi her yerde ben anneyim diye gezmiyorum!" "Tamam kızma hemen taze anne. Teyzesinin bir taneleri iyiler mi? Üzüyorlar mı benim minik kızımı?" Arasta sinirle homurdanmaya devam ederken Aden'in yanına oturmuştu. Nefes'e sinirle bakarken tek kaşını kaldırdı. "Bak hala alay ediyor?" elleri karnını buldu tekrar. Bebekleriyle kendi arasında konuşarak teyzelerini şikayet ederken Nefes'in dudaklarında kocaman bir gülümseme oluştu. "Güzellerim ya da yakışıklılarım teyzesine bilenin tamam mı? Hep benden yana olun olur mu? Sakın teyzenize çekmeyin?" Nefes öyle mi der gibi tek kaşını kaldırırken yanına ulaştı. Kızına kısa bir bakış atarken Aden sahte bir tedirginlikle dudağını ısırırken bir yandan da gülmemeye çalışıyordu. Bakışları şişkin karnını buldu ve işaret parmağını karnına doğru sallayarak tembihler gibi konuşmaya başladı. "Yeğenlerim siz annenize bakmayın burada gül gibi teyzeniz var. Fıstık gibi hem de bana çekin tamam mı? Bak sonra büyüdüğünüzde size dondurma da alırım." Daha doğmamış bebeklerle küçük bir anlaşma yaparken yüz ifadesinde ciddiyet akıyordu. "Allah senin şerrinden bizi korusun Nefes." Derken 's' harfini inanamayarak uzattı. "Sen şimdiden yeğenlerine şantaj mı yapıyorsun? Hem de en dayanılmaz silahımızla." "Ben de korkmaya başladım teyze! Annem şantaj yapıyor gel de inanma." Vah vahlayarak iç geçiren Aden'le, Nefes kaşlarını çatar gibi baktığında burnunu sıkıp "Hadi hadi bırakın laklak etmeyi? Geç kalıyorum." Deyip eline komodinin üzerindeki siyah çantayı aldı. Kızının yanaklarından öpüp "Geç yatmak yok." Dedi. "Vicdanın el verdiyse uyurum tabii." Az önceki reddedişi hatırlayıp yine surat asarken annesinin öpücüğünü karşılıksız bıraktı. "Ay aman boş ver bebeğim. Annenin gideceği düğün kıytırık bir şeydir. Çok sade ve demode. Bizim gibi prenseslere şatafatlı düğün gerek." Diyerek sahte bir küçümser gibi bakış attığında Nefes başını olumsuzca salladı. "Bizi layık olmayan düğünlere çenemi yormayacağım." Aden yataktan kalkıp saçlarını savura savura aynanın karşısına geçerken kendine hayranlıkla bakıp etrafında bir kere döndü. "Teyze hadi gel biz salona geçelim annem o kıytırık düğününe hiç eğlenmeden gidip gelsin. Sonra da anlasın şatafatlı düğünün değerini." Teyzesinin elini tutarak yerinden kalkmasına yardımcı olurken Arasta da hemen elinden tutarak nispetle doğruldu. İmayla göz kırpıp sesli güldü. "Aynen bebeğim annen bir düğün görsün." Nefes ellerini göğsünde bağdaş yapmış kızını ve kardeşine oyunbaz bir edayla sırıttı. "Düğün Fidan Düğün Salonu'nda olacak." Dediğinde düğünün gerçekten keyifsiz geçeceğini söylememişti. Arasta adını duyduğu Düğün Salonuyla yerinde kalakalırken şaşkınlıkla dili tutulmuştu. "Ne ne? Yanlış duymadım ben değil mi? Ankara'nın en lüks en pahalı en şatafatlı Düğün Salonu..." "Evet." "O düğüne ben de geliyorum." Dedi Arasta anında u dönüşü yaparken. Fidan Düğün Salonu'nundan bahsediliyordu. Koskoca en lüks düğün salonundan. ** "Hoş geldiniz başkanım. Sizi burada görmek onur verici. Gelin tarafı mıydınız yoksa damat tarafı mı?" diye girişte soru sorarken Nefes zorlukla yutkundu. Daha girişte bu soruya maruz kalıyorsa düğünün ilerleyen zamanlarında kim bilir hangi sorulara maruz kalırdı. Bu soruyu yanıtsız bıraktı. Cevap verecek değildi. Ciddi ses tonuyla konuşurken genzini temizledi. "Ben arkalarda oturacağım zaten. Gerek yok ön taraflara." Adamın konuşmasına müsaade etmeden içeriye geçerken gürültü daha da çoğaldı. Etrafta çocuklar koşturuyordu. Müzisyenler sonraki şarkıları için hazırlık yaparken gözleri nikah masasını buldu. Hemen ardından orada oturan kadını... Gülümsüyordu karşısındaki adama. Sanki hiç o davetiyeyi göndermemiş gibi tedirginsizdi. Hiç eşini, hayat arkadaşını, 27 yıllık sevdasını kaybetmemiş gibi gülümsüyordu. Hani bu kadındı kızını bıraktığı için pişman olan... Hani bu kadındı babasına deliler gibi aşık olan? Evet herkes hayatına devam etmek zorundaydı. Belki de yeni hayat arkadaş edinebilirdi, normaldi ama üzerinden zaman geçseydi. Acısını unutsaydın bari... Hala ayakta dikildiğini fark edince arka tarafta oturmaktan vazgeçip gelin tarafının olduğu kısma geçerek tam göz önüne gelecek sandalyeye oturdu. Bacak üstüne bacak atarken yanlarındaki kadınlar bir gerildi. Yerinde toparlanıp düzgün oturmaya başladıklarında Nefes kısa bir baş selamı verdi. Şu an Uygar'ın yanında olmasını o kadar çok istiyordu ki... Arasta geleceğim deyince zar zor ikna etmişti gelmemesi için. O kadar değersiz düğüne en değerlisi getirmek istememişti. Kader'in bakışları kızını bulduğu an yüzündeki gülümseme solarken oturduğu yerde kaskatı kesildi. Soner, karısının neden kaskatı kesildiğini anlamayarak baktığı yöne doğru dönünce Nefes'i gördü. Sertçe yutkunurken karısının elini tuttu yanımdayım der gibi. Nefes'in bakışlarında hiçbir duygu geçmiyordu. Öylece boş boş annesine bakıyordu ki, düşmanına bakarken bile böyle olmazdı. Ardından sahte bir mutlulukla gülümsedi. El salladığında ise neye uğradığını şaşırdı. Dudaklarını oynatarak sessiz bir şekilde tebrik ederken nikah memuru yanlarına oturarak nikah merasimini başlattı. Elleri dizlerinin üzerinde keyifle arkasına yaslanırken içi cayır cayır yanıyordu. Çoğu davetli Nefes'in gelin tarafına neden oturduğunu konuşuyordu. Kimse bilmiyordu tabi ne gibi yakınlığı olduklarını. Bilseler de bir şey değişmezdi. Kader, memurun sorusuna yutkunarak cevap verirken alnından soğuk terler akıyordu. Heyecan dolayı sananlar tatlı bir tebessüm eşliğinde alkışlarken Nefes kılını dair kıpırdatmadı. Düğün de düğündü. Arasta'nın dediği kadar vardı burası. Hiç masraftan kaçınmamış, her bir ince ayrıntıya özen gösterilmişti. Düğünün ampulleri bile şatafatlıydı. Derin bir nefes bırakırken Soner'in evet'i ile tekrardan alkışladılar. Düğünün sonuna doğru gelmeyi tercih etmişti. Üç saat çekemezdi bu gürültüyü hele ki o kadını görmeyi... Takı merasimine geçtiklerinde birçoğu ayaklanıp gelin ve damada para, altın takmak için sıraya girdi. Nefes yerinden kalkmayışıyla davetlilerin dikkatini çekerken başkanının neden hala burada olduklarını anlamamışlardı. Tırnağındaki ojeyle ilgilenirken bir yandan da sıranın azalmasını bekledi. Sıra azaldığında tüm asaletiyle ağır ağır yerinden doğrulurken dimdikti. Herkes Nefes'i izlerken Nefes sadece önüne bakıyordu. Pistte iki basamağa çıkıp Kader'in tam karşısına geçti. Soner bir olay çıkmaması adına temkinli hareket ederken gözleriyle yalvarıyordu. Nefes, Soner'e bakmadı bile. Kader'in yanına daha yaklaşıp kurdeleye bir tam altın takarken kulağına doğru eğildi ve kimse anlamasın diye de gülümsedi. "Her şeyi geçtim ama her şeyi. Evime davetiye yollamak yüzsüzlüğün kaçıncı boyutu? Bana o davetiyeyi yollarken ne düşündün? Ne düşündün söylesene? Aklımı mı oynatayım bunu mu istiyorsun? Bir o kaldı çünkü yapmadığın... çocukluğum senin bu halini gördükçe yarası sızlıyor. Bu muymuş diyor bizi terk eden kadın diye... o çocuğun hevesi kursağında kalalı çok oldu be Kader hanım?" derin bir nefes aldı. Diğer tarafına da bir tam altın takıp tebrik etti yalandan. Diğer kulağına doğru fısıldadı bu sefer. "Ölülerin yeri mezarlık, kalp değil ve sen... Kalbimdeki bir ölü kadar değerin yok. Yıllar sonra bulduğum ama sonra kaybettiğim babam kadar bir değerin olmadı gözümde." Gülümsedi yeniden. Pistten çıkarken her bir adımı salonda tok bir ses çıkardı... herkes, herkesi can alıcı noktasından vururdu. Bir tane de Nefes vurmuştu ve hiç acımamıştı. Acımayacaktı da... Kalbinde ölü bir aşk ile mutlu olsundu ne kadar mutlu olabilirinse. Düğünden çıktığında bahçede farları açık bir araba dikkatini çekerken tanıdık bir simayla karşılaştı. Araçtan inen Salih ile yerinde mıhlandı. Yavaş yavaş finale doğru diyelim mi? diyelim bence de çok uzadı gitti kitap :) 3 bilemedim 4 bölüm sonra final (kısmetse tabi ?)
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE