Ertesi sabah erkenden uyandım. Kendimi çok iyi hissediyordum. Telefonuma hiç bakmadığımı hatırladım. Maillerime bakmamak için kendimle savaşsam da sonunda başardım. İş düşünmeyecektim. Sadece kendimi düşünecektim.
Kahvaltıdan önce koşu yapmaya karar verdim. Koşu kıyafetlerimi giyip deniz kenarına çıktım. Spor salonlarını sevmem, onlar da beni sevmez zaten. Denizi izleyerek koşmak varken, cama bakıp varamadığım yerlere koşmak çok saçma geliyor bana.
Kulaklığımı taktım, hareketli parçalar açtım. Sesini yükseltip tempolu şekilde koşmaya başladım. Kendimce bir mesafe çizmiştim, deniz boyunca ileri geri 10 tur atacaktım. Bu da yaklaşık 20 dakika koşmak demekti. Bana yeterdi.
Beşinci turdan sonra yanıma su almadığımı fark ettim. Aynı tempoda kafeye ilerleyip bir su aldım. Masaya oturup suyu içerken... yine dün akşam gördüğüm adam karşımdaydı.
— Günaydın İpek, yine karşılaştık! Dedi.
— Günaydın, merhaba. dedim.
İsmini unuttuğumu fark ettim. Şimdi tekrar soramam da... Neyse, kaçmanın bir yolunu bulurum.
— Nasılsın? O güzel sesini bir daha ne zaman dinleriz?
— İyiyim ama pek sanmıyorum. Dinlemeyi seviyorum, söylemeyi değil. Neyse, kendinize iyi bakın, terim soğumadan koşuya devam etmeliyim dedim ve neredeyse kaçtım.
Hiç hoşlanmam yılışık erkeklerden. Bu adamda sevmediğim, beni huzursuz eden bir şeyler vardı. Onunla ilk tanıştığım andan beri bu durum böyleydi. Normalde kibarlıklarını önemserdim, hatta hafif gururum bile okşanırdı. Ama bu adamı hiç sevmedim.
Koşudan sonra odama çıkıp duş aldım. Giyinip kahvaltıya indim. Kendimi zinde hissediyordum. Ne demişler: Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. İpek usulüyle buradan iyileşip, evime sağlıklı bir İpek olarak dönecektim!
Kahvaltı sonrası oteli gezdim. Havuzlar, spa, hamam, cilt bakımı, kuaför... her şey vardı. Bugün denize gidip yüzecektim. Havuzda yüzmeyi sevmem, deniz kenarı güneşlenmek için en idealiydi. Sürekli çalışmaktan peynir gibi bembeyaz olmuştum. Biraz bronzlaşsam fena olmazdı.
Plaj çantamı hazırladım. Bikininin üstüne bir elbise, kremlerim, havlum, kitabım, kulaklığım, güneş gözlüğüm, şapkam...Hepsi tamamdı. Hazırdım!
Plaj kalabalıktı. Boş bulduğum bir yere havlumu serdim. Elbisemi çıkarıp kremimi sürmeye başladım. Önceliği, elimin ulaştığı yerlere verdim; ıstakoz gibi kızarmak istemiyordum. Tenim hassastı ve uzun zamandır güneş görmemişti.
Sırtıma krem sürmeye çalışırken, arkamdan bir ses duydum:
— Yardım etmemi ister misin?
Dönüp baktım, yanımdaki şezlongda oturan adam, dünden beri karşıma çıkan o adamdı bu. "Yok artık!" dedim içimden.
— Teşekkür ederim ama kendim hallederim. dedim.
Israr etmedi, buna sevindim. Çünkü buradaki şezlonglar sınırlıydı, rahatsız olsam bile başka yere kaçamazdım. O yüzden de otele dönmem gerekirdi.
Elimin ulaştığı yere kadar krem sürdüm, sonra denize doğru ilerledim. Uzun zamandır yüzmemiştim. Su harikaydı. Hava çok sıcak olmasına rağmen esinti vardı, su ise ılık ve dalgasızdı. Deyim yerindeyse, çarşaf gibiydi. Öyle iyi gelmişti ki, denizin içinde uyuyabilseydim uyurdum!
Yavaş yavaş yüzerken bir anda önümde büyük bir denizanası gördüm. Çığlık atarak yanımdaki kişiye sarıldım... Ve zavallının kafasını suya soktum! Kendime geldiğimde, kafasını suya soktuğum kişinin, yanımdaki şezlongda yanımda oturan adam olduğunu fark ettim. Hızlıca özür dileyip, denizanalarından kaçmak için şezlonga döndüm. Benden sonra o da geldi. Yerin dibine girsem azdı!
— Boğmadığına sevinmeli miyim? dedi gülerek.
— Gerçekten çok özür dilerim. Ben... denizanasını görünce korktum, o panikle...
— O panikle beni boğmak istedin yani? diye şakalaştı.
— Çok utanıyorum... dedim, kızarmış yüzümle.
— Tamam tamam, şaka yapıyorum!
Duraksadım. Gerçekten çok utanıyordum. İyi ki adamı boğmadım. Ama bu beni utandırması ve bundan zevk alması da hiç hoşuma gitmiyordu.
— Şey... dün tanışmıştık ama isminizi unuttum. İsminiz ne demiştiniz?
— Mete. Ama unutmana üzüldüm İpek. Ben senin adını hatırlıyorum.
İçimden "Hatırlamaz olaydın!" dedim.
— Tekrardan özür dilerim Mete. Gerçekten bilerek olmadı. Tamamen korku ve panikle oldu.
— Önemli değil. Ölümüm senin gibi güzel bir kızdan gelecekse razıyım!
— İltifatınız için teşekkürler... dedim ve gözlüklerimi takıp şezlonga uzandım.
Kafamı kitabıma gömdüm. Bu utanç verici durumdan kurtulmam lazımdı!
Mete bir süre bekledi. Ben konuşmayınca, sıkılıp denize gitti. Derin bir nefes aldım,
"Ohh be!"
Tam o sırada yanımdaki şezlongdan bir ses geldi:
— Merhaba. Acaba rahatsız mı ediyor sizi?
— Kim? Ne?
— Yanınızdaki adam. Gidince rahatlamış gibi göründünüz de...Sizi rahatsız mı ediyor.
Başımı çevirip baktım. Olamaz. Bu... Bu havaalanında çarpıştığım adamdı! Kalbim yine hızla çarpmaya başladı.
— Aaa, o mu? Yok, rahatsız etmedi. Ben sadece... ona karşı birazcık mahcup oldum.
— Beni hatırladınız mı? Havaalanında çarpışmıştık. Bu arada sormayı unuttum, bileğiniz nasıl?
— Hatırladım evet. Bileğim çok iyi. Sorduğunuz için teşekkür ederim. Krem çok iyi geldi.
— Sevindim. Tanışmayı unuttuk. Ben Gökhan.
— İpek. Memnun oldum.
— Bu otelde mi kalıyorsunuz?
— Evet, siz de mi?
— Evet, ben de buradayım.
İçimden "Bu bir işaret mi?" dedim. Ama emin olmadan bir şey söylemek istemedim. Sevgilisi olabilirdi. Ama...Ben bu adama fena halde çekiliyordum. Kendimi hiç böyle hissetmemiştim. Hayır unutmak istediğim geçmişimde hissetmiştim. Ama şu an o geçmişi düşünmeyecektim. Onun yanında inanılmaz bir huzur vardı.
O sırada susadığımı fark ettim. Hem de biraz uzaklaşmak istiyordum. İçecek almak için kafeye ilerledim. Mete’ye ayıp olmasın diye ve Gökhan'la da tanıştığımız için üç içecek alıp şezlonga geri döndüm.
— Kendime içecek alıyordum, sana da aldım. dedim Gökhan’a içeceği uzatırken.
— Teşekkür ederim. dedi.
— Afiyet olsun.
Tam o sırada Mete de geldi. İçeceklere baktı, sorar gözlerle:
— Özür için aldım. Kendime alırken sana da aldım. Afiyet olsun.
— Susamıştım, çok iyi geldi. Teşekkür ederim. Dedi bir yandan da içeceği yudumluyordu. Sonra devam etti gülerek. Bende denizde boğamadın, içecekle boğmaya çalışırsın diye düşünmüştüm! dedi.
— Ama yaa... Çok utanıyorum zaten. Lütfen! dedim kızararak.
— Tamam tamam, şaka yapıyorum. Kızarınca çok daha güzel oluyorsun.
Bana böyle deyince sinirden yüzüm kızarmaya başladı. Göz ucuyla da Gökhan’a baktım. Yanlış anlasın istemiyordum. Gökhan’ın yüzünde de hafif bir sinir ifadesi vardı.
En iyisi susup denize kaçmak! dedim ve suya girdim. Biraz kıyıda oyalandım. Denizin dibindeki taşları ve deniz kabuklarını inceledim. Topladıklarımı şezlonguma bıraktım. Sonra tekrar denize daldım. Yorulana kadar yüzdüm. Acıktığımı fark edip otele dönmeye karar verdim. Toparlanırken Gökhan seslendi:
— Gidiyor musun?
— Evet, yoruldum ve acıktım. Size iyi eğlenceler! dedim ve şimşek hızıyla yanlarından uzaklaştım. Mete'nin bakışlarını arkamda hissetsem de vedalaşmadan ayrıldım. Odaya geldiğimde kendimi doğrudan duşa attım. Suyu seviyorum. Aynaya baktım, burnum hemen kıpkırmızı olmuştu.
Hazırlanıp restorana indim. Kurt gibi acıkmıştım. Bir yandan gözlerim Gökhan'ı aradı, ama göremedim. Sevdiğim yemeklerden bir tabak hazırladım. Büyük bir iştahla yemeğime bakıyordum. Tam oturmuş kaşığımı ağzıma götürüyordum ki... Tabağıyla Mete masama oturdu! Lokmayı zor yuttum. Az daha boğuluyordum. Öksürmeye başladım. Su içip lokmayı yutmaya çalışıyordum. Anlaşıldı, aç kalacağım!