Büyük Anlaşmalar, Tutulmayacak Sözler

1246 Kelimeler
Karnımda ılık bir gölgenin boy gösterdiğini görünce dişlerimi sıktım ama yapabileceğim bir şey yoktu. Dakikalardır arabadaydık ve ben az önce bana yaptığı şeyin etkisinden kurtulmak için çabalıyordum. Sırtımı ona dönmüş, ıslak gözlerle dışarıyı izliyordum. Taşlı, kumlu, patika yollardan geçtik. Karanlıkta tabelası bile okunmayan yollara girdik ama nereye diye sormadım. Beni öldürüp bir köşeye atsa bile ne yapıyorsun demeyecek kadar vazgeçmiştim kendimden. Sırf böyle hissettirdiği için bile nefret ettim ondan. Öyle dalmıştım ki telefonun arabanın içine dolan titreşim sesi bile beni ürkütmeye yetmişti. "Konuştu mu?" diye sordu bomboş bir sesle. "Güzel." dedi kısa bir süre sonra. "Hemen halledelim ortak." Karşı tarafı dinledi ve neşeden uzak bir şekilde güldü. "Bırakın gitsin, patronu bizim mesajımızı beğenecek mi bakalım." Ağaçların arasında, ıssız bir yerde arabayı durdurdu. İnip birkaç adım attı, istifimi bile bozmadan öylece duruyordum. Sabır diler gibi başını iki yana salladığını gördüm. Dolaşıp kapımı açtığında akşam soğuğu tenimi yaktı ama tepki vermedim. "İn." diye emretti. Onu duymamış gibi davrandım. "İn." diye yineledi aynı tonda. "Yoksa ben indireceğim." Yüzüne hiç bakmadan indim arabadan. Onunla ne kadar az yüz göz olursam o kadar iyiydi. Etrafa bakındım, karanlık ve ıssızdı. Başka söylenecek hiçbir şey yoktu. Buraya getirmesinde mantıklı bir açıklama bulmaya çalışıyordum. Ağaçların arasında yürümeye başladığında yaprakların ölüm sesleri hışırdadı kulağımda. "Öldürecek misin beni?" diye sordum alaysı bir şekilde. "Fazla film izliyorsun." diye mırıldandı yürüdüğü yerde. Birkaç adım arkasında onu takip ediyordum. "Öyle mi? Az önce gördüklerim çok gerçekti oysa." Bir anda durduğunda sert gövdesine çarpacaktım neredeyse. Bir adım geri gittim. Karanlığın gizlediği yüzüyle baktı, baktı. Sanki o apaçık bir şey anlatıyormuş da ben anlamıyormuşum gibi hissettirdi. Bir şey demekten vazgeçmiş gibi arkasını döndü ve yine yürümeye devam etti. Elimle karnımı tutuyordum çünkü ben onunla ilgilenmedikçe bana kendini hatırlatmak ister gibi canımı yakıp duruyordu. Çok sürmeden bir kulübeye benzer bir yer gördüğümde zaten oraya gidiyor oluşumuzu yeni anladım. Savaş hiç öyle tesadüfen bulmuş gibi değildi, basbayağı başından beri oraya yürüyorduk. Ağaçlar yolu kapattığı için de arabayı geride bırakmak zorunda kalmıştık. Ahşap kapının kilidini açıp içeri girdi ve yerini bildiği ışığı açtı. Her hareketini izliyordum, buraya neden geldiğimizi bile bilmiyordum. Girmem için elini açtığında göz devirerek girdim. O bakınca elimi karnımdan çekiyordum. Zavallı kadın lafından sonra şimdi bir de bana acımasını kaldıramazdım. Çok soğuk sayılmazdı ama az ileriden gelen seslere bakılırsa yakınlarda göl vardı ve bu da esintiye neden oluyordu. Ahşap yapılı bu evin belli başlı yerlerinde tozlar birikmişti, belli ki çok sık gelmiyordu. Tedirgin bakışlarımı göz ardı etti. O açıklama yapmıyorsa ben de soru sormayacaktım. Eski ama zamanının en iyilerinden olduğu belli olan koltuğa geçip oturmadan önce yanmaya hazır şömineyi bir çakmakla yaktı. O oturduğunda ben de ona en uzak olan koltuğa geçip oturdum. Dışarıda sert bir rüzgar başlamıştı, ağaçların uğultusu içeriyi basıyordu. Rüzgar dolayısıyla elektrikler kesilince huzursuzca yerimde kıpırdandım ama şöminenin içeriye dalgalar halinde vuran turuncu ışığı zifiri karanlığı engelliyordu. Belki saatlerdir buradaydık ama tek bir kelime edilmemişti. Birbirimizi yok sayıyorduk. Dizlerimi kendime çekmiş, başımı da koltuğun sırtına yaslamış düşüncelere dalmıştım. Karnımın acısını biraz olsun unutturuyordu. "Uzan." dediğinde gözlerimi bir anda ona diktim. Yanıma ne zaman geldiğini bile anlamamıştım. "Pansuman yapacağız, uzan." dedi dümdüz bir sesle. Elinde sargı bezi ve birkaç ilaç vardı. "İstemem." dedim ama yapılmalıydı, geç bile kalmıştım. Beni duymamış gibi koltuğun yanına diz çöktü ve elindekileri kenara bıraktıktan sonra kendime çektiğim dizlerimi tek tek tutup düzledi. "İstemem demiştim." dedim uyarır tonda. Üzerimdeki büstiyeri sıyırmak için elini uzattı. Hiçbir şey umurunda değildi ve o isterse istediği şey yapılacaktı. Onu engellemedim ama açık bir izin vermedim. İlaçlardan birini alıp sıyırdığı karnıma yaklaştırdı. "Uzanmazsan canın daha çok yanacak." dedi yüzüme bakmadan. Usulca kalçamı kaydırdım ve yatar pozisyona geçtim. Kan bulaşmış olan sargıyı açtığında dudaklarımdan acıyla karışık bir inilti duyuldu. Elindeki cam şişeyi yaraya döktüğünde bu inilti büyüdü ve sırtım bir yay gibi gerildi. Refleks olarak tutunduğum koluna tırnaklarımı geçirdim, şikayet etmedi. Sargıyı özenle sardı ve büstiyeri tekrar indirdi. Olduğum yerden kalkmak acı verici olacağı için buna cesaret edemedim, ellerimi yüzüme kapatıp biraz beklemek istedim. Yanma hissinin yanına şömineden duyulan çıtırtı sesleri de eklenince kendimi uykunun kolları arasında buldum. Gözlerimi ne kadar süre sonra açtığımı bilmiyordum ama içerisi artık oldukça sıcaktı, saç diplerim terlemişti. Karanlık etkisini yavaş yavaş yitirdi ve turuncu ışık odayı gölgelendirdiğinde gözlerimi kıstım. Savaş arkasına yaslanmış, bacaklarını iki yanına genişçe açmıştı. Başı iyice gerideydi ama gözlerinin kapalı olduğunu görebiliyordum. Yerimde oturur pozisyon aldım onu izlemeye devam ederken. Üzerinde sadece deri ceketi vardı ve daha öncesinde içinde olan gömleği orada değildi. Yağ gibi parıldayan teni önü tamamen açık ceketin altına gizleniyordu. Elinde kristal bir bardak vardı ve içeriyi talan eden koku, Savaş'ın kendine has erkeksi kokusuyla viskisinin harmanlanmış haliydi. Sessiz hali bütün hallerinden daha tercih edilebilirdi. Böyle durduğunda kötü hiçbir yanı yok gibiydi ve ona bahşedilen güzelliği onu haddinden fazla gerçek dışı gösteriyordu. "Polisler," dediğinde kalbim bir anda ağzımda attı. Kol saatine bakmak için başını eğdi ve baktıktan hemen sonra tekrar arkaya bıraktı. "Tam şu an şehir dışına çıktığını öğrendiler." "A-anlamadım?" diyebildim. Sustu. Bir süre hiçbir şey söylemedi. Sonra başını kaldırıp içkisinden uzun bir yudum daha aldı ve bana döndü, gölgeli yüzünde binlerce ifade aynı anda gizlenmiş gibiydi. "Öncesinde seni evimde sakladığıma dair haber aldılar ve geldiklerinde boş bir ev ve açık unutulmuş bilgisayarda uçak biletlerinin araştırıldığını gördüler." Onu dikkat kesilerek dinlediğimde ekledi. "Şimdi de hava alanında bizim çoktan binip gittiğimiz, yetişemedikleri uçak için arama emri çıkartıyorlardır." "O yüzden beni apar topar çıkardın evden..." dedim anlayarak. Büyük bir başarı kabul edip tebrik eder gibi baktı bana. Ben köşeme çekilip aciz bir aptal gibi ağlarken Savaş bütün bunları planlamış ve beni apaçık polislerden kaçırmıştı. Ben ona onlarca hakaret yağdırıp gözünde daha da küçülürken benim için kendini de riske atarak bir şeyler düşünmüştü. Bu haliyle, bu sabah beni sakinleştirmek için kanatları altına alan Savaş oluvermişti gözümde. Ne diyeceğimi bilemesem de ona bakarken minnet doluydum, söylemek istediğim onlarca sözü dilime gömmek zorunda kaldım ama beni anlamalıydı. Belli belirsiz gülümsedim. Bunu anlamış gibi elini kaldırıp durdurdu beni. Gülümsemem yavaş yavaş soldu. Yaslandığı yerde doğrulup bardağı ortadaki masaya gürültüyle koydu. Dağınık, yoğun saçlarının arasından parmaklarını geçirip iyice dağıttı. Dirseklerini dizlerine koyup öne eğildiğinde kasları daha da şişkin göründü. "Bu bir iyilik değildi." dedi. Sesi bir anda karanlığın içinden gelen ayak seslerine dönüştü ve ürkütücü bir şekilde içimdeki duvarlara çarpıp yankılandı. "Seninle bir anlaşma yapacağız. Karşılığında polisin elindeki silah bir anda ortadan kaybolacak ve faili meçhul cinayetin dosyası rafa kalkacak." Kaşlarımı çattım, gözlerim yanmaya başlamıştı. "Madem bunu yapabiliyordun," diye fısıldadım bunu kendimde hak görmeye görmeye. "Neden günlerdir bu korkuyu bana yaşatıyorsun?" "Sana güvenmiyorum." dedi daha önce söyledikleriyle aynı tonda. Boğazıma bir yumru oturdu ama çenemi kaldırdım. "Böyle bir gayem olmadığını söylemiştim." dedim net bir şekilde. "Olacak." dedi uzatmadan. "Yoksa hapsi boylarsın." Duyduklarım beni dehşete düşürürken boğazıma oturan yumruyu yutkunarak itmeye çalıştım. Şaşırmıştım ama neden şaşırdığım beni daha çok şaşırtmıştı. Ufuklardaki Saye başını uzattı. Ne bekliyordun? "Ne istiyorsun?" dedim çatlamış sesimle. Masanın üzerinde duran alkol şişesini alıp umarsızca bardağına doldurdu. Bir kısmı masaya da döküldü ama umursamadı. Gözleri dakikalardır bana değmiyordu. Uzun bir nefes çekti içine. Ağzına büyük bir yudum alıp yanaklarını şişirdi ve yavaş yavaş yuttu, bardakta kalanı da yanan şömineye püskürttü. Şömine bir anda parladı ve ev yanıyormuş kadar aydınlanıp söndü. "Buradan çekip gideceksin." Gözleri hâlâ küçük yangının üzerindeydi. Düşünceleri onu zincire vurmuş gibiydi. Kelimeler ağzından zar zor çıkıyordu. "İstediğin bu mu?" dedim şaşırarak. Bu dediğini yapmak kolaydı ama bunu isteyecek kadar nefret ediyor oluşunu bir an için sindiremedim. Buruk bir tebessüm belirdi ince dudaklarımda. "Karşılığında istediğin bu mu?" dedim inanamayarak. Turunculaşmış gözleri birer ateş haresi gibiydi ve baktığı an cayır cayır yaktı. "Bu." dedi öldürücü bir hırıltıyla. "Seni hayatım boyunca bir kez daha görmeyeceğim."
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE