BİRİNCİ BÖLÜM
BERFE MİRA
Sabah yüzüme güneş ışıklarının gelmesiyle gözlerimi açtım. Her zaman olduğu gibi erken bir saatte kalkmıştım. Duş almak ve diğer günlük işlerimi yapmak için banyoya girdim. Kısa bir duş alıp kıyafetlerimi giyindim ve saçlarımı kurutup aşağıya indim. Sabahın erken bir saati olsa da konakta bize işlerde yardımcı olan çalışanlar uyanmış ve etrafta iş yapıyorlardı. Gördüğüm herkese günaydın diyerek ahıra doğru yürüdüm.
Atım Yıldız'ın yanına gittim ve onu biraz sevdikten sonra su ve yemini verdim. Hemen hemen her sabah olduğu gibi atımla dolaşmaya çıkacaktım. Ata eyeri bağlayıp üstüne bindim ve konağın dışına çıktım. Kalabalık sokaklarda yavaşça ilerledikten sonra anayola çok yakın olan boş arazilere geldiğimde atı hızlandırdım ve rüzgarın şiddetini tenimde hissetmemle gülümsedim. Bu yapmayı sevdiğim şeylerden biriydi. Harika bir his bırakıyordu insanda. Bir süre daha hızla at sürdükten sonra atın yorulmuş olabileceğini düşünüp yola yakın olan nehrin yanında durdum ve atımın su içip serinlemesini sağladım.
Tam atımı severken yanımdan geçen bir araba yol kenarındaki dün yağan yağmurdan kaldığını tahmin ettiğim su birikintisini üzerime sıçrattı. Üzerim sırılsıklam bir haldeydi. Yaşadığım anın şokuyla kalakaldım. Bir süre etrafa boş boş bakınıp olayı idrak etmeye çalıştım.
En son üzerime su sıçratan arabanın az ilerde durduğunu fark ettim. Araba durmasına rağmen içinde kim varsa hala özür dilemek için yanıma gelmedi. Bu nasıl bir şeydi anlamıyordum. Bana göre bu kabalıktı. Sonuçta bir hata yapmıştı ancak özür dilemeye tenezzül bile etmemişti bu kişi her kimse. Bu düşünce beni sinirlendirdi. Bir anlık cesaretle hızlı adımlarla arabaya yürüdüm ve cama tıklattım. Cam ağır ağır inmeye başladı. Cam indiğinde karşıma çıkan adam boş bakışlarla bana bakıyordu. Daha önce hiç bu kadar donuk bir yüz ve böyle duygusuz gözler görmemiştim. Adamın yüzü çok sert duruyordu. Biraz ürkmemi sağlasa bile geri adım atamazdım. Şimdi içimden geleni söylemeden rahat edemezdim. Sonra düşünür dururdum neden sustum diye. Adama çok uzun süre boş baktığımı ve konuşmadığımı fark edince konuşmaya başladım;
"Beyefendi fark ettiyseniz az önce bana su sıçrattınız ve gelip bir özür dileme zahmetine bile girmediniz" dedim.
"....... "
Hala yüzüme bakıp konuşma girişimi olmayınca daha da sinirlendim ve yine konuşmaya başladım.
" Hala susuyorsunuz anlamıyorum ki nasıl bu kadar kaba olabilirsiniz. Gelip size en azından kibarlık adına özür dilemeniz gerektiğini söylememe rağmen hiçbir şey söylemediniz .. "daha
konuşmaya devam edecektim ki
"Sabahtan beri susmanı bekliyorum minik kız ama maşallah o küçük ağzın hiç yorulmuyor. " böyle demesiyle gözüm sonuna kadar açılmış şaşkın bir halde karşımdaki adama bakıyordum. Tam konuşup itiraz edecektim ki adam konuşmaya devam etti.
"Her neyse önemli. Ayrıca ben kimseden özür dilemem. Bu kim olursa olsun fark etmez benim için. Seni görmedim yolda bu yüzden sana su sıçratmış oldum. Hemen inemedim çünkü çok önemli bir telefon geldi ve acelem varken beni lafa tutuyorsun eğer istersen seni evine bırakabilirim en azından bu halde fazla beklemiş olmazsın. " dedi. Ukala konuşması beni gerse de daha fazla bir şey söylememek için kendimi zor tuttum. Yine de ne olursa olsun diye düşünüp
"Öncelikle teşekkür ederim ancak at ile gezintiye çıkmıştım yani onu bırakıp sizinle beraber gelemem. Zaten atım olmasa bile sizi tanımadığım için sizinle gelmezdim. Ve son olarak özür dilemek alçaltan bir şey değil bir erdem" dedim ve arkamı dönüp atıma ilerledim bu arada adamda arabayı sürüp gitti.
Bu kadar ıslakken konağa gitsem herkes tarafından sorguya çekilirdim. Bu yüzden üzerim biraz kuruyana kadar bekleme kararı aldım ve güneşin altına oturup beklemeye başladım. Aradan baya uzun zaman geçmiş gibiydi. Kıyafetim artık eskisinden daha kuruydu. Biraz da eve gidene kadar kurur artık gitmem gerek yoksa beni merak ederler diye düşünüp atıma bindim ve eve doğru yola çıktım.
Sonunda konağımıza ulaştığımda ilk olarak atımı ahıra bıraktım. Avluya yaklaştıkça gelen sesler yüzünden hemen ulaşmak için hızlandım. Avluya girince içeride bir sürü silahlı adam vardı. Bir adam bağırıyor ve Civan ağabeyimi soruyordu. Adamın sesi bana tanıdık gelmişti. Nerden tanıdığımı bulamasam da adam arkasını döndüğünde göz göze gelmiştik. Bu bugün karşılaştığım bana arabasıyla su sıçratan kaba adamdı. O adamı evimizde görmenin, ağabeyimi bağırarak sormasının şaşkınlığı vardı üzerimde. O da beni burada gördüğü için şaşırmış gibiydi. Ancak gözünde olan öfke şaşkınlığının önüne geçmişti.
"Civan denilen şerefsiz nerede dedim size cevap verin" diyordu.
Hem evimize gelmiş bağırıyor hem de benim ağabeyime küfür ediyordu. Bu adam gerçekten bir saygısızdı. Daha fazla dayanamayıp karşısına geçtim ve
"Beyefendi yeter ama siz kim olduğunuzu zannediyorsunuz ki! Burası bizim konağımız ve siz gelmiş bağırıyorsunuz hem de ağabeyime küfür ediyorsunuz böyle bir hakkınız yok. Daha saygılı olmayı denemelisiniz" dedim. Ben ciddi bir şekilde bunları söylesem bile adam karşımda alayla ve öfkeyle bana baktı.
"Bana bak minik kız anlaşılan benim kim olduğumu bilmiyorsun bu cesaretli halin ondan. Ben Yavuz Miran SİPAHİ ve ağabeyin olacak şerefsiz benim kız kardeşimi kaçırdı anladın mı şimdi önümden çekil bana karşı gelip durma" dedi ve gözlerime son kez bakıp adamı olduğunu tahmin ettiğim kişilere işaret edip kapıdan dışarıya çıktı.
Ağabeyimin kız kaçırmasına çok ama çok şaşırmıştım. Melek diye bir kız ile sevgili olduğunu bilsem de kızın hangi aşiretten olduğunu bilmiyordum bile. Üstüne birde kaçmaları nasıl böyle bir şey yaparlardı anlayamıyordum. Gidip isteyebilirdik bu yaptıkları burada töre denilen illet yüzünden ölüm demekti. Bize bir şey söylememişti ağabeyim. En azından uzağa gitmişlerdir ve kimse bulamaz umarım diye dua etmekten başka çare yoktu. Annemin ağladığını görünce gidip sarıldım ve ona destek olup oturmasını sağladım. Bende üzülüyordum ama güçlü durmak zorundaydım. Dua etmeye devam ettim. Ama ettiğim dualar kabul olmamış olacak ki babama gelen telefondan sonra babam bulunduklarını ve onların konağına gidecek olduğumuzu söyledi. Herkes hızla ayaklandı ve arabalara binmeye gittik. Her ne kadar Mert Ağabeyim bana evde durup gelmemem gerektiğini ve annem ile beraber evde kalmamı söylese bile itiraz ettim ve bende arabaya bindim.
O kadar dalgındım ki ne ara konağa gelip durduğumuzu anlamamıştım. Bu konak gerçekten çok büyük ve gösterişli duruyordu. Evet bizim evimiz de büyük ama burası bizimkinin iki ya da üç katı falandır. Sonra niye burada olduğumuz aklıma gelince beynimdeki düşünceleri kovdum ve herkesin arkasından bende içeri girdim. Avluya girdiğimizde Melek ve ağabeyim avlunun ortasında diz çöktürülmüşlerdi. Ağabeyimin yüzünde ve kıyafetlerinde kan vardı. Hemen ona koşup hızla sarıldım. O bana sarılmadı çünkü ellerini arkada bağlamışlar.
"Ağabey iyisiniz değil mi? Size kötü bir şey yaptılar mı? Canın çok yanıyor mu?" diye sorularımı sıraladım.
"İyiyim güzelim merak etme." dedi.
Ağabeyimin cümlesi bittiğinde birisi beni geriye doğru çekip ağabeyimden ayırdı. O kadar hızla ve orantısız güçle çekilmiştim ki beni çeken kişinin göğsüne yapışmıştım. Kafamı kaldırıp baktığım zaman gördüğüm yüz Miran denilen ağanındı. Sinirle kaşlarımı çattım ve öfkeyle ona baktım o nasıl beni ağabeyimden ayılabiliyordu? Kendini ne zannediyordu acaba. Sinirle kolumu çekip annemin yanına döndüm
Kâhya olduğunu düşündüğüm adam aşiret ağalarının geldiğini haber verdi. Genç bir adam bize yukarı salona çıkıp oturabileceğimizi söyledi. Bende annem ile beraber yukarı konaktaki yardımcı kişilerin yön göstermesiyle çıktım. İçeri girdiğimizde bir kadın ağlıyordu. Yaşlı sayılırdı bende Melek yengenin annesi olabileceğini tahmin ettim. Bir süre annem ile beraber oturdum ve çevreyi gözlemledim. O ağlayan kadın dışında genç sayılabilecek bir kadın vardı. Ama kadın telefonuyla ilgileniyor ve gülüp eğleniyordu. Böyle bir durumda nasıl bu kadar gamsız olabildiğine şaşırdım.
Sonuçta burada oturuyorsa bu ailedendi. Belki ağabeyim ve Melek öldürülürdü. Bu kadar rahat olması mümkün değildi. Galiba Melek'ten nefret ediyordu ya da gerçekten umursamazdı ama bu tavrı bana göre iğrençti. Çok istiyorsa bir çok yer vardı. Oralarda gülüp keyif yapsa daha iyi olurdu böyle acılı insanların yanında değil. Bu tavrı giderek beni daha çok sinirlendiriyordu. Yine de misafiriz diye biraz daha dayandım. Daha sonra ağlayan kadına destek olan kimseyi göremediğim için kadının yanına oturarak sarıldım ve sakin olup ağlamamasını söyledim. Kadın kendine destek olmama şaşırsa bile sarıldı bana. Az daha ağladıktan sonra sakinleşmiş gibiydi. Kadına gülümsedim ve
" Su ya da herhangi bir şey isterseniz getirebilirim." dedim.
Gerçekten destek olmak istedim çünkü o da bir anneydi. Bu onun için zor bir durumdu. Benim için ve annem için olduğu gibi. Kadında bana tebessüm etti ve
"Teşekkür ederim güzel kızım senin de acın var ama bana destek oldun. Çokta güzelsin tıpkı bir melek gibi " demesiyle çok şaşırmıştım ama ben de karşımdaki kadına gülümsedim.
Bunu bozan kenardaki kadının sinir bozucu kahkahasıydı. Böyle bir ortam varken böyle olması az önce yatışan sinirlerimi gün yüzüne çıkardı. Tam ben bir şeyler söyleyecekken önce davrandı ve
"Gerçekten çok komiksiniz. Dram filmi sanki. Yok melek gibiymiş. Acı çekiyorlarmış falan. Boşuna acı çekme triplerine girmeyin. O iki aptal biraz akıllarını kullansa kaçmazlardı bedelini tabi ki ödeyecekler." diyerek alayla konuştu. Bu kadına olan sinirimi daha fazla harladı ve bende konuştum;
"Hanımefendi siz kim olduğunuzu zannediyorsunuz ki. Bakın hala size hanımefendi diyorum o da benden büyük durduğunuz için yaşınıza olan saygıdan zaten. Gelmiş sabahtan beri buradasınız gülüp keyif yapıyorsunuz. Karşınızda acı çekiliyor dalga geçiyorsunuz. Burada bulunduğunuza göre bu ailedensiniz sizde biraz insanlık olsa bu kadın ağlar iken gelip destek olursunuz. Şu kadarcık bile insanlığınız yoksa en azından gider başka bir odada gülersiniz. Sabahtan beri sabretmeye çalışıyorum ama her şeyin bir sınırı var. Keşke dram filmi nedir öğreneceğinize biraz edep öğrenmiş olsaydınız." Uzun uzun konuşmamla kadın afallamıştı. Bu kadar dolmuş olmamı ya da kendisine karşılık verecek olmamı beklemiyordu sanırım.
Tam bana karşılık verecekken bizi salona getiren çalışan kız geldi ve bize aşağıdan çağrıldığımızı söyledi. Bunun üzerine kadın bir şey söyleyemedi ve odadan çıkıp gitti. Ben de ayağa kalkan kadından tavrım için özür diledim ama o hiç kızmış gibi değildi ve gelinin çok zamandır hak ettiğini her gün böyle davrandığını söyledi. Böyle söyleyince bu evdekiler adına üzülmüştüm. Hangi adam böyle bir kadınla evlenir anlam veremedim. Ayrıca ailesine saygı ve sevgi göstermesi gerektiğini söylemesi ve kadını uyarması lazımdı bana göre.
Yine de bu konuyu fazla uzatmadım ve bir kolumda annem diğer kolumda Melek yengenin annesi aşağı inmek için odadan çıktık. Merdivenlerin başına gelince aşağıya göz attım baya kalabalık olduğunu gördüm. En sonunda Miran beyle göz gözeydim. Bana dik dik bakıyordu. Ben de aynı bakışlar ile karşılık vermeye çalıştım. O çekmeden gözlerimi çekmeyecektim ama onun hiç gözlerini çekmeye niyeti yok gibiydi. Ben de daha fazla şüphe çekmek istemedim ve gözümü çektim. Sanki hala bana bakıyormuş gibiydi. En azından ben böyle hissediyordum. Bu biraz gerilmeme sebep olmuştu. En son basamaktan indik bende kenardaki boş sedirlere annemi ve kadını oturttum. Ağabeyim ve Melek avluda değillerdi. Nerede olduklarını merak etmiştim.
Miran beyin kenardaki adama işaret etmesiyle adam bir yere girdi ve Melek ile ağabeyimi getirip aşiret ağalarının karşısına bıraktı. Böylece benim merak edişim endişeye dönüşmüştü. Çünkü ne yapacaklarını bilmiyordum. Ama biz gelmeden zaten karara varılmış olacak ki içlerinden yaşlı görünen adam;
"Zaten töreye göre verilecek karar bellidir. Ya bu ikisi öldürülecek ya da Berfe kızımla Yavuz ağa berdelle evlenecektir. Gel Berfe kızım " diyerek beni yanlarına çağırdı.
Az önce adamın dediklerinin etkisi hala üzerimdeydi. Ben daha on sekiz yaşında bir kızdım. Üniversite sınavına bile girmiş ve okuyacaktım. Üstelik bu adam acımasızlığı ile Mardin de ve bazı çevre illerde nam salmış birisiydi. Hem Miran bey benden çok daha büyüktü. Nasıl onunla evlenebilirdim ki. Ama diğer tarafından bakarsak ağabeyim ve Melek'in ölümüne izin veremezdim. Sadece kendimi düşünüp onları göz ardı edemezdim. Bu acı dayanılmazdı. Ya kendi hayallerimden ve hatta kendi hayatımdan vazgeçecektim. Ya da iki tane candan. Her ne kadar hayatımın sona ereceğini ve bana zindan olacağını bilsem de zaten diğer türlü vicdan azabı çeker ve kahrolurdum. Üstelik ailem hiç eskisi gibi olamazdı. En azından onlar aşklarını yaşayabilsin diye düşünüp kabul edecektim. Buna mecburdum.
Uzun süreli iç hesaplaşmam üzerine verdiğim karardan sonra ağır adımlarla adamların oturduğu çardağa yöneldim. Geldiğimde konuşmalarını beklesem de ölüm sessizliği vardı. Gerçi biraz sonra verdiğim karar benim ölümüm olacaktı ama bu şuan iki insandan daha önemli değildi bana göre. En sonunda az önce konuşan yaşlı adam tekrar konuşmaya başladı;
"Berfe kızım senin kararın ne söyle hele bize onların ölümünü mü yoksa berdeli mi kabul edersin? "
Böyle demesiyle yutkundum. Karar vermiştim zaten onlar yaşamalıydı. Ben berdeli kabul etmiştim. Ama ölüm fermanım sayılabilecek sözcükler kolayca çıkmıyordu işte. Tekrardan düşüncelere dalıp herkesi unuttuğumu fark ettim.
"Ben iki insanın ölümüne sebep olamam kabul edebilirim ancak neden sadece bana soruyorsunuz Miran beye de sormanız gerekmiyor mu? " dedim ve aklımdaki bir diğer soru işareti de gidecekti en azından diye düşünüp cevap vermelerini bekledim.
"Kızım sadece sana sormamız zaten Yavuz ağa mecbur kabul edeceği içindi. Sen de kabul ettiğine göre karar berdel" dedi ve bende yeni bir soru işareti oldu. Sonuçta Miran bey bir ağa neden kabul etmek zorunda olsun ki diye düşündüm ve bu düşünceyi dile getirdim.
"Yavuz ağa beş yıldır evlidir ancak aşirete bir çocuk veremediler. Uzun zamandır kuma almasını söylesek de yapmıyordu. Şimdi böyle bir ihtimal varken buna mecburdur. " demesiyle neye uğradığımı şaşırdım. Bu yaşımda evlenmem yetmez gibi bir de kuma mı olacaktım yani.
Her zaman yalnız olacaktım ve tek görevim çocuk doğurmak olacaktı. Bu o kadar saçmaydı ki belki bana dokunma gereği duymaz bunca zaman kuma almayı kabul etmediğine göre karısını seviyordur kesin. Bana dokunmazdı ama bunu kimse bilmeyip beni kısır zannederlerse babamın evine geri yollarlar diye düşündüm. Bunu Miran beye bir an önce anlatmalıydım. Belki kabul ederdi.
Daldığım düşüncelerden herkesin gitmek için ayaklanmasıyla çıkmış, babam ve ağabeyim kalkmış mı diye baktım. Neyse ki onlar da kalkmıştı yani daha fazla burada kalmam gerekmedi. Zaten ailem de kalktı diye annemin yanına gidip koluna girdim. Bu arada Melek'in annesi orda oturduğu için ona da başım ile selam verdim ve tebessüm edip kapıdaki arabaların yanına gittik. Bu sefer yolculuk biter bitmez arabadan indim ve koşarak odama çıktım. Odama gelince kapımı kilitleyip yatağıma ilerken kenardaki aile albümünü aldım ve ağlayarak fotoğrafları inceledim. Ne kadar süredir ağladığımı bilmiyordum ama gözlerim acıyordu. Sabah duş alsam da üzerimdeki ağırlığı atmak için kendimi banyoma attım ve biraz eski halime dönmeye çalıştım. Ama olmadı sanki bir günde çökmüş gibiydim.
Saat baya bir geç olmuştu bu yüzden yatağa yattım ve uykunun beni esir alması için beklemeye başladım. Ancak kafamdaki düşünceler uyumama bir türlü izin vermedi ama en sonunda düşünce denizi içinde boğulurken uyku beni buldu.