bc

KURTARICIM BEYNA 2

book_age4+
90
TAKİP ET
1K
OKU
dark
comedy
sweet
serious
mystery
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Kurtarıcım serisinin son kitabıdır.

"Hayalin ne, Uygar? Bir hayalin var mı?" diye sormuştum ona televizyon izlediğimiz bir anda. "Var," demişti sakin ve yumuşak bir ses tonuyla. "Her insanın hayali olur." diye eklemişti. Şaşırmıştım ve hayalini merak etmiştim. Heyecanla sordum "Ne peki?" Bunu sorarken hayalinin ne olduğunu kesinlikle tahmin edememiştim. Gülümsemiş ve saçlarımı okşamıştı. "Hayalim, senin tüm hayallerini gerçekleştirmek."

İki el arasında oluşan sevgi, Beyna.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
1.BÖLÜM: “BAZI İNSANLAR”
Bazen, insanlar için zaman kavramı yoktur ve günler sadece geçer. Pazartesi, salı, çarşamba ve diğer bütün günler. Bazı insanlar için haftanın hangi gününde olduğumuzun bile bir önemi yoktur. Bazı insanlarınsa ulaşmak istedikleri bir zaman olduğu için günler say say bitmez. Geçen günü özetleyecek söz bulamayız o zamanlarda. İş adamı olan bir insan için hayattaki en önemli şey sadece iş olurdu. Bir anne için en önemli şeyse evladıydı. Bir kocanın en değerli varlığı eşi, bir çocuğun ise en sevdiği şey masaldı. Parmaklarımı dizlerimin üzerindeki kitabın kapağında dolaştırırken omzumu duvara yasladım. Merdivenin başına oturmuş ve salondaki güzel görüntüyü izliyordum. İnsan mutlu bir topluluğun arasında bulunduğunda birden kendini dünyadaki en mutlu insan olarak görüyordu. Mutlu bir topluluğu böyle olduğun yerden izlemekse seni hem dünyanın en mutlu insanı yapıyor hem de onların mutluluğunu izledikçe için huzurla doluyordu. Sevgi, aşk, sadakat, anlayış ve şefkat ne denli büyük duygulardı ki dünyanın en mutsuz insanını bu denli mutlu edebiliyorlardı? Gülümseyip ayağa kalktım ve merdivenlerden inip dikkat çekmemeye özen göstererek yatak odasına girdim. Elimdeki kitabı yavaşça yatağın üzerine birakırken gözlerim kapakları açık olan gardolaba kaydı. Bir tarafında renkleri kiyafetler düzenli bir şekilde duruyorken, diğer tarafta sadece kapalı renklerin hakim olduğu bir bölüm vardı. Gözlerimi dolaptan alıp camın kenarındaki koltuğun üzerine çevirdim. Yan yana duran ama birbirlerine tamamen zıt iki farklı renkte tişörtler duruyordu. Onları katlayıp yerlerine koydum ve gülümseyerek gözlerimi parmağıma çevirdim.  Ben nişanlıydım.  Dünyanın en harika adamıyla nişanlıydım. Dünyaya yüzlerce defa gelme şansım olsaydı yine onunla olmak isterdim. Ondan çok şey öğrenmiştim ve bu şeyleri öğrendiğim zaman boyunca onu çok sevmiştim. O sevgi dur durak bilmiyor ve onu gördüğüm her saniye daha da fazla olmaya başlıyordu. Yatağın ortasında duran dosyaları toparlayıp koltuğun üzerine bıraktım ve odadan çıkarken kendimi gülümsemekten geri koyamadım. Bu eve 2 yıl önce geldiğimde 2 yıl sonra bu denli mutlu olabileceğimi hiç düşünmemiştim.  "Su."  Gözlerimi yerden alıp salonun kapısında durarak bana bakan adama çevirdim. Ondan beş dakika uzak kalsam bana seslenir, nereye giderse gitsin peşinden gitmemi ister ve kendinden nefret ettiği günlerde bile beni çok severdi. Derin bir yalnızlığın içindeyken beni tutup o yalnızlıktan kurtaran ve bana kendisinden daha çok önem veren bir adamdı.  "Söyleyin savcı bey." dedim büyük bir ciddiyetle gözlerine bakarken. Adım atmayı bırakmış ve onun beni çağırmasını beklemeye başlamıştım. Çünkü biliyordum. Birkaç adım uzakta olsam bile yanında olmamı isteyecekti. Cümlem üzerine dudaklarında hafif bir gülümseme oluştu. Birkaç saniye gülümseyerek bana baktıktan sonra kollarını yavaşça iki yana doğru açtı.  "Buraya gel."  Tek beklediğim şey bu cümle olduğu için gülümseyip ona doğru hızlı adımlarla ilerledim. Ona ulaşır ulaşmaz bana sarılmıştı. Ona doğru adım atmaya başladığımda saniyeleri saymıştım içimden. Üç saniye. Ona ulaşmak için bazen sadece üç saniye içinde birkaç adım atmam yeterli oluyordu.  "Sadece benim için yaratılmışsın."  Kafamı kaldırıp gülümseyerek yüzüne baktığımda kapalı olan gözkerini açmış ve ona bakmıştım. Dünyanın her yerinde iki insan birbiri için yaratılmıştı ve birbirlerini buldukları zaman tamamlanmış oluyorlardı. Kendimi tamamlanmış hissediyordum. Hiç şüphem yoktu, onun için yaratılmış olmalıydım. Merdivenin başında otururken kurduğum cümlenin eksik bir cümle olduğunu hissettim o an..  "İş adamı olan bir insan için hayattaki en önemli şey sadece iş olurdu. Bir anne için en önemli şeyse evladıydı. Bir kocanın en değerli varlığı eşi, bir çocuğun ise en sevdiği şey masaldı." Diye düşünmüştüm o dakikalar içinde. Şimdi bu cümleye eklemem gereken birkaç cümle daha olduğunu düşünüyordum. "Su için en önemli olan şey, Uygar. Uygar için en önem taşıyan kişi ise Su'ydu."  Cümlemin tamamlandığını şimdi hissedebiliyordum. İnsan, nokta koyacağı yerleri iyi bilmeliydi. Bunu da bana en değerlim öğretmişti. Diğer herşeyi öğrettiği gibi.   "Hadi, içeri gidelim." dedim ondan ayrılıp tutması için elimi uzatırken. Cevap verme gereği duymayıp uzattığım elimi tutarak salona doğru yürümeye başlamıştı.  "Arda şu yastığı arkama koy hemen! Çabuk çabuk! Kime diyorum ben!" diye bağırdı Öykü birden belini tutarak doğrulmaya çalışırken. Son ayı olduğu için oldukça zorlanıyordu ve bu zorluklar Arda'ya da fazlasıyla yansıyordu. Arda yattığı yerden Öykü'nün sesiyle hızla yere düşerken gözlerini açar açmaz Öykü'ye doğru koştu. Bazen ona üzülmüyor değildim. Babasıyla beraber sabah akşam şirkette çalışıyordu ve onun dışında dinlenmesi için ona verilen vakti Öykü'le ilgilenerek geçiriyordu. Gözleri uykusuzluktan çoğunlukla her zaman kızarmış oluyordu. "Öykü'm, doğuruyor musun? Alo 155 yapayım mı? Yoksa 112 miydi? Bizim arabada kapının önünde hemen uçurayım mı seni?" dedi Arda tam açamamış olduğu gözleriyle Öykü'ye doğru koşarken. Uygar kafasını iki yana doğru sallayıp köşedeki koltuğa otururken bende yanına oturmuştum. Onların bu hallerine artık alıştığımız için tepki vermiyorduk.  "Arda yastık uzat dedim sadece ya!" dedi Öykü huysuzca söylenerek. Arda şirkette sabaha kadar çalışması gerektiği zamanlarda Öykü burada benimle beraber kalıyordu. Uygar da son 3 aydır işine başladığı için bazen eve geç geliyordu ve Öykü'nün benimle olması içimi rahatlatıyordu. Öykü olmadığı zamanlarda Uygar gelene kadar kapıda bir adam bekliyordu. Uygar, dedesi hapishanede olsa bile beni hâlâ yalnız bırakmaktan hoşlanmıyordu ve bende bu konuda ona karşı çıkamıyordum çünkü dedesinin yapabileceği kötülüklerin sınırı olmadığını yaşadığımız kötü zamanlardan dolayı çok iyi biliyordum.   Arda, diğer koltuktaki yastığı alıp Öykü'nün sırtını yastığa yaslamasını sağladıktan sonra kendini yorgunca koltuğa bırakmıştı. Dün gece Öykü burada kaldığı için Arda sabah şirketten direkt buraya gelmişti ve daha üzerini bile değiştirme fırsatı olmamıştı. Beyaz gömleğinin ilk birkaç düğmesi açıktı ve siyah kıravati iki yanlardan açılmış gömleğinin üzerinden sarkıyordu.  "Uygar, sabah seni Can mı aradı?" diye sordum sabah çalan telefon aklıma geldiğinde.  "Evet." dedi arkasına yaslanıp kollarını göğsünün üzerinde birleştirirken. Belki de Arda'dan daha fazla saattir ayaktaydı ve yorgundu ama bunu dışarıdan bakan biri kesinlikle anlayamazdı.  "Ne? Hangi cesaretle ulan? Engelle hemen onu!" diye bağırdı Arda yattığı yerden Uygar'a yastık fırlatırken. Çok süre geçmiş olmasına rağmen Arda, Uygar'ın kardeşi Can'ı hâlâ kabullenmek istemiyor ve ondan bir gram bile hoşlanmıyordu. Hatta bulduğu en küçük fırsatta bile yumruğu geçirmek üzere ona doğru atılıyordu.  Uygar, Arda'nın kendisine fırlattığı yastığı yakalayıp dizlerine koydu ve yastığın üzerine hafifçe iki kez dokunup bana baktı. Gülerek yastığa başımı koyduğumda tam da bunu istediğimi fark etmem uzun zaman almamıştı. Malum.. Öykü burada kaldığı zaman beni de uyutmuyordu. Arda'nın şirkette olduğu bir gece Uygar bile Öykü pasta istediği için gece yarısı evden çıkıp pasta bulmuştu.  "Ne istiyormuş?" diye sordu merakla Uygar'a bakarken. Genelde aramadan direkt buraya gelirdi bu yüzden arayınca şaşırmıştım.  "Akşam yemeğe davet ediyor, ben duydum." dedi Öykü bana doğru bakıp öpücük fırlatırken. Bende gülüp ona aynısını yapmıştım.  "Gidelim, gidelim!" dedim elimi Uygar'ın yanağına götürüp kapalı olan gözlerini açmasını sağlarken.  "Yorgunum." dedi Uygar gitmeyeceğini kesin bir dille belli ederek. Onun yorgun olmamasını beklersem bu evden hayatta çıkamazdım çünkü o her zaman yoğundu ve yoğun olmadıgı her zaman da yorgundu.  "Uygar, gidelim işte!" diye söylendim yerimden doğrulmak için hareket ederken ama Uygar kollarını üzerime bırakıp doğrulmama izin vermemişti.  "Arda gidelim! Belki güzel yemekler vardır!" dedi Öykü ayağıyla koltuğun ucunda uyuklayan Arda'ya vururken. Gülmemek için kendimi zor tutmuştum çünkü Arda bazen birden patlayabiliyordu.  "Gidelim, Öykü. Ne istiyorsan onu yapalım, Öykü. Yeter ki artık doğur şu ejderhamı." dedi bıkkınca Öykü'nün dizlerine yatarken. Bu evde herkes boş bulduğu yere yatıyordu. En çok bu huyumuzu seviyordum sanırım. Bazi insanlar bir araya geldikleri zaman oturup muhabbet ederler bazılarıysa eğlenecek birşeyler üretirlerdi. Biz bir araya geldiğimiz zaman herkes evin bir köşesine bayılıp yatıyordu. Hatta bir kaç gün önce Arda mutfaktaki sandaliyenin üzerine uyuklarken Öykü de salonda yatıyordu ve konuşmak istedikleri zaman birbirlerine seslenip uzaktan uzağa konuşuyorlardı.  "Bak gidelim diyorlar, gidelim mi?" diye sordum bende ısrar ederek. Uygar'ın babasıyla ve kardeşiyle zaman geçirmesi beni çok mutlu ediyordu.  "İstiyor musun?" diye sordu saçlarımı yüzümün kenarına doğru çekerken. İstemesem neden ısrar edeyim diye sormak isterdim ama bunu yaparsam gitmeyeceğini bildiğim için sormamam gerekiyordu.  "İstiyorum." dedim gülürek ona bakarken.  "O zaman git ve hazırlan." dedikten sonra kalkmama fırsat vermeden beni hızlı bir hareketle yastıkla beraber yere yuvarlamıştı.  "Ne yapıyorsun ya!" diye bağırdım benimle beraber yere düşen yastığı yerden alıp Uygar'a fırlatırken. Kucağına düşen yastığı almış ve başının altına koymuştu.  "Ben duş alayım, kendime geleyim biraz. Belki Cansu'yu dövmem gereken bir konu olur." dedi Arda ayağa kalkarken. Evlenmeden önce Uygar'la kaldığı için yukarıdaki odası hâlâ duruyordu.  "Can O, Can!" dedi Öykü söylenerek. Arda Can'a hiçbir zaman Can dememiş Cansu demişti. Sanırım bu hep böyle olacaktı.  "Cansu!" diye bağırdı Arda boynundaki kravatı çıkarıp merdivenlere doğru yönelirken. Bende yatak odasına geçip gardolaba doğru ilerledim. Elbise giymek bazı kızlar için vazgeçilmezken ben elbise giymekten çoğu zaman kaçınırdım. Beyaz bir pantolon alıp üzerine de beyaz salaş gömleğimi çıkardım ve dolabın kapağını kapatıp üzerimi değiştirdim. Geçen zamanda bende oluşan tek farklılık uzayan saçlarımı omuzlarıma kadar kestirmem olmuştu. Saçlarımı tarayıp renksiz bir parlatıcı kullandıktan sonra dolabın içendeki kutulardan beyaz spor ayakkabılarımı bulup giymeden elime aldım ve odadan çıkıp kapıyı kapattım. Öykü de salonda olmadığına göre yukarıda hazırlanıyor olmalıydı. Genelde hareket ederken çok zorlandığı için onu Arda giydiriyor, saçlarını bile Arda tarıyordu. Arda'nın bu kadar iyi aile yönetebileceğini ve Öykü'ye bu kadar çok değer verebileceğini hiç tahmin etmemiştim doğrusu ama o harika bir eş olmuştu.  Uygar yanımdan geçerken saçlarımı karıştırdığında kısa bir çığlık attım ama o çoktan odaya girmişti. Tarayıp düzelttiğim saçlarıma ne cesaretle? Bu adam var ya! Kapanan kapıya ters ters baktıktan sonra koltuğa doğru ilerleyip oturdum ve ayakkabıları yere bırakıp saçlarımı ellerimle düzelttim. Gözlerim koltuğun üzerindeki telefonuma kaydığında uzanıp elime aldım. Bu telefonu Uygar'la beraber almıştık. Bundan daha önceki telefonumu da Uygar almıştı, Nileyn yazılı kolyemle beraber..Parmaklarım boynumdaki kolyeye giderken gülümsedim. Bu kolyeyi çıkardığım beş dakika bile var mıydı acaba?  "Gecemi ziyan ediyorsunuz." diye söylendi Uygar siyah gömleğinin kollarındaki düğmelerini kapatarak salona girerken. Ben koltuga dogru gitmesini beklerken o düğme kapatma işlemini bitirmiş ve gelip önümde eğilmişti. Yere bıraktığım beraz ayakkabıları alıp bana giydirmeye başladığında gülmüştüm. Her zaman aynı şeyi yapıyordu. Sayesinde bağcık bağlamasını unutmuş olabilirdim. Sol ayakkabının bağcığını bağlarken alnına dökülen saçlarını geriye doğru atmak için elimi alnına uzatmıştım. Saçlarını geriye doğru atıp elimi çekeceğim sırada, elimi tuttu ve dudaklarına götürüp hafifçe öptü.  "Üzerine hırka al hava soğuk." dedi ayağa kalkıp üzerini düzelttikten sonra yanıma otururken.  "Sarsma, Arda! Bebeğimin kafası oradan oraya vuruyor, top gibi yuvarlanıyor şu an hissediyorum!" diye homurdandı Öykü, salona girdiklerinde. Öykü merdivenlerden çıkarken zorlandığını söylüyordu her zaman bu yüzden genelde onu Arda taşıyordu.  "Düşmedi değil mi? Bak bakayım karnında duruyor mu? Yerde mi yoksa?" dedi Arda gözlerini büyütüp Öykü'ye bakarken.  "Arda indir kızı.." derken gülmemek için kendimi zor tutuyordum. 9 aylık bir süreçti ama sanki 5 yıldır bunları yaşıyor gibi hissediyordum kendimi. Arda Öykü'yü kucağından yere yavaşça indirdiğinde üzerini düzeltmişti.  "Amanın!" diye bağırdı Öykü, Arda'nın yüzüne dehşetle bakarken. Uygar, yaslandığı yerden ifadesiz bir şekilde onları izlerken bende Öykü'nün ne için bağırdığını anlamaya çalışıyordum. "Ne oldu? Ne var?" dedi Arda, Öykü'ye garip bir bakış atarken.  "Kocişimin saçları bozulmuş! Gel düzelteyim hemen." dedi Arda'nın saçlarını yan tarafa doğru atarken. Arda Öykü ile evleneceği zaman Öykü'nün babası onu sarı saçlı kabul etmeyeceğini söylediğinde Arda saçlarını siyaha boyatmış ve kestirmişti. Siyah saçları, mavi gözleri ve beyaz teniyle gerçekten harika görünüyordu. Ama şimdi saçları doğal renginde yani sarıydı ve yine uzamışlardı.  "Çıkalım." dedi Uygar ayağa kalkıp koltuğun üzerinde yamuk duran yastığı düzeltirken. Düzensiz olan şeylerden gerçekten hoşlanmıyordu. Arda ve Öykü bahçeye çıktıklarında bende telefonumu alıp onlarla beraber çıkmıştım. Arda arabaya uzak bir yerde durduğuna göre araba kullanmak istemiyordu. Onu hareketlerinden anlayabilecek kadar tanıyordum artık.  Öykü ve Arda arka koltuklara geçerken bende ön tarafa geçtim ve Uygar'ın gelmesini bekleyemeye başladım. Öykü'yle Arda ise doğmamış olan bebeklerini sevmekle meşguldüler. Uygar, evden çıkıp arabaya doğru geldiğinde üzerine ceket geçirdiğini fark etmiştim. Uzaktan bakınca da pek bir yakışıklısın Uygar bey.  "Giy." dedi arabaya bindikten sonra kucağıma kot bir ceket bıraktıktan sonra arabayı çalıştırırken.  "Hırka giymeyi unutmuşum." dedim gülerek ceketi üzerime geçirirken. Evden çıkarken hiç aklıma gelmemişti.  "Farkındayım." dedi Uygar bana kısa bir bakış atarken. O bana böyle iyi baktıkça benim kendim için endişelenmeme hiç gerek kalmıyordu.  "Arda!" diye bağırdı Öykü birden.  "Öykü!" diye yerinden fırlayan Arda'ya gülmüştüm.  "Elma şeker var şurada, bebeğimiz ondan istiyormuş. Uygar amca dur hemen burada diyor." dedi Öykü bir yandan da Uygar'a laf atarken. Uygar, arabayı uygun bir yerde durdururken Arda bize ağlamaklı bir bakış atarak arabadan inmişti. Öykü keyifle arkasına yaslanırken, Uygar'da kafasını arkaya doğru atıp gözlerini kapatmıştı. Öykü artık ne zaman doğuracaktı? 

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

Yasak Sevda

read
85.1K
bc

KAKTÜS| Texting

read
3.4K
bc

KIRIK ANILAR MAHZENİ

read
4.1K
bc

Çobanaldatan

read
2.1K
bc

TYLER (Cherry 2)

read
6.0K
bc

Zor Ajanlar

read
1.5K
bc

PRENSİN KORUMASI

read
13.0K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook