Yiğit uzayan toplantısı yüzünden Belçimle olan buluşmasını kaçırdığında ondan sonraki günlerde kızın gelmemesini darıldığı şeklinde yorumlamıştı başta. Sonra daha kötü bir umutsuzlukla kızın başına bir şey gelmiş olma ihtimali aklını kurcalamıştı. Yine de pes etmeyip sürekli sahildeki banka gelip durmuştu. Belki sınavları yüzünden çok yoğundu. Kızın son senesiydi. Üniversite sınavlarına hazırlanıyordu. Her akşam işten çıkıp eve gitmeden önce aynı bankta oturup saatlerce bekliyordu. Sonbahar güçlü bir şekilde bastırdığı için bazen yağmur yağıyor, o da arabanın içinde bekleyip bankı izliyordu. Bütün ihtimaller gözünde üzücüydü. Ondan kopmaya hazır değildi. Bazen işteyken aklına geliyordu Belçim. Aklının ona bir oyunu muydu yoksa o kız? Hiç var olmamış olabilir miydi? Böyle düşününce saçmaladığını kabul edip işine odaklanmaya çalışıyordu.
İşten çıkıp tükenmiş bir şekilde yine aynı banka doğru yürürken bir elinde ceketi öteki elinde kravatı sallanıyordu. Kızdan ayrı geçen günlerinde umutsuzluğu hat safhaya ulaşmıştı. Bu yüzden bankın yakınlarında aylak aylak yürürken ona doğru yaklaşan kızı görünce hayal gördüğünü sanmıştı. Bu Belçim miydi? Kızın yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Biraz daha yürüdükten sonra her zamanki banklarına oturmuş ve el sallayarak onu yanına çağırmıştı. Şaşkın şaşkın kızın yanına gidip banka oturduğunda “Sen gerçek misin?” diye sordu.
Belçim kocaman gülümserken “Benim tabi!” diye karşılık verdi. Zaten zayıfta daha da zayıflamıştı. Solgun gözüküyordu ama yine de yüzündeki gülümseme onu canlı gösteriyordu. “Başkasını mı bekliyordun yoksa?” diye soran kız adamın şaşkınlığını gayet iyi anlıyordu. On gündür banka uğramıyordu. Şiddetli bir soğuk algınlığına yakalanmıştı. Annesinin hiçbir formülü işe yaramamış günlerce yatak döşek yatmıştı. İğnelerle serumlarla nihayet düzelmiş ve annesinin tüm karşı koyuşlarını umursamayarak kendini yine sahildeki bu bankta bulmuştu.
Başını iki yana sallayıp “Hayır, seni bekliyordum,” diyen Yiğit kızın yüzünü en ince ayrıntısına kadar inceleyip “Ne oldu sana?” diye sordu.
Önemsiz bir şeyden bahseder gibi elini havada sallayan kız “Basit bir soğuk algınlığı…” dedi.
“Basit mi? Kaç kilo verdin bu basit soğuk algınlığında?”
Yine gülümseyerek üzerine bakan kız dudaklarını büzüp “Biraz,” diye cevap verdi.
Yiğit kıza kaşlarını çatarak baktı uzun uzun. Hala gelmiş olduğuna inanamıyordu. Sanki sonsuza dek terk edilmiş gibi hissetmişti. Geri döndüğünde ona kızmak hakkıymış gibi “Bir daha hasta olmayacaksınız küçük hanım,” dedi. Bu tepki Belçim’i tuhaf olsa da mutlu etmişti. Omuz silkerek yerinden kalktı ve bir simit alıp kuşlara atmaya başladı. Kuşlara yem attıktan sonra tekrardan banka döndüğünde adamı da aynı yerde buldu. Çantasını kucağına alıp yerine geçtikten sonra sessizce kuşları izlemişlerdi. Bazen hayatınızın küçücük bir anında gerçekleşen olayların heyecanı ömrünüzün geri kalanındaki hiçbir heyecanla kıyaslanamayacak kadar karşı konulmaz oluyordu. Sokaktan geçen yakışıklı bir genci tekrar görmek istemek gibi… Belçim için de bu genç adam her zaman rastlamak istediği tatlı tesadüf oluvermişti o anda. Tüm yollar Yiğit’e çıksın istiyordu. Hasta olduğundan onun tarafından azarlanmak… Buna her daim katlanabilirdi. Adamın onu düşünmesi için her gün hasta bile olabilirdi! ‘Delirme,’ diye düşündü sonra. Günler sonra onu gördüğü için mutluluktan aklını yitirecekti. Bir süre daha sessiz sessiz denizi izledikten sonra adamdan yayılan parfümün kokusu Belçim’i delirtmeye başlayınca konuşup en azından aklındaki saçma düşüncelerden kurtulmaya çalıştı.
“Günlerin nasıl geçiyor?” diye sordu.
Adam o kadar uzaklara dalmıştı ki soru üzerine hiç düşünmeden aniden “Sensiz,” diye cevap verince kız başını hızla ona döndürmüştü. Gözlerini sımsıkı yumup tekrar açtığında ona gülümseyerek bakan kızın güzel yüzüyle karşılaştı.
“Yani sıkıcı demek istedim.”
“Günlerin bensiz ve sıkıcı yani…”
Pes edip kocaman gülümseyen Yiğit nihayet biraz olsun rahatlamaya başlamıştı. Kız buradaydı. Yanındaydı. Bir yere gitmiyordu. Kimse gitmekten bahsetmediğine göre rahatlayabilirdi. İçini çekip “Hiç unutturmayacaksın değil mi?” diye sordu. Bir kere açık vermişti.
Belçim sinsi sinsi sırıtıp başını iki yana salladı ve “Asla,” diye cevap verdi. Yiğit de kızın burnunun ucuna vurup “Asla, asla deme,” diye karşılık verdi. Sonra toparlamak için “Çok iyi bir dinleyicisin, o yüzden öyle dedim,” diye de ekledi.
Belçim “Bu kadar mı yani? Hem ne konuştuk ki?” diye sorduğunda sesindeki şaşkınlığı ve hayal kırıklığını gizleyememişti.
Genç adam parlayan gözlerini ona diktiğinde “Günlerdin ne konuştuk o zaman?” diye sorunca sustu. Kızla oynamak hoşuna gitmişti. Günlerdir ondan haber alamamak Yiğit’i yeterince germişti. Şimdi biraz Belçim’in gerilmesi gerekiyordu. Cezası buydu.
Fakat Belçim bu oyunu hızlıca fark edip “Sen de Tekin gibisin, işiniz gücünüz beni sinirden çatlatmak,” deyince adamın kaşları aniden çatıldı. Tekin kimdi?
“O kim?”
“Kim olacak? Baş belası erkek kardeşim!”
Neredeyse sesli bir şekilde “Oh,” çeken Yiğit bunu da kızın fark ettiğini görüp umursamazca kıza baktı. Belçim adamın üzerine gitmeyip başından geçenleri anlatmaya başladığında Yiğit keyifle arkasına yaslanıp onu dinlemeye başladı.
“Tiyatro seçmelerine katıldım!”
Yiğit onu sahnede düşününce izleyicilere üzüldü. Bu güzelliği izlerken oyuna odaklanabilecekler miydi?
“Senin adına sevindim, böyle bir ilgin var mıydı?” diye sorup kızı anlatmaya teşvik etti.
Belçim heyecanla başını sallayıp “Çocukluğumdan beri tiyatrocu olmak istiyorum ama babam inatla mimar olmam konusunda ısrar ediyor, ablam olmadı. Tekin’in de olacağı yok. Ancak ben mimar olabilirmişim ve böylece baba mesleği şeklinde yürürmüş. Hem geçinmek için iyi bir gelirim olmalıymış. Tiyatroculuk yaparak mimarlık yaparken kazanılan parayı kazanamazmışım…” diye anlatmaya devam etti.
Yiğit kaşlarını kaldırarak “Yani bu seçmelerden evdekilerin haberi yok,” diyerek kızın anlattıklarını teyit etmek istedi.
Omuz silken genç kız “Bir tek sen ve en yakın arkadaşım Büşra biliyor,” diye mırıldandı.
“Sonuçlar açıklandı mı peki? Seçildin mi?” diye soran Yiğit kızın yüzündeki ifadeden bile daha sonuçların açıklanmadığını biliyordu.
“Bu ayın sonunda açıklanacak.”
“Seçilirsen ne olacak peki?”
“Mimar Sinan Üniversitesi seçmelerine katılabilmek için hak kazanmış olacağım ve o seçmelerde oynayacağım bir oyunum olacak.”
Yiğit kıza gülümseyerek “Seni sahnede görmek isterdim,” dedi. Sonra da “Eminim seçilmişsindir,” diye de ekledi.
Günler önce Belçim Yiğit’in ağzından çıkan cümlelerle ona cevap verdi. “Keşke ağzından çıktığı kadar kolay olsa…”
Göndermeye gülümseyen Yiğit onun kaygılı yüzüne bakıp ne kadar masum olduğunu düşündü. Belçim yemyeşil bir çam ağacının dalındaki bir kar tanesi kadar masalsı ve masumdu. Onu rahatlatmak için “Kendinden başka herkese inanıyorsun, sıra sana gelince neden bu kadar acımasız oluyorsun?” diye sordu. Amacı rahatlatmakken derin bir noktaya parmak bastığının farkında değildi. Belçim uzun uzun düşündükten sonra adama bakıp “Bunun cevabını sen verebilir misin?” diye soruya soruyla karşılık verdi.
Yiğit ellerini havaya kaldırarak “Tamam, teslim oluyorum!” dediğinde birkaç saniye birbirlerine bakıp kahkaha krizine girdiler. O kadar birbirlerine benziyorlardı ki… Birinin yapamadığını öteki de yapamıyordu. Bazen de birbirlerini tamamlıyorlardı. Kısacık tanışıklık süreçlerinde birbirlerinden kopamaz hale gelmelerinin tek sebebi de buydu.
*
07.30
Belçim yatağında gözlerini araladığında aşağı katta yankılanan halasının sesini duydu. Eniştesini işe uğurluyordu. Az sonra kendi odasına da gelip sabah kontrolünü yapacaktı. Gözlerini sıkıca kapatıp uyuyor numarası yapmaya başladı. Tahmin ettiği gibi bir iki dakika geçmeden odasının kapısı sessizce açıldı ve başucuna kadar yaklaşan adım seslerini duydu. Başucundaki metalik bir ses ilaçların geldiğini duyuruyordu. Belçim arkası dönük ve gözlerini sımsıkı kapalı olduğu için halasının şimdi ne yaptığını bilmiyordu ama bir an sonra merakı dindi. Halasının sıcak elini saçlarında hissetti. Halası saçlarını biraz okşadı ve ardından odasından çıktı. Belçim kapının kapanma sesini duyduktan sonra yatağında hızla doğruldu. İlaçlarını klozete atıp yine defalarca sifonu çekti ve hazırlanmaya başladı. Bir plan yapmalıydı. Halasının tüm dikkati ondayken gün ortasında evden habersiz çıkamazdı.
08.45
Odasından çıkıp halasının yanına gitti. Ufak kol çantasının içine ihtiyaç duyacağı şeyleri ve bir miktar parayı koymuştu, çıkmadan önce çantasını almayı unutmamayı diledi. Önce kahvaltı faslını atlatmalıydı. Fatma teyzeden halasının kahvaltıyı bahçede yapmak istediğini öğrendi. Yaz aylarında villanın bahçesi eşsiz bir ferahlığa sahip olurdu. Bugün bir değişiklik yapıp eniştesi Meriç’i de işe götürmüştü. Halası ile baş başa kahvaltı yaparken onu oyalayacak bir Meriç’in de olmayacak olmasının işini ne kadar zorlaştırabileceğini hesaplamaya çalışıyordu ya da kolaylaştıracağını.
09. 20
Belçim kütüphanede zaman geçiriyormuş gibi yapıp halasının gözünü boyamaya çalışıyordu. Halası da tam yanındaki koltukta kitap okuyordu. Belli ki bugün peşini bırakmaya niyeti yoktu.
11. 00
Artık halasını atlatamayacağını anlayınca harekete geçmenin zamanı olduğuna karar verdi. Çünkü çalışanlar için öğle arası gelmek üzereydi. Geç kalırsa Yiğit geri dönebilirdi. Onu beklemeyebilirdi.
“Hala?”
Sevim Hanım oğlu gibi yeşil olan gözlerini Belçim’e çevirdi. Bugün ortadan ayırdığı bal rengi saçlarını arkaya atıp “Evet, canım?” diye yanıtladı genç kızı. Halasının ne kadar genç gözüktüğünü düşündü bir an. Sonra tekrar kendi düşüncelerine odaklandı.
“Canım sıkıldı. Dün akşam Meriç beni gezdirdiğinde rahatladığımı hissetmiştim. Acaba yine dışarı çıkabilir miyim?”
Böyle küçük bir çocuk gibi izin alıyor oluşu kendisini rahatsız etse de halası ile sorun yaşamamak adına kendini tutuyordu. Kadının saçları gibi bal rengi olan kaşları hoşnutsuzlukla çatıldı ve gözleri izin vermeyeceğini belirtircesine parladı. Belçim halası konuşmaya başlamadan devam etti.
“Az ilerideki parka gideceğim. Çocukları izlemek çok hoşuma gidiyor. Yalnız kalmak da öyle.” Belçim cümlesini bitirince masumca gülümseyerek tekrardan halasının tepkilerini izledi.
Sevim Hanım şimdiye dek Belçim’i dışarı yalnız başına yollamamıştı. İlaçlarının yan etkisi çoktu. Başına bir şey gelmesini istemiyordu. Yeğenini kendi evladı gibi seviyordu. Korkusu sadece ilaçların yan etkisinden kaynaklı da değildi. Dışarıda tanıdık birileri ile karşılaşma ihtimali onu öldürüyordu. Belçim’in yetiştiği ortamdan yeterli uzakta oturuyor olsalar da dünya küçük bir yerdi. Ama kızın yalvaran bakışlarını görüp de isteğini geri çevirmek içinden gelmiyordu. Kararsız kalmıştı. ‘Biraz dolaşmasından ne zarar gelebilir ki? Hem ne kadar uzaklaşabilir?’ diye düşündü.
Belçim halasının kendi içinde karar verme aşamasına girdiğini gözlemlediğinde içinden üçe kadar saydı. Halası onu kıramazdı. Yüzündeki değişimler de doğru yolda olduğunu ve zaferin yakın olduğunu gösteriyordu.
‘Bir, iki ve üç!’
“Tamam, o zaman. Ama uzaklaşmak yok. Sakın bak! Erken dönmezsen gelip kontrol etmek zorunda kalırım.”
“Hiç merak etme, biraz oturup gelirim…”
Halası onu defalarca uyardıktan sonra yanına aldığı çantasının içine de cep telefonunu sıkıştırdı.
“Telefonunu aldın mı Belçim?” diye soran halasına gülümseyerek başını salladı.
Telefon kullanmaya da alışması gerekiyordu. Çünkü bundan sonra bu dışarı çıkma isteği artacaktı. Israrları işe yaramadığında önüne geçen fırsatları değerlendirmeyi göze alabilirdi.
12. 00
Belçim nihayet Yiğit ile karşılaştıkları bankı bulabilmişti. Kafası karışıkken hangi yollardan gelip burayı bulduğunu unutmuş olması onu bayağı uğraştırmıştı. Başını kaldırınca Yiğit’in o gün ona gösterdiği kafeyi ve önünde onu bekleyen uzun boylu yakışıklı adamı gördü. Gülümseyerek ona doğru yürümeye başladığında Yiğit de başını kaldırıp onu görünce gülümsemesi daha da büyüdü. Adımlarını heyecanla hızlandırdı.
*
Belçim “Dediğim gibi halam lafa tuttu. Geç kalmak istememiştim,” diyerek üzüntüsünü binlerce kez dile getirmişti. Ağzına dondurmalı pastasından bir lokma daha atıp bakışlarını Yiğit’e sabitledi. Takım elbisesinin içindeki fit vücudundan gözlerini alamıyordu zaten. Sonra hafif bronz teni, sert ve geniş hatlı çenesi, ılımlı bakışlarının sahibi grimsi yeşil gözleri ve incelenmenin getirdiği utangaçlığı saklamak adına alayla kalkmış olan kaşları. Gür, kahverengi saçlarına değinmedi bile Belçim.
Yiğit “Bitti mi?” diyerek kocaman gülümsedi. Kızın kendisini beğeniyle süzmesi egosuna iyi gelmişti.
Belçim bir anda afallayarak adama baktı. Ne demek istediğini anlamamıştı. “Efendim?”
“Beni incelemen bitti mi diyorum?”
Belçim utanması gerektiği yerde yaptığını kabul edip başını salladı. Gülümseyerek konuşmaya başladı. “Uzun zaman oldu. Değişip değişmediğini kontrol ediyordum.”
“Kalite kontrol diyorsun yani?” Belçim Yiğit’in bu söylediğine uzun uzun güldü. Onun yanında kendini fazlasıyla rahat hissediyordu. Atlatamadığı (!) hafıza kaybı nedeniyle gülmeyi de unutmuştu herhalde. Bunu da tekrardan Yiğit’in yanında öğreniyordu.
“Halanla durumlar nasıl?”
Belçim’in suratı bir anda düştü. Yiğit bunu fark ettiği gibi devam etti. “Eğer seni rahatsız ediyorsa başka bir şeyden de konuşabiliriz.”
“Hayır, hayır. Her şey normal. Dün gece Meriç’le dışarı falan çıktık.”
Belçim en doğal haliyle içinde bulunduğu durumu hesapsızca anlatırken birden dün gece Yiğit ile karşılaşmış oldukları gerçeği aklına geldi. Her ne kadar ilaçları içmiyor olsa da etkisinden çıkabilmiş değildi demek ki. Hala tutukluk yaşıyordu. İlaçların böyle bir etkisinin olduğunu üç ay önce öğrenmişti aslında ama ilaçları kafasına göre bırakmayı göze alamamıştı. Şimdiyse ne denli doğru karar verdiğini görüyordu. Yiğit ise Belçim’in birden durgunlaşmasını yanlış yorumlamıştı. “Zorla mı dışarı çıktın yoksa? Meriç yine mi zorladı seni?” Belçim şaşkınca ona bakmaya başladı. ‘Yine mi derken?’ Fakat bozuntuya vermeden ona ayak uydurmaya başladı.
“Yani, kısmen diyebiliriz.”
Yiğit kaşlarını çattı. “Bu ne demek oluyor? Dün gece sana sarılıyordu üstelik.” Yiğit ipin ucunu fazla kaçırdığının farkındaydı ama umurunda değildi. O adamın Belçim’e sarılacak kadar yakınlaşması ve Belçim’in ne tür zorlama altında olduğunu bilmemesi birden onu sinirlendirmişti. Fakat onu sakinleştirmek için Belçim’in masasının üstünde yumruk halini almış elini tutacağını beklemiyordu. Kızın ufak eli bronz tenli elinin üstünde beyaz bir tüy gibi duruyordu. Sıcak eli sinirden buz tutmuş elini hemen ısıtmıştı. Kızın eliyle içi içe geçmiş olan eline bakıp içindeki heyecanın tüm benliğine yayılmasına müsaade etti.
“Sakin ol. Gereksiz yakınlaşmalara giriyor böyle kendince. Ama ben onu bertaraf etmeyi biliyorum.”
Şimdi de kendisini ikna mı etmeye çalışıyordu? Ah! Bu kızın her şeyini seviyordu. Bir anda kendini sakinleştirebilmesini, açıklama yaparken huyuna gitmeye çalışması, hareketleri ve üstündeki bu anlaşılmaz değişimi. Her şeyi! ‘Hop! Abartma oğlum! Fazlası zarar.’
Yiğit kibarca gülümseyerek elini çekti. Belçim ne zaman Yiğit’e doğru eğildiğini, ne zaman onun elini tuttuğunu bile bilmiyordu. Yiğit’in sinirle çatılmış kaşlarını görünce yapması gerekenin bu olduğunu düşünmüştü. Gerisini düşünmeden yaptığı tüm bu hareketler sanki tanıdıktı. ‘Ne sankisi! Elini daha önce de tutmuş olmam lazım! Bu hissi biliyor olmam lazım!’
Belçim adamı denemek için “Elini tuttuğumda utandın mı sen? Sanki ilk kez tutuyormuşum gibi!” diye sordu ve kaygılı dolu bir kahkaha patlattı. Yiğit’i konuşturmak için elinden gelen en iyi performansı sergilemeye çalışıyordu.
“Senin gibi güzel bir kızın tekrardan benim elimi tutuyor oluşu kalp atışlarıma yan etki yaptı. Alışkın değil bünye.” Yiğit Belçim’in gülüşüne eşlik ederken kızın iltifatı karşısında yanaklarının kızarmasını zevkle izledi.
“Fakat sen de hala alışamamışsın iltifatlara. Görüşemediğimiz dönemlerde yerimi dolduracak bir hayranın olmadı mı?”
Belçim artık ateş gibi yanıyordu. Bu adam eskiden de böyle iltifat ediyorduysa ve kendisi de şimdiki gibi kızarıyorduysa defalarca rezil olmuş olmalıydı! Çok şükür hafıza kaybının böyle güzel yanları vardı. Utanç hissini de unutmuştu.
Belçim Yiğit ile konuşmaya o kadar dalmıştı ki öğle arasının geçip gittiğini fark etmedi bile. Halasının arama ihtimaline karşın masaya koyduğu cep telefonundan saate baktığında şaşkınlığını gizleyemedi bu yüzden.
“Öğle arası bitmiş!”
Yiğit yüzünde sinsi bir gülümseme ile bütün gün izinli olduğunu söylediğinde Belçim onun adına rahatlamıştı. Ama kedisi için böyle bir şey söz konusu değildi.
“Senin de halan aramadığına göre sen de izinlisin demektir.”
Genç adam Belçim ile konuşurken bir yandan da eliyle garsonu çağırmıştı. “Kalkalım mı? Yediklerimizi eritmek için çok güzel bir yöntem biliyorum.”
“Öyle mi? Nedir o?” diyerek ayaklandı Belçim de, çantasını ve masanın üzerinde duran telefonunu aldı. Yiğit hesabı öderken onu izledi.
Garson gidince Belçim’i cevapladı. “Yürümek tabi ki!”