2-Afeti devran

1076 Kelimeler
Cengaver Kılıç Ben Cengaver Kılıç. Hayatım asker olma hayaliyle geçti. Askeriyede çarşı izninde bir saldırıda, başka bir asker tarafından kurtarılınca tanıştık. Adı Halil. Sohbet ederken aramız iyi oldu. Ankara'dan gelmiş. Onun teskere zamanı, benim de Ankara'da teknik eğitim alacağım söylendi. Teknik eğitimler için Ankara’ya gidip orada da kalacaktım ama eğitimim, görevlerim başka yerde de devam edecekti. Özel harekâtta görev almak çok kapsamlı eğitimler gerekiyordu, teknik eğitim de dahil. Babam da askerdi. Hakkâri’de duruyorlardı. Ben de oraya gidecektim. Ara ara göreve çıkacaktım bu süreçte. Yolum Ankara’ya düşünce Halil ile beraber geldik. Yolda eğitim yerine gitmeden “Gel misafirim ol.” deyince kabul ettim. Büyük bir arkadaş grupları vardı, bizi karşıladı. Halil’in abisi de vardı ama arkadaşları ile toplam yedi kişiler. “Kan bağı değil, can bağı var.” dediler. Beni eve davet etti. Kapı açıldığında içeriden on beş yaşlarında bir kız çıktı, direkt Halil’e sarıldı. Öyle içten “Abimm!” dedi ki, “Bana da biri sarılsa.” dedim. Hoşbeş içeriye geçtik. Çok kalabalık, baba da geldi, sarıldılar falan, oturduk. Annesi adını seslenince anladım, Yüsra’ymış. Saçları uzun olmasa, ilk kız bile demezdim. Üstünde erkek kıyafetleri var ufaklığın. Yüsra beni yeni fark etmiş olacak ki gözleri bana takıldı. Ben bozuntuya vermeden devam ettim. Akşama kadar da kaçamak bakışlarını fark ettim. İki yıl boyunca ara ara gidip geldim Halil’in evine. Tayfa dedikleri gruba beni de dahil ettiler. Çok sıcakkanlı insanlar. Ailecek görüşüyorlardı. Annem de bir ara ziyaret amaçlı geldiğinde tanışmıştı. Bu arada Yüsra gözümden kaçmadı. Birkaç kere sadece adımı söyleyince, “Abi neden demiyorsun?” dedim. “Sen abim sayılmazsın.” dedi. Neymiş, diğerleri yedi yaş büyükmüş, ben küçük abisi ile yaşıtmışım, abi demese de olurmuş. Az da değil, beş yaş vardı bu erkek Fatma ile aramızda. Zamanla ortam, okuma, eğitim falan derken Yüsra’nın bakışlarının farklı olduğunu anladım. Hayranlıkla bakıyordu ama olmaz. Çocuk daha, hayallere kapılır falan… Ben asker adamım, uğraşamam çoluk çocukla. Hem de arkadaşımın kardeşi. İki yılın sonunda eğitimlerim bitmişti. Artık gidip saha eğitimini tamamlayıp time katılmam gerekiyordu. Çok zorlu bir dönem beni bekliyordu. Eğitim çok zordu. “Son veda yemeği yiyelim.” dediler. Bu arada tayfanın dördü evlendi. O dönemler göreve gittiğim için hiçbirine katılmadım. Bu akşam yemeği erkek erkeğe yiyecektik. Yemekler yendi, sohbet edildi. Sultan Teyze, Halil’in annesi, “Bir kahve içip bize sarılmadan gitmesin.” deyince toplandık, gittik. Oradan dağılacaktık. Ben de görev yerime gidecektim. Bahçeye oturduk biz, hoş sohbet. Yüsra’nın gözleri bende, vazgeçmedi. Hayır, hiç hâline de bakmıyor. Bir ara içeriye girince, el yıkama bahanesiyle ben de gittim. Uyarsam iyi olacak. Bekler falan, çocuksu hayallere kapılmasın. Banyodan çıkmıştı, bana çarptı. “Ahh Cengaver, sen miydin?” “Evet. Benim de abi nerede?” Kaç kere dedim, hâlâ adımı söylüyor. “Abisi yok.” “Yapma be ufaklık. Bir bana abi demiyorsun, kabul etmedin beni. Abisi sayılırdım.” “Demek ki abi olarak görmüyorum.” Biliyoruz, fark ettik ama anlamıyorsun. Olmaz. “Anlamadım zannetme ufaklık. Yaşın kaç, başın kaç… Abin sayılırım. Boş hayaller kurayım falan deme. Senden bana yâr olmaz. Benden de sana abin sayılırım. Tamam mı?” Uğraşamazdım bununla. “Ta-tamam a-abi…” Şöyle söz dinlersin işte. Üzüldü ama yapacak bir şey yok. Elbet bunun çocukça bir hoşlantı olduğunu anlar zamanla… “Dışarıdakiler neyse, ben de oyum.” deyip çıktım. Bana kadın lazım, çocukla uğraşamam ben. Artık tamamen ayrılmıştık tayfa ile. Sadece telefonda görüşüyorduk. Eğitimlerim çok ağırdı. Canla başla kendimi işime vermiştim. Çok iyi olmalıydım. Dört yılın sonunda artık yüzbaşı Cengaver Kılıç’tım. Yıllarca buna çalıştım. Dağlara çıktım, şehitler verdim. Ağır eğitimler gördüm. Benim gibi eğitimi geçen seçilmiş beş askerim ile birlikte Kılıç Timi Komutanı: Yüzbaşı Cengaver Kılıç… Babam emekliye ayrıldı. Annem ise sürekli evlenmem gerektiğini söyleyip duruyor. “Oğlum, yirmi yedi yaşına geldin. Artık bir gelinim olsun istiyorum.” Sözleri hiç bitmiyor. “Yapma Aysel Sultan, germe beni bak.” “Ben şimdi seni bir gericem, yiyeceksin terliği.” Komando olduk, bereli olduk, şu terlikten kurtulamadık. Neyse ki telefonum çalınca kurtulmuştum annemden. Halil aradı. Düğünü varmış, çağırıyor. Kesin annem de haberi olur, başlar yine “Sen de evlen.” demeye. Asker karısı olmak kolay mı? Ben kimi alayım yanıma? Görevde değilim. Sekiz aylık operasyondan yeni dönmüştük. Sekiz aydır dağ taş dolaşıyoruz. Teröristleri patlatmakla bitmiyor. Şükürler olsun ki kayıp vermeden döndük. Şimdi Aysel Sultan’ın evlendirme operasyonundan kaçma vakti. Kaç, kaçabilirsen Cengaver. Kaçışım yok. Babam “Ben gelemem.” dedi, kendince işleri var. O emekli oldu ama askerlik onu bırakmadı. Evin tek çocuğu benim. Annemi alıp Halil’in düğününe gittik. Düğünden 2-3 gün önce gitmiştik. Eğlence yapacaktık. Tayfa, hepsi evli, çocukları var. Halil de katıldı. Ben varım tek bekar. Annem sürekli birilerini gösterip duruyor. Gözüm Yüsra’yı aradı. Bir o yok. Acaba erkeklerin arasında da fark mı etmedim? Pek fark edilecek gibi değildi. En son Halil’e döndüm: “Kız kardeşin vardı sanki senin, onu da mı evlendirdiniz? Yok burada.” “Yok, o hanım. Kariyer yapacakmış. Bu sene son, evi barkı kapatıp öyle geleceğim dedi. Yarın, düğün sabahı gelmiş olur.” Gece çok iyi geçmişti. Uzun zaman sonra normal bir hayat yaşamak garip hissettirmişti. Ertesi sabah damat tıraşı, gelin arabası derken Halil ile sürüklendik durduk. Bu sebeple bile evlilikten vazgeçilir. Tek gecelik ilişki neye yetmiyor, kim uğraşacak bu işlerle… Gelini kuaförden aldık. Başka kimse yoktu. Sahi bu Yüsra cadısı nerede? O kuaförden anlamaz diye getirmediler galiba. Ben de kaldığımız otele döndüm. Gelin damat fotoğraf çekimine gidecekti. Evlerinin oradan konvoy yapıp düğün salonuna geçecektik. Otele gittiğimde annem düğün evine çoktan gitmişti. Ben de hazırlandım. Hava iyiydi, zaten cekete gerek duymadım. Gömlek ve kumaş pantolon giyip saçlarıma şekil verdikten sonra yola koyuldum. Düğün evine geldiğimde çok kalabalıktı. Kızların gözü üstümde, fısıltılar kulağıma geliyor: “Bu Halil abinin asker arkadaşı değil mi?” “Pek de yakışıklıymış.” Sözleri egomu tatmin ediyordu. Girdiğim her ortamda böyle dikkat çekmek, özellikle kızlar tarafından, hoşuma gidiyordu. Konvoy hazırdı. Annem ve ben de arabaya bindik. Daha biner binmez annem birilerini göstermeye başladı. Avcı gibi. Benim timden beter bordo bereli annem. Gelini aldık, düğün salonuna gittik. Karşıdan bir güzel gelmeye başladı. Uzun boylu, ince belli. Üzerinde siyah mini bir elbise. Saçlar simsiyah, bele kadar. Gülümseyerek bize doğru geliyor. Büyük bir heyecanla anneme: “Aysel teyze hoş geldiniz, sizi nasıl özlemişim!” diyerek kucakladı. “Ahh kızım, ben de seni özlemişim. Birkaç kere geldim, görüşmek nasip olmadı. Eskişehir’de okuyormuşsun.” Annemle konuşuyor ama kim bu afeti devran? Annemi bıraktı. Bana döndü, anneme ne kadar sıcak baktıysa, bana da o kadar soğuk bakarak elini uzattı: “Hoş geldin Cengaver ABİ.” dedi. Çok şaşkındım. Bu oydu ama nasıl olur? Dilim tutulmuştu resmen. Elini sıktım. “YÜSRA!”
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE