Bölüm 4

2053 Kelimeler
Belçim o gün okuldan yine erken çıkmıştı. Son iki dersi boştu. Koşturarak tiyatro seçmelerine katılmaya gitmişti. Çantasına sıkıştırdığı rahat kıyafetlerini umumi bir tuvalette değiştirip seçmelerin yapılacağı okula kadar koşmuştu. Okulun merdivenlerini tırmanırken kan ter içindeydi. Sırasının gelmediğini öğrenince bir köşeye çöküp nefesini düzenlemeye çalıştı. Alnındaki terleri tişörtünün koluna sildi. Kalbi kulaklarında atıyordu sanki. Bir süre öylece oturup sakinleştikten sonra açık kapıdan sahnesini sergileyenleri izledi. Herkes inanılmaz yetenekliydi, herkesin arzusu sahneden fışkırıyordu. Belçim bu insanların arasından nasıl sıyrılacağını bilmiyordu. Birkaç gün önce Büşra onlara gelmiş ve bol bol pratik yapmışlardı anne babasına çaktırmadan. Kimse bu seçmelere katılacağını bilmiyordu. Heyecanla sırasının gelmesini beklerken volta atıyordu. Etrafındaki insanlar yavaşça azalınca sıranın ona yaklaştığını fark edip daha da gerildi. Derin nefesler alarak sakin kalmaya çalıştı. Adı seslenince başını kapının önündeki kıza çevirdi. “Belçim Korhan!” Kalbi yine kulaklarında atmaya başladı. Sahneye geçtiğinde jüri ona bir kart seçtirdi. Kartındaki rol sevdiği adamın arkasından ağlayan dağılmış bir kadını canlandırmaktı. “Üç dakikanız var,” diyen jüri üyelerine bakmadan karta birkaç dakika daha baktı. O üç dakika kimi zaman geçmek bilmezdi, bazı üç dakikalar üç yıl üç yüzyıl kadar uzun olabilirdi. Kimi üç dakikalar ise işte böyle yalnızca üç nefeslik saniyelerden ibaretmiş gibi kısa sürer, tükenirdi. “Sahne!” diyen birinin sesini duyduğunda elindeki kartı bir köşeye fırlatıp tüm bedenini aniden yere fırlatıp avucunu bir şeyi avuçlayacakmış gibi parkelere vurdu. Çıkan sesle boğazından bir hıçkırık tırmandı. “Hayır!” diye haykırıp yüzünü iki yana sallamaya başladı. “Hayır, hayır, hayır…” diye haykırışlarını sürdürürken iki eliyle yeri yumrukluyordu. Yüzünden süzülmeye başlayan sahte gözyaşları rolüne eşlik ederken yürekleri dağlayan bir sesle “Geri dön!” diye bağırdı. “Ben seni çok sevdim… Böyle bitemez! Böyle bitemez!” Dizlerinin üzerinde doğrulup ellerini jüriye uzatarak “Ne olur geri dön! Beni bırakma! Beni böyle bırakma… Dayanamam!” diye haykırdı. Terden alnına yapışan kâkülleri, yüzünden süzülen yaşlar ve kızarmış dudaklarıyla dağılmış gözüküyordu. Sanki kimsenin geri dönmeyeceğini anlamış gibi yine yerine çöktüğünde yüzünü yere eğip omuzlarını titreterek ağlamaya devam etti. “Kestik!” sesini duyduğunda normal bir yüz ifadesiyle başını kaldırıp boğazını temizleyerek ayaklandı. Salondan çıkarken arkasındaki fısıltıları duymak için can atıyordu ama sonuçların açıklanması için bir ay beklemesi gerekiyordu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne girebilmek için bir süre bu kadroyla çalışması ve en azından öteki seçmelerden geçebilmesi için hazırlanmış bir senaryosunun olması lazımdı. Evdekilere fark ettirmeden sınavları haricinde buna nasıl çalışacağını bilmiyordu. Belçim’in tek bildiği tiyatro okumak istediğiydi. Belki kazanırsa babası önünde duramazdı. Ya da ikisini birden okumanın bir yolunu bulurdu. Çantasını alıp okuldan çıkmadan önce sonuçların mail adreslerine yollanacağını öğrenip okuldan ayrıldı. Saatine baktığında Yiğit’in gelmiş olabileceğini düşünüp seri adımlarla otobüs durağına gitti. İnanılmaz bir trafik vardı. Gideceği yere yürümek yarım saatini alırdı. Yarım saat içinde otobüs gelecek gibi gözükmüyordu. Trafik akmıyordu. Çantasını sırtına geçirip ellerini de çantasının saplarına sabitleyerek önce seri adımlarla yürümeye başladı. Isınınca koşar adımlara geçti. İçindeki kaygıyla yolu arşınlarken seçilip seçilmeyeceği konusu beyninde dönüp duruyordu. Bir an önce banka ulaşıp her şeyi Yiğit’e anlatmaya ihtiyacı vardı. Jürinin kendisine tanıdığı üç dakika saniyeler içinde geçmişken yürümesi gereken yarım saatlik yol bir türlü geçmek bilmiyordu. İş ve okul çıkış saati olduğu için trafik sıkışmıştı, yollarda insan seli vardı. Herkes bir an önce evinin yolunu bulabilmek için çırpınıyordu. Yüzler yorgun, sözler öfkeliydi… Korna sesleri, trafik ışıkları, sokak lambaları… İstanbul tam bir cümbüştü. Bir saatte banka ulaştığında üzerine ceketini geçirdi. Yine sırılsıklam olmuştu. Bu gidişle hasta olacaktı. Yiğit’i beklerken köşedeki fırından börek ve çay almıştı. Sabahtan beri ağzına tek bir lokma bile girmemişti. Heyecandan yemek yemeyi unutmuştu. Bu sıklıkla başına geldiğinden zayıftı fakat her yere yürüdüğünden kasları güçlüydü. Cılız gözükmek yerine fit gözüküyordu. İştahla böreğini yerken bir yandan da üfleyerek çayını içmeye çalışıyordu. Börekle çay bitmişti, üzerine bir şişe su içmişti fakat Yiğit hala yoktu. Dayanamayıp bir çikolata bile gömmüştü lakin adamdan ses seda yoktu. Sahil boyu bir tur atmış, yorgunluktan bitap düşen bacaklarına inat yürüdüğü yolu geri dönüp tekrar banka ulaşmıştı yine de Yiğit’in gelmemiş olduğunu görünce omuzlarını düşürerek yine banka çöktü. Deli gibi yorgundu, biraz Yiğitle konuşmak istiyordu ama adam gelmedikçe karamsarlığa sürüklendi. Niye gelmemişti? Bir şey mi olmuştu? İşi mi uzamıştı? Ya o gittikten sonra adam gelirse? Ayıp olmaz mıydı? Hava kararmış, rüzgâr şiddetini arttırarak esmeye başlamıştı. Ceketi yetersiz geldiği için içi titriyordu. Daha fazla beklemenin gereksiz olduğunu düşünüp ayağa kalktı. Yorgun adımlarla yürümeye başladığında her adımda bir arkasını dönüp banka bakıyordu. Defalarca dönmesine rağmen Yiğit’in gelmediğini görünce içini çekerek uzaklaşmaya başladı. Demek ki gelmeyecekti. Bu sefer de aklını meşgul eden başka sorular oluştu. Ya bir daha hiç gelmezse? Ya ondan sıkıldıysa? Belçim bu fikirden nefret etti. Etiyle kemiğiyle titrerken bir de böyle düşününce kendini daha beter yorgun hissetti. Eve ulaştığında annesi anahtarla içeri girmesini bekleyemeyerek kapıyı açmış ve onun solgun yüzünü görünce sesli bir şekilde içini çekmişti. “Hasta oldun! Kesin hasta oldun!” diyerek onu içeri çeken annesinin kollarına sığında ve sessizce ağlamaya başladı. Annesi onun sıcak gözyaşlarını silip “Ağlama anneciğim, ben seni hemen iyileştiririm. Biraz bal biraz zencefil bir bardak nane limon, hiçbir şeyin kalmayacak,” deyip çekiştirdi. Ateşine bakıp “Önce ılık bir duş alman lazım bebeğim,” diyerek kızını banyoya yönlendirdi. Belçim’in gerçekten ılık bir duşa ihtiyacı vardı. Defalarca terlemiş ve teri hep üstünde kurumuştu. Stresli bir günün ardından yaşadığı terk edilmişlik hissi ona ağır gelmişti. Duşun altında da bir süre ağlayıp duştan çıkmış ve yumuşak bir pijama takımı giyerek yatağına girmişti. Annesi onu bir bebek gibi besleyip nane limon içirmiş ardından da ballı zencefille ciğerine kadar her yerini yakmıştı. Tüm bu özel alaka yine de gece uyurken ateşinin çıkmasını ve sağlam bir şekilde hasta olmasının önüne geçememişti. Günlerce hasta yatağında yatarken derslerinden geri kalmamak için babası her gün hocalarıyla görüşmüş ve gereken testleri ona ulaştırmıştı. Hasta olduğu için dışarı çıkmasına izin verilmediğinden banka da gidememişti. Öylece iyileşmeyi beklemekten başka çaresi kalmadığını kabullenince sadece ders çalışıp, yemek yiyerek ve uyuyarak günlerini geçirmişti. Bir de okuldan dönünce ona sataşıp duran erkek kardeşiyle kavga etmek rutini haline gelmişti. “Anne bu kızın hep böyle yatacak mı?” diyen kardeşi kapı aralığından ona bakarak sinsi sinsi sırıtmıştı. “Bana bulaşma Tekin!” “Anne kızına söyle karpuz yata yata büyür!” Kısık sesi yüzünden bağıramıyordu yine de şansını denediğinde korkunç bir sesle “Tekin!” diye çığırmıştı. Kardeşi gözlerini kocaman açmış ve ardından kahkaha krizine girmişti. “Allah aşkına ağzını açma! Travesti gibi konuşuyorsun!” “Git başımdan!” “Daha fazla sesini duymak istediğimi düşünmüyorum zaten!” diyen kardeşi kapıyı kapatıp uzaklaşmıştı. En azından akşamları onu düşünmekten kurtaracak aklını karıştıracak bir kardeşi ve bir ablası vardı. **************************************** Belçim bir önceki güne kıyasla akşam yemeğinde durgundu. Kimse üstünde durmadı. Ama Meriç onu takip ediyordu. Şüphelenmese bile bu durgunluğun sebebini merak etti. Belki sıkılmıştır ve dışarı çıkmak istiyordur diye düşündü.  “Belçim?” diye seslendi sonra karşısında oturan kıza. O anda çorba kaşığı ağzında olan Belçim Meriç’in onu izlemesinden ötürü rahatsızken bir de onun sesini duyunca öksürük krizine girdi. Halası ona hızla su bardağını uzattı. Belçim öksürük krizinden çıkınca kısılmış sesiyle yanıtladı genç adamı.   “Efendim?” Meriç tek kaşı havada, karşında oluşan durumu izliyordu.   “Bu akşam dışarı çıkalım mı? Gezeriz biraz, ne dersin?”   Belçim gözlerini sonuna kadar açıp Meriç’e baktı. ‘Neyin peşindesin?’ bakışıyla onu baştan aşağıya süzdü. Merakla cevabını bekleyen Meriç ise onun bu şaşkın haline gülümseyerek karşılık verdi.   “Bilmem, uykum var benim. Çıkmasak daha iyi,” diyerek teklifini reddetti ama Meriç pes etmek istemiyordu. “Annem izin vermez diyorsan bak herkesin ortasında soruyorum Belçim, anne dışarı çıkabiliriz değil mi?” Belçim gözlerini halasına dikti. Halası ise onu fark etmemişti. O anda gözleriyle oğlunu sorgulamakta olan Sevim Hanım da Meriç’in neyin peşinde olduğunu merak ediyordu. İkisini yalnız bırakmak istemiyordu ama Belçim’in de dün o kadar neşeliyken şimdi bu kadar durgun olması canını sıkmıştı. Belki gezip dolaşırsa açılırdı.   “Belçim isterse gidin tabi ama uykusu varmış oğlum.” Oğlunun ısrar etmemesini laf altından ima etmeye çalıştı ama Meriç’i deli dürtmüştü bir kere. İnatla ısrar edince halası izin vermiş Belçim de kabul etmişti. Üstüne ince bir hırka alıp genç adamın yanına indi. Bahçede arabası ile bekleyen Meriç kibarca Belçim’in kapısını açtı ve kendi tarafına geçip arabayı çalıştırdığında gülümseyerek kıza nereye gitmek istediğini sordu.   Belçim “Fark etmez!” diyerek masumca gülümsedi.   “O zaman tatlılarımızı yemek için bir yerlere gidelim. Dondurmaya ne dersin?”   “Olur,” diyerek uysalca kafa salladı Belçim. Hala Meriç’in neden bu kadar istekle onu dışarı çıkardığını merak ediyordu. Yoksa onun dosyasını yedeklediğini mi anlamıştı. Beyni kuşkularla doluydu.   “Akşam yemeğinde canın sıkılmış gibi duruyordun. Gezersek açılırsın diye düşündüm.” Genç adam sanki Belçim’in aklındaki soru işaretlerini görmüş gibi konuşmuştu. Belçim ona haksızlık ettiğini düşündü bir an. Ama hemen ondan saklanan gerçeklerin varlığı hücum etti beynine. Meriç’in onu düşünmüş olması minicik bir ayrıntı olarak kaldı tüm bunların yanında. Beraber sahilde dondurma yediler ve yürüyüş yaptılar. Belçim biraz açılmıştı ama hala aklı karışıktı. Meriç arada espriler yapıyordu onu güldürmek için Belçim numaradan gülmekten başka bir şey yapamıyordu. Karşısında kendisine doğru gelen adamı fark edene kadar da rol yapmaya devam etmişti. Gözleri hemen tanımıştı onu kalabalığın içinde. ‘Yiğit!’   Yiğit de onu görmüştü. Sadece onu değil yanında yürüyen Meriç’i de görmüştü. Yanında da orta yaşlı bir kadın vardı, annesiydi bu kadın ama bunu Belçim bilmiyordu. Samimi bir şekilde Yiğit’in koluna dolanmış olan kadın iyice adama yaslanmıştı. Belçim dişlerini istemsizce sıktı ve şaşkınca onlara bakmaya devam etti.   Yiğit merakla Belçim ve Meriç’i izlerken Belçim’in onu fark edince ki yüz ifadesine güldü. İçinden ‘Şaşkın ördek!’ diye geçirdi. Gülümsemesi yüzünde büyüdü. Tam selam verecekti ki birden Belçim’in kaşlarını kaldırdığını ve başını iki yana salladığını fark etti. Yanındaki adam denize bakıp gülümseyerek Belçim’e bir şeyler anlatıyordu.   Meriç birden Belçim’e dönünce kız başını kaşıyormuş gibi yapıp kaş göz yapmaya devam etti. ‘Sakın selam verme! Beni tanınamazlıktan gel!’ demeye çalışıyordu sanki. Meriç Yiğit’i öğrenirse bütün planları suya düşerdi. Yiğit sonunda durumu anlamış bir şekilde annesine iyice yanaşıp tam Belçim’in yanından geçti ve yoluna devam etti. Belçim ise kendisini merakla inceleyen Meriç’e ne yalan uyduracağını düşünmeye başladı. Çok düşünmeden klasik bir numarayı attı ortaya.   “Gözüme toz kaçtı. Onu çıkarmaya çalışıyorum. Anlamadım seni, kusura bakma.”   Meriç anlayışla gülümseyip ona yaklaştı. “Aç bakayım gözünü, üfleyeyim de geçsin.” Belçim bir şey çaktırmamak adına gözlerini sonuna kadar açıp Meriç’in gözüne üflemesine izin verdi. “Geçti mi?”   “Evet. Teşekkür ederim.”   Meriç kolunu onun omzuna atıp, “Bir şey değil canım,” diyerek onu arabaya doğru yönlendirmeye başladı. Bu yakınlığından rahatsız olsa da ses etmedi. Eve vardıklarında hızla odasına gitti ve pijamalarını giyip yatağına attı kendini.  Bedeni yorgun düşmüştü. Uykuya dalmak için düşüncelerle boğuşmasına gerek yoktu. Başını yastığa koyduğu gibi uyumuştu.   *   Yiğit ise hala olayın şaşkınlığını yaşıyordu. Tekrardan Belçim’i bulmak harika bir duyguydu. Onun geri gelmesine çok mutlu olmuştu ama bu gece o da artık bir şeylerden şüphelenmeye başlamıştı. Belçim farklıydı sanki. Evet, evet kesinlikle farklıydı. Yanındaki adam kimdi? Kızın yanından geçip gidince arkasını dönüp bakmadan edememişti. Adam kolunu ona ahtapot gibi dolamıştı. Onun minik bedenini kolları ile sarmalamıştı ve Belçim itiraz etmemişti. “Evlenmiş olamaz herhalde!” diyerek kocaman kuşku dolu bir kahkaha patlattı. Annesini eve bıraktıktan sonra tekrardan aynı yere gitmişti ama saat geç olduğundan onu bulamamıştı. Belki de evine gitmişti. Ya da halasına. Zaten halasında kalıyor oluşu da onu kuşkulandırmıştı. O adam Meriç miydi yoksa? Yiğit aklındaki sorularla boğuşurken saatin nasıl ilerlediğini fark etmemişti bile. Sabaha karşı kendini yatağa attığında yeni başlayan günün kendisi için önemini düşündü. Belçim ile buluşacaktı. Belki dün geceki durumunu sorabilirdi. Böylelikle diğer gecelerde uykusuz kalmaktan kurtulabilirdi. Kızın gidişi de gelişi de beynini meşgul ediyordu.   Annesi de durumu az çok fark etmişti. Onu eve bırakana kadar kendisini soru yağmuruna tutmuştu. “O kız kimdi? Arkadaşın mı? Bana ondan hiç bahsetmemiştin. Sana selam vermedi. O kaş gözler neydi peki?” Annesi de haklıydı bir yerde. Sonuçta Belçim’den hiç bahsetmemişti. Belki bir ara ondan bahsederdi. Yiğit dönüp dolaşıp yine kollarını Belçim’e dolayan adama geliyordu. Dişlerini, çenesini ve yumruklarını sıkmaktan vücudu ağrımaya başlamıştı. Neydi bu hissettiği?   “Hiçbir şey tabi ki! Ne hissedecekmişim? Sadece kız istemiyor gibi duruyordu. İstemediği halde neden öyle hayvan gibi abanıyor ki kıza?”   İç sesi ‘Peki, istemediğini nereden biliyorsun?’ diye onu merak içinde bıraktı. Bilmiyordu, hiçbir şey bilmiyordu ama öğrenecekti. O adam kimmiş öğrenecekti. Çünkü öğrenmek istiyordu. Belçim’le ilgili her şeyi merak ediyordu. Bunca zaman o anlatıp rahatlıyordu. Bazen Belçim de anlatıyordu ama onun kadar değil. Bu yüzden Belçim onun hakkındaki her şeyi bilirken Yiğit’in hiçbir şey bilmiyor oluşu onu rahatsız etti. O da öğrenecekti.  
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE