3.bölüm

3676 Kelimeler
Keyifli okumalar... Giydiğim beyaz gömleğin düğmelerini kapatırken gözlerim bacağıma giydiğim eteğin boyuna kaydı. Siyah pileli bir etekti ve dizimin iki, üç parmak üstünde bitiyor, dizimde ki hafif kızarıklılar görünüyordu. Bu da içimdeki çıkarma isteğini körüklemesine sebep oluyordu. Pek fazla dikkat edilmeyince fark edilmeyecek cinsten olsa da husursuz hissediyorum. Beyaz gömleğim kolsuzdu. Omuz hizasında dantel detayları vardı. Hoş bir gömlekti. Ama bunu da alan ben değildim. Teyzem her bayram kızlara ve bana böyle kıyafetler alır ve hediye ederdi. Ama bugüne kadar hiç giymemiştim. Nasip bugüneymiş. Kızlarla birlikte uykuya dalmak kolaydı ama kısa bir süre sonra uyanmıştım. Bir kaç saat boyunca ne yapmam gerektiğini düşünmüş, ardından kalkıp mutfağa geçmiştim. Kızlara öğlen yemeği için cafeden bir şeyler alıp götüremeyeceğime göre evde bir şeyler yapmam gerekiyordu. Bu yüzden annemin tariflerinden olan peynirli poğaça yapmıştım. İlk kez yapmıyordum ama uzun zaman önce yapmıştım ve iyi olup olmayacağından endişelerim vardı. Ama Allah yardım etmiş ve poğaçalar güzel olmuştu. Sonra gaza gelip birde yine annemin tarifi olan un kurabiyesinden yapmak için cebelleşmiş onu da alnımın akıyla halletmiştim. Daha sonra da ne olursa olsun holdinge gitmeye karar vererek kahvaltıyı hazırladım. Kızlarla kahvaltı yapıp onları hazırladıktan sonra onları oturma odasında bıraktım ve odama girip kendimde hazırlandım. Saçlarımı tarayıp at kuyruğu yaptım ve kendime baştan sona bir kez daha bakıp yatağın üstüne attığım telefonumu aldım. Ardından hızla odadan çıktım. Mutfağa girip saklama kaplarına koyduğum poğaça ve kurabiyeyi poşete yerleştirip, yanlarına birde dolapta duran meyvesuyu kutusunu içine koymuştum. Üç plastik bardakta ekleyip mutfaktan çıktım. "Hadi kızlar gidiyoruz." deyip kapının önüne ilerledim. Vestiyerden çantamı alırken içine telefonumu atıp dolaptan düz taban siyah ayakkabılarımı çıkarıp ayağıma geçirdim. Kızlardan şaşkınlık seslerini duyunca onlara baktım. Bugün hem kıyafetlerini farklı giydirmiştim hem de saçlarını farklı yapmıştım. "Abla çok güzel olmuşsun!" diyen Gece'ye gülümsedim. "Nereye gideceksin abla?" Yıldız hayran bakışlarını üstümde gezdirirken sormuştu. "Biliyorsunuz o huysuz ihtiyarla anlaşamıyorduk. Şimdi başka bir işe girmeyi düşünüyorum. Onlarla görüşeceğim." dedim onlar ayakkabılarını giyerken. "Evet o adam çok korkunç. Tıpkı Gargamel'e benziyordu!" diyen Dolunay ile hepsi birden kıkırdadı. "Hadi cimcimeler! Bırakın lafı. Okula geç kalacağız şimdi. Gidelim." Hepsi de beni onayladıktan sonra dışarı çıkıp ellerini tuttum. Ufak tefek konuşmalar eşliğinde sakin sakin okula gelmiştik. Okul bahçesinden içeri girerken yine uyarılarımı yapıyor onay alıyordum. Kapının önüne geldikten sonra yine öpüp sevgi sözcüklerimi fısıldadım. Aynı karşılığı bulup yerimden doğrulurken Ahmet Bey ile göz göze geldik. Kapının yanında durmuş bize bakıyordu. Aklıma kızların dün söyledikleri gelirken gözlerimi kaçırıp elimdeki poşetin kulplarını sıktım. "Günaydın, Güneş Hanım." "Günaydın, Ahmet Bey," derken kızlarda öğretmenlerine ilerlemiş onlarda günaydın diyorlardı. En sonunda kızlar içeri girerken bende elimdeki poşeti Ahmet Bey'e uzattım. "Bunun içinde öğle yiyecekleri var." dedim Ahmet Bey elimden alırken. "Bu durumda, öğlende buraya gelmeyeceksiniz sanırım." "Evet," dedim zorlukla. Gözlerimi gözlerinden sürekli kaçırıyor, yanaklarımın kızarmasına engel olmaya çalışıyordum. "Neyse, iyi günler." dileyerek arkama döndüm ve ilerlemeye başladım. "İyi günler." Arkamdan dediğini duydum ama duraksamadan yürümeye devam ettim. Nedense arkamdan baktığını hissediyordum. Bu da utanmama sebep oluyordu. Neyse ki okul bahçesinden çıkınca köşeyi dönüyor ve göz hapsinden kurtuluyordum. Öyle de oldu. Köşeyi döndüğüm gibi bir kaç adım ilerledim ve rahat bir soluk attım. Kendimi bir garip hissetmeme sebep oluyordu Ahmet Bey. Gerçi kızlar söylemese büyük ihtimal farketmezdim ben. Yani sanırım. Tam genç kız olduğum zamanlarda büyümek zorunda kalmıştım. Üç bebeğe annelik yapmam gerekmişti. Erkek arkadaşım olmamıştı. Flört ettiğim kimse de olmamıştı ki, bir erkekle nasıl flört edilir bile bilmiyorum. Bu normal bi genç kız için ne kadar anormal bir durumsa benim için o kadar normal bir durumdu. Bu yüzden birileri sapıkça bana bakmadığı sürece hangi anlamda baktığını anlayamıyorum. Birde Adem abi gibi kardeşçe bakmadığı sürece... Kafamı iki yana salladım ve hâlâ yanmaya devam eden yanaklarıma serin ellerimi bastırdım. Durağa yaklaştığımı farkedince hızlanıp, otobüsün gelmesini bekledim. Adresi internetten araştırıp bulmuştum. Bunu hem Barış kendi numarasını vermediği için hem de vermiş olsa bile rest çektikten sonra aramayacağım için yapmıştım. Verdiği kartın üstünde iki isim ve numara yazıyordu. Adnan Karahanlı Alp Karahanlı Bunlardan başka isimde yoktu numarada. Belki kendi numarasını da verecekti ama ben fırsat vermemiştim. Yani sanırım... Bir an kendisini o holdingte patron sanmıştım. Ama isminin olmadığını görünce Barış'ın sözleri kulaklarım da çınladı. Ben burada çalışıyorum... Anlaşılan Barış benim gibi çalışandı. Bunda bir sorun yoktu ama aklıma takılan bir nokta vardı. İnsan Kaynaklarına benim için konuşacağını söylemişti. Beni sever, demesinde de sorun yoktu ama koskoca holdinge bir çalışan alınırken bu sevgi saygı yeterli olacak mı? Elbette bana tecrübelerimi soracak ve sorgulayacaktı. Yetersiz gelme ihtimalim %99.9 oranındayken beni gerçekten işe aldırabileceğini düşünüyor muydu? Sıkıntıyla nefesimi verip gelen otobüse bindim. Yarısı boş olan koltuklardan birine ilerleyip oturdum. Ardından uzun sürecek olan yolculuğum başladı... *** Otobüsten indiğimde kendimi bir insan selinin ortasında buldum. Kişisel alan diye bir şey kalmamış, neredeyse nefes bile zorlukla alıyordum. Kendimi zar zor bir yere attığımda önümde demir bir kapı vardı. Demir kapının ardında ise kocaman bir bina. Karahanlılar Holding... Kafamı geriye attıkça atıyor, yüksekliğine bakmaya çalışıyordum. Ve en sonunda gördüğüm yükseklik daha çıkmadan başımın dönmesine sebep olmuştu. Fazla yüksekti... Demir kapının ardına geçerken güvenlik görevlilerinden iki kadın gelmiş, biri beni diğeri çantamı kontrol ediyordu. Bu sanırım normaldi. Daha önce hiç böyle bir yere gelmediğim gibi, böyle bir yerin önünden bile geçmediğim için bilemiyorum. Bu yüzden sessiz bir kabullenişle işlerinin bitmesini bekliyorum. İki kadında işini bitirip birde kimliğime baktıktan sonra geri çekilip bana yol vermişlerdi. Az önce elleri her yerimde gezdiği için kendimi bir tuhaf hissediyordum. Umarım her zaman böyle bakmıyorlardır. İşe girersem ve her gün kendimi elletirsem kendimi garip hissederim. Kafamı iki yana sallayıp dönen kapıdan geçtim ve arı gibi çalışan bir o tarafa bir bu tarafa koşuşturan insanları görünce yutkundum. Buraya gelirken ne düşünüyordum acaba? Barış'ı sorsam eminim buradan elli tane Barış çıkardı. Çünkü soyadını ve burada çalıştığı konumunu bilmiyorum. Aramaya kalksam samanlıkta iğne aramaya benzer. Belki dış görünüşünü birine tarif edersem bulabilirim? Kafamı iki yana salladım. Böyle olmazdı. En iyisi direkt olarak iş başvurusu için geldiğimi söyleyerek İnsan Kaynaklarına gideyim. Artık kabul ederlerse kalır, etmezlerse kalmam. Zaten yapabilecek başka bir şey mi var? Emin adımlarla yürüyüp görevli olduğunu düşündüğüm kadına ilerledim. Bunu bana düşündüren ise lobide durup resepsiyonun arkasında -ev telefonuna benzeyen- telefonla konuşuyor olmasıydı. Önüne gelip telefonla konuşmasını bitirene kadar beklemeye başladım. Bileğimi çevirip saate baktığımda 11.30 olduğunu farkettim. Belki de Barış'ın dediğini yapıp 12'de gelmeliydim. Bilmiyorum. Aslında otobüse binerken yolculuğun uzun süreceğini biliyordum. 12'den önce gelebileceğimi düşünmemiştim. Tereddüte düştüğümü farkedince bir adım geri attım. Lobi de duran kadın bana bakmaya başlayınca inceldiği yerden kopsun deyip kadına yaklaştım. "Ben ofis elemanı için iş ilanına gelmiştim." Kadın gülümseyip elime ziyaretçi kartı uzattı. "İnsan Kaynakları 5.katta." "Teşekkür ederim." dediğimde kafasını hafifçe sallayarak önündeki bilgisayara döndü. Bende arkama dönüp asansörlerin önüne ilerledim. Aralarından biri aşağı doğru iniyordu. Sadece bir kat kalmıştı bu kata gelmesine. Belki bu katta durur diye bekledim. Nitekim öyle de olmuştu. Asansör durunca bir ses çıkmış sonra da kapılar yavaşça açılmıştı. İçeride ki kalabalık dışarı çıkarken kendimi kenara çektim. Kafamı öne eğerek herkesin çıkmasını beklerken, arkamdan birinin bana çarpması sonucu öne doğru yalpaladım. Önce düşeceğimi sanıp küçük çaplı bir çığlık attım. Ama önümden birinin kollarımı tutup dengemi sağlaması ile kurtulmuştum. Kafamı kaldırdığım da bir çift ela gözle karşılaştım. Sert bakışlarıyla bakıyor, nedenini bilmesem de kolumu sıkı tutuyordu. Sanki sıkı tuttuğunun farkında değil gibiydi. "Biraz dikkatli olmalısınız!" Sert sesi kulaklarımı doldurunca gözlerimi kırpıştırdım. "Arkamdan çarptılar bana. Fark edemedim." dememe bir şey söylemeden kollarımı bıraktı ve sert adımlarıyla çıkışa ilerledi. Adama çarpmamıştım bile! Gelip düşmeyeyim diye kendisi tutmuştu. Ama resmen bir çocuk gibi beni azarlayıp gitmişti. Derin bir soluk bırakarak asansöre döndüm ve içeri girip çıkmam gereken katın tuşuna bastım. Kata geldiğimde kapılar açılırken heyecan ve endişe beni sarmıştı. Kapı açıldığında kafamı yerden kaldırdım. Ve karşımda Barış'ı görünce olduğum yerde kaldım. Onun da kafası yere bakıyordu ve yavaş yavaş kaldırdığında önce bana baktı ve umursamadan asansöre adım attı. Ardından kaşları havaya kalktı ve tekrar bana baktı. "Güneş!" diyerek karşıma gelip elleriyle kollarımı tutunca gözlerimi kırpıştırmadan edemedim. "Gelmişsin!" "Evet geldim." dedim ellerinden kurtulmak için bir adım geri giderken. "Biliyorsun, işe ihtiyacım var." "Biliyorum." Ellerini kollarımdan çekip ceplerine koyarken yüzünde müthiş bir gülümseme vardı. Gamzeleri derinleşmiş, beyaz dişlerini ortaya çıkarmıştı. "Hadi gel, bende şimdi Şeyma ablanın yanından geliyordum. Ona senden bahsetmiştim. Her ne kadar gelip gelmeyeceğin belli olmasa da ben işimi sağlama almak istedim." Barış önde ben arkada asansörden çıktık. O ilerledikçe konuşuyor bende takip ederken sadece dinliyordum. Bir kaç kapıyı geçtikten sonra bir tanesinin önünde durdu ve bana döndü. "Hazır mısın?" "Bilmiyorum!" dediğimde gülümsedi bileğimden tutup kapıyı çaldı. Cevap beklemeden kapıyı aralayarak sadece kafasını içeri soktuğunda bir gürültü geldi. Gürültü sesiyle birlikte Barış kafasını geri çekerken ben gözlerimi kırpıştırarak bakıyordum. Ne oluyor yahu?! "Ulan başımın belası! Tamam dedim ya! Ne diye geliyorsun hâlâ?!" İçeriden bi kadının sesleri gelirken Barış gülüyor ve kapıyı kapalı tutuyordu. "Neler oluyor?" diye sordum korkuyla. "Bir şey olduğu yok, merak etme. Beni çok seviyorda o yüzden böyle yapıyor." "Emin misin?" Kafasını onaylayarak salladıktan sonra kulağını kapıya yasladı. Seslerin kesildiğine emin olmuş olacak ki kapıyı açtı ve tam o anda kapından doğru fırlayıp arkamızda ki duvara bir kalem çarptı. O kadar hızlı olmuştu ki ne olduğunu anlamak için bir kaç saniye geçmesi gerekmişti. "Ya Şeyma abla! Tamam beni sevmiyorsun da başkalarının gözü önünde bunu belli etme bari!" dedi ve beni çekiştirip kendisiyle birlikte içeri soktu. Kadın bir bana birde Barış'a baktı. Ardından kaşlarını çatarak kafasıyla kapının arkasını işaret etti. "Ayakkabımı ver!" Barış bileğimi bırakıp kapının arkasından ayakkabıyı aldı ve Şeyma olduğunu öğrendiğim esmer, minyon tipli kadına ayakkabıyı verdi. Kadın ayakkabısını giyerken bana baktı ve yüzüne kocaman bir gülümseme oturtup eliyle masasının önündeki koltuğu işaret etti. Bende gülümsemeye çalışıp gösterdiği yere oturdum. "Demek Barış'ın bahsettiği kız sensin." dediğinde gözlerim anlık Barış'a kaydı. Tekrar Şeyma Hanım'a baktığımda gözleri hâlâ benim üzerimdeydi. "Barış, sen dışarı çık." diyen Şeyma Hanım ile Barış resmen masanın üstüne uçup kadına doğru eğildi. "Abla ya! Neden çıkayım ki? Bende durayım yanınızda!" "İstersen Alp Bey'i arayalım, o da gelsin." diyerek sinsice sırıttı Şeyma Hanım. "Biliyorsun değil mi? Gün gelecek bunların intikamını alacağım." "O günün gelmesini sabırsızlıkla bekliyor olacağım, Çakma Prens!" diyen Şeyma Hanım, Barış'ın yanağından sıkı bir makas aldı. Suratını buruşturarak geri çekildi ve bana dönüp göz kırparak dışarı çıktı. Bakışlarımı kaçırıp Şeyma Hanım'a döndüğüm de yine o koca gülümsemesi yerini almış minyon yüzünde aşırı tatlı bir görünüm oluşturuyordu. "Demek adın Güneş." "Evet efendim." dediğimde kıkırdadı. "Efendiler kovalasın seni. Şeyma diyebilirsin. Yada az önce çıkan gazulet gibi abla da diyebilirsin." Bu defa kıkırdama sırası bana geçmişti. Kısa bir süre aynı konu üstünden konuşurken Şeyma ablanın 30, Barış'ın ise 25 yaşında olduğunu öğrenmiştim. Şeyma abla benim için iş alımını yaparken ellerimi kucağımda birleştirmiş parmaklarımla oynuyordum. "Bak tatlım, bu iş genelde erkek işidir. Yanlış anlama sakın. Sürekli gel git, aşağı in, yukarı çık. Bunlar yorucu iştir. Gelir biri senden bir şey ister, onun işini yapamadan başka biri daha iş ister. Baya bildiğin ayak işi gibi. Erkekler bu işe daha uygun oluyorlar genelde. Ama Barış bana bu işin altından kalkabileceğini ve bu işe çok ihtiyacın olduğunu söyledi. Peki sorabilir miyim, neden okuyamadın ve bu kadar erken iş hayatına atıldın?" Derin bir soluk çektim içime. Anlatmak istemiyorum ama soran kadın benim patronum konumunda olduğu için buna kendimi mecbur hissediyorum. Yüzünde ciddi bir ifadeyle bakıyordu, az önce gülümseyen kadın. "Annem, doğumda öldü. Bana da üç bebek bıraktı." diye başladım ve kısaca anlatmaya devam ettim. Ellerim eteğimi kavramış anıların acısını çıkarmak istercesine sıkıyordum. "Acılarını hatırlatmak istemezdim. Ama merak etmiştim. Üzgünüm." "Sorun değil." diyerek ayağa kalktım ve gülümsemeye çalıştım. "Hemen başlamalı mıyım?" "Ah hayır, Pazartesi gelirsin. Haftasonları tatil oluyor, gelmene gerek yok yani." dediğinde gerçekten gülümsemiştim. "Sabah 8 mesai başlıyor, akşam 6 da bitiyor." dedi ve eğilip kendine doğru çekip bir çekmece gözü açtı. İçinden bir zarf çıkardı ve masanın üstüne koyarak bana doğru itti. "Bunun içinde çek var. Şirketin mağazasına geçerli bir çek bu. Kendine iş kıyafetleri alman için. Oraya gittiğinde görevliye bu çeki veriyorsun, o da seni bunun için uygun olan reyona götürüp yardımcı oluyor. Tamam mı?" "Tamam." derken sesimdeki şaşkılığımı gizleyememiştim. Bu halime gülerken elini uzattı. "Seni tanıdığıma memnun oldum." "Bende öyle." dedim ve elini sıkıp geri çektim. Masanın üstünden çek zarfını aldım ve ardından kapıya ilerleyip dışarı çıktım. "Sonunda bıraktı seni." diyen ses ile kafamı zarftan kaldırıp bana doğru ilerleyen Barış'a baktım. Beni mi beklemişti? "Neden buradasın?" "Seni bekledim." Ah! Beni beklemiş! Ama neden? Tam sormak için dudaklarımı aralamıştım ki kaşlarını çatarak bana bakınca susmak zorunda hissettim kendimi. "Hadi gidiyoruz!" deyip elimi tutmasıyla neye şaşıracağımı bilemedim. "Nereye?" "Şeyma abla sana çeki vermiş işte alışveriş yapmaya!" derken benden daha çok o hevesli gibi görünüyordu. Başta itiraz etmek için ağzımı açsam da, bahsedilen mağzanın nerede olduğunu bilmediğim için bir şey demeyip, sessiz bir kabullenişle elimden çekiştirmesine izin verdim. Birlikte önce asansöre bindik aşağı inip lobiden çıkışa ilerlerken ziyaretçi kartı gözüme takıldı. Önümden ilerleyen Barış'a hemen geliyorum deyip resepsiyona gidip bana verdiği kartı bende ona verip gülümsedim. "Kolay gelsin." Adımlarımı çıkışa yönlendirirken Barış, onu bıraktığım yerde beni bekliyordu. "Eğer geldiğinde beni arasaydın o karta ihtiyacın olmayacaktı." dediğinde omuz silktim. "Numaran olsaydı arardım. Ne soyadını biliyorum ne de burada hangi konumda çalıştığını. E durum bu olunca mecbur kaldım." dedim kapıdan geçerken. "Numaramı vermeyi unutmuşum demek ki. E diğer konuları konuşacak kadar da vakit geçirmedik." dediğinde göz devirdim. Neden acaba? Bir cevap vermedim. Barış ise sorun etmedi. Çünkü konu onun yalan söylemesine kayıyordu. Bana doğruyu söyleyeceğinden şüpheliyim. Bu yüzden konuyu açmamaya gayret ediyorum. Birlikte siyah spor bir arabaya doğru ilerlerken kaşlarımı kaldırarak Barış'a baktım. Yamuk bir gülüş sergileyip omuz silkti. Ardından cebindeki elini bir anahtarla çıkarıp düğmeye basıp arabanın ötmesini sağladı. "Ailem sağolsun." Sözlerini arabaya binmeden hemen önce söylemiş ve binmişti. Bende çekinerek kapıyı açıp bindim. Biner binmez emniyet kemerini takıp arkama yaslandım. Barış arabayı çalıştırıp yolda ilerlemeye başladı. Bende ara sıra ona kaçamak bakışlar atıp gergin bir şekilde çantamın kulpunu sıkıyordum. Neden kendini anlatmıyor ki? O sırada Barış bana kısa bir bakış attığında halimi farketmiş olacak ki, derin bir nefes alıp boğazını temizledi. "Adım Barış, Barış Karahanlı. Ben orada tasarımcıyım. Elbise, ayakkabı vs tasarlıyorum. Bu benim hayalimdi. Kendimi bildim bileli bir şeyler çiziyorum. Karahanlılar Holding aile şirketi aslında. Babam ve iki amcamın yönetiminde olan. Babam ve Alp'in babası olan amcam emekli olmayı tercih ederken benimde başa geçip yönetimi ele almamı istediler. Ama dedim ya işte, tasarımcılık üzerine okudum. Başa geçmeyi istemedim. Bu yüzden Alp başa geçerken, Adnan amcam emeklilik planlarını erteledi. Şeyma Ablanın da bana Çakma Prens demesi bu yüzden." Ah! Cidden mi? "Şeyma Abla bir aile dostumuz. Ailemize yakın. Sevdiğimiz biri." Anladığımı belirtircesine kafamı salladım. Ve Barış'a dönük olan bakışlarımı önüme çevirdim. "Neden yalan söyledin?" diye sorduğumda sıkıntılı bir nefes verdi. "Alp ile aramız pek iyi değil. Sen varken karşılaşmak istemedim." deyince bir daha soru sormadım. "Beni de biliyorsun işte." dediğimde anlık bakışları bana döndü. Bu sözler onun için elbette yeterli değildi. Bunu bakışlarından anlıyordum. Ama bugün ikinci kez aynı şeyleri anlatmak istemiyorum. Yorgun bir şekilde kafamı cama yasladığımda o da anlamış olacak ki, üstelemedi. Aramızda oluşan sessizlikle kısa süre ilerleyen araba, büyük bir mağazanın önünde durdu. "Sen in beni burada bekle, ben ileriye arabayı park edip geleceğim." Kafamı onaylayarak sallayıp arabadan indim. Kaldırıma çıkıp Barış'ı beklemeye başladım. Kısa bir süre sonra yanıma gelip beni içeri yönlendirerek ilerledi. Bende ona ayak uydurup girdim içeri. Karşımıza çıkan görevliye elimde ki çeki alıp uzatan Barış olurken, görevli çeke bakıp bizi yönlendirirken onu takip ettik. "Gerisini biz hallederiz. Teşekkürler." diyen Barış görevliyi gönderirken kendini kıyafetlerin arasına attı. Ben ise ona gözlerimi kırpıştırarak baktım. Bana kıyafet almaya gelmedik mi? Öyleyse Barış niye bakıyor? "Barış?" "Efendim?" "Ne yapıyorsun?" dediğimde eline hardal rengi bir gömlek alıp önce bana sonra gömleğe baktı. "Sana kıyafet seçiyorum." "Bunu benim yapmam gerekmiyor mu?" "Sana yardımcı olmak için yapıyorum." derken eline bu defa siyah bir gömlek almıştı. Aldıklarına alıcı gözüyle bakıyor sonra da koluna koyuyordu. Daha sonra eteklere ve pantalonlara bakarken göz devirdim. Kendi giyeceğim şeyi kendim seçmeyeceksem neden buradayım ki? Kenarda duran koltuğa oturup öylesine gözlerimi etrafta gezdirirken bulunduğumuz reyonun sol çaprazında ki çocuk reyonu dikkatimi çekince ayağa kalkıp oraya ilerledim. Küçük çocuk kıyafetlerinin arasında dolaşıyor ve her gördüğüm elbiseye, tişörte ve eteğe bakıyordum. En sonunda gözüme mavi bir elbise çarpınca ona ilerledim. Tek parça bir elbise olmasına rağmen sanki tişört etek gibi duruyordu. Belden üst yani tişört kısmı siyah, etek kısmı mavi ve hafif kabarık bir tüldü. Belinde de bir kurdelası vardı. Mavi eteği kızların gözlerini, siyah tişört kısmı ise saçlarına benziyordu. Elim hemen fiyat etiketine gitti. Heyecanla baktığım an, elim yanmış gibi hızla geri çektim. Bir iki adım geri atarken nerede olduğumu farkedip gözlerimi üzüntüyle kapattım. Burada ki herşeyin ateş pahası olduğuna eminim. Buraya elimde çekim olmasaydı adım dahi atamayacağımın farkındayım. "Güneş?" Barış'ın sesiyle birlikte gözlerimi açıp gülümsemeye çalışarak ona döndüm. "Efendim?" "Ne işin var burada? Ne yapıyorsun?" dediğinde omuz silkip yanına gittim. "Sen bana kıyafet seçerken sıkıldım. Burası dikkatimi çekince girip baktım." dedim gözlerim istemdışı az önceki elbiseye kayarken. "Hadi gidelim." Çıkışa doğru ilerlerken söylediğim sözlere karşılık Barış bir şey dememiş ve arkamdan geldiğine dair bir hareket hissetmeyince ona döndüm. O ise kaşları hafifçe kalkmış az önce benim baktığım elbiseye bakıyordu. "Barış hadi!" dediğimde bana döndü ve kafasını onaylayarak sallayıp yanıma geldi. Birlikte benim için kıyafet seçilen reyona girdiğimizde bana kabinlerden birini gösterdi. "Bak senin için seçtiğim kıyafetleri orada ki kabine koydum. Sen gir bak üstüne oluyor mu, diye. Eğer olursa alır çıkarız." Sessiz bir kabullenişle gösterdiği kabine girdim ve içeride olan kıyafetlere gözlerimi büyüterek baktım. Çok fazla vardı. Kabine girdiğim gibi çıkarken Barış ile konuşmak için ona bakındım. Az ileri de bir görevli kızla konuşurken görünce yanına gitmek için ilerlemek isteyen ayağımı durdurdum. Barış'ın bana sırtı dönük olduğu için onun yüzünü göremiyor olsam da kızın yüzünü görüyordum. Kız Barış'ın ağzına düşmek ister gibi bakıyor, Barış her ne diyorsa kafasını onaylayarak sallıyordu. Her ne kadar konuşmalarını bozmak istemesem de, daha ne kadar konuşacaklarını bilmediğim için ne zaman ısırmaya başladığımı bilmediğim dudağımı bırakıp, yutkundum. "Barış?" Kafası hızla bana dönerken yanındaki kızı el hareketiyle gönderdi ve yanıma ilerlemeye başladı. "Hepsine bu kadar çabuk mu baktın?" "Hayır tabi ki. Sadece orada çok fazla olduğunu söylemek istedim. Bir kısmını bırakalım diyecektim. Kusura bakma." dedim utanarak. "Ne? Neyin kusuru anlamadım?" derken şaşkın görünüyordu. "Kızla konuşuyordunuz ya," "Hee," deyip küçük bir gülüş attı. "O kızdan bir şeyler istedim. Bir şey böldüğün yok yani." dediğinde daha da utandım. "Ve! O kıyafetler fazla değil! Sen şimdi onlara bakıyorsun ve hepsini alıyoruz." "Ama..." "Ama yok Güneş, akşam oldu neredeyse. Hadi çabuk!" demesiyle gözlerimi büyütüp bileğimi çevirerek saate baktım. Henüz kızların okulunun bitmesine vardı. Barış akşam oldu deyince geç kalacağım sandım. "Tamam." diye mırıldanıp kabine girdim ve sonraki yarım saat boyunca kıyafetlerin bedenlerine ve kalıplarına bakarak geçirdim. Hiç birini üstüme giymemiştim ama hepsinin de üstüme olacağından emindim. Elimde duran son eteği katlayarak diğerlerinin üstüne koyarken kabinin kapısı çalınca vakit kaybetmeden açtım. "Ah, müsait durumdasın demek ki. Bende sana bunları getirmiştim." diyerek elinde tuttuğu bir kaç kazağa, kaşlarımı kaldırarak baktım. "Öyle bakma ya! Önümüz kış, bu yüzden hazırlıklı ol istedim." Gözlerimi yorgunca kapatıp açtım. "Çek bunları da kapsıyor mu peki?" diye sorduğumda kocaman gülümsedi. "Elbette! Hem alışveriş daha bitmedi ki!" dediği gibi kazakları elime tutuşturup kapıyı kapattı. Bir kaç saniye gözlerimi kırpıştırıp kalakalsam da, sonra of'layarak kazaklara da baktım. Onlar da uyumluydu bedenime. Katlayarak koyduktan sonra kabinden çıktım. Hepsinin bedeninin uyumlu olduğunu öğrenen Barış daha önce konuştuğu görevli kıza kabindeki kıyafetleri paketlemesini söylemiş sonra da bileğimi tutup bana bakmıştı. "Hadi alışverişe devam edelim!" *** "Ağlamak istiyorum!" derken sesim ağlamaklı çıkıyordu. "Sen bir kadınsın ve kadınlar alışveriş yapmayı sevmeli!" "Ben sevmiyorum! Var mı bi itirazın!" diyerek resmen cırladığımda bir iki adım geri giderek ellerini korkuyla havaya kaldırdı. "Varsa dilim düşsün!" Onun bu haline gülmek istesem de gerçekten yorgun olan bedenim ve ağrayan ayak bileklerim buna izin vermiyordu. On dakika önce Barış'ı zorlukla ikna etmiş mağazadan çıkmıştık. Yoksa kendini kaybetmiş bir şekilde alışverişe devam ediyordu. Hem de benim için! Ne kadar da saçma öyle değil mi? Kendimi dışarı attığım gibi Barış'ın arabasının önüne oturmuş bileklerimi ovuşturuyor bir yandan da söyleniyordum. "O ayakkabılardan hiç birini giyemeyeceğim! Allah'ım o nasıl topuktu ya?! Alınan şeyler benim evin tüm odalarını doldurur! Nereye koyacağım da belli değil! Hem kı..." derken aklıma birden okul geldi. Saatime baktığımda sesli bir şekilde sıkı bi küfür savurup hızla arabanın üstünden atladım. "Nereye gidiyorsun Güneş? Yemek yiyelim mi diyecektim?" derken kaldırıma çıkmış otobüs geçiyor mu diye bakıyordum. Yada yakın bir yerlerde durak. "Benim gitmem gerekiyor! Geç kaldım." dememle birlikte kolumdan tuttu. Önce bir şey soracak gibi oldu ama sonra kolumdan çekiştirmeye başladı. "Ben seni götürürüm. Hem alınanlar da benim arabam da." Bir şey dememe fırsat vermeden beni yolcu kısmına sokmuş kendi de yerine geçip arabasını çalıştırmıştı. Sonrasında bana yolu tarif etmek kalmıştı. Okulun sokağına girdiğimizde saatime baktım ve çıkmalarına on dakika kadar bir süre kaldığını görüp rahatladım. Ardından Barış'a döndüm. "Sen burada dur." dediğimde kaşlarını çatarak bana bakıp, yola döndü. "Neden? Bende gelmek istiyorum." Sıkıntıyla bir nefes verip arabaya baktım. "Barış burası küçük bir yer. Sen gel ama araba kalsın burada. Okulun önünde bir sürü veli var. Dedikodu malzemesi olmak istemiyorum." derken arabasını durdurmuş şaşkınlıkla bana bakıyordu. "Okul mu?" Kafamı onaylayarak sallayıp arabadan indim. "Biraz ileriden köşeyi dönünce okul bahçesi karşına çıkıyor zaten." deyip kapısını kapattım ve okula doğru ilerledim. Okul bahçesine girdiğimde öğrenciler dışarı çıkıyordu. Bende diğer veliler gibi onlara doğru ilerleyip kızları görmek için uğraştım. Ama kızlar tüm öğrenciler çıkmasına rağmen çıkmayınca kaşlarım endişeyle çatıldı. Adımlarımı okulun içine yönlendirip sınıfın kapısına geldim. Kapalı kapıyı bir kez tıklayıp açarken birden patlama sesi duyup korkuyla çığlık attım. Kalbim deli gibi çarparken kafamdan aşağı dökülen renkli kağıt parçalarına kaşlarımı çatarak baktım. Karşımda ise kızlar ve Arzu Hanım'la Ahmet Bey gülümseyerek bana bakıyor ve bir şey diyorlardı. "Doğum günün kutlu olsun!" Ama asıl sorun birden bire Barış'ın arkamdan bağırarak ve elindeki bir ağaç parçasını sallayarak gelmesi olmuştu. "Neler oluyor?!" Bende bilmiyorum ki! *** Umarım beğenmişsinizdir... Arkadaşlar öncelikle merhaba, nasılsınız? Beni soruyorsanız eğer, iyiyim ;) Sizin için bir açıklama yapmak istiyorum. Hikâye içinde bahsedilen ofisboy yani ofis elmanı bilgim bulunan bir iş, meslek değil. Google'da büyük bir araştırma yapmış olmama rağmen, edindiğim bilgiler bir elin parmağını geçmiyor. Buna çek'te dahil. Bildiğim kadarıyla büyük şirketler gerçekten çek gibi bir şey veriyor ama ona çek deniliyor mu emin değilim. Dediğim gibi araştırma yaptım ama her zaman istediğim bilgileri bulamıyorum. Bende bulduklarımdan yola çıkarak, biraz kendi hayal gücümü de katarak yazacağım. Eğer bilgisi olan çıkıp bana o öyle değil, böyle olmalı diyecekse eğer, bunu rencide etmeden uygun bir dille söylemesini rica ediyorum... Neyse fazla gevezelik ettim. Kendinize iyi bakın, seviliyorsunuz ❤
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE