4

1748 Kelimeler
Kömür için ödenek verecekti Ramazan Bey. Belki de Baki ile sürtüştüğü kadar fena biri değildi. Köye dönmek üzere beni getiren Halis ile geri dönecektim. Memnun ayrılıyordum kısacası oradan. Fakat erken düşünmüştüm. Merdivenlerden inerken kolundan tutarak çırpıştırılan Fadik'i gördüm. Az önce ona bitli olduğunu iddia eden Zahide şimdi de hırpalıyordu onu. Beynimden vurulmuşçasına fırladım yerimden. Çektiğim gibi aldım çocuğu elinden, arkamdan hıçkıra hıçkıra ağlıyordu Fadik. "Bırak Hoca Hanım! Vermezsem cezasını, yine yapar." Sımsıkı tutuyordu elimi, kurtar beni dercesine. "Küçücük çocuk, ne cezası böyle?" diye çırpınırcasına bağırdım. Karışma diyordu adam, Fadik için süprüntü gibi hakaretler de ediyordu üstelik. "Aa, neler diyorsun ağzından çıkanı kulağın duysun. Çocuk be o, çocuk! Ramazan Bey!" Avaz avaz bağırmaya başladım. Hiç hırpalanmadım ben çocukken ama annem anlatırdı dedesi dövermiş onları, haşarı dermiş topuna. Bu yaşında bile ağlayası tutar annemin anlatırken. Muhtar Bey, tepemdeki balkonda durmuş izliyormuş zaten bizi. Suratında bir memnuniyet ifadesi, kimden neden memnun olmuş bu kadar, anlayamadığım bir tavır. Meğer Fadik, kilerden et aşırmış da onu kediye yedirmiş. Ramazan Bey, Zahide’ye bırak çocuğu deyince öğrendim onu da. Öğretmen hanımı üzmemek adına affettirdi çocuğu muhtar. Zahide, pes etmiş bir halde ardımdan toplamaya çalıştığı çocuğun yakasını bıraktı. Fadik'in boyunun hizasına eğildim, zavallıcık boncuk boncuk akıtmıştı gözünün yaşını. "Ağlama hadi, korkacak bir şey yok, gitti Zahide. Nerede senin annen?" deyip sarıldım küçük çocuğa. "Öldü!" Babası da mı ölmüştü canım? O da gitmiş! Beş yaşındaki çocuğun. Bitli olduğunu iddia ettikleri yumak yumak olmuş saçlarını okşadım, kalkarken ayağa. "Babası ile konuşabilir miyim Ramazan Bey?" diye ısrar ettim. "Ne yapacaksın babasını Öğretmen Hanım?" Soruma soru ile karşılık verip bezdirmeye çalışıyordu adeta beni. Mahmut’muş bu küçük kızın babası meğer. Ramazan ile Fadik kardeşti. Peki ya neden biri bey oğlu iken diğeri sersefildi. "Bu çocuğu okula gönderin Ramazan Bey. Burada hırpalanacağına, gönderin." "Aklı almaz, küçüktür daha." "Alır, lütfen, dedesisiniz madem gönderin, iki sene fazla gitsin. Önce bir yıkasın Zahide, burada itilip kakılacağına iki harf öğrenir." Bu kadar dedim daha fazlasına hacet bırakmadı Ramazan Bey, verdi müsaadeyi Fadik gidebilecekti okula. Köye dönene kadar aklımdan çıkmadı o küçük çocuğun hali. İlk iş dedim Baki'ye sormak neyin nesiydi bu çocuk. Demir kapıyı yaptırmış, kilitlerken buldum onu. Akşam ezanını okuyacak namazını kıldıracaktı. "Yürüyeyim seninle Hocam, birkaç söyleyeceğim var." Önden gitmişti Gülnur, benim için börek yapacaktı. Kabul etti, camiye doğru yan yana yürümeye başladık. "Bir çocuk gördüm Muhtarın evinde. Eli yüzü kir içinde, saçları keçe gibi. Evin hizmetçisi olmalı, bir kadın, adı Zahide, hırpalıyordu onu. Çocuğun adı da Fadik. Bu Mahmut'un kızıymış o da. Kız çocuğu diye mi bakılmıyor? Diğer çocuk baştan aşağı pas parlak." "Ne desem bilemedim Öğretmen Hanım." Onların ayıbı bulaştı eline yüzüne Baki'nin, diyemedi ki sebebi şu. Sus pus kaldı karşımda. Bu Mahmut'un hanımı biriyle kaçmış gitmiş köyden. Uzun zamandır da görüştüğü biriymiş adam. Fadik onun kızıymış diyorlar. Ne kadar doğru, bilemem! Beni bu konularda konuşturmayın Öğretmen Hanım, rica ederim!" Huzursuzluğunu anlamlandırıp sessizce devam ettim yoluma. Tam da o esnada bir adam geldi, kesti önümüzü, "Ezana geç kaldın," dedi. Gülümsedi Baki, tüm iyi niyetiyle. "Daha üç dakikam var, yetiştim. Gelecek misin namaza?" "Şimdi ezan dinleyeceğim ben, oku sen, hadi." "Namaza da gel ama..." "Köylüler babama deyince sana kızıyor babam, hadi oku sen." Üzüntüyle dokundu omzuna adamın ve o an anladım onun kim olduğunu. Üzerine bol gelen kıyafetlerin pejmürdeliğine tezat, ağanın oğlu Mahmut'tu. Açık tenli, seyrek saçlı, temiz yüzlü bir genç adamdı. Otuz beşinde ancak... "Öğretmen Hanım, işte bu güzel arkadaşım da Mahmut. Tanışın siz onunla, ben camiye kadar gidip geleyim." Giden Baki'nin ardı sıra bakarken karşısında dikilip duran yabancı kadına, bana, döndü baktı Mahmut. Uzun kirpiklerini üç dört kez ardı ardına kırpıştırdı. "İpek ben," dedim. Gülümsediyse de konuşmadı, kaldı durduğu yerde öylece. Memnun oldum tanıştığımıza. Ezan okunuyor diye susmamı istedi. Onunla biraz durup dinledim ezanı sonra da ayrıldım yanından onun da huzurunu bozmadan. Yoluma gideyim diye çekildi önümden müsaade etti ki ben geçeyim. Geçecekken de geldi aklıma Fadik. "Ramazan'ı görmeye gelirsin belki yarın okula. Bugün seni görmek istediğini söyledi. Teneffüslerde görebilirsin! Belki babana söylersen; Fadik için de bir okul kıyafeti alır, gönderir okula. Küçük daha ama oyalanır, akranları ile oynar." Boş gözlerle döndü yönünü. Fadik hakkında konuşmak istemeyişini anlardım Baki'nin sözlerinden sonra ancak o küçük çocuğun hiç günahı yoktu ki. Birilerinin ona kötülükten doğan bir çocuk gibi değil de çocukmuş gibi davranması gerekirdi. "Daha beş yaşında!" diye bağırdım. Baki'nin güzel sesi duyuldu hoparlörden. Camiye doğru hiç durmadan yürüdü, beni de duymaz gibi davrandı. Ertesi gün sözümü dinleyip geldi teneffüste Ramazan'ı görmeye. Elinde bir torba da çikolata vardı. "Müsaade edersen öğretmenim, bunları çocuklara dağıtacağım." diye müsaade istedi benden. Çocuklar sevinçle kapıştılar paylarına düşeni. Oğlunun saçlarını okşadı, onunla okulun merdivenlerine oturup konuştu. Ne söylediğini duyamadım ancak baba gibiydi, gerçek bir baba gibi. Bir sonraki teneffüste üzeri tozlu geldi. Benim evin tadilatı için Baki'ye yardım etmeye girişmiş beklerken teneffüsleri. "Babama deme, e mi öğretmenim?" Demezdim babasına ancak yine de pek güvenmiyordu bana. Yabancıydım ve bu dünyada kötülük gördüğü çevreye benzeyip benzemediğimden emin değildi. Ders bitimine Halis geldi yine, görmesinler onu diye saklandı bir köşeye Mahmut. Araba giderken onu evin mutfağında buldum. "Gittiler," diye de haber verdim. "Çarşıdan eksikleri alıp gelmeli Öğretmen Hanım, ben camiye gideyim şimdi namazdan sonra gidip gelelim olur mu?" "Ben götürürüm çarşıya öğretmeni," dedi Mahmut. Baki'nin pek aklına yatmadıysa bu, benim için denemekten zarar gelmezdi. Bu dünya dönüyorsa Mahmut gibi aklını gerçekle yalan arasında ziyan etmekten sakınıp kabuğuna saklanmış kimselerden sebep dönüyordu bana göre. Ayıklamıştı ne kadar temiz pirinci varsa taşından, tozundan. Kanaat etmişti dededen kalma bir dam eve. Babası üç beş harçlık verir diyordu Gülnur ama Baki'ye göre öyle olsa sağda solda verilen yemekleri yemezdi Mahmut. Her geçen gün de zayıflıyordu. Geçen kış evinin buz gibi olduğunu kendi gözleriyle görmüş de ne kadar üzülmüştü. Alınacaklar inşaat malzemeleriydi. Bir kâğıda yazdı, uzattı bana. Dükkâna ben girmez de Mahmut'u sokarsam iyi ederdim zira hırdavatçılarda kadınlar pek hoş karşılanmazdı. Kağıdı alıp şöyle bir okudu Mahmut, "Tamam," dedi. "Ben bunların hepsini biliyorum." Arabanın içinde bekledim dükkânın hemen önünde. Bagaja kendi koymak istedi aldıklarını. Poşetlere bakındı, yazılan her şeyi de almış gibiydi. Avucunu açtı "Yüz elli lira tuttu, istersen yazdırırım." Gülnur onun için deli değil demişti. Haklıydı, Mahmut aksine akıllıydı bile. Parayı verdim gidip saydı nalbura, sonra oturdu yeniden ön koltuğa. Torpidoyu şöyle bir okşadı. "Kaç model bu araba?" diye sordu küçük bir çocuğun neşesinde. "Doksan dört model,” dedim onu dikkate alarak. Kısaca bir hesap yaptı anlamıştı ki bu araba tam on yaşında. Köy yoluna çıktım çarşı caddesinden. Yandan bir ev gösterdi. Halası otururmuş orada. Rahmetli annesini hiç sevmeyen halası... Konu açılınca üzerime düşeni yaptım. "Senin de başın sağ olsun." "Hastaydı annem, çok hasta. Öldü gitti de kurtuldu gamdan. Anan ölmüş Mahmut dediler de oh dedim, ne güzel olmuş, anam ölmüş de kurtulmuş." Başımı çevirdim, yüzüme pür dikkat bakıyordu. Gülümsetti içten söyledikleri beni. "Senin anan nerede?" "İstanbul'da. Gittin mi sen hiç İstanbul'a?" "Gittim. Ben çok yere gittim hayatımda. Döndüm, dolaştım; geldim geri. Nereye gittiysem hep geri geldim köye. Bak.…" benden taraf camı gösterdi. " O zeytinler bizim." Sonra kendi tarafına döndü. "Bu zeytinler de bizim." "Kalmadı anama, babama da kalmaz. Baki der ki, bu dünya kimseye kalmaz. Herkes göçer gider dünya kalır yine dünyaya."         Baki ile iyi arkadaşlardı. Gülnur’la da… Belki benimle de iyi arkadaş olacaktı Mahmut. Olurmuş. Onun oğlunun öğretmeniydim ben. Dostlarının dostuydum. Ne kadar sevmese de babası Baki’yi ben ona kulak asmayacaktım sevmeye devam edecektim imam ile karısını. Madem dedim bu kadar yakınlaştık sorsam ya Mehmet’i. Neredeydi Mehmet? Annesi ölür ölmez nereye kaçmıştı. Uçakla Amerika’ya gitmiş Mehmet. Dünden gelmiş görmüş Mahmut’u, biraz para vermiş. Mahmut’un parayla ne işi olacak? Dinlememiş fakat Mahmut’u. Para Ramazan Bey’de de çuvallaymış onun yanına varırmış para olsa derdi. Parayı sevmezmiş Mahmut. Nasıl da anlaşılıyordu şıp diye… O günden sonra hep daha iyi oldu Mahmut'la olan ilişkimiz. Oğlunu geldi, gördü, evimin onarılmasına yardım etti. Okul bitimi ben tek başıma çalışırken yanımda durdu, geri dönerken Baki'nin evine yanımda yürüdü. Çarşıya geldi benimle, eşyalarımı alırken pazarlık etti. Birçok akıllı oldu, birçok saf! Ama asla deli değil. Bazen bir çocuktu bazen bir yetiştin. Kişisel temizliğini iyi yapardı, dişleri her zaman bembeyazdı. Üstünü başını temiz giyerdi, eski bile olsalar ütülerdi. Elinde yıkadığını söylerdi Gülnur. Vakit namazlarını kılardı, ezan okunurken put gibi durur, kımıldamaz, dudakları kıpırdayacak kadar büyük bir sessizlikle dua ederdi. Bir haftaya kadar yerleşti evim. Çok da bir eşya almadan bir tek kanepe, bir de yatak ile dolap aldım. Beyaz eşyalarım en hesaplısından, halılarım idare edecek kadar oldu. Baki bekarken kullandığı masası ile perdelerini getirdi evime. Bir küçük düzen kuruldu kısa zamanda. O gün ertesinde hep birlikte bana gelmelerini ve bir gün de benim soframda oturmalarını söyledim. Mahmut da gelecekti. Hepsi memnuniyetle kabul etti. Ben de sabahtan hazırladım bazı şeyleri, okulda çocuklarla alakadar olurken çıkageldi bir kamyon kömür ve kamyonun ardından eski Mercedes'i ile Ramazan Bey. Meşguliyetlerinden bahsetti, dersi böldüğü yetmez gibi. İlla ki minnet sözleri edeyim diye beklercesine kömürü bol aldığını benim de kışın kullanabileceğimi söyledi. Teşekkür ettim, bir sonraki sene için kullanılırdı en güzel ihtimalle. Ben kendi kömürümü kendim alırdım. "Bir akşam da misafirim ol Öğretmen Hanım, yemeğimi ye." Olmazları olmayan bir adam olduğunu bildiğimden geçiştirmeye çalıştım. Ağzımdan bu akşam için söz almaya uğraştı ben de bir gafletle Baki ve hanımına söz verdim deyince parlayıverdi. "O hınzır," diye parlayıverdi. "Kendinden tarafa çekmeye çalışmasın, kırarım dizlerini. Yeter ettiği yeter gayri!" Taraflardan haberdar olmadığımı söyledim, zira ben tarafsızdım. "Size de yarın misafir olayım Ramazan Bey, olmaz mı?" Öfkesi yatışsın isteyerek sunduğum teklif karşılığında memnuniyet duyuldu ve beni aldıracağını söyleyerek ayrıldı. Kendi arabamla gidebileceğimi söyleyecektim söylemesine de fırsat tanıyan olmadı. Akşam misafirlerim ellerinde hediyeleri ile geldiler. Gülnur işlemeli bir masa örtüsü kapıp gelmişti çeyizinden, Mahmut da bir saksıda akşam sefası getirmişti. Çok severmiş akşam sefalarını meğer. Baharda dolarmış bahçesi bu çiçekle de kışın saksıda pek tadı olmuyormuş. Soframda yeni hayatımın dostlarını ağırlarken ertesi gün Muhtar Bey'e yemeğe davetli olduğumu söyledim. Baki'nin de Mahmut gibi asıldı suratı. "Baban artık köyün okumuşlarına kıymet mi verdi dersin?"diye sorunca Baki, Mahmut da hiç çekinmeden verdi cevabını. "Babam okumuş, okumamış tüm kadınları sever." Korktuğu başına gelmiş gibi astı suratını Baki, karısına bakarak söyleyecekleri için onay aldı adeta. Oturduğu sofrada mümkün olduğu kadar kısarak sesini "Bak kardeşim," etrafı kolaçan etti. Bizden başka kim olacaktı ki içeride? Yine de çekiniyordu işte. "Bugüne dek abla kardeş, abi kardeş olarak gördük birbirimizi. Çok zaman geçmedi fakat bu söylediğimi yanlış anlama." Ne söylerse söylesin kötüye yoracak fikirlere sahip değildim Baki hakkında. Hem çok yardımsever bir çocuktu hem de sözüne güvenilir insanlar gibi az konuşup çok düşünüyordu. "Bu Ramazan Bey pek güvenilir kimse değildir. Bir başına evine yemeğe gitmek çok doğru değil." "Babam yaşında..." "Sana göre bize göre pekâlâ öyle. Ben detay anlatacak değilim sana naçiz tavsiyem, dinlersen ne ala dinlemezsen de elimden fazlası gelmez."
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE