Buğday tarlalarının arasında dolaşırken Hüsam'ı gördü bir elma ağacının altında. Bir umut Hüsam ile konuşmalı ve ondan yardım istemeliydi. Kendisi o gün onu istediğini ama annesinin istemediğini itiraf etmemiş miydi?
Hüsam elindeki elmayı dişlerken "Ağ be Hazel, bu elma yerine senin dudaklarını dişleyeydim ya." diye sesli düşünürken kendisine doğru gelen Hazel'in görüntüsüyle kalbi durdu sanki. Uyanıkken gördüğü ilk ve en güzel rüyaydı.
Hazel buğday tarlasının içinden adeta uçarak koşarken "Hüsaaaammm.." dedi ve sesi dağlar arasında yankılandı. Eteğinin uçlarını tutmuş koşarken bir pembe lastik ayakkabısı ayağından fırlamıştı.
Hüsam elindeki elmayı arkaya doğru savurdu ve şalvarının uçlarından tutup koşmaya başladı. Rüzgar saçlarını geriye doğru savururken o direndi ve ağır çekimde koşmaya devam etti.
"Hazelll..." dedi ve sesi yüce dağlar arasında yankılandı. Elma ağacına tünemiş bir kaç karga korkup kanatlandı. "Gak gaaakk" sesleri gökyüzünde yankılandı.
Hüsam kollarını açıp Hazel'e sarılacağı anda Hazel ayağından çıkan pembe ayakkabısını almak için eğildi. Hüsam Hazel’e sarılmak yerine bol bol oksijene sarıldı ve Hazel'e takılıp buğday tarlasını sulamak için açılan su kanalına uçtu.
"Noluyo la! Aha bana tuzak kurulmuştur!"
"Heri sen benim için sulara mı atarsın kendini?"
Hüsam su kanalının içinden çamura bata çıka zorla kalkıp ağzına giren çamurlu suyu tükürdü.
"He valla aşkından perişan olmuşum. Öyle ki, sanki çöldeyiz sen serapsın."
"Heri heri, Serap kimdir?"
"Serap sensin."
"Eeee Serap bensem, Hazel kimdir?" Hazel işin içinden bir türlü çıkamıyordu.
"Hazel de sensin."
"Aklım uçtu sanki."
"Bana uçabilir Hazel," dedi Hüsam ve Hazel'in elini tuttu. "Seni çok severim hem sen de beni seviyosan mıç ver iki tane."
Hatçik adamın teklifi karşısında utanmıştı. Hem namusu kirlenmez miydi? Bir müddet düşünüp kararını verdi. "Mıç veririm ama benim kocam olacaksın."
"Mıç alınca karı beleştir öyle mi?"
Bu kez Hüsam'ın kafası karışmıştı. Hazel ne diyordu yani dağa kaçıp birlikte mi olmak istiyordu. Canına minnetti.
"Yok ya öyle değil. Babam beni Meso ağanın sümüklü oğluna berdel vermiş. Beni kaçır Hüsam, tüm mıçlarım senin olur!"
Hüsam elini ensesine attı ve Hazel'e baktı. Kaçırsa bu köyde barınamazdı. Kaçırdığı gün Cemo ağanın aşireti kafasına sıkardı. Zaten kimse canından kıymetli değildi. Hem annesi de razı değildi.
"Olamaz. Mümkünatı yoktur. Ben canımı ahırda mı bulmuşum?" Hüsam kızdan uzaklaşmaya başlamıştı. Ağanın damadı olmak varken düşmanı mı olacaktı? Bu hiç akla mantığa sığacak iş miydi?
Hüsam’ın korkaklığı karşısında Hazel hayal kırıklığına uğramıştı. Hüsam’a karşı duyduğu sevgi bir anda yok olmuştu. "Ahırdaki Öküz bile senden daha adamdır. Yazıklar olsun sana."
Hüsam güzel kızı kaybetmek istemiyordu ama töreyi ağayı karşısına alacak kadar yürek yememişti. Kıza doğru iki adım yaklaşıp elini tuttu. Melül melül baktı kara gözlere ve kendinden emin bir şekilde “Seni çok seviyom ama kuş gibi avlanmaya niyetim yoktur. İstersen evlendiğinde gizli gizli seni koynuma alırım, mıç mıç yaparız."
Hazel, Hüsam'a tokadı bastı ve yüzüne kuvvetle tükürdü. "Gavat! Yere girsin senin sevgin! De get bir daha bana yaklaşma!”
Gönül verdiği adam aslında şerefsizin önde gideniymiş. Hazel'in içi acıyordu. Sanki tavuk kalbini gagalamış gibi bir sızıydı.
Hüsam elini yanağına koyup pişkince ağanın kızına baktı. Onunla evlenemeyceğini bildiği için gönül eğlendirmek istemişti lakin Hazel yanaktan bile öptürmemişti. Zamanla sevmişti aslında, hatta annesi kabul etseydi gelip babasından isteyip ağa damadı olacaktı. Ancak anası 100 yıllık berdel geleneğini bildiği için oğluna kızmıştı. Hüsam ise bunu Hazel'e söylemek yerine hep başka banaeler bulmuştu.
Bu saatten sonra tek yapacağı şey Ulusal köyden bir müddet uzaklaşmaktı. Lakin Hazel'in elinden talih kuşu gibi uçuşunu izleyemezdi. Bir süre sonra döner Hazel’i yola getiririm diye düşünüp kızın yanından sessizce ayrılışını seyretti.