KARDEŞİM

1271 Kelimeler
Telefonda benden cevap bekleyen Bora’ya tedirgin bir ses tonuyla “Hayır bilmiyorum. Can’ın yanına gideceğini söylemişti. Can’ın araması da var neler oluyor?” diye sorduğumda ölüm sessizliğini andıran bir sessizliğe gömüldük. “Piç kurusunun Defne ile ilişkisi varmış. İpek gördü. Ben Can’ı gebertirken gitmiş, Kendisine bir şey yapmasından korkuyorum. Hiçbir yerde yok. Gidebileceği bir yer var mı?” diye sordu. Panik sesime yansımıştı: “Hayır, şimdiye kadar bana gelmiş olması gerekiyordu,” diye söylendim. Bora daha fazla soru sormama izin vermeden “Bir haber alırsan beni ara!” dedi ve telefonu suratıma kapattığında olduğum yere çöktüm. Aklıma kötü şeyler geliyordu. Defne pisliğini öldürmek, lime lime etmek istiyordum. Yapacaktım da onu bir elime geçirirsem her şeyi yapacaktım. O sürtükten böyle bir şey bekliyordum. Lanet olsun, Can pisliğinden de şüphelenmiştim. ♥ ♥ ♥ Kendimi toparlayıp nasıl üzerimi giydiğimin, hangi ara kendimi kafeye gitmek için dışarı attığımın, ne kadar sürede kafeye vardığımın farkında değildim. Tam kafenin kapısında duruyordum. Burası bizim hep mutlu olduğumuz ve her zaman eğlendiğimiz bir yerdi. Şu anda bana çok karanlık geliyordu. Yavaş adımlarla içeriye girdiğimde tam karşımda gördüğüm Bora ile duraksadım. Barut gibi olduğu buradan hissediliyordu. Her an birine saldıracakmış gibi görünüyor ve bu hali beni daha da fazla korkutuyordu. Önüne ne gelirse deviriyor, masayı tekmeliyordu. Gözlerim etrafta İpek’i aradı ama yoktu. Ayaklarımın titrediğini hissediyordum. Sanki her an yere düşecekmişim gibiydim. Yanına yaklaşıp “İpek nerede?” diye sordum. Bora öfke saçan o gri bakışlarını gözlerime kilitleyip birkaç saniye baktı ve ardından elindeki telefonu sert bir şekilde masaya vurup haykırdı: “İki saattir onu arıyorum. Evinde yok! Okulda yok! Babasının mezarında yok! Kerem’i aramamış. Nereye gittiği belli değil!” İpek’in nereye gidebileceği hakkında deli gibi düşünmeye başladığımı fark ettim. Birkaç saniyelik düşünmenin ardından aklıma gelen şey ile hızla çantamda telefonumu bulmaya çabaladım. Telefonumu elime aldığımda hızla motor dersi aldığı Tarık’ın telefonunu bulmaya koyuldum. Bora şaşkınca bana bakıyorken, bulduğum numarayı tuşladım ve üçüncü çalışında telefonu uykulu bir sesle “Hande dün akşam yarış vardı. Daha yatalı inan iki saat olmadı. Ne var?” diye cevaplayan Tarık’a panikle sordum: “İpek... İpek motor kullanmak için geldi mi?” Sorumun ardından bir sessizlik oluştu. Muhtemelen sorumu algılamaya çalışıyordu. Ardından sesi düzelen Tarık, “İpek ile üç gündür görüşmedik. Dersimiz yarın. Onu da erteledi dün. Sorun ne?” diye sorduğunda ise kontrolsüz bir şekilde dolan gözlerim yaşlara boğulmuştu. İçim çoktan daralmıştı. Kötü bir şeyler olmuştu. Hissediyordum. Kesinlikle çok kötü bir şey olmuştu. Haberi yaklaşıyordu. Fakat ne olduğunu bilmiyordum. İpek’in şimdiye kadar beni aramış olması gerekiyordu. Hatta benim yanıma gelmiş, hıçkıra hıçkıra ağlıyor olmalıydı. Bu kayboluş normal değildi. Korku dolu gözlerle Bora’ya baktım. Onca öfkesine rağmen gözlerinden korku akıyordu. O da benim gibi hissediyordu eminim. İkimiz de İpek’in herhangi bir delilik yapacaksa bile bunu nerede ve nasıl yapacağını düşünmeye başlamıştık. Kafeden dışarıya çıkmamıştık. Ne kadar geçtiğini bilmiyordum. İkimizin de gözleri telefondaydı. Herhangi bir telefon ya da mesaj gelir diye umutla bekliyorduk. Sonra içimden bir ses, “Belki de Tarık’ın motorunu almıştır. Onun haberi yoktur ve aklını dağıtmak ya da öfkesi kusmak için hız yapacaktır,” diye düşündüm. “Ama Tarık’a haber vermez miydi? Tabii ya vermeyeceğini hesaba kattıysa, gizlice aldıysa...” diye düşünceler sıralandı beynimde. Sonra motoruna bakmasını söylemek için tekrar telefonumu kaptım ve hızla Tarık’ı aradım. Anında açılan telefondan Tarık’ın “Hande ciddi bir sorun var!” diye söylediğini duydum. Korktuğumun başıma gelmesinden nefret ettiğimi bir kez daha hatırladım. Bu ses tonu ve cümle tam da korktuğum şeyin olduğunu işaret ediyordu. Tedirginlikle “Motorun yok, değil mi?” diye sordum. Bora neler olduğunu anlayamadığından sadece bana bakıyordu. “Evet, ben uyurken gelmiş. Kaan’dan anahtarları çalışmak için istemiş. Haberim olduğunu söylemiş. Hande, Allah aşkına neler olduğunu anlatır mısın?” diye sordu Tarık. “Can, İpek’i aldattı. İpek de bunu görmüş. Saatlerdir onu arıyoruz. O lanet olasıca motor ile gidebileceği yerler var mı? Seninleyken bahsettiği ya da motor kullanmayı sevdiği bir yer…” Tarık durumun ciddiyetinden sertleşen sesiyle “Hayır! Bilmiyorum. Tek başına hiç çıkmadı. Sadece motorla bir ağacın oraya girmek isterdi. O piç kurusunun ona teklif ettiği yermiş. Belki oradadır,” dediğinde bunun aklıma gelmemesinden dolayı kendime öfkeyle dolsam da bunu daha sonraya saklayarak, telefonu kapattım. Karşımda ona iyi bir şey söylemem için yalvaran gözlerle bakan Bora’ya “Tarık’ın motorunu almış. Can pisliğinin ona teklif ettiği yerde olabilir,” dedim ve bir şey söylemesine izin vermeden masadan kalkıp arabama doğru koştum. Bora da benim gibi koşturuyordu. O sırada da “Ne motoru? Tarık kim? Siz kimlerle takılıyorsunuz?” gibisinden sorular soruyordu. Bir an bu soruyla duraksayıp ona öfke dolu bakışlarımla bakarak, “Sizin takıldığınız kadar tehlikeli kişilerle değil” diye söyledim ve bu cevapla yere mıhlandığını gördüm. Ona defalarca Defne için dikkat etmesini söylemiştik. Kör olmuştu ve şimdi onu hayatımıza almasının bedelini ödüyorduk. Bunun hesabını ondan soracaktım ama şimdi kardeşimi bir delilik yapmadan bulmam gerekiyordu. Onun şaşkın acı dolu bakışlarında vakit kaybetmeden tekrar arabaya yöneldim. Tam arabanın kapısını açıyordum ki Bora bağırarak “Ben kullanıyorum,” diye eslendiğinde daha da kabaran öfkem beni ele geçirdi.            “Bora kapa çeneni ve arabaya bin! Ya da kendi arabanla takip et!” diye bağırdım. Ardından hızla arabaya bindim. Tepkime şaşkınca bakan Bora kendini toparlayıp, arabaya bindi. Kapısını kapatır kapatmaz gaza basmamla arabada savrulan Bora korkuyla “Hande!” diye haykırsa da bunu duymazlıktan geldim. Bir an önce kardeşimi, İpek’i, bulmam gerekiyordu. Herhangi bir delilik yapmadan onun yanında olmalıydım. Onun o büyük yarasını sarmalı ve sonrasında o Defne sürtüğü ile Can piçinin icabına bakmalıydım. Onları bu yaptıklarına bin pişman edecektim. ♥ ♥ ♥ 120... 140... 160... 180... Araba trafikte rüzgâr gibi ilerliyordu. Hangi arabayı nasıl geçtiğimi fark etmiyordum. Kaç tane kırmızı ışık geçtiğimin, kaç arabanın kaza yapmasına sebep olduğumun hakkında fikrim yoktu. Aklımda tek kişi ile gidebildiğim kadar hızlı gitmeye çalışıyordum. O anda çalan telefon ile dikkatim sese yoğunlaştı. Bora heyecanla “İpek...” diye umutla cevapladığı telefon ile anında frene bastım. Araba acı bir fren ile yolda durduğunda gözlerim Bora’nın ile buluştu. Sesi kesilmişçesine karşısındakini dinliyordu. Bakışları kötüydü. Duyduğu iyi bir şey değildi. Telefon kapandıktan sonra “İpek intihar etmiş. Şile yolu üzerinde bir ağacın altındaymış,” dedi. İçimde bir şeylerin daha öldüğünü hissettim. Kalbim atmayı kesmişti sanki. Ayaklarım komutum dışında gaza bastı ve bunun imkânsız olduğunu beynim haykırmaya başladı. İpek, Can için bile olsa böyle bir delilik yapmazdı. Bir yanlışlık olması gerekiyordu. Hayır, kesinlikle bir yanlışlık vardı ve bu düşünce ile daha da hızlandım. ♥ ♥ ♥            Acı bir fren ile bu sefer olay yerinde durdum. Ellerim direksiyonda, gözlerim karşımdaki kalabalıktaydı. Bora da benim gibi mıhlanmış halde o kalabalığa bakıyordu. Ayaklarım arabadan inmek istemiyordu. Kalbim tamamen durmuş gibiydi, nefes bile almıyordum. Aklım “Hayır o değildir,” diye haykırıyordu. Dudaklarım da aynı şeyi fısıldayarak “O değildir,” diyordu.            “O olmaması gerekiyor,” diye Bora söylediğinde, kalabalığın arasında duran ambulansın önünden açılan kalabalığın arasında ceset torbasına konulmuş birini taşıdıklarını gördüm. O an indim arabadan. “İpek!” diye haykırarak koşmaya başladım. Sesimle tüm kalabalık bana döndü ve ben o kalabalığı yararcasına aralarına girdim. İnsanları hızla geçtiğimde bir polisin kollarında duraksadım. “Hanımefendi durun!” “Kardeşim bırak!” Bora “Arkadaşımız o bizim. Aradınız ve bizim bakmamız gerekiyor,” dediğinde arkadan seslenen bir polis “Bırakın gelsinler,” dedi ve polis bizi bıraktığında hızla cesedin olduğu sedyenin yanına gittim. Ellerim titriyordu. Bu İpek olamazdı. O bu siyah poşetin içine girmiş olamazdı. Ellerim fermuarı açamıyordu. Ayaklarım titriyor, kalbim sıkışıyordu. Onun olmaması için dua etmeye başlamıştım ki polis hızla fermuarı açtı ve ortaya çıkan kişinin yüzü ile yerimde sendeledim. Oydu ama olmamalıydı. Ölmüştü ama ölmemeliydi. Daha çok zamanı vardı. Daha çok gençti. Birçok hayali, yapmak istedikleri... Bora görüntü ile yere yıkılırken. İçimdeki feryat dışa vurdu. Tüm acım, tüm öfkem, tüm nefretim ile haykırdım arkadaşımın ismini: “İpek...”
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE