Sonsuz Gece
Kalp atışım gittikçe yavaşlıyordu. Ortamdaki sesler ve görüntüler silikleşip yok oluyordu.
" Acele edin! "
" Kalp atışları çok yavaş. "
" Çok fazla kan kaybediyor! "
Doktorların cümleleri kulaklarımda uğultu yaratıyordu. Peki ben ne yarattım bu hayatta. Hiçbir şey...
" Hastayı kaybettik. Ölüm saati 23.58. "
...
Beyaz bir yolda yürüyordum. Üstümde beyaz, etekleri yere uzanan bir elbise vardı. Annemi, babamı ve küçük kız kardeşimi benden biraz daha uzakta görüyordum. Ne kadar koşarsam koşayım ne kadar bağırırsam bağırayım beni duymuyorlardı.
" Anne, baba , Duru... Beni de alın yanınız gitmeyin. " diye haykırdım son nefesimle. Belki beni duyarlar diye. Belki de onlar olmadan yapamayacağımı bilsinler, görsünler diye.
Annem bana döndü. " Sen bizi yaşatacak olansın. Gelemezsin. " dedi ve üçü de el ele tutuşup yürüdüler. O kadar hızlı kayboldular ki gözlerimin önünden; dayanamayıp dizlerimin üstüne , yere, çöktüm.
Birdenbire beyaz zemin yarıldı ve beni bir bahçeye düşürdü. Gözyaşlarımı silip bu sefer de bu bahçede onları aramaya başladım. Düz bir patika yolda koşuyordum. Yolun sonunda masmavi bir ev vardı. Evi görünce yolun sonunda olduğumu anladım.
" Anne! Beni duyuyor musun? " dedim sonunda gücümle bağırarak. Sesim yankı yapıyor ve tekrar kendi kulaklarıma doluyordu. Kendimi duyan, bilen artık sadece bendim. Ve bundan sonra da böyle olacaktı. Artık yalnızdım. Tekrar dizlerimin üzerine çöktüm ve toprağı yumruklayarak ağladım. Ensemde soğuk bir şey hissettim. Gölgesinden anladığım kadarıyla genç bir adam kafama silah doğrultmuştu.
" Ya kendin kendi cehennemini yaratıp korkarak, kafana dayanan silahın endişesiyle yaşayacaksın ya da ayağa kalkıp kendini ve aileni kurtaracaksın! " dedi kafama silah doğrultan adam.
Arkamı dönüp baktığımda kimse yoktu.
" Kimsin? Neyden bahsediyorsun? " diye bağırdım. Ama bir ses duyamadım. Sadece kendi sesimin yankısını işittim yeniden.
" Bir şansım daha olsa, dönsem o güne ; onlara, bana, bize bunu yapanları bulacağım! BUNU YAPANLARI NE PAHASINA OLURSA OLSUN BULACAĞIM! " diye haykırdım.
Nefesim kesildi. Nefes almaya çalışıyordum ama olmuyordu. Boğuluyordum. Yavaş yavaş bilincim kapanıyordu. Bir gölge çöktü üzerine. Gözlerimi sıkıca kapattıp açtım.
Üzerime eğilen doktor gözlerime ışık tutuyordu. Tekrar dönmüştüm. Yaşıyordum. Ben annemin güçlü kızıydım. Onlara ne olduğunu er ya da geç öğrenecektim. Ucunda ölüm bile olsa öğrenecektim!
...
Uyandığımda başımda dikilen bir hemşire ve doktor vardı.
" Işıl Hanım, ameliyatınız başarıyla geçti. Sizi bir süre daha gözetimimiz altında tutacağız. Kalbiniz durdu, sizi tekrar hayata döndürdük ve ameliyata aldık. bir süredie uyuyorsunuz. Sağlıklı beslenmeniz ve bu süreçte kendinize daha iyi bakmalısınız. Siz biraz istirahat edin. Gerekli programı ben ayarlayacağım ve size bildireceğim. " dedi ve çıktı odadan.
Hemşirelerden birisi serumumu ayarladı.
" Annem, babam, kız kardeşim neredeler? Onları görmek istiyorum. " dedim hemşireye.
Bana boş gözlerle bakıyordu kadın. Ne olduğunu söylemek istemiyordu. Ne olmuştu onlara? O gördüğüm hayal ile karışık rüya gerçek miydi? Onlar ölmüş müydü?
" Siz bekleyin, ben hemen geleceğim. " dedi ve hemşire de çıktı odadan.
Kolumdaki serumu söküp attım. Odadan ben de çıktım. Çıplak ayaklarımla bastığım soğuk zemin sanki ayağımın altından kayıyordu. O berbat rüyamın gerçek olma ihtimali benim ayaklarımın yerden kesilmesine sebep oluyordu.
İlerledim ve iki hemşireyi gördüm. Onlara ailemi sormak için yaklaştım. Kendi aralarında konuşurken dediklerine kulak kabarttım.
" Işıl Kaya tek sağ kurtulan oldu kazadan. Yazık kızcağız ailesinin öldüğünü bile bilmiyor. Annesi buraya geldiğinde zaten ölmüştü. Babası ve kız kardeşinin ameliyatı başarılı geçti ama onlar da ameliyat sonrası kritik süreci atlatamadılar. "
Onlara bir şey olamazdı! Onlar ölemezdi. Beni bu acımasız yerde bırakıp gitmezdiler.
Duyduklarımın şokuyla kadına doğru ilerledim. Omuzlarından tutup " Yalan söylüyorsun! Onlar ölmediler. Sen ne hakla benim aileme öldüler dersin? Nasıl dersin? Öyle kolay mı? " diye bağırdım.
" Başınız sağ olsun, Işıl hanım. " dedi çok sakin bir ifadeyle.
Onun bu sakinliği sinirimi bozuyordu.
Dizlerimin bağı çözüldü. Yere kapanıp Kendi kafama vurmaya başladım. Çığlık atıp ağlıyordum. Gücümü toplayıp ayağa kalktım.
" Yalnız kalamam ki ben! Siz olmadan ne yaparım? Bunu hiç düşünmediniz mi? " diye bağırdım ve karşımdaki masanın üzerindeki cam vazoyu alıp yere attım. İçi güllerle dolu olan vazo kırıldı, paramparça oldu. Aynı benim gibi paramparçaydı ve içindeki tüm gülleri soldu, benim içimde sönen hayat ışığım gibi.
Kırık camlar üstünde diz çöktüm. Tüm içim parçalanıyordu. Kendi bedenimden çıkmak istiyordum. Şimdi ne yapacaktım?
" Beni neden yalnız başıma bıraktınız?! Beni de alsaydınız yanınıza?! " diye haykırdım. Ellerimi yumruk yapıp cam parçalarıyla dolu zemine vurmaya başladım. Ayaklarım, ellerim, dizlerim ; her yerim kan içindeydi. Parçalanmıştı derim de benim gibi.
Onlar olmadan ne yapacaktım? Ben onlarla ışıldıyordum. Onlar olmadan sönük kalacaktım.
Birkaç hemşire bana doğru yaklaştı. Hiç gücüm kalmamıştı. Sadece ne olacağını bekledim. Son hissettiğim sakinleştirici dolu şırınganın iğnesiydi.
...
Gözlerimi açtığımda hastanenin bir odasındaydım. Başımda bir hemşire duruyordu.
" İyi misiniz? " diye sordu uyandığımı görünce.
Nasıl iyi olabilirdim ki?
" Su alabilir miyim ? " dedim. Kadın kafasını salladı ve bana cam şişede su getirdi.
Anne ve babam yoktu. Küçük kız kardeşim yoktu.
" Sizi birkaç akrabanız görmeye geldiler. Şuan kapının dışındalar. Onlarla görüşmek ister misiniz? " diye sordu hemşire.
Evet anlamında kafamı salladım.
İçeri önce halam ve küçük üç kızı girdi. Ardından eniştem, dayım, amcam ve onun oğulları girip kapıyı kapattı.
Halam sahte bir sevecenlikle üzerime eğilim elinin tersini alnıma dayadı. " Daha iyi misin? "
Bunların hepsini cenazeden sonraki miras için yapıyorlardı.
Dayım ve amcam yaklaştı. Yalancı bir üzüntüyle bana baktılar. Beni sevmiyorlardı ama param için arkamda durup bir aileyiz gibi davranarak sahte bir şov yapıyorlardı.
" Annen, baban, Duru... Çok üzgünüz kızım. " dedi amcam. Ve o iğrenç, kanlı ellerini saçımda gezdirdi.
" Bugün defnedilecekler. Doktorunla konuştuk. Taburcu olabilirsin. " dedi dayım beni düşünüyormuş gibi yaparak.
Halam araya girdi. " Aman canım, yormayalım biz Işıl kızımızı. Siz çıkış işlemlerini başlatın biz de toparlanalım. " dedi.
Dayım, eniştem, amcam ve kuzenlerim odadan çıktı.
" Sana evinden kıyafet getirdim. " dedi az önce oturduğu koltuğun üzerindeki çantayı göstererek.
Çantayı alıp yatağa bıraktı. " Ben giyinmene yardım edeyim. " dedi.
" Hayır kendim hallederim. Bana müsaade edin lütfen. " dedim ve çocuklarını alıp odadan çıktı.
Mavi bir kot pantolon, siyah bir kazak, iç çamaşırları ve siyah botumu getirmişti. Karnımdaki sargı ani harekt yapmamı engelliyordu. Yavaş da olsa üstümü giyinip odadan çıktım. Kapının önünde beni bekleyen halamla aşağı kata inip bahçeye çıktık. Amcam, dayım ve kuzenlerim bizi bekliyorlardı. Amcam ve oğulları kendi arabalarına, dayım kendi arabasına, halam ve çocuklarıyla beraber ben de halamın arabasına bindim.
" Cenaze için kendini hazır hissetmiyorsan... "
Ters bir şekilde dönüp halamın yüzüne bakınca sustu.
Müge " Anne , nereye gidiyoruz? " diye sordu. Müge halamın en büyük kızıydı.
" Biz gasilhaneye gidiyoruz. Siz de eve gidiyorsunuz. " dedi halam.
" Orası neresi? " diye sordu Mine.
Halam cevap vermedi.
" Orası anneme, babama, Duru'ma yakışmayacak yer. " dedim.
" Anne, Duru neden öldü? O yaşamayı hak etmiyor diye mi? " diye sordu yine saçmalardan seçmeler sorularını.
" Kızım saçmalama! " dedi halam.
" Ama sen ' Onlar yaşamayı hak etmiyorlar zaten. ' dedin babama? Mutfakta konuşuyordunuz. Ben duydum sizi. "
Halamın yüzüne baktım. Gözlerimden ateş çıkıyordu. Gözlerimden çıkan ateş hem onu hem de kendi ruhumu kasıp kavuruyordu.
" Kızım çocuk aklı iş... " diyecekken cümlesini yarıda kesip " Durdur şu arabayı. Cenazeye de gelmeyeceksin! Hele bir gelmeyi dene, kolundan tutup attırırım. Hiçbiriniz gelmeyeceksiniz. Hiçbiriniz! " diyip hışımla arabadan indim.
Taksi çevirip bindim ve eve gittim. Kapıdaki korumalarımızdan Hakan, " Sizi bugün beklemiyorduk. Halanız hastaneden çıkmanıza daha var demişti. " dedi.
Yine bir şeyler çeviriyorlardı biyolojik akrabalarım.
" Tamam. Siz arabaları hazırlayın. " dedim ve içeriye geçtim telefonumu ve birkaç parça eşyamı alıp evden çıktım.
4 araba arka arkaya yola çıktık. Hastaneye vardık.
Güçlü olmam lazımdı. En azından bir an için bile olsa dik durmam lazımdı. Gözümde biriken yaşları sildim.
Hakan " Işıl Hanım biz işlemleri halledelim. Siz burada kalın isterseniz. " dedi.
Kafamı sallayarak onayladım.
15 dakika sonra üç cenaze aracı ile birlikte gasilhaneye doğru gidiyorduk.
Onlarla son kez bu kadar yakındık. Nasıl yapacaktım ben onlar olmadan?
Gasilhanenin önünde durduk. Görevliler sadece Duru'mu aldılar.
" Annem, babam? "
" Işıl Hanım, onlar yıkanmayacaklar. " dedi.
" Neden? "
" Kandan dolayı yıkamayacak durumdalar. " dedi.
Benim annem, babam ... Kanlar içindeydi onlar, benim ruhum gibi. Yıkanamayacak duruma gelmiştiler.
Ağlamaya başladım. Yürüyerek Duru'mun yanına gittim. Küçücük bedenini soğuk bir taş üzerine koymuşlardı. Yanına yaklaşıp yer yer moraran bembeyaz yüzünü boynuma sardım.
" Ablacım. Ben geldim. " dedim ve ağlamamı durdurmaya çalıştım. Sanki beni görüp üzüleceğini hissettim ve son kez ablalık görevimi yapmak için kendimi sakinleştirdim.
Dudaklarımı alnına dayadım ve öptüm. Buz gibi olmuştu.
" Sen üşürsün ama ablacım. " dedim ve bu sefer ağlamamı bastıramadım.
Küçücük kız kardeşim, Duru'm , bembeyaz soluk teniyle sopsoğuk bir yerde yalnız başına ne yapacaktı?
Başını avuçlarım arasına alıp saçlarını okşadım.
" Sen üşürsün burada. Sen neden beni bırakıp gittin? Beni bir başıma bıraktınız. "
Onun küçük bedenini kucağıma aldım. Üzerindeki beyaz çarşafa onu iyice sardım üşümesinden, hastalanmasından korkarak.
Karşımdaki görevli kadının da gözleri dolmuştu. Bizi yalnız bırakıp dışarıya çıktı. 5 dakika sonra Hakan ile tekrar yanımıza geldi.
" Işıl Hanım, çıkmamız lazım. " dedi.
Omuz silktim ve kardeşimi daha sıkı tuttum.
Hakan yaklaşıp beni ondan ayırmaya çalıştı. Duru'nun başı göğsümden düştü. Sanırım işte o zaman, ilk defa onun öldüğünü anladım. Beyaz çarşaf içinden kolu yere, başı da aşağıya sarkıyordu. Cansız bedeni kollarımın arasındaydı. Hakan onu, canımın, ruhumun bir parçasını , benim kucağımdan çekip aldı ve tekrar o soğuk zeminin üzerine koydu. Beni oradan zorla çıkardı.
" Bırak beni, onunla kalmak istiyorum! " diye bağırdım ama o beni dinlemeyip dışarıya doğru sürükledi.
" Işıl Hanım, lütfen. "
Daha fazla dayanamadım ve soğuk duvara sırtımı yaslayıp yere çöktüm.
" Neden? NEDEN? "
" HER ZAMAN FRENLERİ TUTAN BİR ARABA, NASIL OLDU DA BİR ANDA BOZULDU?! "
Bu kesinlikle bir tesadüf değildi. Bir kaza değildi. Bilerek yapılmış şeytani, kanlı bir oyundu.
" Işıl Hanım, enişteniz, amcanız, dayınız ve diğer tüm akrabalarınız kapının önünde. Ayriyeten magazin de. "
Magazin? Bunu duyuran onlar olmalıydı. Bizim dışımızda kimse bugün defnedileceklerini bilmiyordu. Hem halam ne yüzle buraya geliyordu?
" Kimse olmayacak! Ne magazin ne de onlar! " diye bağırıp ayağa kalktım. Göz yaşlarımı silip soğuk koridorda rüzgar yaratacak hızda dışarı çıktım.
Flash patlamaları, yüzsüz akrabalarımın üzgün gibi davranması, sahte timsah gözyaşları... Hepsi midemi bulandırıyordu.
Sinirimi azalttım. Kameranın önünde onları kovamazdım. Ben kardeşimin sihirli ışıltısıydım. Aklımı kullanıp hepsini yok edecektim. Ama şuan kameralara oynamam gerekiyordu.
Sahte bir şekilde halama sarıldım. Halam kulağıma " Hani kolumdan tutturup attıracaktın! " dedi fısıltıyla. Sonunda onun ne kadar pislik olduğunu bildiğimi anlamıştı. Artık kimse duymayacak şekilde olsa bile gerçek yüzünü ortaya koyuyordu.
" O gün de gelecek halacığım. Sen o pis düşüncelerin ile dolu olan aklını yorma. Zaten kafan düşünemeyecek kadar fazla sahte senaryolarınla dolu." dedim fısıldayarak ve gözlerinin altındaki sahte gözyaşlarını baş parmaklarımla sildim. Yüzünü okşuyormuş gibi yaptım.
İçeriden üç tabut çıktı. Biri bana can veren, diğeri o canı koruyan, en sonda gelen küçük tabuttaki ise beni güzel hisleriyle yönlendiren kız kardeşim; ailemdi.
...
Üç kocaman, derin, korkunç çukur. Üç kıymetlim. Üç kişilik yalnızlığım... Tüm benliğim, doğrularım ve yanlışlarım... Tüm dünyam, o üç çukurun içine konuldu. Onlarla birlikte ben de öldüm. Kar beyazına sarılmıştılar. Ve üzerlerine kara toprak atılmıştı. Anneme en yakışan renkti beyaz, Duru'nun ise en sevdiği renkti beyaz... Onlar beyaza bu şekilde sahip olmamalıydılar.
Aile mezarlığında bana da yer olsaydı keşke. Ben de onların yanında uyusaydım. Hem yanlız kalmazdım koca benliğimle.
" Benim Duru'm karanlıktan korkar, yalnız kalamaz ki! " diye sitem edip ıslak, nemli toprağın üzerine çöktüm. Ağladım...
Yaklaşık 1 saat geçmişti ve sahte akrabalarım bizden 5 ya da 6 metre uzaktaki magazin muhabirleri ile konuşuyorlardı.
Halamın tiz kahkahası kulaklarıma doldu.
Hiddetle ayağa kalktım ve rüzgarın saçlarımı havalandırmasına izin verecek hızda ona yöneldim.
Omzundan sıkıca tutup " Komik bir şey mi var, kahkaha patlatıyorsun? " dedim.
Tüm mikrofonlar bana dönmüştü.
" Kızım sen yanlış an... "
Artık dayanamayıp bir tokat savurdum yüzüne. Cümlesi yarıda kesilmiş olduğu için olsa gerek, halam ağlamaya başladı. Bencilliğinin son damlasına kadar yansıtıyordu o tiz kahkahasıyla. Onun iğrenç sesini duyduktan sonra sinirime yenik düşmüş ve aklımı geri plana atmıştım.
" Çekecek bir şey kalmadı. Bitti size malzeme, kalmadı. " dedim kollarımı iki yana açtım, hiçbir şeyimin kalmadığını göstermek için.
" Gidin artık! " diye bağırdım ve magazin ekipleri dağıldı. Onlarla birlikte biyolojik akrabalarım da gittiler. Zaten amaçları timsah gözyaşlarını kameraya yansıtmaktı. Başından beri biliyordum.
Kameralar gidince onların da burada , kardeşlerinin ve yeğenlerinin başında , durması için hiçbir sebep kalmadı. Sadece korumalar , ben ve ailem kaldık. Korumalar az önceki magazin ekiplerinin yerinde durup etrafı kontrol ediyorlardı.
Tekrar mezarlarının başına gelip annem ile babamın mezarının arasına uzandım. Sağ elimle annemin, sol elimle babamın mezarının toprağını avuçlarımın arasına aldım. Sanki onların elini tutuyormuşum gibi...
" Anne, söz veriyorum güçlü olacağım. Hatta kendi ayaklarımın üzerinde duracağım. Senin istediğin gibi bir kız olacağım, mızmızlık da yapmayacağım. Hatta kalın da giyerim. Üşütmem de. Sağlıklı beslenirim. Sen rahat uyu yeter ki. " dedim ve gözlerimden akan yaşlar, nemli toprağı iyice ıslattı.
" Baba, sana da söz veriyorum. Senin dediklerini yapacağım. Şirket için de elimden geleni yapacağım. Bahçeyle de ilgileneceğim. Ektiğin gülleri soldurmayacağım. Dikkatli kullanacağım arabamı. Söz veriyorum. " dedim.
" O kadar yorgunum ki, ağlamaktan mıdır yoksa siz olmadan yaşamaya alışamadığımdan mıdır? Bilmiyorum ki... " dedim son kalan nefesimle. Sanki ruhum bedenimden ayrılıyordu. İçimden bir can çıkıyordu. Kalbim ağrıyordu. Gözlerim kapanıyor, görüntüler silikleşiyordu. Nefesim kesikleşmeye başlamıştı ve gözümden akan son bir damla yaşla gözlerim kapandı. Gözlerimin kapanışı; benim sonsuz gecemin, çöküşümün, yitirdiklerimin, bir günde 40 yaş aldığım günün gecesiydi.
...