Prolog
Genç kız, annesinin koluna girerek kapıyı açarken kalabalık kafenin içindeki insanlara baktı öylesine. Annesini, yıllar sonra ilk kez geçmişiyle göreceği için heyecanlıydı.
Her zaman ölümcül bir virüsten kaçar gibi kaçtıkları geçmiş nihayet ayaklarına dolanmıştı. Karşısına çıkan ve yeni tanıştığı insanlar, annesinin geçmişine ait birer izdi ve Evren bu fırsatı kaçırmak istemiyordu.
"Hadi anne," koluna kenetlenmiş kolu çekeledi ve kapının ağzında durmaya devam eden Alarçin'i harekete geçirdi. "Bizi bekliyorlar."
"Tamam tamam, çekeleyip durma kolum kopacak şimdi."
"Ee sende durma put gibi. Hareket et."
Ela gözlerini kısıp sahte bir ciddiyetle kızına baktı Alarçin.
"Kız senin dilin baya uzadı ha! Sürfüle makasıyla keseyim istiyorsun herhalde?"
Evren'de ona ayak uydurarak çakma bir dehşetle baktı annesine. "Yok ben aile içi şiddetten FBI'a başvuracağım böyle olmuyor. Terziliği kötü emellerine kullanana anne diyerek haberlere çıkarsan sakın şaşırma."
"Annesine saydırdığı laflarla taş olan kız diye de seni yazacak haberler."
Anneye laf denilmez taş olursun taş, serzenişini kullanacağı anları beklemişti yıllarca Alarçin. Kendi annesinin kullandığı her cümleyi şimdi yavaş yavaş kızına kullanıyordu. Ve yaşı ne kadar geçerse geçsin, annesine olan özlemiyle pişmanlığı son bulmuyordu. Geçmişten kaçıyor ama anılardan kaçamıyordu. Çünkü o kesik görüntüler, toz bulutunun her bir zerresine yapışmış, silinmiyordu.
Kafenin kapısı arkalarından kapanırken Evren kalabalığın içinden el sallayan köşe masadaki arkadaşını gördü ve el sallayıp annesini peşinden çekerek onlara doğru ilerledi. Mesafe azaldıkça, Alarçin'in göğsündeki ağırlık basıncı arttırdı. Kalbi ezildikçe ezildi. Kaçmak istedi, kaçacak yeri kalmamıştı.
"Anne, arkadaşım Masal ve kardeşi Öykü. Kızlar bu da annem Alarçin."
"Merhaba!" İki kız ikişer saniyelik arayla ayağa kalktılar ve kolunu kızından kurtarmış olmasına rağmen kaçmak için adım atamayan kadına sarıldılar gülüşlerinden yayılan sıcak kanlılıkla.
"Merhaba kızlar. Nasılsınız?"
Sonunda kelimeleri bulduğunda ortaya dökülen bu cümle oldu. Ne yapacağını bilmiyordu.
"İyiyiz teşekkür ederiz, siz nasılsınız?"
"Bende iyiyim sağ olun."
Kızlar kendi aralarında muhabbete giriştiğinde gözleri istemsizce Nehir'i aradı. Tanıdık bir yüz. Koyu kıvırcık saçlar, hüzünlü gözler, neşeli gülümseme. İlk defa kendini geçmişe bu kadar muhtaç hissetti. Yanında oturan ve neşeyle arkadaşlarıyla konuşan kızına baktı birkaç saniye. Yorgunluk ve pişmanlık misafir oldu tebessümüne. Uçmaktansa, bir yere kök salmanın ne demek olduğunu bilmesi gerektiğini düşündü. Bencil hissetti. Kızını kendi çizdiği rotaya uydurmuştu ve o da buna sesini çıkarmadan boyun eğmişti.
"Sevgili misafirler," mikrofona çarpan ve mekana yayılan ipeksi sesle birlikte gözleri sahneye döndü. Nehir, kısa kesilmiş kıvırcık saçları ve üzerindeki yeşil tulum ile yaşından daha genç duruyordu. On yedi yıl, diye geçirdi içinden. On yedi yıl geçti aradan ve o küçük kız yaşadıklarını geri de bırakıp bir hayat kurdu kendine.
Bense on yedi yıldır onu unutamadım. On yedi yıl geçti gidişinin üzerinden ve hala kaçıyorum onsuzluktan. Hala kaçıyorum geçmişimden. On yedi yıl boyunca bir saniye olsun rahat nefes alamadım. Unutmak mı kolay yoksa gömmek mi?
"Bu akşam sizleri geçmişten ezgilerle buluşturacağım. Zaman geçiyor ama geçmiş asla terk etmiyor bizleri," Nehir gözleri, Alarçin'in gözleriyle buluştuğu anda gülümsemesini genişletti ve ekledi. "Geçmişten gelenlere selam olsun."
Geçmişte kalıp geleceğe gelemeyenlere hasretle...
"Takvimlerden haberin yok mu?" Sözler kalbine saplanıyor ok gibi ve dört odacığını kasvet boğuyor. Geçen yıllara inanamıyor. Aynaya her baktığında gördüğü yüz on yedi yıl öncekiyle aynıydı. Yıllar ona kötü davranmamıştı ama bunun nedeni en kötüsünü yaşamış olmasıydı. Düşman gecelerin karanlığında yuvarlandığı zamanlar geliyor gözünün önüne. Sanki o karanlığın içinde çırpınıyormuş gibi, kızı uyanmasın diye yuttuğu hıçkırıklarında boğuluyor. Nehir esas kısma geçtiğinde tüyleri ürperiyor.
"Hani nerede beklenenler..." Beklenen gelmedikçe, beklediği yıllar boynuna dolanıyor yağlı urgan gibi. Koparttığı takvim yapraklarını yakarken etekleri tutuşmuş gibi kül olmaya başlıyor.
Alkışlar yankılanırken kafenin içinde ayağa kalkıyor Alarçin. Sahneden inip tebrikleri kabul eden Nehir'e doğru yürürken yıllardır kilit altında tuttuğu düşünceleri serbest kalıyor. Karşı karşıya geldiklerinde tek kelime etmeden birbirlerine bakıyorlar. Araya girmiş onca toz bulutuna rağmen veda ettikleri gün gibi acılı bakışları. "Yürüyelim." Kafeden çıkıp yan yana yol boyu yürürken uzun bir süre susuyorlar. Bu sessizlik onları geçmişe, ilk karşılaştıkları ana götürüyor. Sokakta çarpışan iki ayrı hikaye birbirine dolanıp yıllar sonra yeniden karşılaşıyor. İkisi de acıyı en derinde yaşamış, hissetmiş ve şimdi büyüyüp anne olmuşlar.
"Zaman," diyor Nehir sonunda dayanamayıp. "Nasıl da akıp gitti değil mi?"
Çok ağırdı. On yedi yıl, on yedi asır gibiydi. Hiç geçmedi. Hep yerinde kaldı sanki. Akrep yelkovanı geçse saat bozulurdu. Takvim yapraklarını kopartamadım. Öyle ağırdı ki zaman içine sıkışıp kaldım. On yedi yıldır öyle çirkinim ki, zamandan utandım.
İçinden satır satır yalnızlık akarken diline vuramadı kelimeleri.
"Alarçin," Nehir sessizliği kadının ismiyle böldüğünde nihayet durdular. Gölün iki yakasını birleştiren köprünün üzerinde birbirlerine döndüler ve iki kadın da yaşların arasından buğulu gözlerle baktılar birbirlerine.
"Ali Poyraz gitti," dedi sonunda sesi titrerken. Parmaklarını dudaklarına örttü, yaşlar kirpiklerine takılıp yanaklarına damlarken yutkunmaya çalıştı. "Kimse bana güzelim demiyor. Artık güzel değilim. Olmayacağım. Bana güzelim dediğinde kalbim yer değiştirirdi, artık kalbim yerinden kımıldamıyor." Kollarını açtı, küçük kız çocukları gibi ağlayan kadına sarıldı ve başını omzuna yasladı. "Ben Ali'yi çok özledim Nehir. Kaç yaşına geldim hala yüzüme bir kez olsun sevgiyle bakmayan annemi özledim. Abilerimi, kuzenlerimi, dedemi özledim. Geçmişimi özledim. Sizi özledim. Yaşamayı özledim. Çok yoruldum, kaçmaktan uçmaktan yoruldum. Her şey iyiymiş gibi davranıp, geceleri sessizce ağlamaktan yoruldum. Evren üzülmesin diye gülümsemekten yoruldum. Ali'yi özlemekten yoruldum." Hıçkırıkları kadının omzuna çarpıyordu ve yaşları durmuyordu. Geçmişinin kolları arasında ağlarken hiçbir şeyi düşünemiyordu.
"Geçmişi geride bırakmak istedikçe yüreğime daha çok siniyor. Unutmak istiyorum ama unutursam bize ihanet edeceğimi hissediyorum. Hatırlamakta bir hastalıkmış meğer Nehir, ben Ali'yi şimdi anladım. O olmadan bütün her şeyi hatırlamak kahır gibi çöküyor ömrüme. Yıllar geçti diyorum, belki acım biraz geçer diyorum ama her kapı çalışında heyecanlanıyorum. O gelmiş gibi açıyorum kapıyı. Yolda ona benzeyen birini gördüğümde takip ederken buluyorum kendimi ama yüzünü döndüğünde her şey bitiyor. Beklemek bu kadar can yakabilir mi? Ben yıllardır cayır cayır yanıyorum. Gelmedikçe tükeniyorum. Neden gelmiyor? On yedi yıl geçti artık geri dönmesi gerekmez mi?"
"Belki de," diyor Nehir kadının sicim sicim akan yaşlarına hüzünle bakarken. 'Ölmüştür' demesinde korktu. Ölüm kelimesini Ali'nin yanına yerleştirecek olmasını dinleyemezdi. Yıllardır o sıfattan kaçtı, şimdi duyamazdı. Ali ölmemişti, bir sonbahar rüzgarına kapılıp gitmişti. "Geçmişinden kaçmaya devam ettiğin için bulamıyorsundur onu. Sen kaçtıkça mesafeler katlanıyordur. Artık kaçmaman gerekiyordur Alarçin. On yedi yıl boyunca yoktun. Hep gelecekle yüz göz oldun. Geçmişini, sadece Ali'yi değil, diğer yaşanmışlıkları, yakınlarını, zamanlarını... hepsini bıraktın. Sen gittikten sonra olanları hiç düşünmedin mi? Herkesi ardında bıraktın. Hiç düşünmedin mi gitmeseydin olacakları? Geçmişinden kaçacağına ona göğüs gerseydin belki bu kadar acı çekmeyecektin."
"Kaçmak bir çözümmüş gibi geldi. Ona ait anıların içinde o olmadan yaşamak... Abime baktığımda bile onu hatırlıyordum. Baba evimde bile o vardı Nehir. Attığım her adımda ikimizin izleri vardı. Yastıktaki izi bile gitmemişti. Büyüdüğü odanın içinde kapana kısılmış gidişini reddediyordum. Nasıl yaşayacağımı bilemedim, nefes alamadım." Başını iki yana sallarken geçmişe dönmüş, o acıları yeniden hatırlamıştı. Elinde kalan mektuplar ve günlükler, fotoğraflar, unuttuğu ve yeniden yaşadıkları anıların hatıraları ve Ali'nin ruhuna azap çektiren hayaleti... Kızını alıp kaçmak en doğru seçenekti ve yapmıştı da, gitmişti.
"Artık buradasın değil mi? Kızın kocaman olmuş, kızlarımız arkadaş olmuş. Gitme artık. Biraz burada kök sal. Artık kaçma."
Hak veriyordu Nehir'e ama kalmak gitmekten daha zor geliyordu o an için. Aylar sonra kavuşacağını bilmeden uçmak için gün sayıyordu gizlice ama bilseydi vuslata çok az kaldığını, olduğu yere çömer ve beklerdi o anı. Çünkü tam bu köprünün üzerinde geçmişi geri dönecekti. Yaşamak, uçmak ve kalmak. Alınması zor kararlardandı. Özellikle de kızının varlığı için. Onun için iyi olanı seçmek zorundaydı. Kalmak mı? Gitmek mi? Geçmiş mi? Gelecek mi?
İnsan nereye kadar kaçabilirdi ki? Dünya yuvarlak, sonu yok. En nihayetinde yine aynı noktaya geri dönecekti, bunun farkındaydı ama şu an için elinden bir şey gelmiyordu.
Evren, köprünün üzerinde ağlayarak konuşan kadınları izliyordu dakikalardır. Annesinin durmadan sarsılan omuzlarını gördükçe yıllardır hissetmesine rağmen dile getirmeye cesaret edemediği onca acıya canlı canlı tanık oluyordu ilk kez. Geceleri annesinin içine attığı hıçkırıklarına ve yanağına damlayan yaşlara tanık olmuştu ama uyanıp neden ağlıyorsun diye soramamıştı. İlk kez girdikleri bir sokağın ortasında yürümeyi bıraktığında ve uzaklara daldığında, neden durduğunu soramamıştı. Radyoda çalan bir şarkıyla sessizliğe büründüğünde, neden sustun diyememişti.
Çocukluğundan beri annesinin farkındaydı ama o daha fazla üzülmesin diye tek kelime edememişti bu konuda. Babasını özleyerek geçirdiği anlarda sustu. İlkokula başladığında, bisiklet sürmeyi öğrenmiş arkadaşlarını dinlediğinde, baba kız günleri yapanları gördüğünde, düştüğünde kaldıracak bir babaya sahip olamadığında, öldüğü için çok kızmıştı babasına. Annesine isyan edemedi üzülür diye, hiç görmediği babasına kızdı. Fotoğraflardan gülümseyen o yakışıklı adamdan, öldüğü için nefret etti. Annesini böyle büyük bir acıya maruz bıraktığı için nefret etti. Nice nefretler etti de, sevgisi koşulsuz aşkı silinemedi kalbinden. Keşkeleri uçamadı zihninden.
Şimdi annesini ilk defa acısını kusarken görüyordu. Geçmişiyle karşılaşmış ve duygularını daha fazla kendine saklayamamıştı. Sıkıntılı bir nefes döküldü dudaklarından temiz havaya. Başını kaldırdı, göğü süsleyen yıldızlara baktı dolu gözleriyle. Neden bizi yalnız bıraktın? Beni geç, beni hiç görmedin zaten. Ama anneme bunu nasıl yaptın? Neden gittin baba? Neden yeryüzünde bizimle olmak yerine, gökyüzünde bir seyyah olarak kalmayı tercih ettin? Sonra özlemle titredi yüreği. Hiç tanımadığı o adama duyduğu hasret yanaklarına sicim sicim aktı. Her şeyden habersiz yaşıyordu. Nice gidişleri ölü biliyordu. Uzaktan ona odaklanmış mavi gözlerden habersizdi. Evren, bu küçücük dünyada her şeyden habersiz yaşıyordu.
Ama her şeyi yeni başlıyordu. İlk defa kaçmayı değil, kalmayı isteyecekti. Bu yeni şehir hayatına çok farklı duyguları misafir edecekti, bundan habersizdi.