5. BÖLÜM ANLAŞMA 4/1

2050 Kelimeler
5.BÖLÜM ANLAŞMA Frost’da nadiren görülen sabah güneşi, perde aralığından içeri sızan silik bir ışık huzmesiyle odayı yavaşça aydınlatmaya başlamıştı. Havanın soğukluğu hâlâ duvarların arasına sinmişti ama o incecik gün ışığı, geceye ait tüm kasveti usulca geri itiyordu. Odanın içine yayılan loş, gri-mavi ton, neredeyse bir tabloyu andırıyordu. Tüm bu görsel sessizlik içinde, o ilk ışığın göz kapaklarıma dokunduğu an, içgüdülerim beni uyardı. Sanki ışık değil de yılların birikmiş yorgunluğu dokunmuştu tenime. Gece boyunca bedenim, zihnimin yükünü taşıyabilmek için savaş vermişti. Ve şimdi, o savaşın ardından gelen boşlukla, uyanıp uyanmadığına henüz karar verememiş bir bedenin içinde sıkışmıştım. Kaslarım ağır, ruhum yorgundu. Ama yanımda hâlâ derin bir uykunun içinde olan annemin sakin, ritmik nefes alışları vardı. Bu ses… geçmişte en çok korktuğum anlarda bile beni rahatlatan, karanlıkta yolumu bulmama yardımcı olan tek sesti. O sesi duymak, yeniden çocuk hissettiriyordu. Onun huzurunda, biraz daha yatakla bütünleşmek, o anı biraz daha uzatmak istedim. Yavaşça, neredeyse nefesimi bile tutarak ona doğru yaklaştım. Yorganın altında minicik bir hareketle kolumu gövdesine doladım. Teninin sıcaklığıyla biraz daha sarmalandım. Annem uyanmadı; yılların yorgunluğu içinde hâlâ derin uykusundaydı. Göz kapaklarımı kapattım. Ama içimdeki huzur, yerini yavaş yavaş hafif bir huzursuzluğa bırakıyordu. Gün yeniden başlıyordu ve dış dünya hâlâ tehditkârdı. Tehlike, içeride değil, dışarıda gizleniyordu. Belki de bizi bekliyordu. Gözlerimi açmadan bir süre öylece kaldım. Zihnimde, bir kar tanesi kadar sessiz ama aynı zamanda kurşun kadar ağır düşünceler dolaşıyordu. Geçmiş… hep geri geliyordu. Onu ne kadar uzaklaştırmaya çalışsam da, geri dönüyor, gölgeler gibi peşimden geliyordu. O gece, o sözler, o suskun bakışlar… hepsi birer zincir gibi üzerime dolanmıştı. En çok da Saralyn… Eksikliğini en çok hissettiğim, en fazla acıttığım yerde hâlâ bir boşluktu. Başımı yavaşça kaldırdım ve alnımı annemin alnına yasladım. Cildinin sıcaklığı, kendi tenimde küçük bir titremeye neden oldu. Gözlerimi sıkıca yumdum. İçimdeki duygular öyle yoğun ve bastırılmıştı ki, her dokunuş, her anı bir çığlık gibi yankılanıyordu içimde. Annemin tenine her temasımda sanki onun yıllarca taşıdığı yükleri, bana duyduğu sevgiyi ve uğruna yaptığı fedakarlıkları daha da derinden hissediyordum. Yine de, içimdeki boşluk oradaydı. Kapanmayan, eksik kalan bir yanım. Ama o boşluğun ortasında, annemin varlığı, yavaşça iyileştiren bir sıcaklıktı. Yaraları saran bir ilkbahar sabahı gibiydi. Gece boyunca kabuslarla boğuşmuştum. Bir türlü ulaşamadığım huzuru ararken, zihnimin karanlık labirentlerinde kaybolmuştum. Ama şimdi, annemin kolları arasında, sanki o karanlık bir süreliğine geri çekilmişti. Yine de, her şeyin düzelmediğini, hala eksik parçalar olduğunu hissediyordum. Saralyn… Adını bile içimden geçirince kalbimde bir sızı oluşuyordu. Onu özlemiştim. Ruhumun eksik yanının adıydı o. Biz ölümsüzlerin, insanlara kıyasla hissettiği şeylerin bin katı daha derin olduğunu unutmuyordum. Bu yüzden özlemim bile tarifsizdi. Sessizce, neredeyse duyulmaz bir iç çekişle derin bir nefes verdim. Yavaşça elimi annemin sırtına uzattım. Parmak uçlarım, onun ince pijama kumaşının ardından omurgasına hafifçe dokundu. Yavaşça, ritmik şekilde sırtını okşamaya başladım. Bu hareket bile bir çeşit dua gibiydi. Onun varlığı, bir zamanlar kaybettiğim tüm dengeleri yeniden kuruyor gibiydi. Ama zihnimin köşelerinde hâlâ kapanmamış kapılar, hâlâ cevap bekleyen sorular vardı. Her şey tam değildi. Hâlâ eksik olan parçalar, hâlâ bulunamamış yanıtlar vardı. O an bir karar vermiş gibi hissettim. Bu huzuru, bu anı korumak istiyorsam… kendimle yüzleşmem gerekiyordu. Karanlığı tamamen susturamazdım belki, ama onunla yaşamayı öğrenebilirdim. Saralyn’i yeniden hatırlamak acıtsa bile, onu unutmam mümkün değildi. Çünkü kalbimde, her zaman ona ait bir yer vardı. Sara’yı bulmak dışında düşünebildiğim başka bir şey yoktu. Annemin varlığı ise beni ayakta tutuyordu. Yoldan çıkmamı engelliyordu. “Anne…” diye fısıldadım, sesim boğazımda takıldı, bir an için durdu. Kelimeler dudaklarımın ucunda dondu kaldı. Ne söyleyeceğimi, nasıl söylemem gerektiğini bilemiyordum. İçimde biriken yılların yorgunluğu, üstü örtülmemiş acılar ve bastırılmış korkular, hepsi bir araya gelmişti sanki. Kalbimde taşıdığım o ağırlık, gün gibi ortaya çıkmıştı ve artık susturulamazdı. Derin bir nefes aldım, gözlerimi kapattım. “Bazen her şey… çok ağır geliyor,” dedim sonunda. Kelimeler titrekti, sesim dalgalıydı, ama en çok da içimden çıkması zordu. “Saralyn’i koruyamadım. Ve şimdi… seni de koruyamayacağım diye öyle çok korkuyorum ki… Çok korkuyorum, hem de.” Karanlıkta annemin uykusunun bozulduğunu hissettim. Omzundaki küçük bir kıpırdanma, nefes alışının değişen ritmi… Ardından yavaşça başını kaldırdı, göz kapakları aralandı. Gözlerinin içine baktığımda, yıllardır özlediğim o bakışı gördüm. Bildik, ama bir o kadar da unutulmuş bir sıcaklık vardı orada. Anlayış dolu, yargıdan uzak… sadece anneye özgü bir yumuşaklık. Ama bu defa gözlerinin derinliğinde ince bir endişe de vardı. Belki de ilk kez beni böylesine kırılmış, böylesine çıplak bir duyguyla görüyordu. “Her zaman senin için burada olduğumu unuttun mu, Mary?” diye sordu, sesi bir şarkı gibi yavaş ve derindi. Gecenin kalbini delen bir fısıltıydı bu. “Hep buradayım, her zaman… Ben senin annenim. Senin için savaşırım, her zaman savaştım.” Bu sözlerle birlikte, annemin elleri bana sıkıca sarıldı. Öyle bir kuvvetle, öyle bir sahiplenişle sarıldı ki, sanki bir daha bırakmamaya ant içmişti. O sarılışta zaman durdu, dünya sustu. İçimde yıllardır yankılanan boşluk, o kucakta bir anlığına silindi. Ama eksiklik yok olmadı. Hâlâ oradaydı. Kalbimin bir köşesinde sessizce varlığını sürdüren bir şey… çözülmemiş bir düğüm gibi içimde kıpırdanıyordu. Saralyn… Adını bile düşünmek canımı yakıyordu. Bu an, annemin varlığıyla çevrelendiğim, onun kalp atışlarını yanı başımda hissettiğim bu an, belki de yıllardır içimde taşıdığım suskunluğu çözmeye başlamıştı. Kaybolmuşluğum, yavaş yavaş anlam kazanıyordu. Ve belki de ilk defa, bu kadar açık ve savunmasız bir hâlde kendimle yüzleşmeye yakındım. Ama içimde bir yer hâlâ direniyordu. Her şey yerini bulmalıydı. Her şeyin olması gerektiği gibi olması için biraz daha zamana ihtiyacım vardı. Belki de bu anın sıcaklığına biraz daha tutunmaya… Annemin kollarındaki o tanıdık sıcaklık, içimde bir sığınak oluşturdu. Bir süre orada, kımıldamadan kaldım. Ama kalbimdeki yara, zamanla değil, sessizlikle daha da derinleşmişti. Saralyn’in kaybolduğu o gün… o an… her şeyin geri dönülemez şekilde değiştiği o an, zihnime bir mühür gibi kazınmıştı. Ne kadar zaman geçmiş olursa olsun, onun kaybı içimde hep bir boşluk bırakmıştı. Ne kadar aradıysam, ne kadar çabaladıysam da bir iz bulamamıştım. Sanki bir gün oradaydı, sonra aniden hiç var olmamış gibi silinmişti. Ve ne zaman anneme sarılsam, o eksiklik daha da belirginleşiyordu. Çünkü onların kokuları birbirine benziyordu. Sanki bir yanım onunla, bir yanım annemle hâlâ yaşıyordu. O sırada annemin sesini yeniden duydum. Sanki kalbimin en derininde yankılandı. “Maryinn’’im,” dedi, sesi kararlı ve aynı zamanda titrekti. “Seni korumak için her şeyi yaparım. Bilirsin yapmadığım şey değil.” Bu sözler öylesine sade ama öylesine güçlüydü ki… içimde birden bir titreşim oluştu. Kalbim, bir anlığına yerinden fırlayacak gibi oldu. Ama o sözlere rağmen… korkularım dinmedi. Çünkü biliyordum ki Saralyn’i koruyamamıştım. Ya annemi de kaybedersem? Bana kalan tek gerçek bağ koparsa? Bu düşünce içimde öyle ağır bir taş gibi büyüyordu ki, sonunda öfkeye dönüştü. Sessiz, ama yakıcı bir öfkeye. Sara’yı bulamamak beni yeterince öfkelendiriyordu. “Anne,” dedim, bu kez sesim daha derin, daha yavaş ve daha kırılgandı. “Sadece… o kadar yalnız hissediyorum ki… Her şey üstüme üstüme geliyor. Saralyn’in eksikliği, seni koruyamama korkusu… O kadar karışığım ki, senin yanımda olduğun bu an bile bazen yetmiyor. Sanki sürekli boğuluyormuşum gibi. Ama şunu bil… sorumluluklarımdan asla kaçmam. Seni koruyacağım. Ne olursa olsun.” Sözlerim anneme ulaştıkça, elleri üzerimde biraz daha sıkılaştı. Her cümlem bir düğüm gibi çözülürken, annem bana sarıldıkça, kelimelerime inandığını hissettim. “Beni kaybetmeyeceksin, Mary,” dedi sessiz ama kararlı bir tonla. “Sen o kadar güçlüsün ki… tıpkı benim gibisin. Ve ben kendimi koruyabilirim, canım. Beni hafife almak, genelde ölmeden önce yaptıkları son hata olur.” Dudaklarımda küçük bir gülümseme belirdi, gözlerimden süzülen yaşları fark etmeden sildim. Annemin bu sözleri, bana bir nebze olsun rahatlık verdi. Ama derinlerde, hâlâ taş gibi duran bir ağırlık vardı. Saralyn’in hatırası… her zaman bir gölge gibi yanımda yürüyordu. Onu bir anı olarak kabul edemezdim. Bir süre daha sessizlik içinde kaldık. Ne konuşmaya ne de düşünmeye ihtiyaç duyduğumuz bir an… sadece birbirimizin varlığı yeterliydi. Annem bana her zaman olduğu gibi güven vermeye çalışıyordu. Ama o güveni içimde yeniden bulmak zaman alacaktı. Çünkü ben hâlâ yıllar önce kaybettiğim bir parçamı arıyordum. Ve o parça, her ne kadar kalbimde yer etse de, hâlâ tamamlanmamıştı. “Sana bir şey söyleyeceğim,” dedi annem aniden. Sesi fısıltı kadar hafif, ama bir o kadar da derindi. O an, sessizlikte kaybolan bir hüzünle sarılmıştı. “Sara… seni asla suçlamazdı. Onun sana bıraktığı anılar… seni yıkmak için değil, seni daha güçlü kılmak için var. Kalbinde yaşattığın sürece, o hep seninle olacak. Hep… seninle.” Bunları duyduğumda bir süre hiç tepki veremedim. İçimde bir şeyler, bir anda donup kalmıştı sanki. Annem, Sara’dan sanki ölmüş gibi bahsetmişti. Ama Sara ölmemişti… En azından emin olduğumuz bir şey vardı: cesedi hiçbir zaman bulunamamıştı. Kalbimin derinliklerinde, onun hâlâ hayatta olduğuna dair sönmemiş bir kıvılcım taşıyordum. Ama annem öyle konuşuyordu ki, sanki o kıvılcım çoktan kül olmuştu onun için. Buna rağmen, o an ani bir tepki vermek istemedim. Beni iyi hissettirmek için uğraşıyordu, bunu anlamıştım. Zihnimdeki fırtına dinmese de, duygularımın taşkınlığını bastırarak yavaşça başımı annemin göğsüne yasladım. Onun kalp atışlarını duymak, geçmişin ağırlığını bir anlığına da olsa susturuyordu. Derin bir nefes aldım. Kokusu tanıdıktı. Güvende hissettiren, çocukluk hatıralarını getiren bir kokuydu. Sadece ben ve annem vardık bu anın içinde. Dünya susmuştu. “Her şeyin yoluna gireceğini hissediyorum, anne,” dedim, bu kez sesimde titrek bir inanç vardı. Tam kararlılık değil ama umudun zayıf bir yankısı. “Sara’yı bulacağım. Seni koruyacağım. Ve buradan gideceğiz.” Bu sözleri söylerken göğsümde büyüyen kararlılık, dış dünyanın belirsizliğine karşı bir kalkan gibiydi. Annemin elleri saçlarımda gezinirken bir anda duraksadı. Parmak uçlarının hareketi kesildiğinde, sessizliğin içinden bir soru yankılandı: “Nereye?” dedi, sesi sakince ve duru. “Bizi nereye götürmeyi düşünüyorsun?” Bu tek kelimelik soru, zihnimin içinde çığ gibi büyüdü. “Nereye?” Kendi iç sesimle yankılandı tekrar tekrar. Bu soru beni düşüncelerimle baş başa bıraktı. Sanki o an annemin kucağında bir çocuk değil de, karar vermesi gereken bir yetişkin olduğumu hatırladım. Gözlerimi uzaklara diktim, sanki perdelerin arkasında var olan ama görünmeyen o dünyayı görebilecekmişim gibi. Her şeyin hızlı aktığı, kararların bulanıklaştığı o akışta, birden ayaklarımın altı kaymış gibi hissettim. Burada, annemin kollarında huzur vardı; ama bu huzur, aynı zamanda beni olduğu yere sabitleyen görünmez zincirler gibiydi. Dışarısı karışıktı. Karanlıkla doluydu. Sara’nın kayboluşu, annemin güvenliği, peşimizde olan ölümsüz tehditler… hepsi bir bilmeceydi. Ve bu bilmecenin içinde yönümü tayin etmeye çalışırken, annemin sorduğu basit bir “Nereye?” kelimesi, her şeyi daha da karmaşık hale getirmişti. Güvenli bir yere. Elbette öyle bir yer varsa. Bir süre sessiz kaldım. Annemin elleri, tekrar saçlarımın arasında geziniyordu. Dokunuşları yumuşaktı ama aklımdaki gürültüyü susturmaya yetmiyordu. Gideceğimiz yeri bilmiyordum. Yalnızca gitmemiz gerektiğini hissediyordum. “Anne,” dedim nihayet, yavaşça. “Bir yer var… Ya da olmalı. Bunu yapmalıyım. Sara’yı bulmalıyım. Burada kalmak beni engelliyor gibi hissediyorum. Huzur bulamamışken sadece kalmak, hiçbir şey yapmamak... artık dayanılmaz geliyor.” Sözlerim bir süre havada asılı kaldı. İçimi dökmek, beni rahatlatmamıştı. Aksine, söylediklerimin ağırlığı ruhuma daha çok çökmüştü. “İsviçre, Kenya, Endonezya, Yunanistan, Polonya... Gidebileceğimiz çok yer var. Ama hepsi sadece seçenek. Bunu geri geldiğinde sanırım Sara’ya bırakacağım.” Annemin yüzüne baktığımda, her zamanki sakinliğini koruduğunu gördüm. Ama bu sefer, gözlerinde başka bir şey vardı: derin bir kabulleniş. “Mary,” dedi, sesi rüzgâr gibi hafif ama içeriği ağırdı. “Gidip gitmemek ya da kaçıp kaçmamak önemli değil bebeğim. Nereye gidersen git, ben seninle olacağım. Sara da... O da hep seninle olacak.” Kollarını tekrar sırtıma doladığında, omuzlarımda biriken dünyanın yükü bir anlığına yok oldu. Annemin yanında, onun dokunuşlarıyla her şey daha basit görünüyordu. Ancak içimde, onun bazı şeyleri benden gizlediğine dair o eski şüphe yeniden alevlendi. Cinayetlerin ayrıntılarını söylememesi, ölüm nedenlerini saklaması… O bir şeyleri biliyordu. Güvenim kırılmasa da, derinlerde bir yarık oluşmuştu. Annem bir süre sessiz kaldı. Göz göze geldiğimizde, yavaşça ve sakin bir tebessümle bana baktı. Ama o gülümsemenin ardında bir şey vardı… Sanki beni sakinleştirmek için çabalayan bir manipülasyon ustası gibiydi. Annelik içgüdüsüyle değil, stratejik bir bilinçle davranıyordu. Ve bu beni ürküttü. Onun sevgisi sahte değildi, ama o sevgiyi nasıl kullandığı bir bilinmezdi artık. Göz bebeklerim küçüldü. Derin bir nefes aldım. Büyülenmiş gibi hissetmiyordum ama fark ettim ki, annem en büyük gücünü kullanıyordu: anneliğini. Koruyucu, şefkatli ama aynı zamanda baskı kuran yanını. Aniden doğruldum, yatağın kenarından ayağa kalktım. “Okul için hazırlanmalıyım.” dedim, sesim kararlı ve duygusuzdu. Aniden gelen bu değişime karşı annem başını hafifçe yana eğdi ve sakinlikle konuştu: “Bugün eylülü ilk günü. Yeni dönem başlıyor.” O an içimde bir kırılma oldu. Yeni bir dönemin başladığını söylediğinde, bunun sadece akademik bir zaman dilimi değil, sancılı bir dönem olacağını biliyordum. Okul zamanımın büyük bir bölümünü alacaktı. Ama halledebilirdim. Annem yattığı yerden hafifçe doğruldu. “Gitmeye hazır mısın?”
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE