6

1320 Kelimeler
Bu köyde en acı hikâyeyi Mahmut anlatmıştı bana ancak en ağırını Fadik yaşıyordu. Günler geçti gitti de ne yaptıysam o kalemi dümdüz tutturamadım ona. Her geçen gün anlamlandırdım Mehmet'i. Bu hayattan neden kaçıyor, anlattı köyü bana. Kendi duvarlarını o denli yüksek örüşü, hatalarını terk edip gidişi, bencil tarafı...Her biri Mahmut'un yaşadıkları gibi yitikti. Kimsenin hakkı yoktu ona dayatılanlara. Yaşamıştı Mahmut, unutmayan aklına olan öfkesi ile ezan sesine kabartmıştı kulağını. Duaları beddua doluydu belli ki hiç iyisini dilemiyordu tanıdığı birçok kişi için ve buna da gocunmuyordu. Aralık ayı gibiydi, bir haber gönderdi bana Ramazan Bey. Şehre gidecekti, istediğim bir şey varsa alıp getirecekti. Parası mühim değildi, kıymetli bir şey istememi bekliyordu. Haber gönderdiği şoförüne terslendim biraz. Ondan okula hayır yapması dışında şahsım adına hiçbir talebim olmazdı. Ertesi gün kapımın önüne torbalarla hediyeler indirdi Halis, hepsini geri gönderdim diye öfkelenecek olsa da ağası,geri adım atmadım. Ona taviz vermiyordum nicedir, yine de Baki'nin de tavsiyesi ile zıt düşmemeye çalışıyordum. Tüm bunların akabinde bir gece yarısı çalındı kapım. Mahmut'un böyle zamansızlıkları olur diye sormadan açtım kapıyı. Zil zurna sarhoştu kapımda Ramazan denen sapık adam. Şoförü az ileride çanak tutarken olana bitene, zorla girmeye çalıştı içeri. Nerden çıktı bilmem, babasını tuttuğu ile fırlattı Mahmut. Adam yuvarlandı yerde, ite kaka soktu beni eve, kapadı kapıyı ardımızdan. Nefes nefese kaldık her ikimiz de içeride, sessizce bekledik. Duyunca arabanın motor sesini, girdik odaya. Odadaki koltukta yattı Mahmut, babası yine gelirse koruyacaktı beni. Bense sabah ilk iş jandarmaya gidecektim. Jandarmadan evvel geldi haberi. Evinin çalışanı, Mahmut'un dediğine göre babasının odalığı Zahide çıkageldi. Ağası beni karısı yapmak isterdi, resmî nikah kıyacaktı. Bir yandan göz ucuyla Mahmut'a bakıyor bir yandan da ağasının vaatlerini sıralıyordu. Kimseye verilmemişleri verecekti bana. İstersem evimin hanımı olurdum istersem mesleğimi yapabilecektim. Kovmaktan beter ettim Zahide'yi. Peşi sıra bir telaş sardı Mahmut'u. "Vazgeçmez. Sana buraları dar eder, bin pişman olursun geldiğine yine de vazgeçmez. Gitsen de buldurur! Vazgeçmez!" Onu sakinleştirirken buldum kendimi. Daha neye uğradığımı bile şaşırmışken çıktı gitti Mahmut. Aynı günün akşamı Baki ile geldi. Gülnur yoktu yanlarında. Yan yana oturdular oturma odasındaki koltuğa. Karşılarına geçtim, birer kahve yapıp. "Bu adam çok başka biri İpek Kardeşim. Eğer buradan göçüp gitmezsen kurtulacağın yok. Tayin aldıracak nüfuzlu birileri varsa..." Babamı çağırabilirdim yanıma, başımda durur kollardı beni. Adamcağıza yazık olacağını söyledi Baki. Kimseden korkmazdı bu Ramazan denen adam. "Bir de bu Mahmut der ki, benim lafım değil yanlış anlama sakın kardeşim. Şöyle el alem duysun diye bir nikah yapalım, Ramazan sansın ki oğlumun karısı." "Gerçek değil!" Mahmut'un telaşlı açıklaması gitti hoşuma. "Sen benim de kardeşimsin. Baki sen ben kardeşiz!" "En güzeli," diye yine de kendi görüşünü ekledi Baki, "buralardan çek git. Hayatını karartır bu iblis, Rabb'im nasip ederse yeniden bir kapı açılır sana, yaparsın mesleğini." Arkaları sıra düşündüm söylenenleri, bildiğim her şeyi. O gece yarısı yine çalınca kapım, sıçradım yatağımdan, korkuyla sarıldım yorganıma. Ne zaman duydum Mahmut'un sesini çıktım yataktan. Gözüne uyku girmemiş de beni korumaya gelmiş yine koca yüreklim. Geç otur şöyle dedi. Nefesinin buğusu avuçlarının arasında girdi içeri. Ayakkabılarını düzgünce koydu kenara, kabanını da çıkarıp astı. Süklüm püklüm girdi içeri, oturdu. Işıkları açtım. Üşümüştü, yüzü kıpkırmızıydı. "Sen bana küstün mü?" Masanın kenarına oturdum. "Küsmedim." dedim. "Küsme, ben sana kötülüğüne demedim. Seni koruyup kollamak istedim." Hala gündüz ki meseledeydi aklı. "Beni çok üzdü babam, seni de üzer diye. Kimse elleşemez bir daha sana." "Babama, anneme ne derim Mahmut?" "O zaman çık git. Durma burada. Ganime gibi olursun. Alem adına kahpe dedi, sığdırmadılar dünyaya. Öldürdü babam onu. Fadik'i doğurdu, diri diri gömdü. Köylüye kaçtı dedi, jandarmaya doğururken öldü dedi." Heyecanı gözle görülür derecede artmıştı, panik hali hasıldı Mahmut'ta. "Sakin ol." "Yarın çek git buralardan." "Ben buralardan gidersem görev yerimi terk etmiş olurum, memuriyetten atılırım. Öyle kafama göre gidemem ki." Anlam veremedi mesleğime canımdan çok kıymet vermeme. "Bana bak!" Bir anda bağırınca sıçradım. "Korkma sadece bak! Bu gözler neler gördü, neler! Benim babam bir cani, bir sapık... Her istediği olmuş bir manyak." Köy halkının erkekleri geçerlerken yanımdan, yöremden ağızlarında küfrün eksik olmadığı muhabbetler olurken Mahmut hepsinden uzak bir kibarlıktaydı. Eski halini daha bir merak ediyordum böyle olunca. Nasıl bir adam olduğu gerçeği ile de daha yakından ilgili. Onu çocukluğumdan itibaren tanımış olsaydım yerine kimseyi koyamayacak kadar da severdim. Şimdi de seviyorum fakat hep ardını arkasını sorgulayarak. Mehmet'ten bağımsız benim için, ona ait biri değil. Unutmuşum belki de Mehmet'i, o geceyi onun hayatını öğrendikçe. Burada daha ağır savaşlar vardı. Büyük mücadeleler. İlla yüzüne bakmamı istiyordu ki söyledikleri daha bir anlaşılsın. Düşüncelerimden sıyrılıp kaldırdım yine başımı. "Ben sana kıymam. Ben kimseye kıymam. Bana daha elleşmez babam, bildiklerimi anlatırım herkese diye uzak durur benden. Burada evinde yaşarsın, ben seni huzursuz etmem. Ben zaten rahmetli karımı çok sevdim, unutmadım ki onu, sana bakayım. Sen benim kardeşimsin. Baki gibi, İpek kardeşimsin! Ben sana yan gözle bakmam. Ama o deyyus bakar. Baba katili olurum. Kıydı benim güzeller güzeli sevdiğime. Sıra sende mi? Aldı elimden... Şimdi de sıra bende bomboş kalsın eli, ben de seni alayım elinden. Görsün gününü, görsün!" "Heyecanlanma, tamam. Yat hadi oraya, üzerini örteyim. Düşüneceğim ben söylediklerini, sabah olunca da kararımı bildireceğim sana." Yıllar sonra hayatıma bir erkek girecekti. Muhtemelen bu köyde görevim bittikten sonraki bir zaman diliminde. Ona diyecektim ki bir kocam var. Gittikten sonra boşanırdık, o zaman da evlenmiştim diyecektim. Bekaretimi kaybetme nedenim mi olacaktı bu evlilik? Bunu dert eden bir adamsa nikahım vardı diyecektim. Dert etmeyen bir adamsa evlenip ayrılmışlığımın da bir önemi olmayacaktı. Peki babama anneme ne derdim? Hiç! Söylemek zorunda değildim ya. Yattığı koltukta örttüm üzerini, ayakları açıkta kaldı. Babaları gibiydi her iki oğlu da boylu boslu. Kapıyı iki kez kilitledim, girdim odama. Uyuyamadım, öyle adam akıllı, işte dinlendim diyemem. Sabaha karşı Baki'nin ezan sesi ile uyandım. Mahmut, kabanının iç tarafına secde etmiş namaz kılıyordu. Bekledim namazı bitsin, sonra sobayı yakmak üzere davrandım. Kalkmış da yakmıştı sobamı. Üzerine de kaynasın diye çay suyu koymuştu. "Düşündüm," dedim toparlarken serdiği kabanını. "Bugün gidelim seninle ilçeye başlatalım işlemleri."  "Hah," dedi mutlulukla. "Bu işin başka yolu yok. Oğlunun karısına göz koyacak değil ya bir kez daha. Bu defa ben kazandım Ramazan Maden!" Üç gün içinde tamamlandı işlemler. Gülnur, garipsedi kalkıştığımız işi, Baki kınayıcı söz etmekten kaçındı, hoş gördü. Tüm köylüye duyurdu Mahmut çaldığı her kapıya evlendim dedi, aldığımız uyduruk yüzükleri gösterdi. Dalga dalga yayıldı dedikodu ve muhtarın kulağına dek gitti. "Ayıp ettin Öğretmen Hanım!" dedi bir akşam vakti kapı önünü süpürürken ben. Elimde süpürge ile doğruldum o da bastonunu vura vura geldi yanıma. "Kala kala bir yarım akıllı oğlana mı kaldın da oyun ettin bana?" Başımla ben de ona selam vermiş oldum. "Ne iş diyici şimdi sen bana?" Mahmut yarım akıllı olmuş olsa o hükümet bize nikah kıyar mıydı? Ramazan Bey’in oğluna aklı eksik deyişine Mahmut’u tanıyan herkes gücenirdi. "Aklınız sıra beni mi alt ettiniz? Sen de sana dediklerine kandın o eksiğin. Gözüm üzerinde Öğretmen Hanım, o dilini tutmazsan seni de dilini de keser atarım." Toprağa vurdu bastonunu, geri dönerken can havliyle bize koşarken gördüm Mahmut'u. "Ne geldin lan ne geldin?" diye yürüdü babasının üzerine. Zor zapt geldim zebella gibi cüssesine. Bir şey demedi, tebrik için geldi desem de attı tepesi durduramadım. Şöyle bir silkeledi üzerinden Ramazan Bey, düştü yoluna, bindi arabasına. Bir avuç taş aldı yerden peşi sıra attı, ağzından tükürükler saça saça bağırdı. Zor güç soktum eve, tırnaklarına dolmuştu topraklar, etleri çizilmişti avuçlarken yerden taşları. Oturttum içeri, durup durup kalktı geri, kapıya doğru hücum edip edip geri döndü. "Öldürmem mi onu? Sıkmam mı boğazını?" Gibisinden laflar etti. Şuncacık mesele büyüdü, babasını taşlıyor diye duyan köylü camiye de götürdü dedikoduyu, Baki çıktı geldi. Neyse ki o gelene dek yatışmıştı Mahmut da tırnaklarını kesiyordu sakin sakin söylenerek. "Neler olmuş İpek Kardeşim?" Geçti içeri oturdu. "Köylünün ağzına da sakız olmuşsunuz." "Bir şey olduğu yok. Mahmut yanlış anladı, bir anda aşırı öfkelendi." İtina ile devam etti tırnaklarını kesmeye. Sonra da Baki'ye dönüp alakasızca sordu. "Ölülerin tırnaklarını keser misiniz hocam?" "Keseriz Mahmut kardeş, pisse temizleriz." "Allah beni pis öldürmesin." Sonra kaldırdı başını Baki "Âmin." derken. "Ben burada yatarım, üstüme örtü bile istemem,” dedi ölümüne dair matemli bir anı yükleyerek kalplerimize. "Tamam, ben yine de örterim üstünü."
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE