8

1004 Kelimeler
Köylüler çocuklarını okula göndermemişlerdi. Öğretmenin cenazesi vardı, milletin çocuğu ile nasıl uğraşacaktı. Öğleye doğru bir rüzgâr çıktı, kapadım kapımı, girdim evime. Az ileriden eteklerini tutarak geliyordu Gülnur ile Baki. Evdeki yemeklerden bir sofra kurdu Gülnur. Üç beş tırtıkladık ucundan. Üçümüz de çok konuşamadık. "İnsan ölmez aslında..." diye kırdı Baki sessizlik zincirini. "Ruh hep kalır hayatta, her zaman hisseder. Yaşamaya devam eder. Mahmut kardeşimin ruhu gerçek hayatına kavuştuğu için eminim ki daha huzurlu." Mahmut'un ruhunu düşündüm, ara sıra gelip de karşımda oturduğunu. Yüzüme bakıp bakıp kıs kıs güldüğünü. Ne iyi çocuktun sen Mahmut diye andım onu hep. Tırnaklarını kesip temizlenişini hatırladım, ayakkabılarını hep aynı noktaya aynısı gibi koyuşunu, abdestli yüzünün aydınlığını. Gülüşünün hatırası sarstı beni, kurtulamadım bir türlü ardından ağlamaktan. Cenazeden dört gün sonra geldi çocuklar, hepsine tembihlemişlerdi, baş sağlığı dilemişlerdi bana. Ramazan yoktu, Fadik de. Her ikisinin de babası ölmüştü hemen çıkıp gelseler okula kınardı tüm köylü. Çocuklar dağılırken geldi Mehmet yeniden. Babasının arabalarından birinden indi, çocuklardan bir tane bile kalmayana dek bekledi merdivenlerin altında. En sonuncu çocukta kaybolunca gözden kilitledim okulun kapısını indim aşağı. "Bak ne yazıyor?"dedi okul tabelasını gösterirken. Ramazan Maden İlkokulu. Bakmadım bildiğim tabelaya. "Bir yer düşün," dedi ben karşısında dikilirken. "Yere konan tek taşı bile aynı adam koymuş olsun. Burası orası." "Gökyüzü de babanın değil ya. Aldığımız nefes!" "Evine davet et beni konuşacaklarım var." Peş peşe girdik içeri. Darmadağınık bıraktı botlarını, ben topladım arkasından. Bildik adımla girdi içeri. Sırtındaki kalın ceketi çıkarmadı, sobayı daha yakmadığım için ben de çıkarmadım kabanımı. "Okudum defteri. En baştan sona dek. Hiçbir cümlesinde babam beni öldürecek dememiş. Ölmekten korkmamış, öldürülmekten de. Fakat bilmediğim bazı şeyler yazmış. Geçen sefer senin de söylediğin. Acaba tüm bunları sen mi yazdın, diye düşündüm. Abimin yazısını hatırlarım. Sen mi yazdırdın, diye düşündüm. Onca yazıyı nasıl yazdıracağını aklım almadı. Sana kıymet vermiş, korkmuş başına bir bela gelecek diye de. Şaşırdım! Beni tanımana rağmen abime nasıl bu kadar yakın durdun diye." "Seninle bir derdim yok benim." "Neden artık şarkı söylemiyorsun?" Yüzüme sıradan birine bakar gibi bakışını hatırladım. "Bana ağzımı sıkı tutmam için gözdağı verdi baban. Mahmut her şeyi bana anlattı diye korkuyordu. Kapıma geldi, tehdit etti. Hastanede de vurdu bana, hiç çekinmeden o kadar insanın içinde ona katil dedim diye bastı tokadı. O gün de ardından taşlamıştı Mahmut onu, bana kötülük edecek diye. Çok korkmuştu. Bin pişman olmuştu bu evlilik hikayesini çıkardı diye. Gitmeliydim ben, inat ettim de gitmedim diye kızdı durdu. Baki de şahit yaşadıklarımıza. Benim bildiklerimi bilmez ama birçoğuna şahit, sorsan söyler." "Her şeyin bir kılıfı vardır babamda." "Arkanı dönüp git o zaman, o cehennemin dibine geri dön. Annen yatsın o mezarda, abin yatsın, sen onların celladına baba demeye devam et. Korkak herifin tekisin çünkü. Hayatın boyunca kaçarak yaşamaya alışmışsın, devam et." Hiç öfkelenmedi, belki de sakin adamdı benim bildiğimin aksine. Hakkında çok az şey bildiğim için buna emin olamadım. "Bizim buralarda bir gelenek vardır. Eğer bir ailenin gelini dul kalmışsa onu ölen adamın kardeşi alır. Buna riayet etmeyen gelin de oğlan da öldürülür. Aşiret geleneğidir, kimse de karşı çıkamaz." Baki’ye sormasını istedim. Ona sorarsa onun da benzer şeyler anlatacağını… Hani imamdı falan devlet adamı, din adamı belki dikkate alırdı. Neticede ben bir şarkıcı parçasıydım. "Babam dedi ki anarşist o kız, alıp getireceksen tamam. Yoksa dişim kamaşıyor ona, veririm bizim çocukların eline bir silah, sıktırırım kafasına." Durakladım. Neler anlatıyordu bu böyle? "Benim bir şirketim var İstanbul New York bağlantılı. Buralarda ne yapayım ben? İstesem de yaşayamam. Babam bunu bildiğinden aşirete diyecek ki gelin istemiyor benim diğer oğlanı, katli vaciptir." Şikâyet edecektim onları derhal gidecektim jandarmaya. Sakinliğini hiç bozmadı Mehmet. "Ölmeden önce edebilirsen iyi edersin. Öldükten sonra yapamazsın çünkü. Hah şikâyet etsen de azmettirici babam olur, cinayeti başkası işler. Ne yapar eder o azmettirici lekesinden de kurtulur." Babasına çanak mı tutuyordu bu okumuş yazmış adam… "Madenliyim ben. Mehmet Maden'in torunuyum. Kızını diri diri gömmüş bir adamın torunu." "Allah belanızı versin sizin." Hışımla kalktım. "Otur!" dedi, orta yerde dolanıp dururken ben. "Otur İpek!" Oturdum. "Ben babama kız güzelmiş ben evlenirim dedim. Kan akmasın, çenesini de kapatırım, saçmalayıp durmaz. Şimdi otur." Kim kiminle evleniyordu yine… "Eğer Mahmut'un katili ortaya çıksın, babam ceza alsın diyorsan otur." Sessizce iliştim kalktığım sandalyeye. Gözlerimi ayırmadım Mehmet’ten. İşleri bir süre buradan yönetecekmiş. Ben de onunla konağa taşınacakmışım. Rüyasında görürdü ancak. Babasının bir açığını yakalayacakmışız. Ağzından alınacak bir itiraf, herhangi bir şey. Eğer gerçekten katil oysa, bir yerde açık verecekmiş. Değilse, işleri idare edemiyorum dermiş, alır götürürmüş beni İstanbul'a, dönermişim evime. Sonra da çocuğu olmuyor der boşarmış beni. Başkasıyla evleneceğini söylermiş. Beni de yanında tutmaya devam ettiğini kontrolünde olduğumu söylermiş. Ya katil babası ise… Aşireti inandırmamız lazımmış. Bu yüzden bu evlilik işi şartmış. Babasının abisini öldürdüğüne inanmıyordu yine de kalben ama beni babasından koruyacaktı, abisinin gerçek katilini de bulacaktı. “Ganime'nin başına gelenler, o zavallıya ne yaptıysa zorla yapmış baban. Ağlayarak anlatmış Mahmut'a. Sapık senin baban, Zahide'ye göz koyacak kadar sapık. O kız daha otuzunda ancak." "Sen susmazsın. Böyle de yakarsın başını, ben sana diyeyim." "Yalan mı söylüyorum?" "Doğru söylüyorsun, gel sana bir plaket vereyim. Her doğru böğürerek söylenmez." "Zulme sessiz kalan dilsiz şeytandır." "Baki mi öğretiyor bunları sana? Cinci hoca!" "Ona cinci diyen de bana Mahmut'u ayarttı diyenle aynı kişi." "Hala konuşuyorsun. Yok, çekemem ben seni gerçekten, böyle çekemem. Sen bana kafayı yedirirsin." Kalktı yerinden, haldır huldur yöneldi kapıya. Telaşla yetiştim peşinden geçtim önüne. Susacağımı söyledim. Tutamayacağım sözlermiş bunlar. Mahmut’un kırkı çıkana kadar bekleyecektik. Aşiret dul kalan gelini kayını ile evlendirene kadar bu şartı koşardı. Eğer ben uslu durmaz sürekli çene yapmaya devam edersem bir cenaze daha defnedermiş, bu defa o cenaze de benim olurmuş. Yakında kocasının kardeşi ile evlenecek bir kadındım. Yeni koca adayımın sözünü dinleyecektim ki o da beni koruyabilsin. Bu köyde durmayı başarabilseymiş seneler önce kaçmazmış, şimdi işini zorlaştırmayacaktım. Ona aşiretin yerini sordum. Coğrafi konum olarak veya bir yerde ofisleri mi vardı bunların misal… "Aşiret benim işte, bak karşında. Benim amcam, benim dedem, benim dayım... Aşiret biziz! Sen mümkünse kimse ile konuşma. Kimse ile... Hatta o cinci hoca ile de."  Giydi ayakkabılarını çıkarken tekrarladı. "Hele o cinci hoca ile asla." "Sensin cinci!" Dönüp şöyle bir baktı, sonra da kapadı kapıyı. Oradan bağırdı. "Laf dinle! Laf!"
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE