bc

YAĞMURA KARŞI

book_age16+
259
TAKİP ET
1.2K
OKU
princess
royalty/noble
drama
sweet
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Aşka erişebilmek için engelleri aşmak gerekir.

Adrian Joseph Byron hiç hesapta yokken kendisini Westcliff Kontu olarak buluverir. Titizliği ve disiplini emri altında bulunan tüm çalışanlarını bezdirse de, çevresinde her zaman takdirle karşılanır.

Heaven Brown ise sıradan bir çiftçinin kızıdır. Onu özel yapan şey ise cesareti, güzelliği ve dışarıya yansıyan saf iyiliğidir. Bir de Adrian'a kafa tutabilmesi var tabii...

Yağmurlu bir günde kesişen yolları, kaderlerini sil baştan yazacak ve her ikisi için de türlü oyunlar oynayacaktı. Aşk bazen rahatlatan bir yağmur gibi, bazen de ayazda sırılsıklam bırakan bir sağanak gibi üzerlerine yağarken ona boyun eğmekten başka bir çareleri olmayacaktı.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
Birinci Bölüm
1857   "Pekâlâ… Bay Brown öğleden sonra yapacağım ziyaretten haberdar edildi mi?" Orta yaşlı uşak, efendisinin sorusu üzerine başını salladı. Westcliff Kontu Adrian Joseph Byron tanıdığı en disiplinli adamdı. Eğer verdiği emri tam anlamıyla yerine getirmeyecek olurlarsa ellerinde bir referans olmadan kapı dışarı edilmeleri işten bile değildi. "Güzel…" Uşak, genç adamın son sözünü söylediğini anlayarak odadan ayrıldı. Yeni Lord, ölen Lord’un kuzeniydi. Zavallı eski Lord, genç yaşına rağmen hastalıktan ölürken geride bir mirasçı bırakmamış, unvanı ve sahip olduğu toprakları Amerika'da yaşayan bu genç adama vasiyet yoluyla devretmişti. İlk zamanlarda çalışanlarla arasında soğuk rüzgârlar esse de yeni Westcliff Kontu adil bir adamdı. Çalışanlarına karşı haksızlık yapmadığı gibi, terbiyesizliğe de göz yummazdı. Dengeyi kurmak zaman alsa da bir sene içerisinde tüm çalışanlarını idare etmeyi başarmıştı. Kont eviyle ilgilendiği kadar arazisinde kiracı olarak bulunan çiftçilerle de düzenli olarak ilgilenirdi. Onların ihtiyaçlarını karşılar ve ürünlerinin hasat zamanlarında, kendilerine yardımcı olabilmeleri için mevsimlik işçiler bulurdu. Çiftçi Bay Brown arazi sınırları içerisinde Westcliff Malikânesi’ne en yakın olandı. Kont belirli aralıklarla yaptığı kiracı ziyaretlerinde ilk olarak ona uğrardı. Zavallı adam karısını evliliklerinin beşinci senesinde, ikinci çocuklarını doğururken kaybetmişti. Kızları ve onlara dadılık yapan yaşlı bir cadının dışında evinde başka çalışan bulunmazdı. Karısı varlıklı bir aileden geldiğinden, Bay Brown kızlarının eğitimlerinin düzgün olmasını istiyordu. Asil aile, Bay Brown ile görüşmeyi kabul etmiyor olsa da kızlara sırt çevirmemişti. Onları kabullenerek genç bir leydinin alabileceği bütün eğitimleri almalarını sağlamışlardı. Kızlar kuzenleri ile çok iyi anlaşırlardı. Her sene belirli zamanlarını dayılarında geçirerek eğlenirlerdi. Bu sene umduklarından daha uzun süre Kent'te kalmışlardı. Ama her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi bu ziyaretlerinin de sonuna gelmişlerdi. Kızlar için evlerine dönüş vaktiydi. Geçip giden günlerin kendilerine neler getireceğinden habersiz, yola koyulan kaderin oyununu sergileme zamanıydı. —– Adrian penceresinden dışarıdaki havaya baktı. Kara bulutlar yağmurun habercisiydi. Bu havada gideceği mesafe kısa olsa da, dışarıya çıkmak istemiyordu. Fakat sorumluluk duygusu onu her istediğini yapmaktan alıkoyuyordu. Kontluğu kabul etmesini sağlayan da aynı sorumluluk duygusuydu. Ölen Kont'un ölümünden kısa bir süre sonra kendisine ulaşan mektubu ve üzerine yüklediği tüm bu sorumluluk ağır geliyordu. Evin idaresini üstlenebilecek bir Kontes'in varlığına ihtiyaç duysa da kadınlara olan güvensizliği buna engel oluyordu. Haksız da sayılmazdı. Kime güvendiyse yarı yolda kalmıştı. İlk nişanlısı, ateşli bir hastalığın pençesine yakalanmış, cennet bahçelerini sevdiğinin güvenli kollarına tercih etmişti. Kalbini verdiği bir diğer kadın ise onu eski kocasıyla yeniden beraber olabilmek için terk etmişti. Düğün günlerinde… Bütün davetlilerin gözleri önünde… Adrian acıyan bakışların içinde yarattığı ürpertiden hâlâ kurtulabilmiş değildi. Başını iki yana salladı. Eski anılar ona bir yarar sağlamazdı. Terk edildiği kadınların hayaletlerini artık serbest bırakmalıydı. Evlenmek için sevmek gerekmiyordu. Sorumluluklarını yerine getirebilecek bir kadın bulması yeterdi. Belki de bunun için artık etrafına bakmaya başlaması gerekti. Adrian çalışma masasına doğru ilerledi. Masanın çekmecesini açarak günlük raporlarını içine tıktı. Çekmeceyi kapatıp kilitledi ve anahtarı yeleğinin minik cebine yerleştirdikten sonra sandalyenin arkasına asmış olduğu ceketini üzerine geçirdi. Henüz bir yanlışlarını görmemiş olsa bile çalışanlarına tam anlamıyla güvenmediğinden, evraklarını gizli tutmayı tercih ediyordu. Arabası hazır olmalıydı. Erken dönebilmesi için bir an önce çıkması gerekiyordu. Merdivenlerden inerken yağmura yakalanmadan varmayı diledi. Neyse ki arabası beklediği gibi hazırlanmıştı. Bekletilmekten herkes kadar hoşlanırdı. Tahammülsüzlüğü de terk edilişlerinden kalma bir başka alışkanlığıydı. Brownların küçük evine vardığında yağmur yeni yeni atıştırmaya başlamıştı. Genç Kont arabadan inerken evin kapısı da Bay Brown tarafından açıldı. Yaşlı adamın yılların acılarıyla bereli yüzü, yeni Kont'un kendilerine yaptığı ziyaretten memnun, gülümsüyordu. "Hoş geldiniz Lordum." derken kapıdan çekilerek Kont'un içeri geçebilmesini sağladı. Adrian yüzünde hoşnutsuz bir ifade ile içeri geçerken, elindeki bastonu adama uzattı. Yüzündeki ekşilik sesine de yansıyordu. "Bay Brown, maalesef yağmurun erken bastırması dolayısıyla araziyi göremeyeceğiz. Yazık… Sizinle olan görüşmemizi tekrarlamak zorunda kalacağım." Bay Brown Kont'un bastonunu girişteki askılığa asarken genç adamın aksiliğinden nasibini almamak için düşünüyordu. Yağmurun yağması onun suçu değildi. Hem ekinlerinin suya ihtiyacı vardı. Yeterince susuzluk çekmişlerdi. Yağan yağmurla beslenecek olan toprak, ürünlerinin kalitesini artıracaktı. "Bu sene yeterince yağış olmadığından bu iyi oldu Lordum. Lütfen, içeri geçin. Belki akşam yemeğinde bize katılırsınız." Adrian adamın kendisine gösterdiği yoldan salona geçti. Ev küçüktü. İki katlı olmasına rağmen birkaç yatak odası, bulundukları bu salon ve bir de mutfaktan oluşuyor olmalıydı. Adrian, Kont olmadan önce de zengin bir adamdı. Amerika'da yaşaması ve ticaret gemileri edinerek Afrika'dan ham madde ihracatında bulunması, küçük çaplı bir serveti binlercesine katlamıştı. Lükse alışıktı. Küçük ve dar mekânlar onu boğardı. Bay Brown'un salonu da onda aynı etkiyi yaratmıştı. Yine de evine dönmek için yağmurun dinmesini beklemesi gerekiyordu. Yağışların dinmesini beklemeden çıkacağı kısa süreli yolculuk, atlara zarar vereceği gibi arabanın çamurlaşan yumuşak topraktan dolayı bataklığa dönen yollara saplanıp kalmasına neden olabilirdi. Küçük salondaki en büyük koltuğa kurulduğunda, Bay Brown'un da oturması için eli ile bir başka koltuğu gösterdi. Yaşlı adam kendisine gösterilen koltuğa otururken içeriye yirmili yaşlarının farklı dönemlerinde oldukları belli olan iki genç kız girdi. Kızlar içeriye girerken bir misafirlerinin olduğunun farkında bile değillerdi. Gülüşmeleri, babalarının uyaran yüzünü gördüklerinde anında kesilirken kendilerini izleyen bir çift gözün varlığını üzerlerinde hissettiler. Ve her ikisi de utançla kızarırken bakışlarını elbiselerinin eteklerinden görünen ayaklarına diktiler. Henüz yerine oturamayan adam ayaklanarak kapıda dikilen kızlarının yanına gitti. Kızları sırtlarından Kont'a doğru iterken bir yandan da özür dileyen bakışlarını Kont'un meraklı gözlerine sabitlemişti. "Lordum, bunlar kızlarım Valerie ve Heaven. Kendileri Kent'te yaşayan dayılarının ziyaretinden bugün döndüler. Onların bu uygunsuz davranışı için sizden özür dilerim." Adrian meraklı bakışlarını kızlar üzerinde gezdirirken elini sallayarak olayı geçiştirdi. "Rahat olun Bay Brown. Evlerinde böyle davranmak onların hakkı. Bunu anlayabiliyorum." Derin sesi adamı rahatlatırken kızlar gördükleri eğitimlere uyarak adamı selamladılar. Bakışları kaçak göçek bu yabancı adamın üzerine kayarken babalarının emirlerini beklediler. "Bir şeyler içer misiniz, Lord Westcliff?" Adrian boğazından geçecek bir kadeh bir şeylerin iyi geleceğini düşündüğünden teklifi geri çevirmedi. Bay Brown'un bakışları kızlarına kaydığında kızlardan biri hoşnutsuz bakışlarını diğerinin üzerine çevirerek görevi onun omuzlarına yıktı. Diğer kız, kardeşine sevecen bir ifadeyle gülümseyerek "Geç otur, bunu ben hallederim," diye mırıldanırken melekler kadar yumuşak, kadife sesi genç adamın tenini ipeksi bir hisle sarmaladı. İlgisiz bakışlarla süzdüğü genç kıza tekrar bakma ihtiyacı duyarak bakışlarını dolaba ilerleyen kızın üzerine kaydırdı. Genç kız hâlâ sıradandı. Yine de kızda ilgisini üzerine toplayan bir şeyler vardı. Heaven dolaptan çıkardığı bardağa doldurduğu, babasının özel zamanlar için İskoçya'dan getirttiği viskiyi bir tepsiye yerleştirerek Westcliff Kontu'na ikram etti ve yerine oturmak için koltuğa yöneldi. Bardağı uzatırken yakıcı bakışlı adamla göz göze gelmemeye dikkat etmişti. Adamın inceleyen, yoğun bakışları altında kendisini huzursuz eden bir şeyler vardı. Her an bir hata yapabilir ve bir akbaba gibi sonunu bekleyen bu adam tarafından yakalanabilirdi. Yeni Kont'un uzun süredir Westcliff arazisinde olduğunu babalarından gelen mektuplar sayesinde öğrenmişlerdi. Adamın sert bir mizacının olduğunu ve yaşadığı talihsiz aşkların dedikodularını ise kuzenleri anlatmıştı. Yüreğini bir taş kadar sertleştiren talihsiz olaylar silsilesi Heaven'da adama karşı bir merhamet filizlendirirken, Valerie'de uygun bir koca adayının kokusunu alan her genç kızda meydana gelecek tepkilerin doğmasını sağlamıştı. "O adam benim olmalı!" demişti Valerie. "Kont'la evlenmeli ve bir Kontes olmalıyım. Annemizin yaptığı aptallıkların bedelini vahim bir çiftlikte yaşayarak biz ödüyoruz. Kontes olmalı ve hak ettiğim gibi o arazinin hanımı unvanını almalıyım. Daha sonra da senin için bir şeyler düşünürüz." Ablasının coşkusuna gülse de hırsını doğru bulmuyordu Heaven. Hem çiftlik evinde yaşamanın kendisine dokunduğu da söylenemezdi. Evinden, yaşamından ve ailesinden memnundu. Annelerinden kendilerine kalan tek hatıra, yaşlı dadıları Betty idi. Onun doğumunda ölen annelerinin yerine dadısının kollarında teselli bulmuş, bugünlere de onun ilgi ve şefkatiyle gelebilmişti. Babası onlardan ilgi ve şefkatini esirgemese de zavallı adam çalışmak zorundaydı. Yine de babasının sevgisine minnettardı. Hayat arkadaşının ölümüne sebep olduğu için kendisinden nefret etmiyor ve onu Valerie'den ayrı tutmuyordu. Valerie içinse aynı durum söz konusu değildi. Yüzeyde hiçbir sorun yoktu. İki kız kardeş inanılmaz uyumluydular. Ancak derinlerde Valerie'nin Heaven'a, annelerinin ölümüne sebep olduğu için beslediği kin yatıyordu. Ender zamanlarda bu kin harekete geçen bir volkan gibi patlıyor, önüne geleni yakıp yıkarak bütün duyguları kuraklaştırıyordu. Yaralanan Heaven ise her seferinde küllerinden yeniden doğuyor, bir sonraki patlama anına kadar kendisine yapılan bütün kötülükleri hafızasından siliyordu. Bütün bunlara sessiz kalmasının sebebi hepsini, belki de daha fazlasını hak ettiğini düşünmesiydi. İki kızdan annelerine en çok benzeyen Heaven'dı. Güzelliğini ve yüce gönüllülüğünü tamamen annesinden almıştı. Valerie ise asil akrabalarının huylarını adet edinmekte ustaydı. Havai tavırları, burnu büyüklüğü ve şımarık mizacı ailede kimsede olmayan özelliklerdi. "Yağmur dinmeyecek gibi duruyor." Sessizlikten sıkılan Bay Brown daha fazla dayanamamıştı. Kont'un varlığının verdiği yoğun rahatsızlık, sessizlikle harmanlandığında küçük salona çöken hava daha da kasvetli bir hâl almıştı. Oysa genç adamın kendilerine bir zararı yoktu. Yine de konumunun getirdiği bir ezinti yaratıyordu. "Doğru. Yanlış bir zamanda çıkmak benim hatam." Genç adam elindeki bardağı bir süre çalkaladıktan sonra yudumladı. Bakışlarını Heaven'ın üzerinden çekerek Bay Brown'a yönlendirdi. Genç kızın bembeyaz tenine tezat koyu renk saçlarına dikkat etmemeliydi. Ya da saçlarından daha koyu olan gözlerine, minik burnuna, dolgun ve çilek pembesi dudaklarına… "Size rahatsızlık mı veriyorum, Bay Brown?" Bu soru yaşlı adamın beklediği bir soru değildi. Genç Kont'a böyle bir izlenim verdiği için kendisinden utandı. "Elbette ki hayır, Lordum," derken oturduğu yerde ne yapacağını şaşırmıştı. "Varlığınız evimizi şenlendirdi. Sizi yemekte ağırlayabilmeyi de çok isteriz." Valerie babasının farkında olmadan kendisine yarattığı fırsattan memnun, atıldı. "Memnuniyetle ağırlarız hem de," derken hevesi Kont'un soğuk gülüşüne rağmen kırılmadı. Adrian genç kızın neyin peşinde olduğunun farkındaydı. Kız kardeşinin aksine Valerie'nin sinsi karakteri dışına yansıyordu. Her kadın içinde aynı fahişe ruhu barındırmıyor muydu zaten? Heaven'ın da masum duruşuna rağmen biraz tahrik, biraz da teşvik ile asıl karakterini dışarı yansıtacağından emindi. "Madem ısrar ediyorsunuz, bana da kabul etmek düşer. Bu sayede bana işlerinizden de bahsedebilirsiniz, Bay Brown. Son görüşmemizin üzerinden uzun bir süre geçti. Arazileri göremeyecek olsak bile durumlarla ilgili konuşabiliriz." Bay Brown genç adamı başı ile onayladıktan sonra kızlarına döndü. "Akşam yemeğinin hazırlanmasına yardımcı olur musunuz meleklerim? Böylece biz de Lord Westcliff ile konuşabiliriz." Heaven bu kasvetli ortamdan uzaklaşabileceği bir bahane bulmanın verdiği mutlulukla babasının rica ile karışık emrinin üzerine hevesle atladı. Valerie ise uzaklaştırılmaktan hoşlanmamıştı. Üstüne bir de Heaven'ın onu yerinden kaldırmak için uzattığı elini gördüğünde bu duruma daha da fazla sinirlendi. Kız kardeşinin uzattığı eli görmezden gelerek yerinde doğrulurken "Ben biraz dinlensem daha iyi olacak. Kendimi bir hayli yorgun hissediyorum. Yemeklere yardım için Heaven tek başına idare edebilir. Müsaadenizle," diyerek odadan ayrıldı. Heaven ablasının bu tür işlerden kaytarmasına alışıktı. Babasının Valerie'nin arkasından kızgınlıkla açılan ağzını gördüğünde, ablasının üzülmesini engellemek adına hemen atıldı. "Endişelenme baba. Betty ve ben bu işi halledebiliriz. Valerie'nin ne kadar hassas olduğunu biliyorsun. Yol onu yormuş olmalı. Dinlense daha iyi olur. Hasta olmasını istemem." Bay Brown bakışlarını Heaven'a yönlendirirken sert ifadesi yumuşadı. Kızının bir yabancının önünde aile kavgası oluşmasını önlemeye çalıştığının farkındaydı. Ne var ki Valerie, Heaven kadar anlayışlı değildi. Yine de başını sallayarak Heaven'ı mutfağa gönderirken özür dileyen ifadesiyle Lord Westcliff'e döndü. Adrian önünde dönen bu oyundan rahatsız olarak yerinde kıpırdandı. Bay Brown'un kızları ilgi çekme konusunda doğuştan yetenekli gibilerdi. Sadece tarzları farklıydı. Hangisinin daha başarılı olduğuysa tartışılırdı. Kafasını sallayarak hayatında yeri olmayan bu düşüncelerden uzaklaştı. Omuzlarına zorla bindirilen görevlerin bilinciyle işlerine odaklandı. Bir işi zoraki yapıyor olması, o işin hakkını vermeyeceği anlamına gelmezdi. Aradan geçen bir saatin sonunda yağmur şiddetini kesmeden atıştırmaya devam etmiş, Heaven ise sofrayı kurma konusunda dadısıyla beraber iyi bir iş çıkarmıştı. Bir Kont'a layık olmasa da kendi standartlarında harika bir menüyle masayı hazırlamışlardı. Bardakları da yerine yerleştirdikten sonra çıkardığı işe bir adım uzaklaşarak inceleyen gözlerle baktı. Bir eksiğin olmadığına kanaat getirdiğinde gülümseyerek oturan Kont'a döndü. Lord Westcliff'in bakışlarıyla karşılaşmayı beklemediğinden yine huzursuzlanarak bakışlarını babasına yöneltti. "Her şey hazır," derken önünde birleştirdiği elleriyle oyalanıyordu. Bu sayede hâlâ üzerinde hissettiği gözlerin ağırlığından kendisini korumayı hedefliyordu. Bay Brown kızının içinde bulunduğu durumdan bihaber gülümseyerek kızına başını salladı. Ardından ayaklanarak Kont'un da sofraya geçebilmesi için eliyle sofrayı gösterdi. Adrian adamı arkasında bırakarak kurulan masaya ilerlerken, Bay Brown da Heaven'a Valerie'yi çağırmasını söyledi. Heaven yeni bir kaçış yolu bulmanın verdiği enerjiyle kız kardeşi ile paylaştığı odaya gitti. Valerie'yi nasıl bir hâlde bulacağını bilmiyordu. Ancak onu yatağına uzanmış, yüzünde hesapçı bir gülümseme ile tavana bakarken yakaladığında gözlerini devirmeden edemedi. "Yemek hazır Valerie. Seni bekliyoruz," diye seslendiğinde Valerie'yi daldığı rüyalardan uyandırmış oldu. Genç kız rahatsız edildiği için sinirlenerek Heaven'a yönelttiği gözlerini kıstı. "Ben gelmeyeceğim. Babama hasta olduğumu söyle. Masaya gelecek kadar bile hâli yokmuş, de." Heaven ablasının sözleri ile endişelenerek onun yanına gelirken bir elini kaldırmış, Valerie'nin alnına temas ederek ateşinin olup olmadığına bakmayı amaçlıyordu. Bir yandan da "Tanrım! Valerie iyi misin? Yolda üşüttün, değil mi?" diyerek hareketlerine yansıyan endişeyi dile getiriyordu. Valerie kendisine uzanan ellerin temasını önlemek adına Heaven'ın elini sertçe ittirdi. "Seni sersem! Tabii ki de iyiyim. Bunu anlamayacak kadar kalın kafalı mısın? Sadece dikkat çekmeye çalışıyorum, seni aptal! Böylelikle Lord Westcliff'in benim için endişelenmesini sağlayabilirim. Sen şimdi yalnızca sana dediklerimi yap." Heaven ablasının kaba engellemesine kırgın, hain fikirlerine inanamaz gibi başını iki yana salladı. "Onu gerçekten de istiyorsun, değil mi? Ve bunu yapmadan rahat edemeyeceksin. Sana inanamıyorum, Valerie! Sen gerçekten de…" Valerie sabırsızca Heaven'ın konuşmasını böldü. "Of, Heaven! Hâlâ burada mısın? Git hadi!" Heaven acıyan bakışlarla Valerie'ye bakarken kapıya yöneldi. Ablasının yaptıklarını ya da yapacaklarını onaylamasa da içinde onun iyiliğini isteyen sesi susturamadı. Eğer Valerie mutlu olacaksa birazcık yalan söylemekten zarar gelmezdi; yalanı her ne kadar sevmese de… Salona geri döndüğünde kendisine beklenti ile bakan babasından gözlerini kaçırdı. "Valerie kendisini yemeğe gelemeyecek kadar rahatsız hissediyormuş. 'Siz benim için endişelenmeyin, yemeğinizi yiyin.' dedi." Bunları söylerken bakışları elbisenin altından görünen terliklerinin ucunda takılı kalmıştı. Babasının gözleri ile karşılaşacak olsa bu kadar rahat yalan söyleyemeyeceğini biliyordu. Ancak bu tavrının babasından daha dikkatli bakan gözler tarafından analiz edileceğini tahmin edemezdi. Adrian içinden bu duruma gözlerini devirirken, 'Ucuz numaralar!' diye düşünmeden edemedi. Genç kız ne sanıyordu ki? Adrian'ın endişe ile kendisini sarıp sarmalayacağını ve onu sonsuza kadar koruyup kollama yeminleri edeceğini mi? Öyleyse daha çok bekleyecekti! Dudağının kenarında yer edinmek isteyen alaycı gülümsemeyi derinlere yollayarak Bay Brown'un ne yapacağını bekledi. Bay Brown'un karısını kaybettikten sonra sahip olduğu tek hazine kızlarıydı. Onların bir baş ağrısı bile kendisinin canını yakıyordu. Hele de nazlı yetişen kızı Valerie'nin hassas bedeni ve aynı hassasiyete sahip sinirleri her daim ilgi gerektirirdi. Oturduğu yerden kalkmadan önce Kont'a yönelttiği bakışları ile özür diledi. "Müsaadenizle Lordum, kızımın iyi olup olmadığına bakmam gerek." Adrian çenesinin altında birleştirdiği ellerinden birini kapıya yönelterek, "Müsaade sizin Bay Brown. Genç hanıma geçmiş olsun dileklerimi iletin lütfen. Ani gelişen rahatsızlıkların ne kadar rahatsız edici olduğunu bildiğimi de eklemeyi unutmayın." Bay Brown son sözlerin altında yatan imadan habersiz, Valerie'yi kontrol etmeye giderken Heaven ne yapacağını bilmez bakışlarla her karışını ezbere bildiği odayı inceliyordu. Bakışlarının teğet geçtiği tek yer, Lord Westcliff'in varlığıyla taçlanan yemek masasıydı. Genç kızın rahatsızlığının farkında olan Adrian ise kızın aksine rahat tavırlarla "Oturmaz mıydınız Bayan Brown?" dedi. "Ayakta durmak yormuş olmalı." Kaçacak yeri ve bir nedeni kalmadığını anladığında Heaven derin bir nefesi içine çekti. Lord Westcliff'in en uzağındaki sandalyeyi gözüne kestirdiğinde zorlama birkaç adımla masaya yaklaştı. Kont genç bir bayanla aynı ortamda bulunduğunu yeni hatırlamış gibi oturduğu yerden kalkarken, Heaven adamın amacını anlayamadı. Ancak oturmaya niyetlendiği sandalye Kont tarafından oturabilmesi için geriye çekildiğinde şaşkınlıkla irileşen gözleri adamın sandalyeyi tutan iri ellerinde sabitlendi. Adrian boğazını temizleyerek kızın bakışlarını kendi gözlerine çektiğinde, küçük bir baş hareketi ile oturması gerektiğini Heaven'a hatırlatmış oldu. Hayalet misali soluk hareketlerle kendisine gösterilen yere ilerleyen Heaven, adamın bu şaşırtıcı tavırlarına kafa yoramayacak kadar allak bullaktı. Dikkat etmiş olsa adamın gözlerinde parıldayan alayla karışık eğlenceli ışıltıların ve kendi çekingenliğinin, adamın ilgisine davetiye çıkardığının farkına varabilirdi. Adrian yerine yerleşen kızın sandalyesini masaya doğru iterken gövdesini kasıtlı olarak öne büktü ve sıcacık nefesini kızın kar kadar beyaz boynuna salıverdi. Kızın vücudundan geçen titremeler Adrian'ın parçalı bulutlu ruh hâline ilaç gibi geldi. Oyunu devam ettirmek adına "İşte böyle Bayan Brown," derken nefesi o bembeyaz boyunda can veriyor, karıştığı hücrelerde yeniden hayat buluyordu. İçine çektiği derin nefeslerle burnuna dolan elma ve tarçın kokusu ise kendisinde benzer titremelere neden oluyordu. Heaven "Te-teşekkür ederim Lordum," demeyi başardığında, Adrian şimdilik bu kadar eğlencenin yeterli olduğuna karar vererek kendi yerine geçti. Bay Brown'un sahtekâr kızının yanından dönmesini beklerken sessiz kalmaya niyeti yoktu. "Söylesenize Bayan Brown, kız kardeşiniz her zaman bu kadar naif midir? Yağan her yağmurda hasta olduğunu düşünüyorum da… Sanırım Westcliff arazisinde bulunduğu zamanın hemen hemen yarısını yatağında geçiriyor olmalı?" Heaven ablası hakkında yapılan bu eleştirinin altında farklı şeylerin olduğunu sezinlemiş gibi aniden başını kaldırdı. Valerie'nin yaptıklarını desteklemiyor oluşu, onun hakkında bir başkası ile dedikodu yapacağı anlamına gelmezdi. Özellikle bu kişi yırtıcı bir hayvan kadar tehlikeli görünen Lord Westcliff ise! "Neden bahsettiğinizi anlamadım?" derken ifadesini sabit tutmaya çalıştı. Adrian'ın dudakları yerçekimine inat yukarı doğru kıvrılırken gözlerini kıstı. "Ah, bence gayet iyi anladınız Bayan Brown. Ama önemli değil. Ben yalnızca günün yarısını boş geçiren midemin biraz sonra yaratacağı rahatsızlıktan dolayı endişeleniyorum. Her nasılsa Bay Brown'un kısa süre içerinde aramıza katılamayacağına dair güçlü hisler içindeyim." Heaven Kont'un bu sözleri üzerine kimi bekletmek üzere olduklarını fark etti ve bu duyduklarından dolayı kızararak yerinde kıpırdandı. Kont ile başka bir laf dalaşına girmeden Betty'e seslendi. Yaşlı kadın elinde toprak bir güveç tenceresi ile içeriye girdiğinde Heaven yerinden kalkarak aksayan kadının elinden tencereyi aldı. Kadına sevgiyle gülümserken göz kırptı. "Sen de oturabilirsin Betty. Gerisini ben hallederim." Yaşlı kadın kendisine gülümseyen kıza aynı hislerin yansıdığı gözleri ile bakarken başını iki yana salladı. "Ben içeride yiyebilirim, sevgili kızım. Başka bir ihtiyacınız olduğunda bana seslenmen yeter." Heaven her ne kadar gönlü el vermese de Betty'nin fikrini değiştiremeyeceğini biliyordu. Yaşlı kadınla yıllardır aynı konuda inatlaşmanın bir işe yaramadığını sonunda öğrenmişti. Betty hâlâ masada oturan Kont'a ağırbaşlı bir reveransta bulunduktan sonra salondan ayrıldı. Kapıdan çıkan yaşlı kadının ardından yoğun duyguların barındığı gözlerle bakmakta olan Heaven, elindeki güveç tenceresi ile masaya döndü. Kont'un önündeki tabağa uzanıp alırken "Elimizde olanlarla en iyisini yapmaya çalıştık Lordum. Ancak alışık olduğunuz gibi kalabalık bir masa hazırlayamadığımız için üzgünüm," diye mırıldandı. Kızın buğulu ve yumuşak sesi, Adrian'ı istemese de etkiliyordu. Geçmişteki acı tecrübelerine dayanarak bu kadar kolay tav olmanın kendisine zarar vereceğini tahmin etmesi gerekirdi. Ancak içinde bulunduğu durumda bunu düşünmeyi erteliyordu. Meydana gelen rahatsızlığını dizginleyebilmek için toparlanmaya çalıştı. Mantıklı düşünmek adına gerçekleştirdiği takdire şayan çalışmaları sonuç vermeyi başardığında ancak cevap verebildi. "Sorun değil, Bayan Brown. Değişiklik güzeldir," derken verdiği cevabın anlamsızlığının kendisi de farkındaydı. Ancak Heaven bunun hakkında bir yorumda bulunmadı. Kendi tabağına da sebzeli kuzu yahnisinden doldurduğunda üzeri bir örtü ile kapalı olan ekmek sepetinden çıkardığı küçük somunları servis etti. Genç Kont'la aynı masada bulunmanın verdiği gerginlik iştahına da yansıyordu. Heaven aldığı lokmaların ağzında giderek büyüdüğünü fark ettiğinde yemeyi kolaylaştıracak ve gevşemesine yardımcı olacak bir şeylerin arayışına girdi. "Şarap alır mısınız, Lordum?" derken aslında misafirinden çok kendisini düşünüyordu. Adrian için bunu anlamak zor değildi. Genç kızın baskın gerginliği her ne kadar seyirlik bir şov sunsa da bu gerginliğin tırmanacağı en üst noktada ortamın elektrik akımı ile baştan aşağı yıkanacağını düşündüğünden, bu teklifi kibarca kabul etti. Bardaklara doldurulan şaraplarını yudumlarlarken büyülü sıvının etkisi kendisini yavaş yavaş gösteriyordu. Heaven fazla alkol tüketen biri değildi. Kuzenleri ile katıldıkları davetlerde bile Valerie içki içmeyi tercih ederken, Heaven meyve kokteyli alırdı. Bu yüzden içtiği şarabın yan etkilerinin çok çabuk ortaya çıkması kaçınılmazdı. Tabi bunda aldığı hızlı ve büyük yudumların da etkisi vardı. Beyaz teninde yapay duran kızıllık ve gözlerine gelip yerleşen parıltılar Heaven'a her ne kadar yakışsa da Adrian onun şarabın etkisine kapıldığının farkındaydı. Genç kızın baştan çıkaran güzelliğine aldanmaması gerektiğini bildiği hâlde, içinde kendinden bağımsız hareket eden erkeğe söz dinletemiyordu. Laf söz dinlemeyen erkek, içerideki Bay Brown ve diğerlerini umursamadan genç kızı masaya yatırmayı ve zevkten kıvranarak adını haykırtana kadar o ipeksi tende kendini kaybetmeyi düşlüyordu. Bu düşüncelerinin kaynağında ilk duyduğu andan beri sihrini konuşturan o büyülü sesin ve şarabın etkisini yansıtan yumuşak görünümlü, pürüzsüz tenin yattığı bir gerçekti. Sağduyusu yeterince gelişmemiş ve geçmişi, bugünkü Adrian'ı şekillendirmemiş olsa, eli tüfekli bir babanın gazabını düşünmeden bu dürtüsüne yenilirdi. Neyse ki aklını yeterince kaybetmemişti. Tabii Heaven karşısında oturan adamda ne tür hisler uyandırdığından habersiz, yemek yerken gerilerek hatlarını ortaya sermeyecek kadar bol bir elbise tercih etmiş olsaydı, bu düşünceleriyle birilerini ikna etmesi kaçınılmazdı. Ne var ki Heaven'ın bedenini saran yakut rengi elbise ile aklından geçenlere kendisi bile inanmıyordu. Gözlerini diktiği göğüslerden kaçırıp, Heaven'ın duyularını harekete geçiren albenisine içinden lanet etti. Yakın bir zamanda Londra'ya gidip rahatlamazsa bu çiftlik evinde kocaman bir skandala imza atacaktı. Başını tekrar Heaven'a çevirdiğinde, kızın tekrar doldurduğu bardağı dudaklarına götürdüğünü görerek aceleyle eline uzandı. "Bence bu kadarı yeterli." Heaven engellenmenin vermiş olduğu şaşkınlıkla genç adama baktı. Elindeki bardak parmaklarının arasından kayarken, Adrian'ın fark etmesiyle masaya çarpıp dökülmekten son anda kurtuldu. Heaven ne yaptığını anladığında gözlerini kırpıştırarak elini indirdi. "Ben ö-özür di-dilerim." Adrian elindeki bardağı masaya bırakırken başını iki yana salladı. İçmesini bilmeyenlerle ilgili kafasında dönen nasihatleri gerilere itip dilini ısırarak ağzından çıkabilecek herhangi bir yanlış kelimenin de önüne geçti. Diline hâkim olabilecek kadar beklediği bir sürenin ardından gülümsedi. Olanların komik bir yanının olduğuna itiraz edemezdi. "Sorun değil, Bayan Brown. Ancak sizin gibi genç bayanların bu kadar etkili bir içeceği böylesine bir hızda tüketmesi doğru değil." Bakışlarını genç kızın gözlerine dikerek sözlerinin Heaven üzerindeki etkisini gözlemledi. Heaven'ın suçluluk dolu bakışlarını kaçırdığını gördüğünde biraz daha üzerine gitmeye karar verdi. "Sizde olduğunu kesinlikle ima etmiyorum; ama şarabın sarhoş ettiği bilinen bir gerçek tabii." Heaven'ın irileşen gözlerini gördüğünde yükselen kahkahasını bastırmak zorunda kaldı. "Be-ben kesinlikle sarhoş değilim, Lordum. Az önce size yanlış bir izlenim vermiş olmalıyım. Müsaadenizle eğer yemeğinizi bitirdiyseniz tatlıları getireyim." Heaven adamın iğnelemelerinden kurtulabilmek için bir bahane bulduğundan telaşla oturduğu yerden kalktı. Kendi tabağını almış, Lord Westcliff'in tabağını almak üzere uzanmışken dengesini sağlayamadığından sendeledi. Adrian genç kızı tutmamış olsa elindeki tabakla beraber yerle birleşmesi işten bile değildi. Adrian gülüşünü daha fazla engelleyemedi. "Ah Bayan Brown, siz kesinlikle sarhoş değilsiniz," dediğinde genç kızın bakışlarının kızgınlıkla alev aldığını görmüş, ancak görmezden gelmeyi tercih etmişti. Heaven Kont'un ellerinden kurtularak dengesini sağladı. Ve sonra boğazını temizleyip arkasına dönerek salondan ayrıldı. Kapıdan çıkan genç kızın arkasından, Adrian özgürlüğüne kavuşmak için can atan kahkahalarını salıverdi. Elindeki tabakları mutfağa bırakan Heaven arkasından gelen adamın kahkahalarıyla daha da sinirlendi. Genç kızın öfkesi şarabın verdiği esrimeyi silip süpürmüştü. Geriye yakıcı bir kızgınlık ve adamın alaylarına maruz kalmanın verdiği bir utanç kalmıştı. Her ne kadar adama aynı şekilde karşılık vermek istese de ne konumu, ne de kişiliği buna müsaade etmiyordu. Turtayı aldıktan sonra salona gecikerek döndü. Ayaklarını sürüye sürüye girdiği salonda genç adamı pişkin pişkin sırıtırken bulduğunda, kendisine verdiği sözleri neredeyse unutuyordu. İmkânı olsaydı elindeki turtayı genç Kont'un sert hatlı, alayla kırışmış, yakışıklı yüzünün ortasına yedirebilirdi. Heaven başını iki yana sallayarak düşüncelerin verdiği durgunluktan kurtuldu. Salonun ortasında dikilmenin ’Ben bir aptalım ve bir Kont'un önünde rezil olduğum için utancımdan aklımın geri kalanından da kurtuldum,’ demek ile aynı anlama geldiğini düşünebiliyordu. Harekete geçmezse adamın kendisi hakkındaki görüşlerini daha da aşağı çekeceğinden emindi. Umursadığından değildi elbette. Belki de bir daha kim bilir ne zaman göreceği bir Kont'un, kendisi hakkında neler düşüneceğini neden umursasındı ki? Elmalı turtayı tatlı tabaklarına servis edip Adrian'a uzatırken kendisi ile çelişen düşüncelerinden dolayı kaşları çatıktı. Adrian kızın farklı âlemlere daldığını anlamasa bu hâli ile dalga geçebilirdi. Ama aklının büyük çoğunluğunu kim bilir hangi hain planlara çalıştıran bir kadınla uğraşmanın kendisine yeterince zevk vermeyeceğini anladığından bu fikrinden vazgeçmişti.  Bunun yerine enfes kokular yükselen turtayı mideye indirmek daha cazip geliyordu. Ağzına aldığı ilk lokma ile damağına yayılan lezzete direnemedi. Elmanın tarçınla harmanlanmış şekerli ve sıcak lezzeti, kıvamında hazırlanmış yumuşacık turta hamurunun içinde Adrian'ın ender yakaladığı bir his sunuyordu. Aldığı zevkten dolayı gözlerinin kapanmasına engel olamasa da, boğazından yükselmek için çabalayan beğeni dolu iniltiyi son anda bastırmayı başarabilmişti. "Bu turtayı kimin yaptığını öğrenebilir miyim acaba?" derken Heaven'ı şaşırtmıştı. Henüz kendi eserinin tadına bakamamış olan Heaven, acaba yanlış bir şey mi yaptım, diye aklından geçirirken, genç Kont'un sol kaşının gelmeyen cevapla yukarı kalkışını izledi. Kont’un beklenti dolu gözlerine sabitlenen gözleri, beklentinin farkına vardığında henüz bir cevap vermediğini de ayırt ederek boğazını temizledi ve bu göz temasını sona erdirdi. "Şey… B-ben… Ben yaptım Lordum." Adrian takdir edercesine başını salladı. "Demek küçük Bayan Brown'un sarhoş olmaktan daha üstün meziyetleri de varmış." Alayla söyledikleri ve ifadesi örtüşmüyordu. Heaven'ın damarına basacağının farkındaydı. Genç kızın kararan ifadesi bu sözlerin altında kalmaya niyetli olmadığını ele veriyordu. Adrian yeni bir laf dalaşına gireceklerinin habercisi bu ifade ile tekrar sırıtmaya başladığında Heaven'ın kaşları da aynı oranda çatıldı. Kendisine verdiği hiçbir sözün değeri yoktu. Bu adam saygıyı hak etmiyordu işte! Adam uslu durmayı beceremiyordu! "Tanımadığınız insanlar hakkında yanlış ithamlarda bulunmak karakterinizdeki bir çukur mu, yoksa dilinize hâkim olamayacak kadar patavatsız mısınız, merak ediyordum Lordum," derken başına gelecekleri göze almıştı. Bilmediği şeyse Adrian'ın bu cevapla sinirlenmek yerine daha da eğlendiğiydi. Genç kıza daha fazla cesaret vermemek adına ciddileşirken yüzündeki gülümsemeyi geldiği yoldan yolladı. Aslında uzun zamandır ilk defa bu kadar eğleniyordu. Bu yüzden, başka biri olsa cezasız bırakmayacağı bu cesaret karşısında pasif kalmayı tercih etti. Yine de laflarını esirgeyecek değildi. "Ben de sizin bir Kont'la konuştuğunuzu unutacak kadar düşük zekâlı mı, yoksa deli cesaretine sahip bir sarhoş mu olduğunuzu merak ediyordum, Bayan Brown. Şu ana kadar bana yeterince ipucu vermediğiniz bu davranışınız hakkında nasıl bir açıklama getireceğinizi duymak için sabırsızlanıyorum." Sağduyusunu kazanması gereken bir uyarı almış olmasına rağmen, genç adamın sarhoşluğu üzerine yaptığı yorumlarından usanan Heaven, elindeki çatalı tabağının yanına bırakarak kollarını göğsünde birleştirdi. Genç adama kıstığı gözlerinin ardından bakarken gururlu ifadesinden bir nebze bile vazgeçmiyordu. "Üzgün olduğumu söylemek isterdim; ancak değilim Lord Westcliff. Hâlâ sözlerimin arkasındayım. Tanımadığınız bir insanı yargılayacak kadar sığ ve basit görüşlü olduğunuz kanaatindeyim. Hızlı içilen bir kadeh şarabın getirdiği baş dönmesini sarhoşlukla karıştıracak kadar da körsünüz ya da insanlarla dalga geçmeyi eğlenceli bulacak kadar acımasız… Benim hakkımda düşündüklerinizle ilgilenmiyorum. İsterseniz düşük zekâ seviyeli deyin, isterseniz de gereksiz cesarete sahip küçük bir kız. Ve şimdi izin verirseniz, bu küçük kız babasını çağırmaya gidecek. Size afiyet olsun." Söylediklerinden sonra kolayca sıyrılıp kaçabileceğini sanıyorsa, yanılıyordu. Masadan kalkıp telaşla uzaklaşmaya çalışırken bileğine sarılan sert parmakların kıskacı altında hareket edemediğinde nasıl da yanılmış olduğunu görmüş oldu. "Durun bakalım küçük hanım. Nereye gittiğinizi sanıyorsunuz?" Adrian'ın sesi, olduğundan daha sert çıkmıştı. Heaven ağzının ayarını tutturamamış olmasının karşılıksız kalmayacağını anladığında korkuyla yutkundu. Yüzüne sempatik bir gülümseme oturtmaya çalışırken Kont'u yanıtladı. "Babamı çağıracağımı söylemiştim ya…" Adrian'ın dudakları sola doğru alayla kıvrılırken kaşlarını da havaya kaldırdı. "Kast ettiğimin ne olduğunu anladığına eminim. Sence bu kadar kolay kurtulmana izin verecek miyim?" "Bence ellerinizi bileğimden çekecek ve beni kendi hâlime bırakacaksınız. Ben de sizi bir daha rahatsız etmeyeceğim. Buna ne dersiniz?" Adrian aldığı nefesi alayla verirken tutuşunu sertleştirdi ve tuttuğu bileğin sahibini kendisine çekti. Heaven ne olduğunu bile anlamadan Adrian'ın kucağıyla karşılaştığında kendisini toparlamaya çalıştı. Ama güçlü kolların tutuşu altında bu çabasının bir sonuç vermesi imkânsızdı. "Bırakın beni," derken belini arkaya iterek yüzünü genç adamın dağıtmak istediği yakışıklı yüzünden olabildiğince uzak tutmaya çalıştı. Çabası Adrian tarafından fark edildiğinde boşa çıkarıldı. Adrian, Heaven'ın kaçtığı ölçüde ona yaklaşarak aralarındaki mesafeyi en aza indirdi. "Şimdi benim kurallarımla oynayacağız, Bayan Brown. Ben sizin için uygun bir ceza düşünürken siz de benim kucağımda uslu uslu oturarak beni tahrik etmeyeceksiniz. Aksi hâlde kıvrak bedeninizin ani hareketlerinden doğacak rahatsızlıklardan kesinlikle ben sorumlu olmayacağım. Kendimi yeterince anlatabildim mi?" Genç adamın yüzü kızarmadan yaptığı imalar karşısında yerin dibine geçmek isteyen Heaven, sesini kim bilir nerede kaybettiği için yalnızca başını sallayabildi. Delip geçen gri gözlere kendini kaptırırsa daldığı kuyulardan sağ çıkamayacağını bildiğinden bakışlarını daha aşağılara kaydırdı. Keyifle gerilmiş dudakları Heaven'ın içinde daha önce hiç varlığını belli etmeyen bir şeyleri uyandırıyordu. Yutkunduğu zaman hareket eden belirgin âdemelması ise hareketi hissetmek isteyen ellerinin karıncalanmasına sebep oluyordu. Düzgün ve kemersiz burnu belki de o yüzdeki en güvenli noktaydı. Yine de bakışlarını mum ışığının yansıdığı parlak dudaklara kaydırmaktan kendini alamıyordu. Utancının ele geçirdiği yanakları cayır cayırdı. Yemeğe otururlarken meydana gelen yakınlık, bu paylaştıklarının yanında hiçbir şeydi ve Heaven her iki durumdan da fazlasıyla rahatsızdı. İçinde meydana gelen kıpırtılara yabancıydı. Bu duyguları hayatında istemiyordu. Tüm bunlardan korkuyordu. İçinde oluşan kıpırtılar heyecan verirken içinden çıkması zor olan labirentlere sürüklendiğini hissediyordu. Heaven kaybolmaktan korkardı. Güvenli ve durağan bir hayatı heyecana tercih ederdi. Düşüncelerini toparlamaya çalışırken Adrian'ın dipsiz kuyuları andıran gözlerinin kendi karanlık gözlerine sabitlenmesini engelleyemedi. Aralarındaki hava ağırlaşmıştı. Genç Kont'un gözleri daha da derinleşirken havaya yayılan beklenti ve yasaklı arzuların kokusu ikisi tarafından da kolaylıkla algılanabiliyordu. Birbirlerinin gözlerinde hipnoz olmuşlardı sanki. Bu büyüyü bozacak bir dış etken olmasa neyle karşı karşıya kalacaklarını ikisi de bilmiyordu. Neyse ki uyarı niteliğinde gelen bir kapı sesi ikisini de kendine getirdi. Heaven kırpıştırdığı gözlerini Adrian'ın çenesine indirerek yutkundu. Kuruyan boğazını bir nebze olsun ıslatabildiğinde konuşacak gücü kendinde bulabildi. "Lütfen… Bırakın beni. Babam geliyor olabilir. Yeterince ders verdiniz. Lütfen, beni daha fazla zor duruma sokmayın." Cılız yalvarışları Adrian'ın kollarının gevşemesi ile ödüllendirildi. Heaven bunu fırsat bilip zorla oturtulduğu kucaktan kalktı. Üzerini düzeltip Kont'tan birkaç adım uzaklaştığı sırada kapıdan giren babası ile zamanlamanın kusursuzluğu adına içinden Tanrı'ya şükretti. Bay Brown az önce olanlardan habersiz gülümseyerek Lord Westcliff'ten tekrar özür diledi. "Büyük kızımın iyi olduğundan emin olmadan yanından ayrılmak istemedim. Sizi de yalnız bıraktım ama Heaven'ın yokluğumu aratmadığını umuyorum." Adrian genç kıza şöyle bir baktıktan sonra Bay Brown'a döndü. Konuşmak gereksiz bir eylemmiş gibi başını sallamakla yetindi. Bir süre bakışları ile Bay Brown üzerinde üstünlük sağladıktan sonra bakışlarını altta kalmayı kabullenmeyen Heaven'a kaydırdı. Bu kızın elinden kolayca kurtulmasına izin vermek gibi bir niyeti yoktu. Ancak onunla kapanmamış hesaplarını birkaç saat içerisinde kapatacağını da düşünmüyordu. Yapacağı teklifin doğruluğu üzerinde düşünmeyi şimdilik reddederek Bay Brown'un bakışlarını yakaladı. "Bayan Brown ile güzel bir yemek yedik. Kızınız her türlü yemek yapımında bu kadar usta mıdır, yoksa bu hünerini yalnızca elmalı turtasında mı gösterir Bay Brown?" derken yaşlı adamı istediği noktaya sürükleyeceğinden emindi. Bay Brown kızı ile övünebileceği bir ortamı yakaladığı için mutluydu. Bu fırsatı kaçırmayacaktı. Bir Kont tarafından takdir görmek önemliydi. Kızları için en iyisini isteyen bir baba olarak yaptığında bir yanlış görmüyordu. "Heaven annesinden miras kalan bir yeteneğe sahiptir, Lordum," derken kızına sevgiyle gülümsedi. "Yeteneği doğuştandır ve elinin lezzetini değdiği her yemeğe geçirir. Yaşlı Betty bile onun kadar başarılı değildir." Adrian onaylar gibi başını salladıktan sonra gözlerini kıstı. Hesapçı düşünceleri beyninde cirit atarken aradığını bulmuş bir adamın mutluluğuyla ışıldayan bir ifadeye büründü. "Öyleyse harika. Kısa süre önce ayrılan aşçının yerine çalışacak birini aramama gerek kalmadığını düşünüyorum. Siz ne dersiniz, Bayan Brown? Gerçek bir yetenek olduğunuzu düşünen babanızın söyledikleri üzerine böyle bir teklifi kabul etmemek kabalık olur, değil mi?"

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

Bedenim Alfaya Ait

read
21.3K
bc

LANETLİ KÖY (TÜRKÇE)

read
8.7K
bc

TENASÜH (Türkçe)

read
8.6K
bc

Cins-i İnsan (MUSALLAT)

read
14.2K
bc

MIXED SCHOOL

read
4.1K
bc

İkiz Büyücüler

read
2.1K
bc

Haydut Alfa Ve Kurt Adam Kralı

read
6.4K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook