Baki’nin söylediklerini eni konu düşünmek de bir başıma kaldığım evimde bana kaldı, ta ki gece bir yarısı kapım çalınana dek. Kapının arkasında Mahmut vardı. Onu görmek istediğimi biliyordum. İçeri davet ettim dışarı davet etti. Kış ne demeye dışarıda konuşacaktık, bekar kadınmışım ben kapıyı yılık bırakıp çıkacakmışım. El mahkûm çıktım dışarı. Kapıyı aralık bıraktım, Mahmut'un deyimiyle yılık. Kollarımı bağladım soğuğa erken önlem almak üzere.
"Baki kardeş doğru söyledi. Sen yarın olunca karnım ağrıdı ben gelemeyeceğim de. Gitme, bugünden yemek kaldı bir sürü, otur onları ye. Kapını kimseye açma, kilitle her gece. Telefonunu baş ucuna koy, bir şey oldu mu Baki'yi ara sonra da jandarmayı. Dinle sen Baki'yi. Benim telefonum yok söyle Baki'ye bir şey oldu mu beni de çağırsın. Ben güçlüyümdür, korurum seni."
Panik halinde sürekli benzer şeyleri söylemeye devam edince istemsizce tuttum elini ateşe değmiş gibi sıçradı olduğu yerde. İki elim havada "Sakin ol, dokunmam bir daha," dedim. Kapımı kapatmamı sıkı sıkı da kilitlememi kati suretle tembihleyip tuttu evinin yolunu. Ardı sıra bakmak evin içinden yaptığım eylemdi. Söylediğini dinledim kapımı kilitledim.
*
O gün, okulun etrafında bir başka dolandı Mahmut. Teneffüslerde oğlu ile alakadar olurken bile bendeydi gözü. Dersler bitip de okul dağılırken Ramazan'ın şoförü gelip beni de almak isteyince rahatsız olduğumu söyledim. Kendi aracımla ilçeye gidip bir doktora görünecek sonra da evime gelip yatacaktım. Özürlerimi iletirlerse Muhtar Bey'e memnun olacaktım. Şoför Halis uzaklaşırken evimin önünden, ben de içeri girmek üzere döndüm. Kapıdaydım ki saklandığı yerden çıktı Mahmut. "Aferin, akıllı kızsın sen!" Sevinci görülüyordu gözlerinde. Kahveye davet ettim içeri bir de dünden kalma yemekler vardı bugün de yenmezse çöpe gidip israf olacaktı ısıtıp yerdik birlikte. İsraf anahtar kelimemizdi girdi içeri. Ayakkabılarını çıkardı, kendi elleriyle düzeltti bir kenarda. Yemeği ısıtmamı bekledi yeni koltukların üzerinde. Sessizce ve afiyetle yedi önüne bıraktıklarımı. Kahve değil de çay yaptım ona daha çok sevdiğini söyledi diye bekledi demini almasını, uzattığım tepsiden aldı kendine düşeni. Sandalye çekip Baki'nin emektar masasının bir kenarına oturdum. Çektim Mahmut’u karşıma babasından neden bu kadar nefret ettiğini anlatmasını istedim. Babası hakkında ağzından laf almak için onu yemeğe çağırdığımı düşündü gücendi bana. Oysa ben arkadaşlık etmek bir de bir gün olsun yalnız yemek yememek için davet etmiştim onu.
Uzun uzun anlatmaya hiç niyeti yoktu. "Sen sarışınsın." dedi bir çırpıda. "Gözlerin de mavi." Mavi güzel renkti hani, bana da yakışıyordu. Maden köyünde yoktu mavi gözlü kız. Ramazan Bey mavi gözlü kızları çok severdi. İyi de ben kızı yaşındaydım, hatta Mahmut’tan bile çok küçüktüm. Ona abi desem olurdu hani… Zaten babası bilhassa küçük olanları severmiş. Suratımı asıp babasından uzak durmalıydım, bana ne dese terslemeliydim onu. Ramazan Bey, Zahide’ye de – şu evdeki hizmetçi kız- Ganime’ye de kötü kızla bakmıştı. Onların da yaşı ufaktı. Zahide sanıyordu ki Ramazan Bey evlenecek onunla. Zavallı kız… Ganime de Mahmut’un kaçıp giden karısı. Öldü benim karım dedi Ramazan, babam öldürdü. Kalktı ayağa, uzattı bardağını. Daha yarısını bile içmemişti çayının. Ezan vakti gelmiş. Bir kez daha babasından uzak durmamı istedi benden.
Almadım diye bardağı bıraktı masaya, döndü arkasını çabuk çabuk giydi ayakkabısını, ne dediysem durmadı gitti. Peşi sıra duyuldu Baki'nin sesi. Pencerenin önüne oturup dinledim her hecesinin hakkını verişini. Ezan ne demekti meraklandım. En yakın zamanda soracaktım Baki'ye veyahut Gülnur'a. Mahmut'un saygısını daha bir anlamlandıracaktım böylelikle.
*
Ramazan Bey'i karşımda görmeyi beklemiyordum hastalık yalanını attığım günün ertesinde. Geçmiş olsun demeye gelmiş bana C vitamini meyveler getirmişti. Hediyesini kabul ettim ancak kapı önünde ayakta kalmasına hiç ses etmedim.
"Yine de iyi gördüm seni Öğretmen Hanım."
"Hava değişikliği, normal bu kadarı."
"Nasıl, var mı bir eksiği evinin? Mahmut da gelmiş yardım etmiş sana, elinden pek gelir böyle işler. Aklı gitmeden evvel inşaat yapmaya başlayacaktı ilçede."
Mahmut'a ne derse desin onu savunmak değildi niyetim ama hazmedemedim ettiği lafı "Aklı yerinde Mahmut'un," dedim. "Biz çok iyi anlaşıyoruz."
Pek hoşlanmadı bu bahsimden, konuyu değiştirmek üzere "Yarın mutlaka bekliyorum Öğretmen Hanım," deyiverdi.
"Söz vermeyeyim," desem de pek itiraz kabul edecek değildi. Bu defa da bir bahaneyle gitmezsem beni de yazacaktı eksi hanesine. Bir başıma nasıl uğraşırdım onunla diye hayıflanırken "Mahmut'la git," dedi Baki.
"Gitmem ben onun evine," diye huysuzluk etse de Mahmut ertesi gün giyinmişti en temiz giysilerini, benim arabanın yan koltuğuna oturmaya hazırdı.
"Sen sür istersen." Böyle normalleştirdikçe onu, mutlu olduğunu görmemek imkansızdı. Heyecanlıydı, daha doğrusu gergin; bu halde süremezdi ki araba.
Halis karşıladı bizi avluda. Mahmut'u gördüğüne o da şaşırdı ilkin. Ardından kim gördüyse o hale geldi. Zahide Fadik'i çekiştirerek tıktı mutfağa. Mahmut, onu görsün istemiyorlardı. Ramazan Bey öptürmek üzere uzattıysa da oğluna elini, ardını döndü bildik bir tavırla oturdu Mahmut.
"Şaşırttın beni Öğretmen Hanım, demek aklında bu vardı, ondan erteliyordun davetimi. Ne zamandır gelmez Mahmut buraya."
Derdimin bu olmadığını iddia etmedim. Mahmut'un gerginliği azalsın diye ona yakın oturdum. Oğlu Ramazan da gelince yanımıza, daha çok onunla alakadar olup geceyi tamamlamaya çalıştık. Envai çeşit yemekler hazırlatmıştı bize Ramazan Bey, kurulduk sofraya. Ben sözü Fadik'e getirdim. Okula göndermemişti onu Ramazan Bey. Yine yaşının küçüklüğünden dem vurdu adam. Zahide duymuş duymamış umursamadım.
"İkidir görüyorum, o hanım hırpalıyor çocuğu Ramazan Bey. Üstü başı hiç de sizin evinize yakışır halde değil. Bakımı yok, orası ayrı, bir de itip kakılıyor. Küçücük çocuk, büyüklerin günahından ona ne? Üzülüyorum ben. Kekelemesi de vardı o gün, kendi gözlerimle gördüm, titriyordu. Sizden istirham ediyorum okula gönderin çocuğu, bizzat alakadar olacağım." Zahide'nin huzursuz soluk alışverişi ile söylediklerimi duyduğunu fark ettim. Bazı mevzuların benim de kulağıma gittiğini düşündü. “Hiç alakadar değilim, ben küçücük bir çocuğun yaşadıklarını düşünüyorum. Sevgiye ihtiyacı var onun ve pek tabii ilgiye, bakıma," diye savundum kendimi. Beni kıracağına dişini kırarmış Ramazan Bey.
İşte bu cümlesini birçok kez tekrarladı dönüş yolunda Mahmut. Takmış bana kafayı kart horoz. Abarttığını düşünüyordum. Saygısından ödün vermiyordu, giderken elimi sıkması dışında da adına sapıklık diyebileceğim bir teması yoktu. El sıkışmak medeni bir hareketti.
"Seni deniyor, önce seni deniyor. Anam öldü, nikahına Zahide'yi almaz. Seni alacak!"
Canımı sıktı bu sözleri biraz çıkıştım Mahmut'a. Bu kuruntuları ile beni huzursuz ediyordu, bir daha konuşmazdım eğer o bu konuda ısrarcı olursa. Bağırmışım ne bileyim, küstü bana. Üç gün görünmedi ortalıkta.
Ramazan Bey elleriyle Fadik'i teslim ederken bana, bir köşeden gördüm yüzünü, gördüğümü fark edince kaçtı bir köşeye. Fadik'i teslim alıp girdim içeri. Saçları kısacık kesilmiş, temiz ve güzel bir üst giydirilmişti. En ön sıraya oturttum. Adını sordum, söylerse adını herkes duyardı böylelikle arkadaşları onu tek seferde tanıyabilirdi.
"Pis Fadik," diye tanıttı kendini. Çocuklar gülüştüler, zor bela susturdum onları ve tembihledim küçük kızı.
"Adım Fadik diyeceksin, sen pis değilsin."
Koca koca gözlerini dikti gözlerime ama ne itiraz etti ne de kabul etti söylediğimi. Ders bitimi Halis iki çocuğu birden teslim aldı benden. Diğerleri yürüyerek gittiler evlerine. Onların ardı sıra zeytin bahçelerine giden köprüde yakaladım Mahmut'u. Kurabiye yapmıştım Gülnur'un tarifi ile, onu bekliyordum sabah beri, gelse de birlikte yesek diye.
"Sen benimle yemeyi mi seviyorsun?"
"En çok! Yalnız tadı yok!"
"İyi hadi, geleyim."
Unuttuk o akşam küstüğümüzü. Peşimden girdi içeri, oturdu masanın kenarına. Bir diğer kenarına da ben oturdum. Çayı daha evvelde demlemeyince biraz bekleyeceğini söyledim. Beklerdi, işi yoktu, ezana da daha vardı.
"Fadik de okula başladı bugün. Saçlarını temizlemişler, yeni kıyafet almışlar bir de ona. O küçük çocuk günahsız biliyorsun, değil mi Mahmut? Seni de babası biliyor üstelik, sen Ramazan'ı sevip de onu sevmeyince ne kadar güceniyordur kalbi." Omzunu silkti. "Annesinin günahının bedelini ona ödetmek hiç sana yakışmıyor. Ben seni daha adil..."
"Sus sen!"
"Tamam susuyorum, sen söylediklerimi düşünüp dönersen bana, ben dinlerim seni."
"Mehmet de böyle söyledi."
"Ne dedi?"
"Gitmeden bir gün önce, Fadik için. Fadik benim anamın adıydı. Ona bu adı babam verdi. Anamın adını verdi ona. Oğluma da kendi adını."
"Ne dedi Mehmet?"
"Fadik günahsız dedi. Sarılmış ona, Mehmet'e amca demiş. Mehmet amcası değil ki oysa." Fakat Fadik böyle biliyordu. Mehmet de böyle biliyordu. Gerçekleri bilip bilmediğini sorunca Mehmet’in, “Gerçekler de yalan!” dedi Mahmut.
Bakışlarını kaçırdı biraz kızmış gibi sürdürdü anlatmayı. "Mehmet hep yalana inanıyor. Babam ne derse ona. Ona kaç kez dedim ki babam bir şeytan. Susturdu beni, insanlar anne babalarını seçemezlermiş. Ben seçtim, reddettim onu. Oğlumun velayetini aldı benden. Deli dedi hâkim bana. Ben deli değilim ki. Deli miyim ben öğretmenim? Mehmet, götüreyim seni yanımda tedavi ol diyor. Deli değilsem ne için tedavi olacağım? Asıl Mehmet tedavi olmalı. Derin bir uykuda o, babama inanıyor o ne dese..."
"Biliyor musun Mahmut, ben Mehmet'i tanıyorum. İstanbul'dan!" Anlamamış gibiydi bakışları. "Bence o biliyor her şeyi ama susmayı tercih ediyor. O senin gibi iyi bir insan değil. Belki de babana çekmiştir."
"Babama çekseydi ağlamazdı anamın ölüsüne. Ben sevindim o ağladı. Vicdanlıdır Mehmet. Kediye, köpeğe acır. Babama benzemez, benzese ben bakmazdım yüzüne."
Öyleymiş, Mahmut’un tek kardeşi. Tek kardeşi Mehmet değilmiş meğer. Başka kimdi kardeşi, biraz üsteledim ama küçük bir kız kardeşi olduğunu söyledi. Onun da annesi ölmüş. Hepsi yetimmiş bunların. Mehmet, Mahmut bir de küçük kız kardeşleri… Küçük kız kardeşini karısı doğurmuş. Sonra da ölmüş. Eğer ben bunları birilerine anlatırsam Mahmut bana küsermiş Ramazan Bey de beni öldürürmüş. Mahmut anlatıyor diye deli saçması gibi gelebilirdi sözler ama Mahmut neredeyse ağlayacak gibi anlatırken bu saçmalıkları öylesine ciddiydi ki… Ganime’yi diri diri gömenler beni katiyen affetmezdi.