Bölüm 3

3551 Kelimeler
Belçim evde kimseye adamdan bahsedememişti. Daha adını bile bilmediği birinden nasıl bahsedebilirdi ki zaten? Ablası Buket bazen sahil kenarında dolaşırken sıkılıp sıkılmadığını sorup duruyordu, Tekin acımasızca dalga geçiyor ve ‘Ancak ablamın yapabileceği sıkıcılıkta bir şey,’ deyip geçiyordu. Annesiyle babası çok müdahale etmiyorlardı. Babası zaten okuması gereken bölüm konusundaki ısrarıyla yeterince onu bunalttığından daha fazlasına Belçim de katlanabileceğini düşünmüyordu. Annesinin sağlığının üzerine düşmesi de kadının başka bir konuya yoğunlaşmasını zorlaştırıyordu. Bir süre sonra içini yeterince adama dökebildiğini ya da onu dinleyerek rahatladığını fark ettiğinde evdeki sessizliği artmıştı. Onunla öyle mutlu oluyordu ki sebebini çözemiyordu ama adam ona iyi geliyordu. Onca insanı dinlemişti o bankta ama hiçbiri onu dinlemek kadar mutlu etmemişti. Onun derdine derman olabilmek, çatık kaşla oturduğu banktan gülümseyerek kalkmasını sağlayabilmek yeterliydi Belçim için. Onun iş çıkış saatine doğru testlerini bitirip sahile gitmek için ayaklandığında kalbi kıpır kıpır olmuştu. Sokakları arşınlarken hızlanan adımlarını yavaşlatmaya çalışsa da başarılı olamıyordu. Nihayet banklarına ulaştığında onun çoktan gelmiş olduğunu gördü. Adamı tanıdığını düşünse de daha adını bilmiyor olmak Belçim’e tuhaf gelmiyordu. Onu bir süre uzaktan doya doya izledi. Yanına yaklaştığında bazen heyecandan adamı bulanık gördüğünü hissediyordu. Bütün gün ders çalışıp test çözmekten kaynaklı olduğunu düşünüp kendini kandırsa da adamın yanında gözüne perde iniyordu. Adam etrafını bakınıp dururken birkaç adımda bankın kendisine ait sağ tarafına oturdu. “Geldin…” diyen adam onu gördüğünde yüzündeki stresli ifade yavaşça yumuşamış yerine keyifli bir gülümseme gelmişti. Belçim farkında olmadan “Neden her seferinde bunu söylüyorsun?” diye sorduğunda adamın yüzündeki gülümseme soldu. Başını çevirip hırçın dalgaları izlemeye başladı. Normalinden fazla uzun süren sessizliği Belçim’e kendini suçlu hissettirdi. “Seni kırmak istememiştim, özür dilerim.” Yine sessiz kalan adam sürekli onu beklemesini babasını özleyip beklediği günlere benzettiğini aniden fark etmiş ve vurgun yemiş gibi hissetmişti. Boğazında çocukluktan kalma bir yumru oturmuş ne kadar yutkunursa geçmemişti. Kızın özür dilemesini bile duyup cevap verememişti. Sesinin titremesinden en çok da ağlamaktan korkmuştu. Dişlerini sıktığının farkında değildi. Kız aralarındaki mesafeyi kısaltıp elini tuttuğunda buz tutmuş kalbinin derinlerde bir yerlerde sıcak kalan taraflarını hissetmişti tüm benliğiyle. “Lütfen konuş…” diye mırıldanan kız bir yandan yumruk olmuş elini açmış bir yandan avucunu okşamaya başlamıştı. Onun minik, sıcak ve okşayıcı dokunuşları dudaklarını titretti. Gözünden damla damla yaşlarken dökülürken olaylar kontrolünün dışında gerçekleşiyordu. “Bazı geceler onu çok özlerdim… Evde olup kavga çıkarmasına bile razı olacak kadar özlerdim onu. Neden olduğunu bilemezdim. Kim öyle bir adamı özlemek isterdi ki? Ama kalbime söz geçiremezdim…” Belçim adamın yüzünden hızlıca dökülen yaşlara bakıp ona biraz daha yanaştı ve koluna tutunup ona sarıldı. “Neden özlüyorsun onu, annen yanında derdim kendime. O hep seninle olacak…” Adamın kolunu okşayarak “O senin babandı, sense ona hasret bir çocuk…” diye mırıldanan Belçim onun içini rahatça dökebilmesi için yine sustu. “Bir süre sonra bekleyip de gelmeyeceğini görünce bu sefer hayal kırıklığım yüzünden acı çektim. Boşuna beklemiştim, boşuna heveslenmiştim, boşuna hayal kurmuştum, boşuna kendimi kandırmıştım, neden tüm bunları bir hiç uğruna yapmıştım. Acı çekmekten mi hoşlanmıştım? Beklemek mi hoşuma gitmişti? Bilmiyorum. Ondan sonra bir daha kimseye beni böylesine kırabilecek bir güç vermemeye yemin ettim. Kimseyi beklemedim.” Belçim kalbinin üzerindeki ağırlıkla zor da olsa titrek bir nefes aldı. Bir tarafta adamın içini dökebilmiş olmasının verdiği rahatlık öte yanda ise onun çektiği acıya ortak olmanın kesif sancısı vardı. Adam bir süre sonra burnunu çekerek ağlamayı kesmişti. Konuşacak bir şeyi kalmamıştı zaten. Kızın omuzundaki yüzüne göz ucuyla bakıp onun gözlerini kapatarak kendisine sımsıkı sarıldığını görmüş ve yarım ağızla gülümsemişti. Küçük bir kedinin sıcak bir şeye sığınması gibi sarılmıştı ona. Masumdu. Sevimliydi. Henüz genç bir kızdı… Adamın onun gibi küçük bir kıza olan muhtaçlığı bazen sinir bozucu olsa da kendini her gün bu bankta bulmak rahatlatıcıydı. Ona dokunmaması gerekiyordu ama uzanıp önündeki kâkülleri yavaşça okşamaktan kendini alamamıştı. Kızın gözlerini açıp parlak elalarını kendisine dikmesini beklemediği için bir anda dalıp gitmişti. Uzun uzun gözlerine dalıp çıktıktan sonra “Benim adım Yiğit,” diye fısıldadı. Kızın adını öğrenebilmek için ilk önce kendi adını söylemesi gerektiğine karar vermişti ama sohbetleri esnasında konu hiç buraya gelmiyordu. İsimlerini öğrenmeleri çok basit bir ayrıntıymış gibi hep uzun uzun konuşmayı tercih etmişlerdi. Belçim gülümseyip adamdan ayrıldığında Yiğit kendini terk edilmiş gibi hissetmekten nefret etmişti. Kızın iki dudağının arasından “Belçim,” ismi çıktığında dudaklarında ismini neredeyse okşarcasına tekrarladı. “Belçim…” Kız üzerlerindeki bohem havayı dağıtmak için “Biz resmen tanışmış mı olduk yani?” diye sordu. Yiğit de neşelenip “Eh, biraz erken oldu ama neyse,” dedi. Belçim kocaman bir kahkaha patlatıp “Hızlı gitmiyor muyuz?” diye sordu. Bir süre isimlerini öğrenmemeleri üzerine dalga geçtikten sonra rutine konuşmalarına başladılar. “İştekiler artık alıştılar benim çalışma şartlarıma. Prensiplerimi kabullenmiş gözüküyorlar.” Belçim gurur duyan bakışlarla adama bakıp “Senin gibi birinin prensiplerini kabul ettirmemesi gibi bir durum söz konusu bile olamazdı zaten,” dedi. Yiğit “Yine de senin ağzından çıktığı gibi kolay olmadı ne yazık ki,” dedi. Adama takılan genç kız “Bence sen dünyayı kendi kendine zorlaştırıyorsun… Yiğit,” diyerek sonuna adını eklediğinde kendini bir tuhaf hissetti. Onunla isimsiz konuşmaya alıştığı için ismini kabullenmek biraz zaman alacaktı. Adamsa kızın ağzından adını duyunca öyle huzurla dolmuştu ki… Sanki dünyaları ona vermişler gibi rahatlayarak arkasına yaslandı ve bir kez daha duyabilmeyi diledi. “Haklı olabilirsin, Belçim…” diye cevap verirken kızın ne dediğini unutmuştu bile. Çok istemesine rağmen kız bir daha ismini söylemediğinde üzerinde durmamaya çalıştı. Ayaklanıp evlerine dağılmadan önce Belçim “İyi akşamlar Yiğit, görüşürüz,” dediğinde kocaman gülümsedi. İsimlerine alışmaları için bol bol söylemeleri gerecekti. Yiğit için kesinlikle bir sorun yoktu fakat Belçim adamın adını söylemeye utanıyordu. “Görüşürüz Belçim,” dedikten sonra kız arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı. Yiğit bir süre onun uzaklaşmasını izledikten sonra kız gözden kaybolunca şirketin verdiği arabasına doğru yürüdü. Bu kısa vedalar buluşmaları daha keyifli hale getiriyordu. Kendine verdiği yemini bozmuş ve yine beklemeye başlamıştı Yiğit. Ama bu sefer halinden memnundu. Karanlık arabasının içinde yüzünde kocaman bir gülümsemeyle “Belçim…” diye fısıldadı. Beyni kızın onu bırakmayacağı konusunda adamı ikna etmeye çalışıyordu. Belçim’i beklemek güvenliydi. O hep gelirdi. Belçim ise hızlıca evine yürürken sokak lambalarının aydınlattığı yolda kaldırımları sayıyor ve kalbindeki heyecanı durdurmaya çalışıyordu. Kıpkırmızı bir yüzle eve geldiğinde annesi “Ne oldu sana? Niye böyle kırmızısın?” diye sormuş ve hemen soğuk elini alnına yaslamıştı. “Ateş gibi de yanıyorsun, hasta mı olacaksın yoksa?” “Ben iyiyim anne, biraz hızlı yürüdüm sadece…” diyerek annesinin yanağına bir öpücük kondurup odasına gitti. * Yiğit, karşısında oturan kadına baktı. Kaç yıl devirmişti ama hala aynıydı. Yüzündeki tatlı kırışıklıklar bile ona ayrı bir çekicilik katıyordu. Annesi, Nehir Hanım güzellik konusunda on sekizlik çıtırlara taş çıkaracak kadar harikaydı. Beyazlayan saçlarını asıl rengi olan koyu kahverengine boyatmaktan vazgeçmemişti. Hiç farklı bir renk denememişti. Zaten kahverengi hiçbir rengin yakışmayacağı kadar mükemmel duruyordu Nehir Hanım’da. Gözleri oğlunu görmenin sevinci ile parlıyordu. Dudağında eksik olmayan o güzel gülümsemesi ile harika bir kadındı.   “Peki, ihaleyi alabildiniz mi? Senin için çok önemli olduğunu söylemiştin.” Yiğit annesine o kadar dalmıştı ki duyduğu sorunun ne anlama geldiğini kavraması birkaç saniyesini aldı. Hemen toparlanıp heyecanla son gelişmeleri aktardı annesine.   “Evet, aldık. Şimdi o firma ile Paris’e gideceğiz. İncelemeler için.”   Annesinin suratı düştü. “Çok uzun kalmayacaksın değil mi?”   “Hayır, sadece bir haftalığına gidiyorum, benlik iş değil ama topluca gitmemizi istiyor patron,” diyerek masanın üzerinden uzanıp annesinin sıcak elini tuttu.   Keyifli bir akşam geçiren Yiğit annesinin ısrarları ile eve gitmeyip eski odasının yolunu tuttu uyumak için. Odasının kapısında duraklayıp kapıyı açtı. Işığı açtığında onu karşılayan aile fotoğrafları ile dolu duvarlar üstüne üstüne gelmeye başladı. Annesine söz verdiği için pişman olmuştu ama yine de içeri girip ışığı kapattı. Üstünü değiştirmeden kendini yatağına attı.   “Acaba şu anda ne yapıyorsun Belçim Hanım,” diyerek gülümsedi. Bütün gün onu düşündüğü yetmiyormuş gibi geceleri de onu düşünüyordu. Çarşamba gününe kadar dayanmak için sabrını sınırlarına kadar zorluyordu. Kollarını kafasının altında birleştirip, ince tülün arkasından ışığı suratına yansıyan aya baktı. Geceyi eski odasında geçirebilmesini sağlayan tek nedendi Belçim. Onu düşünerek uykuya daldığının bile farkında olmadı Yiğit. Uzun kirpikleri yanağına düşerken “Belçim…” diye fısıldadı. Üstünü örten Nehir Hanım’ın elleri havada kaldı. “Yine mi oğlum?” diyerek canından çok sevdiği oğlunun saçlarını okşadı. Yiğit’in odasından çıkıp kendi odasına gitmek yerine salona gitti. Tekli koltuğa oturup camdan dışarıya bakmaya başladı. Oğlunun hayatında biri olsa haberi olurdu. Olmasa da haberi olurdu. Çünkü oğlu ona her şeyini anlatıyordu. Hayatının her aşamasında ona da yer veriyordu. Oğluna ne kadar düşkün olsa da bunu yapması için onu zorlamıyordu ama Yiğit’in bu şekilde davranıp kendisine değer vermesi hoşuna gidiyordu. Fakat Belçim kimdi? Uzun bir aradan sonra tekrardan adını duyması merakını körüklemişti. Belli ki oğlu için değerliydi. Ya da oğlunun kafasına taktığı biriydi. Nehir Hanım gecenin geç saatlerine kadar düşündü ama bu isimde kimseyi tanımadığına kanaat getirdi. Oğlu bir yıl öncede bu ismi sayıklıyordu, belli bir ara hiç duymamıştı ama yine aynı isim oğlunun dudaklarına yapışmıştı. Kimdi bu Belçim? Oğluyla alakası neydi?   *   ‘Yiğit Başaran… Kenan Başaran’ın oğlu Yiğit Başaran.’   Belçim’in parmakları klavyenin üstünde hızla dans ediyordu. Evin çalışma odasına pek girmezdi. Nadiren bilgisayarda oyalanmak isterdi. Onu bile halasının gözetmenliğinde yapardı. Arama motorunda farklı farklı isimlerde taramalar yapıyordu. Yiğit ile ilgili. Babası ile ilgili. Eline geçenler yeterli sayılırdı ama daha fazlası için sayfalarca sekme açmıştı ekranda. Bir yandan yakalanma korkusu bir yandan merak duygusu ile büyük bir sınama yaşıyordu. Nihayet işini bitirdiğinde geçmiş başlığından son bir saati sildi. Hafızası ne kadar kayıp olsa da bazı şeyleri kullanmayı unutmamıştı. Bilgisayar gibi. Kahve makinesi gibi. Galiba çamaşır makinesi ile bulaşık makinesini de kullanmayı biliyordu. Ama bunu denemeye hakkı yoktu. Çünkü bunları kullanmayı biliyorsa ya da hatırlıyorsa devamı gelecekti. Hafızasını geri kazanmasına yarayacak hiçbir şey yapmaya hakkı yoktu. Hiçbir şey. Dinlediği müzikler ve kitaplar bile özenle seçiliyordu. Bunun farkındaydı. Demek ki çorap söküğü gibiydi bu hafıza denen şey… Elbette öyle olmalıydı. Şahsına ait bir bilgisayarı olsa çok daha iyi olurdu. Gönül rahatlığıyla arama yapabilirdi. Bilgisayarın geçmişini temizlediğinde rahatça arkasına yaslandı. Evin ortak bilgisayarı olduğu için çok iz bırakmak istemiyordu. Biri illaki odayı kullandığını anlıyordu zaten. Ama bilgisayarı kullandığını kimse bilmemeliydi. Özellikle arama motorundaki geçmiş onun için çok önemliydi. Belçim arama motorunu kullanmayı böylesine iyi bildiğini ilk kez bugün fark etmişti. Bir saat önce bu işin içinden nasıl çıkacağını bilmiyordu şimdi ise başka başka aramalar yapmak için can atıyordu. Ama arayacak bir şeyi yoktu. Ailesini araştırmak istedi bir iki kere fakat yalnızca babasının internet üzerindeki iş-meslek bilgilerine ulaşabilmişti. Google denen algoritmanın içinde bile ailesini bulamamıştı. Ne annesi ne de varsa kardeşleri… Tüm sayfaları tek tek incelediği halde ne bir haber ne de herhangi bir bilgi kırıntısı vardı. Sosyal medya hesapları bile yoktu anne ve babasının.   Unutmamak için ufak tefek karalamalar yaptığı dosya kâğıdını alıp odasına gitmek için çalışma odasının kapısına doğru yürümeye başladı. Küçük, ferah bir odaydı ve evin en kuytu köşesinde tasarlanmıştı. Belçim severdi burayı. Hem yan tarafındaki kütüphane de evin en favori yerlerinden biriydi. Tek başına kalmayı başardığında ya odasında kalmayı tercih ediyordu ya da yan taraftaki kütüphaneye gidiyordu. Saatlerce kayboluyordu kitapların arasında. Hiçbir şey düşünmeden.    Kapının kulpuna uzandığında Meriç’in sesini duydu. Kapıya kulağını yaslayıp merdivenin son basamağının gıcırtısını duydu. Adım sesleri çalışma odasına doğru yaklaşan birinin habercisiydi adeta. Meriç biriyle konuşuyordu. Sesi telaşlı ve stresliydi. Belçim’in kalp atışları normalinden fazla atmaya başladı. Gözleri titreşiyordu. Elindeki dosya kağıdını fark etti. Hemen dörde katlayıp göbeğinin üstüne koydu ve tişörtünün altına sakladı. Üstündeki ince hırkayı da önüne doğru çekiştirdi. En azından yakalanırsa delilleri ortadan kaldırmış olmalıydı. Kapının arkasındaki koltuk takımına gidip üçlü koltuğa uzandı. Masadaki kitaplardan birini alıp açtı. Telaştan ve heyecandan elleri terlemişti. Nefes alışverişleri hızlanmıştı. Meriç tam o anda kapıyı açtı. İçeriye girmeden konuşmaya devam etti.   “O dosyayı kesin silmeliyim. Zaten bendeki salaklık! Ortak bilgisayara öyle bir dosyayı kaydetmek ancak benim gibi birinin işi. Gidip kendi bilgisayarıma neden kaydetmediysem?”   Karşıdan gelen cevabı duyamadı Belçim ama bilgisayarı birazcık daha kurcalamadığı için pişman olmuştu.   “Hayır. En azından dosyayı kilitlemeyi akıl edebilmiştim. Birinin onu açmasına imkan yok. Zaten birinin o dosyayı benim bilgisayarımda yakalamasından korktum. Annemi hatırlarsan bir ara peşimi bırakmıyordu.”   ‘Neyse, zaten kitliymiş!’ diye düşündü Belçim ama merak etmekten kendini alıkoyamıyordu. Meriç hala açık kapının orda duruyordu. Konuşmasını orada sürdürüyordu. Genç kız sonra kendi adını duydu.   “ Evet. Belçim farkında bile olmadı. İşte böyle bir duygu. Her şeyi yaptırabilir.”   Meriç’in gülüşünü duydu ardından. Üçlü koltukta doğruldu. Hatta dayanamayıp ayağa kalktı. Meriç kapıyı aralık bırakıp çatı katına sevimli bir görüntü veren küçük camın önüne gidip konuşmaya devam etti. Belçim parmak uçlarında yürüyerek kapıya doğru gitti. Konuşmayı dinlemeye devam etmek istiyordu. Şimdi de telefonla konuştuğu kişiyi merak etti. Meriç genelde özelini pek kimseyle paylaşmazdı. Zaten Meriç’in özeline dair bir şey bilmeyişi bundan kaynaklanıyordu. En yakın arkadaşlarını da bilmezdi Belçim. Eve gelmişlerdi ama dikkat etmemişti. Aslında Belçim Meriç’i umursamıyordu. Bu yüzden Meriç’in özelini anlatmayan biri olduğunu düşünüyordu. Beklide anlatıyordu ama o bunun farkında değildi. Bilmiyordu.  Kafasını iki yana sallayarak konuşmayı dinlemeye devam etti.   “Tüm bilgiler oğlum! O dosya kesinlikle silinmeli. Zaten bu aralar değişmiş gibi. Korkuyorum!”   Yine karşıdan bir şeyler söylüyordu telefondaki. Ses tonunu bile ayırt edebilmişti ama ne dediğini anlayamıyordu Belçim.   “Yani annemlerden istediği ama elde edemediği her şey! Kahrolası dosyada! Diyorum işte. Salağım ben! Hadi kapat şunu da işimi halledeyim.”   Belçim nefesini tutmuştu. Gözleri dönüyordu. Hayır, dönen gözleri değil başıydı. Başı dönüyordu. Doğru mu duymuştu? Sanki aklındaki çelişkileri anlamış gibi tekrar etti Meriç.   “Ne duyduysan o! Bütün gerçekleri var orada. Nerede okudu? Sınıf arkadaşları? Eğitimi? Başarı durumu? Her şey! Her şey o dosyanın içinde Oğuz!”   Belçim olduğu yerde yere doğru kaymaya başladı. Kapının arkasına tünediğinde heyecandan gözleri dolmuştu.   Meriç tehditkar bir ses tonuyla “Ne haksızlığı oğlum! Ne haksızlığı! Her şeyi hatırladığında olabilecekleri düşünemiyor musun? Bak bunu başka birinden duyarsam fena olur. Bunca zaman nasıl sakladıysan şimdi de saklayacaksın. Oğuz duyuyor musun?” diyerek telefondaki adımın ağzını kapalı tutması gerektiğini ifade eden birbiri ardına cümleler sıraladı.   Belçim’in dünyası durmuştu. Doğru duyduğunu teyit etmeyi bıraktı. Her şey apaçık ortadaydı. Meriç onun duymaktan kesinlikle ve kesinlikle hoşlanmayacağı şeyler saklıyordu. Bunu bilen bir de Oğuz vardı. Arkadaşı mıydı? Kimdi bilmiyordu ama bilen bir başka şahit vardı işte. Oturduğu yerde sessizce ağlarken genç adamın konuşmasını dinlemeye devam ediyordu.   “Sen, ben ve annem biliyor. Oğlum bu kız hiçbir şey hatırlamayacak! Zamanla her şeyi kabullendiğinde başlayacağım yeni planıma. Bu iş olacak! Vazgeçmem! Yok, bütün arkadaşlarına set koyduk. Ona kimse ulaşamaz. Dayım zaten konuşmaya pek hevesli değil. Onu halletmek çok daha kolay oldu. Umduğumdan kolay… Neyse ben de kapatıyorum. Görüşürüz!”   Meriç’in tekrardan yaklaşmaya başlayan ayak sesleri ile Belçim hızla çöktüğü yerden kalkıp dakikalar önce oturduğu koltuğa yattı. Kitabı sakladığı dosya kâğıdının üstüne siper etti ve gözlerini yumdu. Meriç odaya girdiğinde hala gözyaşları akmaktaydı. Ayak sesleri çalışma masasına doğru gitti ve koltuğun yaylarının sesi geldi. Sonra bütün sesler durdu. Meriç onu fark etmişti belli ki. Tekrardan ayak sesleri duymaya başladı. Öylesine donmuştu ki sanki hayattan tüm bağları kopmuştu duyduğu gerçeklerle. Uykusunda bile böyle hareketsiz kalamazdı herhalde. Gözyaşları durmadan akıyordu. Kolları iki yanında bedenine doğru kıvrılmıştı. Meriç’in nefesini hissetti yüzünde birden. Saçlarını geriye doğru itişini fark etti. Sonra sıcak elleriyle ardı arkası gelmeyen gözyaşlarını silişini. Meriç’in parmakları yanaklarında gezindi yavaşça. Birden üstüne açık bir şekilde bıraktığı kitabın alındığını hissetti. Meriç kitabın son satırını okudu.   “Ah, bu dünyanın acıları hiçbir şeye benzemez, hemen anlaşılır.” (Veronica Ölmek İstiyor)   Sesi fısıltıdan bile alçaktı ama odada ikisinden başka kimse yoktu. Belçim’in hızla atan kalp atışları bile duyulabilirdi. Sanki uykusunda dönüyormuş gibi yapıp Meriç’e arkasını döndüğünde gözlerini açtı. Onun ne yapacağını merak ediyordu. Belli ki uyuma numarasını yutmuştu. Halasının sesi gelmeden önce Meriç en son şunları mırıldandı. “Bir satırla uykunda ağlayacak hale geliyorsan her şeyi öğrenmiş olsan neler yaparsın kim bilir…”  Belçim acıyla gözlerini yumdu. Keşke gerçekleri öğrendiğinde vereceği tepki için karar verme yetkisi kendisinde olsaydı. Keşke kendi adına karar veren insanlarla çevrili olmasaydı etrafı. “Meriç!” Meriç hızla kitabı koltuk takımının ortasındaki sehpaya bıraktı ve odayı terk etti. Çalışma odasına kadar gelen annesine “Gel aşağıya inelim,” dedi. “Burada ne yapıyordun ki zaten?” diye soran halasının sorgulayıcı sesini duydu Belçim hayal meyal. Bütün bedeni uyuşmuştu. Meriç kısık bir sesle “Bilgisayarda işim vardı ama Belçim kitap okurken uyuyakalmış. Uyanınca yaparım ben de,” dedi.  Halasının “Odasına taşısaydın bari. Tutulur orada bir yeri,” diyen sesini duydu ama kulakları uğuldadığı için cümleleri, kelimeleri seçmekte zorlanıyordu. “Rahatsız etmeyeyim dedim.” Belçim, halası ile Meriç’in aşağıya indiğinden emin olunca doğruldu. Başını ellerinin arasına aldı. Önündeki sehpada genç adamın okuduğunu düşündüğü kitap duruyordu. Bir ara kesinlikle okumak için aklına kazıdı ismini. Ama şimdi daha önemli öncelikleri vardı. Hafızası, anıları… Hatıralarına ulaşmak için her şeyi yapmaya hazırdı ama aldığı en önemli kararı –tutarlı ve planlı davranmayı- es geçip tekrardan bilgisayarın başına oturdu. Bütün dosyaları tek tek kontrol etti. Bir türlü kilitli bir dosya bulamadığında ümitsizliğe kapılmıştı ki en son ‘albümler’ dosyasının içinde bir dosya daha olduğunu gördü. 1993 adlı bir dosyaydı.    7 Temmuz 1993 tarihinde doğduğunu biliyordu. Yani onu bile güç bela öğrenmişti. Kimliğini gördüğünde kazanın üstünden bir yıl geçmişti. 1993 yılı 7 Temmuz Çarşamba günü Beşiktaş’ta doğmuştu. Babasının adı ‘Nazım’, annesinin adı ‘Belgin’ idi. Onun haricinde başka bir şey bilmiyordu.   Bilgisayardaki imleci dosyanın üstüne tutup sabırsız bir şekilde iki kere tıkladı. Dosya açılmıştı ama önüne gelen şifre göstergesini geçemiyordu. Meriç’in bahsettiği dosya bu olmalıydı. Çünkü kilitli başka dosya yoktu. Eğer şimdi bu dosyayı yedeklemezse birkaç saat sonra silinmiş olabilirdi. Hemen çekmeceleri karıştırmaya başladı. Bu dosyayı yedekleyebileceği başka şeyler olmalıydı. Son çekmeceyi açtığında karşısına bir sürü CD, taşınabilir küçük bellekler çıktı. Bir tane USB belleğini çekip çıkardı. Eniştesi bir keresinde nasıl kullanıldığını göstermişti. Yani gözünün önünde kullanmıştı pek göstermek sayılmazdı ama nasıl kullanılacağını biliyordu. Eniştesi gibi bilgisayara yerleştirdi belleği ve ekranda beliren komutlar doğrultusunda belleği boş olmasına rağmen formatladı. Sonra yine en yakın arkadaşı Google şifreli dosyaların kusursuz bir şekilde nasıl yedekleneceğini sordu. Parmakları hızla tuşlar üzerinde hareket ederken ısırılmaktan kızaran dudaklarından biraz kan tadı aldı. Odadan çıkmadan önce tekrardan geçmişi silip elinde bir bellek ve dolu bir dosya kağıdı ile çıktı. Gözleri ağlamaktan yanmaya başlamıştı. Burnunu çekip çekip duruyordu. O kadar dağılmıştı ki kimsenin onu o halde görmesini önemsemeden odasına doğru gitti. Zaten kimseyle de karşılaşmamıştı. Odasının kapısını ilk defa kilitledi ve kendini yatağının üstüne bıraktı. Bir elinde bellek öteki elinde üstü bilgilerle dolu bir dosya kağıdı ile kalakaldı. Kendini arkaya atıp yatağına uzandı. Gözlerini sıkıca kapadı.   Bir şeyleri yapmayı başarmak için karar vermenin önemini düşündü hesapsızca. Daha önceden geçmişini aramak adına kararlar alsaydı belki şimdi her şeyi öğrenmiş olacaktı. Bir de öğreneceği gerçekleri düşündü. Herkesin bir sırrı vardı ya da geçmişi fazlasıyla acı vericiydi. Belki de kötü bir kızdı. Belki deliydi kazadan önce. Geçmişindeki gerçekler her ne idiyse bunların arasında bilinmemesi gereken sırlar da vardı. Belki o bile hiç öğrenememişti. Ama sadece hafızasını geri kazanmayacaktı, sadece gerçeklerini geri almayacaktı bu arayışın sonunda. Bütün sırları da öğrenmiş olacaktı. Hayatının tamamen değişeceğini düşündü. Kim bilir belki iyi yönde, belki kötü yönde. Ama bir şekilde değişecekti. Büyük adımlar atıyordu farkında olmadan. Derin bir nefes aldı ve aynı hızla geri verdi. Gözlerini açıp tavanı izlemeye başladı. Artık düşünmekten fazlasını yapıyordu. Sorguluyordu. Her şeyi. Her şeye kuşkuyla yaklaşıyordu. Herkesi tartıyordu. Cümleleri özenle hafızasına kaydediyordu. İlaçlarını almıyordu. Kimseye fark ettirmeden çevresine duvarlar örmeye başladı. Her işleyen saatte bir şeyler değişiyordu hayatında.   “Yarın,” diye mırıldandı Belçim. Gözlerindeki artan pırıltılarla. “Yarın, Yiğit sayesinde daha da ilerlemiş olacağım.”   Onu kullanacak olmaktan dolayı hiçbir suçluluk duymuyordu. Bunu yapmaya mecburdu. Her şeyi öğrendiğinde ondan bir şekilde özür dileyebilirdi ama şimdi onu bir piyon gibi kullanacaktı. Birden ne kadar acımasızca düşündüğünü fark etti. ‘Bir piyon gibi kullanmak mı?’ Sırıttı. Sonra deli gibi kahkaha atmaya başladı. Gülmekten gözlerinden yaş gelmeye başlamıştı. Kahkahaları kıkırtıya dönüşmeye başlayınca rahatladı. Sesli bir şekilde “Eğer acımasız olmak gerekiyorsa acımasız da olurum. Ne yapmam gerekiyorsa yaparım!” dedi. İşin ucunda delirecekse bile geçmişini hatırlamadan delirmeyecekti. Her şey olup bittikten sonra ölecekse ölmeye bile razıydı. Ama Meriç’in telefondaki arkadaşına söylediği gibi bir şeyleri kabullenmeyecekti. Kesinlikle böyle bir şey olmayacaktı. Elinde sıkıca tuttuğu belleği iç çamaşırlarının bulunduğu çekmecenin arka tarafına sakladı. Yiğit Başaran ve ailesi ile ilgili bilgileri yazdığı kağıdı ise alıp okumaya başladı.   “Yiğit Başaran. 7 Mayıs 1987, Florya/ İstanbul doğumlu. Anne tarafından Bursa, baba tarafından Bolulu. Eğitim öğretim hayatı dudak uçuklatacak kadar çok başarıyla geçmiş.  Annesi ile babası o çok küçükken boşanmış. Annesi ev hanımı. Babası ise mimar. Yiğit de aynı şekilde mimar. Babası son birkaç yıldır ortalarda yok. Babasının mesleki hayatı da aynı Yiğit gibi başarılarla geçmiş. Fakat babası annesini hep aldatmış. Babası ünlü bir firmanın başarılı mimarlarından olunca iş dünyasında dedikodusu çok olmuş. Anne ve babasının boşanma nedeni de bu zaten. Yiğit bir süre dedikodular yüzünden her ne kadar başarılı bir eğitim hayatı yaşamış olsa da iş bulamamış. Yiğit babasına benzemiyormuş. Yiğit’in hala bir sevgilisi yokmuş. Yiğit Başaran’ı avucuna almış bir kadın varmışmış. Bu kadın kimmiş?”   Belçim tek kaşını kaldırdı. ‘Kim acaba?’ diye düşünmekten kendini alıkoyamadı. Merak etmesi belki saçmaydı ama merak ediyordu işte.   “Yiğit Başaran çok sert bir mimar. Yiğit Başaran’ın prensipleri onu bugüne getirmiş. Yiğit Başaran soğuk bir rakip. Yiğit Başaran korkulacak bir düşman.”   “Benim yanımda gayet sıcakkanlı bir Yiğit vardı. Yanlış kişiyi mi araştırdım acaba? Ama hayır, fotoğrafları da var…”   Belçim’in aklı tekrardan şu soruya gitti, ‘Yiğit Başaran’ı avucuna alan kadın kim?’ Kafasını iki yana salladı ve devam etti. Dosyadaki bütün bilgileri eksiksizce ezberlediğinden emin olunca kağıtla birlikte banyoya girdi. Lavabonun sıcak suyunu açıp kağıdı altına tuttu. Bütün yazılar okunmayacak kadar bulanınca kağıdı parçalara ayırıp klozete attı. Defalarca sifonu çektikten sonra rahatlayarak odasına girdi. ‘Kesinlikle iz bırakmak yok!’
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE