Kötü Haber!
Uzun zaman olmuştu kendime zaman ayırmayalı. Uzun zaman olmuştu etrafımdaki olan biteni, anı fark etmeyeli. Ve uzun zaman olmuştu... hissetmeyeli.
Gözlerimi kapatıp huzuru hissettim. Rüzgârın esişi, denizin mavisi, kuş cıvıltıları... İşte huzurun adı bu olsa gerek.
Düşünüyorum da keşke daha önce gelseydim. Dinlenmeyi, kendime zaman ayırmayı, yani kendimi düşünmeyi, çok uzun zaman önce bırakmıştım.
Kaderim bana "Dur." diyene kadar... Doktorun ağzından o kötü haberi alana kadar, kendimi hiç düşünmemiştim.
Şimdi ne olacaktı? Ne karar almalıydım, bilmiyordum. Belki hayattan kısa bir zaman çalıp, bu dünyadan kaçıp giderdim. Bunca zamana kadar bilmediğim hayatın tadını, artık tatmaya hazırdım. Güçlü olmak, kendimi düşünmemin önüne çoktan geçmişti.
Kaderim, artık şöyle fısıldıyordu:
"İpek... Artık kendini düşün. Dinlenme vakti geldi. Seni, sen kendini düşünmediğin için seni ben düşünüyorum." Ve ben, onu dinlemeye karar verdim.
Bu sabah yine çok yoğun çalıştığım bir gündü.
Kahvaltıyı kahveyle geçiştirmiş, öğle yemeğini de midemin bana attığı uyarıları duymazdan gelerek atlamıştım. Yoğun telefon görüşmeleri, analizler ve bitmek bilmeyen beyin fırtınalarından sonra, lavaboya gitmek için kalktım.
O anda... önce dayanılmaz bir baş ağrısı, sonra dünyanın etrafımda dönmesi...Gözlerim istemsizce kapandı. Bayılmışım.
Gözümü açtığımda, hastanenin beyaz tavanına bakıyordum ve o hiç sevmediğim hastane kokusu…İstemsiz yüzümü buruşturdum. Buraya nasıl geldiğimi hiç hatırlamıyordum. Tansiyonum düştü herhalde, diye düşündüm.
İşlerim daha bitmemişti ve beni bu kadar basit bir şey için hastaneye getirdiklerini düşünüp kızmıştım bile.
Yavaşça yatağımda doğrulurken, elinde suyla yanıma koşan asistanım, aynı zamanda en yakın arkadaşım Gamze’yi gördüm.
— İyi misin İpek? Nasıl oldun? Aklım çıktı!
— Ne kadar zamandır uyuyorum Gamze? Offf bir sürü iş vardı...
— Şaka yapıyorsun dimi, saçmalıyorsun farkında mısın? Bayıldın sen, bayıldın. Hâlâ iş diyorsun!
— İyiyim ben. Çalışırken yemek yemeyi unuttum, tansiyonum düştü ondan bayılmışımdır. Doktoru çağırır mısın? Bir an önce işe dönmek istiyorum.
— Yok artık…Ciddi misin? İnanamıyorum sana! Çağırıyorum, bekle.
Hastane kokusunu oldum olası sevmem.
Çocukken sık sık hastalandığım için, her kış en az dört kez hastaneye yatmak zorunda kalırdım. Bu yüzden, çok kötü olmadan hastaneye gitmem. Hastaneler bana hep o zor günlerimi hatırlatır. Hasta olsam da hep kendi kendime iyileşmeye çalışırım.
Az sonra doktor geldi.
— Merhaba İpek Hanım, nasılsınız?
— İyiyim doktor bey. Turp gibiyim. Yoğunluktan yemek yemeyi unuttum, tansiyonum düştü sanırım. Ne zaman gidebilirim?
— İpek Hanım, sizinle özel konuşabilir miyiz? dediğinde Gamze’ye göz kırpıp;
— Gamze Hanım, bana bir çay alır mısınız kantinden?
— Hemen alıyorum İpek Hanım.
Asistanımla baş başayken arkadaş olurduk; ama başkalarının yanında mesafeliydik.
Benim için sorun değildi; herkesle samimi olmayı severdim.
Ama Gamze, "Seninle dedikodu yaparken patron olarak göremiyorum, işime konsantre olamıyorum," diye şakalaşırdı. Bu mesafenin, benim statüm için başkalarının yanında olması gerektiğini dile getirirdi.
— Buyurun doktor bey, sizi dinliyorum.
— İpek Hanım, durumunuz basit bir tansiyon düşmesinden öte. Kesin konuşabilmem için tomografi sonuçlarınızı bekliyorum. Ama kan değerlerinizde bariz bir anormallik var.
— Nasıl yani? Ne yapmam gerekiyor?
— Kendinize geldiğinize göre, sizi hemen tomografiye alalım. Hemşire Hanım, İpek Hanım’a yardımcı olabilir misiniz?
İçimden "Bir bu eksikti," dedim. Çabuk bitse bari... Hemşire koluma girdi, birlikte tomografi odasına gittik. Benden kıyafetlerimi değiştirmemi, ameliyat kıyafetlerini giymemi ve takılarımı çıkarmamı istedi. Hazırlandıktan sonra, mezar gibi bir tüpe girdim.
Kapalı alan fobime tam “hoş geldin” diyecekken, zihnimi deniz kenarına götürdüm. Bu, kendimce geliştirdiğim bir İpek usulü yöntemdi. Geçmişte yaşadığım talihsiz bir olaydan dolayı, ara sırada olsa tetikleniyordu. Terapistim de bana bu yöntemi öğretmişti. Şanslıydım; bu kez işe yaradı. Denizin maviliğini, güneşin suya vurup kırılan yansımalarını düşündüm. Bir yunus sürüsünün bana göz kırptığını hayal ettim. Gözlerimi açtığımda işlem bitmişti bile.
— Üzerinizi değiştirin İpek Hanım, sizi odamda bekliyorum.
Doktor, korku tellallığı yapmaya bayılıyordu sanki. Burada söylesen ölür müydün? Ben odaya gidene kadar kafamda bin bir senaryo kurarım. "İpek Hanım, zilyonda bir görülen bilmem ne hastalığının bilmem ne kolu var sizde!” der. Bir de üç günlük ömrüm kalmış olur tabii...İçimden kıkırdadım. Tabii ki İpek’in sıradan bir hastalığı olamazdı; mutlaka zilyonda bir ihtimal olması şarttı!
Sanırım hafiften delirme belirtileri de gösteriyordum. Kendi kendime “Çok çalışıyorsun İpek, hep ondan oluyor bunlar” dedim
Hazırlandıktan sonra, hemşirenin gösterdiği odaya doğru ilerledim. Kapı aralıktı, çalmaya gerek kalmadı.
— Buyurun İpek Hanım, oturun lütfen.
— Daha fazla korkutmasanız mı doktor bey? Kaç günlük ömrüm kalmış söyleyin sorun yok kaldırabilirim? dedim dalga geçerek. Bir yandan da gülüyordum.
O ise ciddiyetle:
— İpek Hanım, maalesef sizinle gülmek isterdim. Ama bu pek mümkün değil gibi. Beyninizde küçük de olsa bir kitle var. Ameliyat olmanız gerekiyor. İlaç tedavisiyle süreci biraz erteleyebiliriz, ama dört ay içinde ameliyat olmanız şart. Aksi takdirde, ciddi baş ağrıları, bayılmalar, görme kaybı, mide bulantısı gibi şikâyetler başlayacak. Ayrıca, bu süreçte stresten ve üzüntüden kesinlikle uzak durmanız gerek. Bunlar hastalığı tetikleyebilir. Ameliyatınız kitlenin bulunduğu yer nedeniyle malesef riskli, ama alanında uzman doktorlarımız var. Erken davranırsanız şansınız yüksek.
Doktor anlatırken, çoğunu dinleyemedim bile.
Endişeyle sözünü kestim.
— Ameliyat olmak istemiyorum. Başka bir doktora da danışmak istiyorum. Belki ilaç tedavisiyle devam ederim.
— Siz bilirsiniz. Süreci yavaşlatacak ilaçlar yazıyorum. Aksatmadan kullanmanızı tavsiye ederim. Size en önemli tavsiyem ise kesinlikle stresten uzak durmanız yönünde.
İstem dışı bir kahkaha attım, sonra utanarak sustum. Şoku atlatmaya çalışıyordum. Doktorda durumumu göz önünde bulundurarak anlayışla karşılamıştı ki, bakışları değişmedi.
—Doktor Bey benim işim stres... Nasıl stresten uzak durayım?
— İpek Hanım durumunuz ciddi ve siz henüz bu ciddiyetin farkında değilsiniz. O yüzden de size tatil yapmanızı ya da bir süre sizi mutlu edecek şeylerle meşgul olmanızı tavsiye ederim.
— Peki doktor bey. Tavsiyenizi dikkate alacağım.
Reçeteyi alıp teşekkür ederek odadan çıktım. Bir karar vermem gerekiyordu. Ve bir tatilin bana iyi geleceğine inanmak istiyordum. Belki döndüğümde her şey değişecekti. Bence ben tatilde iyileşirdim bile. Kararımı vermiştim. Tatile gidiyordum.
Koridorda endişeyle beni bekleyen Gamze’yi gördüm.
— Gamze! Hemen Didim’de, denize sıfır bir otelde on günlük yer ayırt! Uçak biletini de al ve bilgileri bana gönder. Ben tatile çıkıyorum. Şirket batsa bile umurumda değil. Beni hiçbir şekilde rahatsız etmeyeceksiniz! Şirket telefonunu ve bilgisayarımı almıyorum, haberin olsun! Bu yaşanılanlarda aramızda kalıyor. Anneme vs haber uçurmak yok.