4. BÖLÜM

2927 Kelimeler
Ve işte son... Gökçe'nin üzerine atılan son toprakla tamamen kaybolmuştu cıvıl cıvıl konuşan kadın. Bir daha geri gelmeyecekti ama anıları her zaman bizimle olacaktı. Yokluğuna alışmak zor olsa da alışacaktık. Eskisi gibi gülecek, eski gibi yaşamaya kaldığımız yerden devam edecektik. Bir gün hepimiz ölecektik geride sadece anılarımız kalacaktı. İnsanlar yavaş yavaş mezarlıktan ayrılırken annemle birlikte geri çekilip Gökçe'nin ağlayan ailesini izledim. Birazdan tamamen veda edecektik ona, geride bırakmaya kimsenin gücü yoktu. Onu seven dostları bırakıp gidemiyordu, tıpkı benim gibi. "Ailesiyle vedalaşalım kızım, sen de kötü oldun eve gidip dinlenmen lazım. Başımı sallayıp yine annemin yardımıyla mezarın yanına geldim. "Toprağının üzerine kar yağıyor Gökçe, çamur bembeyaz oluyor. İçini ferah tut, seni bu toprağın altına koyan kişiyi bulacağım. Kimse cezasız kalmayacak, senin bedenini, bizim ruhumuzu öldüren kişi bulunacak söz veriyorum. Huzurla uyu kardeşim, mezarına çiçekler ekeceğim. Bir kadın yaz kış bakımlı olmalıdır, sana ev sahipliği yapan bu mezarı güzelleştireceğim. Hoşça kal dostum, bana hakkını helal et."   Ayağa kalkıp anne ve babasına doğru ilerledim. Hıçkıra hıçkıra ağlayan Emel teyzeye sarıldım. Teselli edici cümleler yoktu. Evladını kaybetmiş bir anneye ne söyleyebiliriz ki? Acısı ilmek ilmek işliyor içine. Katilleri bulunacak dememiz bile yüreğini ferahlatmıyordu. O biliyordu ki evladı bir daha geri gelmeyecekti. Ona sarılıp kokusunu içine çekemeyecekti. Ne desek boştu onun için. Geri çekilip Gökçe'nin babasına sarıldım. "Yanınıza mutlaka geleceğim." "Bizi unutma Mina, kızım seni çok seviyordu onun yokluğunda bize evlat sen ol." Refik amcanın yanaklarına bulaşan gözyaşlarını silip, "Söz," dedim. "Sizi hiçbir zaman unutmayacağım, her zaman yanınıza geleceğim." Başını sallayıp bağıra bağıra ağlayan karısına sarıldı. Akrabaları onların yanına gelince ailemin yanına döndüm. Bir elimi annem diğer elimi babam tuttu. Birlikte mezarlıktan çıkarken gözlerim Gökçe'nin yattığı mezarlığa kaydı. 'Zor, inan seni burada bırakıp gitmek çok zor. Keşke şu an uykuda olsak, uyandığımız da sen müziği son ses açıp evin içinde oynuyor olsan. Hoşça kal dostum.' "Hadi kızım". Önüme dönüp çamurlu yolda kaymamaya dikkat ederek arabanın yanına geldim. Babamla annem ön koltuğa otururken kendimi arka koltuğa attım. Bundan sonra ne olacaktı hiçbir fikrim yok, Gökçe'nin olmadığı evde nasıl kalacaktım hiçbir fikrim yok. Her an bir yerlerden çıkacak düşüncesi beni yaralardı. Eşyalarını evin içinde gördükçe yaşamak zor olurdu o evde. Gözlerimi kapatıp kısa bir süre düşünmemeye çalıştım. Sanırım gözlerimin karanlığa ihtiyacı varmış ki kapanır kapanmaz uyumuşum. Uyandığımda İstanbul'daydım. Hâlâ yorgundum, uyumak istiyordum, günlerce aylarca uyumak istiyordum. Uyandığım zaman başımın ağrısının geçmesini, her şeyin çözülmesini istiyorum. Ve sadece istemekle yetiniyorum, maalesef hiçbiri gerçekleşmiyordu. Montumu çıkarıp portmantoya astım. Bana üzgün bakan akrabalarıma, "Sonra konuşalım mı?" dediğimde hepsi başlarını sallayıp, "Sen ne zaman istersen," dediler. Teşekkür edip merdivenleri çıktım. Odama girdiğimde hiçbir şey yapmadan kendimi yatağa bıraktım. Ilık bir duş alsam gergin bedenime iyi gelecekti ama kıpırdayamıyordum. Gözyaşlarım akarken dudaklarımı ısırıyordum hıçkırmamak için. Benim yüzümden mi öldün Gökçe? Beni öldürmeleri gerekirken neden seni öldürdüler? Sahiden, o kadının Karan'la bir ilgisi var mı? Bir insan öldürmek bu kadar kolay mı? Odanın kapısı açıldığında ısırdığım dudaklarımı serbest bırakıp gözyaşlarımı sildim. "Gel, Alina." "Su seni görmek istedi, kusura bakma rahatsız ettim." "Saçmalama, gelin buraya." Bacaklarımı yataktan aşağı sarkıtıp kucağıma gelmek isteyen yeğenimi kollarımın arasına aldım. "Su, özledin mi halayı kızım?" "Evet." Kısa kumral saçlarını öpüp, "Ben de seni çok özledim meleğim," dedim. Minik ellerini yanaklarımın üzerinde gezdirirken neden ağladığımı çözmeye çalışıyordu. Henüz iki buçuk yaşındaydı, ona çok sevdiğim dostumu kaybettiğimi söylesem anlamazdı ki. "Talha dedem sana da mı şeker vermedi hala? Bu yüzden mi ağlıyorsun?" Minik ağzından çıkan peltek cümleler yüzümde tebessüm oluşturdu. "Evet prensesim, fazla şeker yediğim için bir daha yemememi söyledi." Parmağını dudağına bastırıp, "Hımm," dedi anlıyormuş gibi. "Benim de yemememi istiyor, çok yersem hasta olurmuşum." Başını öpüp, "Haklı deden," dedim. "Evet haklı, ama sen üzülme Metehan abim hem kendi için hem de benim için şeker saklıyor evlerinde, akşam oraya gidince gizli gizli yiyoruz." "Seni gidi küçük yaramaz. Demek gizli gizli yiyorsunuz. Umut amcana söyleyeyim bir daha size şeker almasın." Annesinin konuşmasını gözleri kocaman olmuş halde dinleyen fındık, bir daha şeker yememe korkusuyla annesinin kucağına gitti. "Söyleme söyleme. Umut amcam bir daha bize şeker almazsa Metehan abim bana küser. Bu bizim aramızda kalacaktı. Lütfen söyleme." Gözlerine kısan Alina, "Bu yaşta bu dil nereden geliyor?" dediğinde kahkahamı tutamadım. İçim cayır cayır yanıyordu ama bir yanım gülüyordu. "Neşe teyzeme çekmiş, aynı onun gibi." "Haklısın, bu yaşta laf taşıyor." Yalandan gözlerimi kocaman açıp, "Öyle mi Su Hanım?" dedim kızıyormuş gibi. Dudaklarını büzüp, "Evet," dedi. Dürüst kuzum benim. Başını öpüp saçlarını karıştırdım. "Duşa gireceğim Alina, ılık su ağrıyan başıma iyi gelir." "Rahatına bak, aşağıdayız biz." Rahatıma bakmak zorundaydım. Eskisi gibi ayaklarımın üzerine sağlam basmak için bir an önce kendime gelmek zorundaydım. Soğukkanlı halime döndüğümde Gökçe'yi katleden kişiyi de bulabilirdim. Banyodan çıkıp üzerimi değiştirmeden yatağa uzandım. Komodinin üzerinde duran telefonumun ışığı yanıp sönüyordu. Uyumadan telefonu alıp ekranı açtım. Ateş aramıştı. Yatağın içinde doğrulup geri aradım onu. İkinci çalışta açıp nefes nefese, “Mina?” dedi. “Bir şey mi oldu?” “Aramamam gerekiyordu, böyle bir zamanda seni rahat bırakmam gerekiyordu ama dayanamadım.” “Sorun değil, konuş lütfen.” Nefesini bırakıp, “Karan hırçınlaştı,” dedi boğuk sesiyle. “Etrafa saldırdı, beni gördüğü halde görmüyor gibi kendine zarar vermeye başladı. Onu alt katta bulunan odaya indirdiler. Yanına gidemiyorum, ona müdahale etmek isteyen erkek doktorlara engel olmak istiyorum ama sağlığı için mecbur izin veriyorum.” Bornozu sıkıp başımı yatağın başlığına vurdum. “Harun Bey’i arayacağım. Onu normal odasına aldıklarında yanında kal, karanlıkta kalmasına izin vermeyeceğim bunun sözünü size ve ona verdim. Üç gün sonra gelecektim ama burada durmak acımı geçirmeyecek farkındayım. Yarın gelmeye çalışacağım.” “Sen nasılsın? Kardeşimin durumunu anlatacağım diye soramadım. Kusura bakma.” “İyiyim diyerek yalan söylemek istemiyorum.” “Anlıyorum. Ben seni daha fazla rahatsız etmeyeyim, bir ihtiyacın olursa beni araman yeterli. Karan’la buradaki doktorlar ilgileniyorlar her ne kadar zor olsa da.” “Normal odaya alınınca sakinler merak etme. Yarın geleceğim.” “Sağ ol.” “Görüşmek üzere.” “Görüşmek üzere, Mina.” Bavulumun fermuarını kapatıp yataktan aşağı indim. Üç gün iznim olmasına rağmen Karan için işe dönmem gerekiyordu. Hayat devam ediyordu, kaldığım yerden devam etme zamanı gelmişti. Hastalarımdan ne kadar uzak durursam kendi düşüncelerim içinde kaybolacaktım. Bir an önce görüntüleri izleyip o kadının kim olduğunu görmek istiyordum. Gökçe’yi hayattan koparan cani kadının yüzünü görmek için yerimde duramıyordum. Onu gördüğüm zaman biliyorum ki öfkem, kızgınlığım hiçbir zaman geçmeyecekti, geçmesini de istemiyorum. Asker bir adamın kızı, polis olan bir adamında kız kardeşiydim ben. Çocukluğumdan beri korkmadan yaşamayı bana öğreten aileme borçluyum bugünlerimi. Eğer katili bulmak istiyorsam mantıklı adımlar atıp gerçeğe adım adım yaklaşayacaktım. Merdivenlerden inip bavulu kapının önüne koydum. Ömer abim bavulu dışarı çıkarırken anneme, babama, Umut abim ve eşine sarıldım. "Kendinize dikkat edin. Beni merak etmeyin, Alina ve Su'yla beraber güzel vakit geçireceğim." Ömer abim bir süre eşi ve kızıyla benimle birlikte kalacaktı. Onlar yanımda olacağı için kendimi rahat hissediyordum. "Bizi istediğin saat arayabilirsin kızım. Konuştuklarımızı unutma, orada bir yıl çalıştıktan sonra İstanbul'a, yanımıza döneceksin." "Tamam baba, bir yılda sorumluluğumda olan hastaları iyileştirip yanınıza döneceğim söz veriyorum." "Tamam kızım. Kendine dikkat et." Yanağını öptükten sonra annemin saçlarını öpüp evden ayrıldım. Yağmurun altında ıslanmadan arabaya koştum. Arka koltuğa oturup uyuyan Su'yun saçlarını sevdim. "Her şeyini aldın değil mi?" "Aldım abi. Beni çalıştığım hastanenin önünde bırakırsınız, siz eve gidersiniz." "Pazartesi işe başlamayacak mısın?" Montumu çıkarıp, "Evet," dedim. "Görmem gereken biri var onu görünce geleceğim." "Peki." Karan kim bilir ne haldeydi? Dün Harun Bey’i sürekli aramama rağmen telefonlarıma cevap vermemişti. Hastaneyi aradığımda nöbetçi doktorun yerinde olmadığını söyleyen görevlinin umursamazlığı canımı sıkarken yaşadığım durum yüzünden belki de insanları yanlış anlıyordum. Ateş'le de konuşmamıştım. Hastaneden de beni kimse aramamıştı. Durumun iyi olduğunu düşünmek istiyorum, eğer kötü bir şey olsa hastaneden mutlaka ararlardı. Her doktor kendi hastasından sorumluydu, hastanede olmadığımız zaman diğer doktorlar hastalarla ilgilenebiliyordu. Karan'ın durumu farklı olduğu için Ateş'in başka bir doktor isteyeceğini düşünmüyordum. Hastanede çalışan doktorların hepsi erkekti, Karan bırak kendine dokundurmayı biriyle aynı odada bile kalamıyordu. Dün mecbur sağlığı için kabul ediyorum dediğinde ses tonu buruktu. Güçlü bir adamdı ama kardeşi yüzünden yorulmuş bir ağabeydi. Yolculuk boyunca Karan'a uygulayacağım tedaviyi düşündüm. Onun yara almadan bir an önce kendine gelmesi için hafif tedaviler uygulamam lazımdı. Uyutursam beyni uyuşurdu, bu da onu bitkisel hayata sokardı. Depresyon ilaçları ağır olduğu için hasta vücut fonksiyonlarını hareket ettirme konusunda sıkıntı yaşayabiliyordu. Beyni uyuştuğu için doğru düzgün konuşamıyordu. Karan'ın bunları yaşamasını istemediğim için bir an önce tedaviye başlamam lazımdı. Yeteri kadar geç kalmıştık. Hastanenin önüne geldiğimizde montumu giydim. "İstersen seni burada bekleyelim?" "Yok abi, siz eve geçin ben dönerim.” "Tamam." Gözlerimin içine bakan Su'yun başını öpüp, "Evde görüşürüz meleğim," dedim. Gülümsediğinde tekrar başını öpüp arabadan indim. Koşar adım hastanenin içine girdiğimde hiçbir yere uğramadan Karan'ın kaldığı odanın önüne geldim. Kapıya vurup içeriden ses vermesini bekledim. Ses gelmeyince tekrar vurdum. "Mina Hanım?" Bana doğru gelen görevliye tebessüm edip, "Nasılsın Göknur abla?" dedim gülümseyerek. "İyiyim kızım, sen nasılsın?" "İyi olmaya çalışıyorum." Gözleriyle kapıyı gösterip, "Şu genç adama bakmaya geldiysen o burada değil," dedi. Kaşlarımı çatıp "Hâlâ hücrede mi?" dedim. "Hâlâ orada. Sinir krizi geçirip etrafına saldırdı, görsen beş kişi onu zor zapt etmeye çalıştı. Kafasını duvarlara vurdu, dokunmayın bana diye çığlık attıkça gözlerimden yaşlar yağmur yağar gibi aktı. Gencecik çocuk ne yaşadı da bu hale geldi kim bilir." Çantamın sapını sıkıp derin derin nefes aldım. "Abisinin nerede olduğunu biliyor musun?" "Ben tanımıyorum abisini. Doktor Gürcan sakinleştirici vurdu. Zavallı uykuya dalınca hücreye koydular onu." Öfkeyle asansöre doğru yürürken Gürcan'a da Karan'a zorla dokunan hasta bakıcılarına da içimden saydırıyordum. Dokunulmak istemeyen birine hangi hakla dokunurlardı? Ateş mecbur kalmasaydı dün beni aramazdı. Karan’ın o anlarına tanıklık ederken eminim en az onun kadar yaralanmıştır. Asansörle zemin kata indiğinde derin nefes alıp güvenliğe doğru ilerledim. Bu katta aşırı derecede şizofreni belirtileri olan hastalar kalıyordu. Cinayet işleyen, sapkın düşüncelere sahip olan hastalar için bu kat bulunuyordu. Demir kapıların ardından gelen hastaların sesleri beni ürpertiyorken Karan'ı düşünemiyorum. O sadece dokunulmak istemeyen biriydi, insanlar ona yaklaşmasın diye sözleriyle onları korkutuyordu. Asla zarar vermezdi, ben buna inanıyorum ve böyle olduğuna eminim. "Buyurun?" "Doktor Mina Aslan, Karan Er'in doktoruyum. Kendisi hangi odada kalıyor?" "Buyurun Mina Hanım, sizi götüreyim. Yalnız sabah a...... ilacı verildi kendinde değildir." Gözlerimi kocaman açıp olduğum yerde durdum. "Hangi doktor verdi bu ilacı?" "Gürcan Bey." "Bu adam çıldırmış mı? Nasıl en ağır ilacı verebilir” Güvenlik demir kapıyı açtığında derin nefes alıp içeri girdim. "Bu oda neden karanlık?" Hiçbir hastayı karanlıkta bırakmadığımız halde karanlıktan korkan bir adamı karanlığa mı mahkûm etmişler? "Harun Bey oda karanlık olacak dedi." "Harun Bey bu hastanede müdür, hastaların durumunu bilmeden böyle bir kararı nasıl verir?" "Benim bir bilgim yok Mina Hanım. Ben bana söylenenini yapıyorum." "Odanın ışığını hemen yak." "Peki, Mina Hanım." Cebimden telefonu çıkarıp odanın içine tuttum. Yatağın üzerine kıvrılmış bir şekilde uyuyan Karan'ı görünce göz bebeklerim büyüdü. Ne hale getirmişler bu adamı? Oda aydınlandığında gözlerini aralayıp korkuyla etrafına bakınmaya başladı. Elimi dudaklarımın üzerine getirip, başımı iki yana salladım. İlk gördüğüm Karan'la şimdiki Karan arasında çok fark vardı. İlk gördüğüm Karan tertemiz bir adamdı, bu Karan üstüne kaçırmıştı. Temizlik takıntısı olan adamı ne hale getirmişler. Hepsine bunun hesabını soracaktım. Onu bu hale getiren herkes hakkında şikâyette bulunacaktım. Gözünden akan yaşı gördüğümde gözlerimi kapatıp açtım. Duvar dibinde olan sandalyeyi yatağın yanına yaklaştırıp oturdum. "Karan, beni duyuyor musun? Duyuyorsan gözlerini açıp kapa." "Duyuyorum, merak etme aklım başımda. Verdikleri ilaçları yutmuyorum." Fısıldayarak konuştuğu için onu zor duyuyordum. Kaşının kenarından akan kanı silip iç çektim. Kendine zarar verdiği için ellerini ve ayaklarını bağlamışlar. Dudaklarını ısırmaktan kanatmış, yumuşak etin yüzeyi yara olmuştu. Yaraları kurumaya durmak üzereyken o her defasında ısırarak tekrar kanatmış. "Kendine ne yaptın Karan? Ruhun yaralı zaten, neden bedenine zarar verdin? Acının katlanılmaz boyutta olduğunu biliyorum. Her nefes alıp verdiğinde ölmek istediğini biliyorum. Mezarın içine girip bu dünyadan yok olmak istediğini biliyorum. Biliyor musun, karanlıktan korktuğunu da biliyorum. Hadi elimi tut, tut ki seni ışığa kavuşturayım." Gözünden akan yaşı yavaşça sildim. Gözlerini bana çevirdiğinde ona biraz daha yaklaştım. "Bir şey mi söyleyeceksin?" "Çok acıyor, lütfen ellerimi çöz. Böyle savunmasızım, bana dokunmalarına izin verme." "Vermem! Burada güvendesin, kimse sana zarar veremez Karan." "Verirler, vermeye devam ediyorlar." "Kim onlar? Bana söyle seni onlardan kurtarayım." "Yaklaş." Oturduğum sandalyeden kalkıp yatağın kenarına oturdum. "Seni dinliyorum." "Sana söylediğim an seni öldürürler." "Merak etme, kendimi koruyabilirim." Sırıtıp gözlerini kapadı. Başını iki yana salladığında geri çekildim. "Doktor, ben kendimi koruyamadım sen nasıl kendini koruyacaksın?" "Korurum, söyle sana kim zarar verdi?" İç çekip gözlerini açtı. "Giderken odanın ışığını açık bırakır mısın? Karanlıktan korkuyorum. Mum ışığına bile razıyım." "Gitmeyeceğim Karan, seni burada bırakmayacağım. Seni bu hale getiren herkesten hesap soracağım. Söz veriyorum sana bunları yaptıkları için onları pişman edeceğim." "Onlar sana zarar vermeden kaç kurtar kendini." "Onların kim olduğunu bana söylersen kimse bir şey yapamaz. Ama söylemezsen zarar verirler." Gözlerimi yumdum. "Gökçe'yi öldürdüler." Ses vermeyince gözlerimi açıp yüzüne baktım. Şaşırmış gibi değildi, sanki biliyormuş gibiydi. Gözleri arkamda duran duvara kaydığında omzumun üzerinden duvara baktım. Köşede duran kameranın ışığı yanıp sönüyordu. "Korkma, hastalar kendine zarar vermesin diye izliyorlar." "Bana zarar verdiler." Oturduğum yerden kalkıp ellerine uzandım. Plastik kelepçe takılıydı bileğinde. Teni yara olmuştu kelepçe yüzünden. “Bakar mısınız? Korkma, kelepçeler sökülecek, seni normal odaya alacağım. Orada ışığını istediğin zaman sen kapatıp açabilirsin, banyo yapabilirsin. İlaçta vermeyeceğim sana, konuşarak sıkıntılarını çözeceğim." "Mina." Yüzüne yaklaşıp, "Söyle," dedim. İlk kez adımı söylemişti, bu da beni kendine yakın hissettiğini gösteriyordu. "Gökçe için çok üzgünüm. Onun öleceğini bildiğim için gitmenizi istedim." "Onu öldüren kişiyi tanıyor musun?" Gözlerini açıp kapadı. Titreyen ellerimi yatağa bastırıp, "Kim?" dedim. Sesimi sakin çıkarmaya çalışıyordum eğer yüksek sesle konuşursam korkar susardı. "Karan?" Geri çekilip kardeşine şaşkın halde bakan Ateş’e, “Neredeydin?” dedim. Gözlerini yatakta yatan Karan'dan çekmiyordu. Alt dudağı titrediğinde bakışlarını başka yere çevirip burnundan nefes alıp verdi. Sağ elini yumruk yapıp alnına bir iki kere vurduktan sonra kapının eşiğinde tedirgin duran Harun Bey’e, “Ona ne yaptınız?” diye bağırdı. “Yanına girmek istiyorum dedim size, ona nasıl zarar vermelerine izin verirsiniz?” Öfkeli sesinden tedirgin olan Harun Bey geride dururken kardeşine yaklaştı. Ağabeyini gören Karan’ın gergin omuzları rahatlarken küçük bir çocuk gibi kollarını onun kolunun etrafına doladı. “Götür beni buradan. Yemin ederim yanından bir saniye ayrılmayacağım, seni üzmeyeceğim abi. Bırakma beni burada ne olursun.” Kardeşinin yara olmuş alnının üzerinde parmağını dolaştırıp gözlerini açıp kapattı. Hücrede kalan hastaların yanına aileleri giremiyordu, kardeşi burada sadece iki gün kalmasına rağmen bu hale gelmişti. Onu bir hafta görmese kim bilir kendine ne yapardı. "Ne yaptınız kardeşime?" diye bağırdı. Sesi gür çıktığı için diğer odalarda bulunan hastalar demir kapılara vurmaya başladı. Ateş'in sesinden korkmuşlardı. Korkulu gözlerle odaya giren Harun Bey kravatını düzeltip Ateş'in yanına geldi. Ağzını açamadan Ateş boynuna yapışıp onu duvara yasladı. Güvenlikle birlikte ona doğru atılıp omuzlarını tuttuk. "Ne yapıyorsun Ateş? Bırak adamı." Harun Bey’in kulağına yaklaşıp, "Sana bunun hesabını soracağım," dedi dişlerini sıkarak. "Kardeşimi bu hale kim getirdiyse doğduğuna onu pişman edeceğim. Beni içeri al o tek korkar dedim. Kameradan izliyoruz hiçbir sorun yok dedin. Sen ne haltlar karıştırıyorsun it? Bu çocuk kendine zarar verirken gözlerin kör müydü? Bu odanın içinde nefesini keserim." Harun Bey’in yüzü kıpkırmızı oldu. Nefessizlikten bayılacak duruma gelirken, "Adamı bırak," diye bağırdığımda elini geri çekip parmağını Harun Bey’e uzattı. "Ölmek için bana yalvaracaksınız." “Ateş Bey, ben bir şey yapmadım. Kardeşiniz kendine zarar verdiği için mecbur ona ilaç vermek durumunda kaldık. Onu bu hale biz getirmedik, görüntüleri izleyen güvenlik görevlisi bir problem olmadığını söylediği için size iyi olduğunu söyledim. Emin olun o güvenliğin işine son vereceğim. Karan Bey’i odasına çıkaracağız şimdi.” Göz bebekleri korkudan büyüyordu. Titreyen parmakları gömleğin yakalarını çekiştirip duruyordu. Nefes almakta zorlanıyordu ama buna rağmen doğru konuşmak için kendini zorluyordu. Harun Bey yalan söylüyordu, bunun farkında olan Ateş onun üzerine gidecekken bileğini tuttum. Adımları durdu, başparmağımı bileğine iki kere vurup onu geriye çektim. “Görevlilere haber verin Karan Bey’i odasına alalım. Siz de güvenliği bulun Harun Bey.” “Hemen ilgileneceğim, diyen adam apar topar odadan çıkarken şüpheyle bana bakan Ateş’e, “Sonra konuşacağız,” dedim. “Önce Karan’ı odasına yerleştirelim.” Arkasını dönüp yataktan kalkmaya çalışan kardeşine doğru ilerledi. Ellerini koltuk altına yerleştirip onu tekerlekli sandalyeye oturttu. “Abi beni evimize götür ne olursun. Burada durmak istemiyorum, bu kadın beni evde tedavi etsin. Yemin ederim sana zorluk çıkarmayacağım.” “Odana çıkalım orada konuşacağız, tamam mı aslanım.” Ağabeyine kırıldı. Ellerini kollarının üzerinden çekip dizlerinin üzerinde birleştirdi. Sıkıntıyla iç çeken Ateş onu sürerken yanlarından ilerledim. Bakışlarını bana çevirip, “Onu eve mi götürsem?” dedi. “Şu haline bak iyileşsin diye buraya getirdim daha kötü bir halde odaya götürüyorum.” “Odada konuşacağız tamam mı? Şimdi değil.” Sıkıntıyla iç çekti. “Odada konuşalım, bakalım benim aklıma gelenler senin aklına da mı geliyor.” Büyük bir ihtimal ikimizin aklından geçenler aynıydı. Odaya geldiğimizde kardeşini kimseye bırakmadan yatağa yatırdı. “Yanımdan ayrılma,” diye bağıran Karan ağabeyinin bileğini tuttuğunda, “Buradayım,” dedi Ateş. “Onlar bana dokunurken burada değildin ama. Korkuyorum abi diye bağırdığımda beni onların elinden almadın.” “Buradaydım. Sen fazlasıyla hırçınlaşmıştın seni sakinleştirmeye çalışıyorlardı.” “Sen gelip sarılsaydın sakinleşirdim ben. O ilaçlara gerek yoktu.” Kardeşine sımsıkı sarılan Ateş Karan’ın onu itmesiyle geriye çekilmedi. “Uzaklaş benden,” diyen Karan’ın sesi titrediğinde, “Yapma,” diyen Ateş’in sesi en az onun kadar boğuktu. Gerçekten kardeşini seviyor muydu? Ateş’le Harun Bey birbirlerini tanıyordu bildiğim kadarıyla. Arkadaşımın kardeşi rahatsız diyen Harun Bey’in o gün bile sesi titriyordu. Ne vardı aralarında merak ediyorum. “Sahiden,” dedim duygusal ortamı bozarken. “Neden onlar Karan’a dokunurken yanında değildin?” Kardeşinden ayrılıp sarsılan ifadesini yüzünden sildi. Kaşlarını yukarı kaldırdığında onun gibi ben de kaşlarımı kaldırdım. “Dün konuştuğumuzda kötü olduğunu söyledin, yanında değil miydin?” “Yanındaydım. O kendinde olmadığı için beni göremiyordu. Hücreye koyduklarında yanına girmeme izin vermediler. O herif kardeşimin uyuduğunu, iyi olduğunu söyledi bana. Ben de bu yüzden-” “Evet, sen de bu yüzden?” Yutkunup geri adım attı. “Sonra konuşalım olur mu? Şu an konuşmak istemiyorum.” “Ne saklıyorsun sen, Ateş?”
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE