Otobüs, Balıkesir tabelasına yaklaştıkça yollar daha tanıdık, ama ev daha uzak hissettiriyordu. Sanki bıraktığımız yer artık eski "ev" değildi; orası şimdi, bir bekleyişin başlayacağı yerdi. Telefonumdaki o mesajın sıcaklığı, soğuk otobüs camından sızan havaya inat, beni sarıp sarmalıyordu. O an anladım, o yük gerçekten ağırdı, ama omuzlarımda değil, kalbimde taşıyordum ve kalbim, o mesajın gücüyle yenilmezdi.
Kızım hala cama yaslanmış, küçük parmaklarıyla buğulanan camın üzerine anlamsız çizgiler çiziyordu. Onun omuzlarına dokundum. Dönüp bana baktı. Gözlerinde ne ağlama ne de isyan vardı; sadece tarifsiz bir anlayışın hüznü vardı.
— "Babamız bizi çok seviyor, değil mi anne?" diye sordu, sesi bir fısıltı kadar zayıf çıkmıştı.
Gülümsedim. Dudaklarımla değil, tüm yüzümle gülümsedim. Çünkü o kelimelere güç katmam gerekiyordu.
— "Hem de nasıl seviyor, canım kızım. Biliyor musun, baban bize güvendiği için bu kadar rahat. O biliyor ki, biz burada dimdik duracağız ve onun arkasında kocaman, güçlü bir aile var."
Kızım başını tekrar cama yasladı. Bu kez daha rahattı sanki. O anlık temas, o kısacık sohbet, ikimizin de ihtiyacı olan sessiz anlaşmaydı. Duvarlar yıkılmadı, aksine daha da sağlamlaştı. Çünkü artık bu bekleyişin sadece benim değil, onun da bir görevi olduğunu biliyorduk.
🏡 Boşluğa Alışmak
Eve vardığımızda, kapıdan giren dört kişi değil, anne ve babasının emanetini taşıyan üç çocuktuk. Ayakkabılığın önünde duran, onun her sabah giydiği o botların yerinde şimdi sadece boş bir alan vardı. Sessizlik, evdeki her eşyanın, her köşenin, onun yokluğunu fısıldadığı bir çığlık gibiydi.
Hemen her şeye elimi sürmek istedim; yatağın üzerindeki o son bıraktığı iz, mutfak masasında yarım kalmış bir kıtap,banyodaki tıraş köpüğü... Ama yapmadım. Çünkü biliyordum ki, bu eşyalara dokunmak, o an Tuzla'daki o yemin törenine geri dönmek, o veda anını yeniden yaşamaktı.
Onun yokluğunun bıraktığı boşluk, evdeki bir oda değildi; kalbimin tam ortasındaki bir alandı. O alanı, ağlayarak ya da isyan ederek doldurmak yerine, onun sözleriyle, onun gururuyla doldurmaya karar verdim.
Akşam çocukları uyuttuktan sonra, ilk işim telefonumu elime almak oldu. O fotoğrafı açtım: Göz göze geldiğimiz o kısa an. Dimdik duruşu, yağmurun altında bile parlayan üniforması.
Parmaklarımla ekranın üzerindeki yüzüne dokundum.
— "Merak etme," diye fısıldadım geceye. "Sana yemin ederim ki, sen görevinin başında nasıl dimdik duruyorsan, ben de senin sığınağın olarak burada o kadar dimdik duracağım. Ne kadar sürerse sürsün, ben bu evin hem annesi hem babasıyım. Sen sadece göreve odaklan."
O gece, Balıkesir'deki evimizde, bir asker eşi kendi sessiz yeminini etti. Geriye kalan her şey, artık bir bekleyişin, bir özlemin ve hepsinden önemlisi, büyük bir sevdanın hikayesiydi.