“Serkan, Nefes’ler ne zaman gelir bir bilgin var mı? Söylediler mi sana bir şey?” gözlerini merakla Serkan’a döndürdüğünde Arasta son kısa bir bakış atıp önüne dilim dilim kestiği ekmekleri bıraktı.
Alper’le hala kavgalı olduğundan çok da yüz yüze gelmek istemiyordu ve böyle bir kahvaltı planlamıştı. Bir nevi kaçıştı. Belki de kavgadan kaçmak istemişti.
“Sen konuşmadın mı hiç?” ağzına ekmek atıp merakla sorduğunda, Arasta çayını da doldurdu.
“Daha konuşma fırsatım olmadı.” dedi kısaca. Sesi yine neşeden uzaktı.
“Banu hanımı yanına almıştı en son. Bir sorun çıkmış m*b’te sanırım. Onunla ilgilenecek.”
“Ne sorunu çıkmış ki m*b’te?” göz ucuyla Serkan’a bakıp tekrar önüne döndü.
“Karıcığım, Aslan daha aşağıya inmedi mi? Beyefendiyi bekleyemem dalarım o güzel ellerinden çıkan kahvaltıya!” yukardan seslenerek merdivenlerden inen Alper’le, Arasta sessiz kalıp çayı Serkan’ın önüne uzattı. Serkan kimseyi beklemeden kahvaltıya dalmıştı bile.
“Aslan daha yataktan çıkacak da elini yüzünü yıkayacak da çok beklersin kardeşim. Top patlasa uyanmaz şu an da.” ağzı dolu bir şekilde konuşurken Alper ters bir şekilde bakıp yerine oturmadan önce karısına sıkıca sarıldı ama Arasta bozuntuya vermeden kolları arasından sıvışırken Alper iç çekti. Yüzüne bile bakmamıştı. Bu durum canını sıksa da haklıydı.
“Hizmetçisi yok, kalkınca kendine hazırlasın! Acıktım bir de onun uyanmasını mı bekleyeceğim... lan az yesene, kıtlıktan mı çıktın?”
“Aslan’a ayrı kahvaltı yaparım ben? Yengesi değil miyim, elime yapışmaz bir kahvaltı! Ye yemeği sonra karargâha mı gidiyorsun yoksa başka yerlere mi gidersin, git?” öfke ve kızgınlıkla soluduğunda yüzü kıpkırmızı kesildi. Serkan aralarındaki gerginliğinin artacağını ön görerek araya girme lütfunda bulunurken ilk defa Arasta’yı bu kadar neşesiz görüyordu.
“Hey hey, az sakinleşin. Ne oluyor size? Arasta senin birkaç günden beri moralin bozuk? Anlatsanıza?”
“Moralim bozuk değil, iki gündür yorgunum onun aksiliğini yaşıyorum o kadar.” dedi geçiştirerek.
Alper sertçe yerinde kalkıp kaşlarını çattığında tam karşısına dikilip kimseyi umursamadan bağırmaya başladı. Sakin kalmak için çabalıyordu fakat Arasta o sakinliği alevlendiriyordu.
“Arasta!”
“NE!” diye öfkeyle bağırıp sertçe yukardan gözlerine baktı. Kavga etmek istemiyordu ama durum her an kavga edilmeye müsait gibi duruyordu.
“Alper gel sen biraz hava alalım? Ne oldu bilmiyorum ama birbirinizi kıracağınız belli.” Serkan, Alper’in kolundan tutup geriye çekmek istese de Alper ondan kurtulup “Sinirleniyorum artık! Ya daha ne yapayım? Şu yüzün düzelsin diye daha ne yapayım? İfadeni değiştir!” diye çıkıştığında Arasta’nın dili daha da açıldı.
“Sen bir şey yapma tamam mı? Aynen böyle devam, korkaktın şimdi daha da korkaksın? Git annenle yaşa tamam mı? Çünkü ben artık dayanamıyorum, senin annenin imalarına! Evleneli daha ne kadar oldu, yine yılan gibi ağzı açıldı.” sertçe yerinden kalktığında günler sonra içindeki zehri akıtmıştı.
Dayanamıyordu artık. Ne kadar alttan alıp hoşgörülü davransa da dayanamıyordu.
Alper burnundan soluyarak dibinde bitti. Gözleri alev alev olurken “Annemin ağzı hep açıktı! Şimdi mi gözüne battı. Şimdi mi kavga sebebimiz oldu Arasta? Ya sen anneme ne bakıyorsun ki, söyler durur; takmayız bile. Nedir seni bu kadar kötüleştirecek? Bir şey mi dedi, ağır laf mı söyledi? Ne!” diyerek sebebini arar gibi gözlerine yalvarır gibi baktı.
Zamanında en ağır laflarının alasını söylemişti daha ne olsundu ki…
Yine annesi yüzünden kavga ediyorlardı ve sevdiği kadınla kavga etmek canını en çok yakanlardan biriydi.
“Peki ya senin hep anneni koruman?” ciddi ve net bir şekilde gözlerine bakarak sorduğunda Alper bedenen gerildi. Hızlı hızlı nefes alıp verirken “Ben bir hava alacağım?” diyerek evden ayrıldığında Arasta anlayacağını anlamıştı. Serkan ortada kalakalırken kimin yanına gidip kalacağını şaşırmıştı. Gözleri kocaman bir şekilde Arasta’yı seyrederken Aslan yukardan uykulu bir şekilde indi. Gözleri ilk önce gözleri dolu olan Arasta’yı daha sonra Serkan’ı bulurken uykusu anında yok olup sert ve merakla ikiliye baktı.
“Arasta ne oldu neden ağlıyorsun? Alper mi ağlattı seni?” bir kardeş edasıyla sarılırken Arasta da ayakta durmakta güçlük çektiği gibi abisine sığınmıştı.
“Alper’le kavga ettiler, Bahar Hanım sanırım kavga sebepleri ben de çok bir şey anlamadım.” diye açıkladığında yine taşın altından annesinin çıkmasına ayar olmuştu. Sinirle soluklanırken kaşları nefretle çatıldı.
“O kadın çok olmaya başladı ama! Ne diye aranızı bozdu yine!” yaşlı gözlerine şefkatle baktığında bir abi edasıyla akan yaşlarını sildi.
“Kalbimi kıracak kadar ağır laflar...” derken daha fazla konuşamadı.
“Ne zamandan beri?” diye sorarken kendini zor tutuyordu Serkan.
“İşte oldu birkaç gün.” deyip kendini toparlamaya çalışıp abisinden ayrıldı ve derin bir nefes alıp zorlukla gülümsedi.
“Kusura bakmayın kahvaltıya çağırdım ama zehir olacağını bilemedim. Ben Alper’i çağırayım gelsin yesin kahvaltını? Aç aç gezmesin?” yine kırılsa da sevdiğini düşünemeden duramıyordu. Aslan ve Serkan tam itiraz edecekken Arasta gözleriyle uyardı. Daha sonra bahçeye çıkarken sırtı kendisine dönük duran kocasına uzaktan seyretti bir süre. Eline sigara almıştı yine. Normalde sigara içmeyen adam birkaç gündür sigara bağımlısı olmuştu. İfadesini donuklaştırıp yanına doğru ilerlediğinde sertçe öksürdü.
“Hadi gel kahvaltıya? Abinlere ayıp ettik zaten. Daha da ayıp olmasın.”
Alper bir dal daha sigara yaktığında önüne dönmeden soğukça cevapladı. “Aç değilim, siz yiyin sonra gelirim.”
Arasta bir hırsla kolundan tuttuğu gibi kendine doğru çevirirken şaşkınca yüzüne baktı. “Beni delirtme geç içeri, kahvaltını et sonra sigara komasına mı giriyorsun yoksa başka bir halta mı bilemem ama eğer iki dakika içinde sofrada olmazsan o sofrayı alır yerle bir ederim o zaman Arasta kimmiş görürsün!” tehdit vaki bir şekilde uyarısını yaparak saçlarını savura savura içeriye geçtiğinde az önceki halinden daha beter çıldırmıştı.
Bahar hanım haddini aştıkça tozutuyordu ve ne kadar alttan alsa da bir yerden sonra sınırlarını zorlamıştı.
Sofraya daha oturmayan Serkan ve Aslan, Arasta’yı gördükleri gibi yanlarına ilerlerken Aslan korumacı bir edayla “Ben soracağım o hergeleye! Sen üzülme abicim.” derken sözünü hızla kesti.
“Aslan sen boş ver, o beni üzmeye kalktı mı cezasını da çeker zaten. Neyse bizimkiler daha gelmemiş, siz geçin o hergele de gelecek. Gelmezse görür anyayı Konya'yı!” dişlerini sıkarak söylendiğinde Serkan tereddütlü bir edayla “Başka bir zamanda gelelim biz en iyisi. Zaten anlamadığımızı sanma bugünü. Tek kalmamak için bizi çağırdığını hepimiz biliyoruz.” dediğinde Aslan da onayladı.
“Evet, evet Arasta. Siz aranızdaki sorunu hallederken ben de hergeleyi pataklarım!”
Arasta bir şey demeyip iç çekerken Serkan koluna bir darbe vurup sertçe baktı. “Aslan!”
“Karım sofraya geçmenizi söylediyse geçeceksiniz, lafını ikiletmeyin bile.” içeriye bodoslama giren Alper’le, Arasta homurdanarak bakışlarını yana doğru çevirdi. Hala kızgındı ona. Kızgın da kalma niyetindeydi.
“Bu nasıl bir sabahtır anlamadım gitti. Siz de hemen barışıyorsunuz? O kadın yüzünden bir daha kavga ettiğinizi duyayım ikinizi de...”
“Yavaş abi! Yavaş!” geri fren yapması için uyarırken Aslan daha da diklendi.
“Ulan puşt herif! Yengemi üzmeye ne halkın var senin?”
Alper sıkıntıyla ofladı. Sabır dileyerek abisine bakarken yeterince canını sıkanlar vardı bir de abisini çekemezdi.
“Abi! Kapatalım bu konuyu! Zaten yeterince can sıkıyor, germe sen de ortalığı. Hadi ya sofraya ya da eve gidin.”
“Alper!”
“Ne? Bakma bana öyle hem kendin çağırıyorsun hem de bu haline bak! Böyle kahvaltı keyfi mi olacaktı sanıyorsun!” biraz daha konuşursa kafasına bardak yiyecekti.
“En iyisi biz gidelim, siz aranızdaki sorunu halledin.” Arasta ve Alper birbirine öfkeyle bakmaya devam ederken Aslan ve Serkan’ın gidişini bile fark edemeden kavga etmeye başladılar.
“Kaçırdın çocukları!”
“Ben mi kaçırdım! Asıl sen bu ifadenle onları kaçırdın! Ya defalarca kez özür dilemedim mi ben senden? Defalarca kez üzgün olduğumu dile getirmedim mi ya? Aramızdaki sorun bize özel kalmalıydı. Şimdi herkes fark etti Arasta! Bundan sonraki kavgalarımız da mı böyle olacak. En ufak kavgada başkalarını mı çağıracaksın eve? bu mudur çözüm!”
“Senin özür dileme anlayışın çiçek verip iki sarılmaklaysa ben o özür dileyişini asla kabul etmem? Ne sanıyorsun beni, sana aşık bir kadınım diye özrünü hemencecik kabul edeceğimi mi? Madem kavgalarımız da bize özel kalmalıydı neden o gün o kadının yanına oturup tüm her şeyi anlattın? Ben yakınımızdakilere gösterince mi kabahatli oldum?” Alper bağırdıkça kendi sesi de gür çıkıyordu. O günü hatırladıkça kalbi paramparça oluyordu.
Düşündükçe nefesi daralıyordu.
“Sana anlattım? Ben bir şey anlatmadım, iki kadeh içtim ağzımdan bir iki şey çıktı diye her şeyi anlatmış olmuyorum!” saçına götürdüğü ellerini sertçe yumruk yapınca Arasta’nın gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Alper ağladığını gördüğü gibi daha da delirirken “Ağlama!” diye bağırdı.
“İlk önce annen sonra o kadın, başka kim yakacak canımı Alper? Sen de yakmadın mı zaten zamanında beni? Başka kim kaldı? Bahar hanımın lafların ağırı yetmiyormuş gibi seni ilk kavgamızda soluğu başka kollarda alman... asıl canımı yakan da bu ya! Senin bu korkaklığın...”
Sofranın üzerinde ne varsa örtüsüyle birlikte yere sıçrarken Alper anında karısını kucağına alarak o taraftan uzaklaştırdı. Arasta hızla kucağından inerek tüm öfkesini eşyalardan çıkarırken bir yandan konuşmaya devam ediyordu.
“Biz her kavga edişimizde başka yerlerde mi teselli arayacaksın ha? Böyle mi olacak hep? Söylesene Alper, her seferinde kaçışın böyle mi olacak!”
“Arasta dur!”
“Konuşalım diyordun ya al konuşalım! Günlerdir yalvarmıyor muydun konuşalım diye! Al sana fırsat konuş!” saçları önüne düşmüş yüzü iyice solgunlaşmıştı. Günlerdir doğru düzgün uyuyamıyordu bile. Nasıl uyusun ki bu haldeyken?
Korkaklar da cesur olur sanıyordu. Sevdiğinde tüm dünyayı karşına alır sanmıştı. Daha annesiyle savaşamayan adam dünyayla mı savaşacaktı?
“Elini keseceksin bu o kesik camı!” endişe içinde bağırmaya devam ederken temkinli olmaya çalıştı. Bakışları elindeki kesikteydi.
“Bırakmayacağım! Ne de olsa seni önemsetmiyor. Yettiniz be ana oğul! Bir canım kaldı elimde onu da size harcatmam! Benim canım sizin oyuncağınız değil. Nefes bu canı korumak için nelere katlanmışken hele...”
Alper sertçe yutkundu. Bırak kendinden daha annesinden koruyamıyordu sevdiği kadını. “Arasta’m yapma! Yalvarırım, hatalıyım evet ama seni çok seviyorum! Nasıl canımı yakarım ki bile bile...”
“Ama yakıyorsunuz özellikle...”
“Tamam bir daha olmayacak. Hatta annemle yaşatmayacağım seni! Yeter ki üzülme, kırma kendini. Senin canın benden daha kıymetli bilmez misin?” diyerek yanına yaklaştığı gibi bedenini kendine sararken saçlarını okşadı. Kokusunu içine çektiğinde sıkıca sarıldı.
“Benim canım sadece Nefes için kıymetliymiş... sen o kıymetli canı yaktın, kırdın Alper. Sizi o halde görmek bile canımı ne kadar yaktı bilemezsin. Sen sevme Alper, sen sevmeyi bilmiyorsun.” hızla ondan ayrılıp gözlerine hayal kırıklığıyla bakarken yine sessizleşti. Bir cevap vermesini beklemeden etrafına göz atıp ruhsuzca mutfağa geçerken alt dolaplardan bir poşet çıkarıp tekrar salona geçti. Alper'i görmezden gelerek dağılan parçaları toplarken Alper bir hızla yanından ayrılıp evin kapısını sertçe kapattı.
Arasta arkasından bakarken güçlü durmaya çalıştı. Güçlü durmak zorundaydı yoksa ilk fırtınadan hızla uçuruma doğru savrulurdu.
***
BOLU…
“Hoş geldiniz başkanım?” diyen Müdür ile Müdür yardımcısı tereddütle yerlerine otururken Nefes tepkisiz bir şekilde gösterdiği koltuğa otururken yüz ifadesi sertleşti. Çocuklarının durumu bu haldeyken ve bunu bilerekten devam ettirmeleri kayışların kopmasına neden olmuştu.
“O çocuk Sedat sizin oğlunuzdu değil mi?” diye direkt müdür yardımcısına hitaben konuşurken Seçkin bey ecel terlerini şimdiden dökmeye başladı. Alnından oluk oluk soğuk terler akarken bu daha hiçbir şeydi.
“Ev....et efendim. Benim çocuğum, bir sorun mu oldu?” bilmezlikten gelerek sorduğunda Nefes sert bir bakışla Seçkin beye dönüp ağır ağır konuşmaya başladı.
“Bir sorun değil sorunlar oldu ve bu durumda kimse ilgilenmek istememiş sanırım? Seçkin bey siz?” deyip Müdüre döndü. “Ve siz bu okulla nasıl ilgileniyorsunuz? Çocuğunuz bir öğretmenin hayatını riske atıyor üstelik yetmiyor canına kastediyordu ve bu öğretmen sırf bir çocuk diye suçu üstleniyor? Buna bir açıklamanız var mı Seçkin bey?” kızgın bir sesle hafif bağırdığında durumu açıklamaya çalışsa da olumlu bir yanı yoktu.
“Milli Eğitim ile görüştüm yeni Milli Eğitim Bakanı’yla!” diye üstünü çize çize belirtti. “Gereken işlemleri başlattık ve siz bir daha bu okulla ya da başka bir okulla irtibata geçmeyeceksiniz? Bir çocuğun hayatı kurtulacak diye diğer çocukları elinizde heba edemem ben!” diyerek yerinde hızla kalktı. Dik duruşuyla kapıya doğru ilerlerken kapıyı sertçe içerden açıp kapattı.
En sinir olduğu, katlanamadığı durum da buydu. Görmezlikten gelinmesi. Herkes yine susmuş köşeye çekilmişti. Kimse çocukların geleceğini düşünmüyordu. Hepsi çıkarlarıyla ilgileniyordu sadece. Koridorda acelesi varmış gibi yürürken o sırada zil çaldı. Çocuklar zili duyduğu an koridorlara akın ederken sağ köşedeki sınıfta Doğan elinde kitaplarla gözüktü. Bakışları direkt Nefes’i bulunca yanına doğru ilerledi.
“Sen niye bugün geldin okula?”
Doğan’dan önce kendisi sorduğunda dinleneceğini düşünmüştü.
“Asıl ben soruyorum sana; neden buradasın? Ankara’ya geçmedin mi daha?” tek kaşı havaya kalktı. Niye burada olduğunu biliyordu ama yine sorası gelmişti.
“Seçkin beyle görüşecektim. Görüştüm, gidiyorum.” kısa yanıt verip kendi sorusuna yanıt vermesi bekledi.
“Çocuklarla ilgili değil mi?” hala koridorun ortasındaydılar.
“Evet, tüm erişimleri kesildi. Cezaları neyse çekecekler.”
“İyi sevindim. Peki ya çocuklar?” endişeyle gözlerini açtı.
“Onlar birkaç ay yatmak zorundalar.” bunu dile getirirken boğazı düğümlendi.
Doğan'ın ifadesi düştü ilk başta. Sonradan ciddi haline döndüğünde eski soğuk ifadesine büründü.
“Anladım. Neyse seni meşgul etmeyelim daha fazla. İşin gücün var ne de olsa? Daha Ankara'ya gidece...”
“Gitmemi bu kadar istiyorsan açık açık söyle Doğan.”
“Git Nefes.” dedi bu sefer açık ve net bir ifadeyle. Kahve gözleri, gözlerine takılı kalırken Nefes memnun olmuş gibi dudak kıvırdı.
“Dönüyorum bu gece.” dedi kısa bir açıklama yapar gibi. Ardından gitmeden önce omzu üstünden Doğan’a bakarak “Yanağındaki yarayı temizlemeyi unutma. Mikrop kapmasın. Yara bandıyla olacak iş değil.” dediğinde Doğan’ın eli hızla yara bandına gitti. Dün gece Özge Hanım bandajı değiştirmeye çalışmıştı olmayınca da yara bandı kullanmıştı. Doğan da umursamayıp öyle bırakınca bir daha uğraşmamıştı.
Bahçeye çıktığında Doğan da arkasından çıkarken “Beni düşünmeye mi başladın şimdi de başkanım?” diyerek adımlarına yetiştiğinde yakına girdi neredeyse.
“Ben seni hep düşünüyordum zaten.” dedi doğruyu bozmadan. Bu hep böyleydi. Doğan’ı hep düşünürdü bu yeni bir şey değildi.
Konuyu değiştirmeye çalıştı. “Parfümünü mü değiştirdin?" Derken istemsizce bakışları boynunu buldu. Kokusuna o kadar hasret kalmıştı ki... âdem elmasında bir yutkunma olurken bakışlarını zar zor gözlerine çevirdi.
"Evet, değiştirdim."
Yalandan yüzünü buruşturduğunda Nefes’in ifadesinde mimik oynamıyordu.
"Hiç olmamış, değiştir sen en iyisi Parfümünü. Çok kötü kokuyor?" Aksine çok güzel kokuyordu.
"Eskisinden sıkıldım, ayrıca kötü kokmuyor sen özlemden inkâr ediyorsun.” bu kadar açık konuşmak zorunda mıydı?
"Özlesem direkt söylerim Nefes?” inanmadığını belirtip göz devirdiğinde kısık bir sesle mırıldandı.
"Ben duydum duyacağımı." Yutkunmalarından her şey anlaşılıyordu inkar edecek hali yoktu ya?
“Hocam iki dakikalığınızı almama müsaade var mı?” merdivenlerde Doğan’a seslenen Özge hanımla ikisinin bakışları Özge hanımı buldu.
“Geliyorum hemen hocam!” diyen Doğan tekrar sevdiğine döndüğünde “Sana şimdiden iyi yolculuklar dilerim. Bir daha karşılaşmayalım. En azından ben seni görmeyeyim Nefes. Sen iki iyi arkadaş olacağımıza inanabilirsin ama ben hiçbir şeye inanamam bu saatten sonra. Umarım karşına senin de gerçekten seveceğin biri çıkar.” dediğinde Nefes gerildi. Dudakları nefessiz kalır gibi aralanırken bir şey demedi ilk başta.
“Emin ol birini sevmem imkânsız.” dediğinde Doğan’ın gözlerinde bir acı belirdi.
“Çıkar.” dedi canı acır gibi. Nefes almakta güçlük çekti. “Tek dileğim seni üzmemesi.” diyerek yanından ayrılmadan Son kez sarılırken aradan iki buçuk ay geçse de hayatından çıkarmaya çalışsa da öfkelenip dursa da duyguları da o kadar kalıcı yerleşiyordu yüreğine ama bu sevgiden de yorgunluk çekiyordu. Bu sevgi onu yoruyordu.
Nefes de ellerini sırtına dayadığında dokunmaya çalışsa da elleri sırtına kavuştu. Yıllar geçecekti belki de ama bu hissi hiç unutmayacaktı.
“Beni ancak ben üzebilir bu saatten sonra. Endişelenme. Bana hep öfkeli kal kâfi.” deyip ondan ayrıldı ve okuldan ayrılırken kalbinde bir enkazla kaldığının farkında değildi.
“Geldim hocam!” diyerek Nefes’in gidişinin ardından Özge hocanın yanına ilerledi.
Nefes ise cebinde titreyen telefonu eline alıp yeşile bastıktan sonra “Arasta’m döndünüz mü?” diye direkt sohbete girdi. Arasta evlendikten sonra daha da mutluydu ve mutlulukla Nefes daha da rahat bir nefes alıyordu. Fakat son zamanlarda yaşanan sorunlar gün geçtikçe artıyor ve daha da büyük bir kavgaya neden oluyordu.
“Döndük Nefes. Sen ne zaman gelirsin? Yeğenimi de yanında götürmüşsünüz zaten! Aden'le bir alışveriş turu yapacaktık ne güzel.” sesine yansıyan isyan, şikâyete dönerken Nefes arabasına bindi o an.
“Yeğenin, babasıyla ve Ambra’yla daha kampta. Hem ne bu alışverişi? Sen yeni gitmemiş miydin?” demeye kalmadan Arasta sakin bir sesle cevapladı.
“Alışverişin zamanı yoktur neyse sen ne zaman gelirsin diye sordum ama cevap alamadım? Cevap alayım lütfen?” sesinde yalvarış dökülür gibiydi. Nefes anlamsızca kaşlarını çatarken içine bir şüphe düştü. Bir problem mi vardı?
“Akşam orada olurum... da sen iyi misin kardeşim? Sesin iyi gelmedi bana?” sanki konuşan Arasta değildi.
“Ay yok iyiyim ben! Kaynanamla yine gelin atışı yaptık da...” hemen kendini toparlayıp bir yalan uydurdu. Bir sorun olduğunu anlarsa ortalığı velveleye verirdi, biliyordu.
“Seni üzüyor da bana söylemiyorsan...”
“Üzerse benim elim de armut toplamıyor Nefes. Veririm cevabını.” sözünü hızla kesince Nefes kuşkuyla bakmaya devam etti.
“Benim tek derdim sensin biliyorsun? Alper izin vermez yine ama olur da üzgün görürsem seni kimseyi umursamam, büyük müyük de dinlemem.” bu bir nevi alttan alttan verilen imaydı.
“Tamam anneciğim söylerim. Küçük bir çocuğum ya gelir hemen sana şikayet ederim. Hadi akşama gel de özlem giderelim.” deyip tam kapatacakken aklına gelen düşünceyi dile getirdi. “Doğan’la karşılaştınız mı filmlerdeki gibi ha? Sen Bolu’da o Bolu’da... fan fin fon?”
“Arasta!” bu kızın ağzı neden arsızdı?
“İyi be demedim fan fin fon! Karşılaştınız mı?” diye sorduğunda az da neşesi yerine gelmişti.
“Karşılaştık.” deyip telefonu tutaca sıkıştırıp hoparlöre aldı. Araba sürecekti ve elinde telefonla süremezdi. Çalıştırmadan önce yan aynadan bahçeye baktığında Özge hanım ve Doğan mesafeli bir şekilde sohbet etmeye devam ediyordu.
“Hadi canım, nerede? Hangi konumdayken?”
“Nezarethanede karşılaştık, başkomiserin beni arayacağını tuttu. Telefonda benim numaram kayıtlı olunca ilk beni aramayı seçmişler...” diyerek anlatmaya başladı uzun uzun.
**
BİRKAÇ GÜN SONRA...
“Anne, teyzem nerede? Kaç gündür bize gelmiyor?”
“Kocasıyla arası düzeldi ya, keyfini çıkarıyordur. Aman iyi olsunlar da gerisi mühim değil.” dedi Aslan, Aden’i rahatlatmak ister gibi. Kahvaltıdan hemen sonra kahve içerek sohbet etmeye başlamışlardı.
Nefes’in aklı ise kardeşindeydi. Ankara'ya geldiğinden beri suratı bir karıştı hemen bir gün sonrasında ise yüzünde neşe saçıyordu. Bir şeyler oluyor ama söylemiyordu da.
“Söyle o kardeşine bir daha teyzemi üzmesin!” tehdit vaki bir şekilde Aslan abisine diklenirken Aslan da hemen teslim olur gibi ellerini havaya kaldırıp gülümsemeye başladı. “Tamam sakinleşin hanımefendi, ben onun kulaklarını çektim zaten!”
“Aferin.” diye kaşlarını çatar çatmaz Aden’i kucağına çekip karnını gıdıklamaya başladı. Kahkahaları yükselirken elleriyle Aslan abisini durdurmaya çalıştı.
“Ya ama her seferinde beni gıdıklamayı kesin ya huylanıyorum!”
“Aslan kızımı rahat bırak!” diyerek salona giriş yapan Uygar ile Aden koşa koşa babasına sarıldı. Kahkaha atmaktan nefes nefese kalırken bir yandan da babasına Aslan’ı şikâyet ediyordu.
“Ya baba Aslan abiye bir şey desene! Beni yine gıdıklayıp duruyor.”
Uygar sahte bir kızgınlıkla Aslan’a bakıp “Kızımı gıdıkladığını bir daha görürsem alırım ayağımın altına!” dedi gülmemeye çalışarak.
“Benim güçlü babam var tamam mı?”
“O baban zamanında...” Aslan’ın imasıyla sertçe öksürdü.
“Ne yaptı ki zamanında babam?” merakla gözlerini açtığında dedikodu arar gibi Aslan'a baktı.
“Annecim, baban zamanında az dayak yemedi onu diyor?” olaya el atıp konuyu kapatırken derin bir nefes alıp kızına döndü.
“Bebeğim hadi servisin gelir şimdi. Çantanı yukardan al gel.” deyip iki yanağından kocaman öptü. Uygar da Nefes’e katılınca Aden babasından ayrılıp koşa koşa yukarıya çıktı. Salonda üçü kaldıktan sonra Nefes kuşkuyla kaşlarını indirip “Ben Arasta’yı görmeye gideceğim? Ondan sonra kampüse uğrayacağım?” demesiyle Uygar da silkelenerek ciddi bir ifadeye büründü. Kendisi de Arasta’yı merak ediyordu. Normalde bu evden çıkmazdı evlense de ama sesini bile duymuyorlardı. Telefon etse ya meşgul oluyordu ya da kapalı. Birkaç defa evlerine gitseler de evde olmuyorlardı.
Aslan bile haber alamıyordu.
“Ben de geliyorum! Alper'le işim var zaten. Telefonlarıma da dönmüyor puşt herif!”
“Ya endişelenmeyin bu kadar! Açmıyorlarsa işleri vardır?” içlerini rahatlatmak için ikna edici konuşmaya çalıştığında Nefes sert bir dille çıkıştı.
“Altı gündür mü işleri olur Aslan? Hiç mi buraya gelmezler? Arasta'nın yapacağı hareketler değil bunlar. Son günlerde bir değişik davranıyordu. O eski neşesi yerinde değil.”
“Alper’le kavgalıydı ya, size de anlattım durumu? Normaldir.” dese de ikna olamıyordu bir türlü. Nefes kardeşini tanımaz mıydı hiç?
“Benim için rahat değil. Göreceğim ancak öyle ikna olurum.”
“Nefes kuşkulandıysa bildiği bir şey vardır. Hem ben de merak ediyorum.” Uygar kaşlarını çatıp çenesini ovalarken.
Nefes'in kalbi ağrımaya başladı. Nefes alamaz hale geldiğinde içindeki sıkıntı da ağırlaşmıştı.
“Hadi gidelim.” demeye kalmadan Aslı hanım elinde bir postayla yanlarına ulaştı. Zarfı Nefes’e ulaştırıp “Size gelmiş Nefes hanım?” dediğinde “Kimden?” diye sordu zarfın iki tarafına bakıp bir isim adres bulamayınca.
“Eski Büyükelçi olduğunu söyledi efendim.” demesiyle bakışları hızla Aslı hanımı buldu.
“Karahan şerefsizi yurtdışına gitmemiş miydi lan?” diye çıkışan Uygar’la, Aslan da onaylayınca sakin bir edayla zarfı yırttı Nefes.
Hiç acelesi yokmuş gibi kaşlarını çata çata zarftan bir CD çıkarırken “Bu puşt bizimle oyun mu oynuyor! Bu ne şimdi?” diye öfkeyle çıkışan Uygar elinden CD’yi kaptığı gibi uydunun CD yerine taktı. Aceleyle kumandayla kırmızıya basarken ekrana bir tanıdık silüet belirdi ve onunla birlikte önceden yaptığı hatalar göz önünde belirdi.
Nefes'in bedeni sinirle titrerken büyükelçiye yapacaklarını aklında bile hesap edemiyordu. Çünkü az önce izlediği kayıtlardan hemen sonra ekranda bir yazı belirdi ve arkasında bir koluna asılı bir şekilde hayal kırıklığıyla annesine bakan Aden’le derinden sertçe sarsıldı.
“Anne...”
Bölümü sonunda yayımlayabildim. 18 Ağustos'ta yazmaya başladım 7 Eylül'de bitirdim fakat o kadar yoğun bir dönemdeydim ki bir kelime yazacak isteğim yoktu. hatta aklımı kurcalayan bir iki sahne vardı ki, çok riskli bir kısım. o kısmı buraya ekleyecektim yanlış karar olduğunu bile bile ama kıy payı sıyrıldım. :) neyse neyse siz bu kısmı okurken ben küçük bir ara vereceğim ve 36. Bölüm: Göçük Altında Kalan Kalpler adlı bölüme hızlı bir geçiş yapacağım. tweterde çok alıntı atıyorum oradan beni takip edebilirsiniz. hesabımın adı melekkozeli.