Biz de Balıkesir'e doğru yol aldık, ama kalbimiz hala Tuzla'daki o meydanda o dimdik duran adamın yanında kaldı. Yol uzadıkça içimdeki sessizlik büyüyordu. Camın dışından geçen her şehir, her tabela, her bulut sanki bizden bir şey götürüyordu. Kızım küçücük omuzlarını cama dayadı, iki kolunu çaprazlayıp başını yasladı.
O an ona baktım...
Gözleri uzaklara dalmıştı, sanki babasının gittiği yoldan hala bir iz arıyordu. Dalgın dalgın, sessizce bakıyordu. Sustuk.
O konuşmadı, ben konuşmadım.
Ama o sessizlikte çok şey anlatıldı. Bir annenin dayanma çabası, bir çocuğun özlemi, bir ailenin eksilen tarafı...
İkimizde cesaret edemedik birbirimize bir şey söylemeye. Çünkü söylesek, içimizdeki duvarlar yıkılırdı belki de. O sırada telefonuma bir mesaj geldi. Eşimin adını gördüğüm an kalbim titredi. Açtım... satır satır okudum:
"Seni o kadar çok seviyorum ki anlatabilsem de anlayamazsın. Kurban olduğum özür dilerim sana bu hayatı yaşattığım için. Önce Allah'a sonra sana emanetsiniz. Her şeyin üstesinden nasıl geldiğinin farkındayım ama çok ağır bir yükün altında bıraktığımın da farkındayım. Tek başına mücadele veriyorsun. Tek temennim her şeyin güzel olması, ömrümüzün sonuna kadar birlikte olmamız. Dikkat edin kendinize bitanem, üçünüz benim can damarımsınız..."
Satırları okurken gözlerimden yaşlar süzüldü, ama o yaşlar yanaklarıma değil kalbime döküldü ve ıslaklığını hissettim. Sanki o anda tüm yorgunluğum, tüm özlemimin içinden bir ışık geçti. O kelimeler bir ilaç gibiydi yüreğime... biraz güç, biraz umut, biraz sabır bıraktı. Gözlerimi kapattım, içimden sessizce dedim ki, "Evet ağır bir yük belki... ama böylesine seven bir kalbin ardından taşınır her zorluk."
O an anladım; bazı yolculuklar insanı eksiltmez, olgunlaştırır. Bazı ayrılıklar ise sevgiyi bitirmez, derinleştirir. Ve ben, o yolda, emri gururla hem sevgiyle yürüyen bir kadındım artık. Çünkü içimde bir asker vardı ve ben onun sessiz ama en güçlü sığınağıydım...