Elif ve Vav

3040 Kelimeler
Zaman hiç hız kesmeden akıp gider. Bazen süratli, bazen de çok yavaş. Ama mutlaka akar ve gider. Tutamazsın ne saniyeleri, ne de dakikaları. Sana inat bazen o kadar hızlı akıp gider ki, arkasından bakakalırsın sadece. Çünkü mutlu olduğun anlardır hızla akıp gidenler. Ama öyle bir anda durur ki, yalvarırsın akıp gitmesi için. Canını yakar aldığın her nefes. Sakinleşmek için içine çektiğin nefesler ciğerlerinde tıkanıp kalır. Boğulursun. Göz pınarların isyan eder çektiğin acıya. Seninle birlikte sana ağlar gözlerin. Akan her damla yaş içinde biriken zehirleri tek tek dışarı atar. Ama unutur gözlerin, o zehrin yüzünü yakarak sonsuzluğa kavuşacağını... Açtığım kapı ile aldığım nefes ciğerlerimde takılıp kaldı. Davetsiz bir misafirin kalbine kör bıçak saplayacağını nereden bilesin ki? Oysa içinde bir kuş kanat çırpar çalan zil sesi ile. Seni mutlu edecek birisinin gelmesini beklemişsindir çünkü. Oysa ben kimsenin gelmesini beklemiyordum. Hele adresimi vermediğim annem ve o adamın gelmesini hiç beklemiyordum. Yüzünde hep iğrendiğim sırıtması ve bir elini annemin beline dolamış halde karşımda duruyor. Ah annem beni neden her defa öldürüyorsun? Ben o adam için terk ettim babamın anılarını. Siz oradan taşındıktan sonra kaç gün evde dip köşe temizlik yaptım ben, o adamın pis nefsi geçsin diye. Ben yeni sayfa açtığım evime onun çirkin düşüncelerini alamam. "Hoş geldin annem. Kapıda durma geç içeri." Annemden önce geçmek için niyetlenince karşısında dimdik durdum. "Hayırdır sen nereye?" "O ne demek kızım? Evine gelen misafiri kapından mı kovacaksın?" Adabıyla geleni kovmam be annem. Ama sen o kadar kör oldun ki, göremiyorsun. "Hayır anne, evime geleni kovmam. Hele ben davet ettiysem hiç. Ama bir sapık gibi peşimden gelip evimi bulan, baba evini bana dar eden, her gece kapımı kilitleyip korkuyla uykuya dalan ben bana bunları yaşatan birisini evime almam. Babamın anılarını bu adamı görmemek için geride bıraktıysam hiç. Açtığım yeni sayfaya kara bir leke gibi yayılmasını istemiyorum. Kendi evimde nefes almak istiyorum. Sana kapım sonuna kadar açık, ama ona değil." Beni takip ettiğini nasıl anlamadım ben? Bu kadar mı kör oldum ben? "Kocamın giremediği yere ben de girmem kızım. Yeni evinde gül güle otur." Ah annem bu bana ilk arkanı dönmen değil ki canım yansın. Gözlerinde kendimi göremediğim her gün bana sırtını döndün. Beni hep orada yarım bıraktın annem. Bu ne ilk, ne de son. "Keşke gerçekleri görüp öyle gelseydin be annem keşke." diyerek mırıldandım arkasından. Usulca eğilip yere bıraktığı poşeti alarak geçtim içeri. Aldığım her nefes dar geldi ciğerlerime. Ve ben yine kaçtım kendimden. Sığındığım tek limana günler sonra yine gittim. Benim acımı alıp götürmek ister gibi hırçın ve öfkeli deniz. Beni bir sen anladın be deniz. Bir sen dinledin sorgusuz sualsiz. Ne zaman gelsem sarıp sarmaladın acılarımı dindirmek için. Özür dilerim seni ihmal ettiğim için. "Yine ben geldim Deniz. Unutmadım seni. Unutamam da. Yine dinler misin beni? Acılarıma derman olmak ister gibi dalgalarını çarpar mı kıyılara?" Boğazımda düğümlenen o kadar kelimelere inat bir hıçkırık koptu. Oysa ne çok şey dökülmek için harflerin bir araya gelmesini bekliyor dilimin ucunda. "Büyü bozuldu mu?" Gecenin bir yarısı deniz kenarında oturmuş bir kadın ve arkasında ayakta dikilen bir adam. Dışarıdan bakan birisine çok garip gelecek bir durum bana kendimi güvende hissettirdi. "Büyü değil. Büyüye inanmadım ki hiç. Yeni bir defter ve yeni bir sayfa açmıştım. Kara bir leke bırakmaktan çekinmediler. Neden rahat bırakmıyorlar Demir amca? Bu kadar mı zor görmek?" Ben konuşmaya başladığım zaman o da benim gibi oturmuştu. "Kimse seni senin gibi anlamaz. Sadece dinlerler. O da dinlemek için değil, konuşma fırsatı yakalamak içindir. Bu yüzden bırak anlatmayı. Yargılayacak bir şey bulmak için yanında görünen herkesi de bırak arkanda. Tek adım at, düştüğün zaman varsın elinden tutup kaldıran olmasın. Ama en azından arkandan konuşup yüzüne gülen, düştüğün yerde kalman için sana çelme takan insanlar da olmasın hayatında. Sadece sen ol yeter." Belki de haklı. Ben bir başkasına değil, kendime tutunmalıyım en çok. "Teşekkür ederim Demir amca. Seninle konuşmak iyi geldi." Yüzümde oluşan hafif tebessümle ona doğru döndüğüm zaman gözlerinde oluşan puslar yaktı canımı. "Anlatmak ister misin?" İster miyim gerçekten? "Biraz önce kapım çaldı. Kimsenin gelmesini beklemiyordum. Açtığım zaman bana pişkin pişkin bakan o herif ve annemle karşılaştım. Ondan kurtulmak istediğim için evimin adresini anneme vermemiştim oysa. Anladığım kadarıyla beni takip etmiş. Hiçbir şey olmamış gibi evime girmeye çalıştı. Onun adım attığı bir yerde nefes alamazdım ben. Yeni yeni oluşmaya başlayan kanatlarımı hiç düşünmeden kırıp attı annem. Onun girmediği bir eve giremezmiş meğer. O evde benim olmam onun umrunda bile olmadı hiç. Sanki beni doğurup büyüten o değilmiş gibi bir kere arkasına bakmadan onun elinden tutarak gitti. Ve ben yine gidişleri izledim. Oysa en çok anneme sığınmayı özledim ben. Onun sıcacık güven dolu kollarında cenneti soluyarak uyumayı özledim. Bana kızım diyerek seslenmesini, sevdiğim yemekleri o pamuk elleriyle yapmasını özledim. Ben annemi özledim Demir amca. Çok mu şey istiyorum ben?" "Ah be güzel kızım ne çok canın yanmışta gıkın bile çıkmamış. Unutma her yağmur sonrası gökkuşağı çıkar. Şimdi senin ruhunu kara bulutlar sarmış ama güneşin sisleri dağıtması ve gökkuşağının çıkması yakındır." Sarılarak söylediği cümleler ile daha çok ağlamaya başladım. Yıllar oldu birine sığınıp içimdekileri dökmeyeli. Ben babam ile kaybetmişim her şeyimi. Anlamam çok geç oldu. Sessizce dinledik dalgaların kayalara çarpma sesini. Daha tam olarak tanımadığım bir adamın kollarında hiç düşünmeden döktüm gözlerimdeki zehri. Zamanın bana ne getireceğini bilemeden. Öylece bekledim. Ben denizi izledim hiçbir şey düşünmeden, o ise özlemini fısıldadı aldığı her nefeste. Orada ne kadar öyle kaldık bilmiyorum. Bir süre sonra ikimiz de tek kelime etmeden kalkıp araçlarımıza geçtik. Şu an mahallenin başında durmuş nereye gideceğimi bilmiyorum. İlk defa kaldığım eve adımlarım gitmiyor. Kendime ihanet etmişim gibi hissediyorum nedense. Ben de ruhumu dinleyerek gitmedim eve. Usulca kapsını çaldım Sevgi teyzenin. Gecenin bir yarısı olmasını umursamadan. Aradan geçen birkaç dakika sonrasında içeriden "Geliyorum" diyen sesini duydum. Ah annem ne çok özledim ben kapının ardından geliyorum diyen sesini. "Neva kızım bu saatte bir şey mi oldu?" Oldu teyzem ben annemi kaybettim yine. Kollarını açar mısın bana? "Bu gece seninle kalabilir miyim Sevgi teyze? Yıllar sonra annem gibi kucaklar mısın beni?" Ne olur neden diye sorma ne olur. "Gel yavrum gel içeri. Yüzün bembeyaz olmuş." diyerek sonuna kadar açtı kapısını. Hiç düşünmeden içeriye geçip sıkıca sarıldım. Birlikte ikinci kata çıkarak onun odasına geçtik. Üzerimdeki montu çıkarıp onun açtığı kollarına sığındım. Sanki içimden geçenleri duymuş gibi tek bir soru dahi sormadan sıkıca sarıldı. Benden izin almadan yine döküldü yaşlar. Her defa bu son diyorum ama yine akıyorlar. Kendimi kandırmadım bu defa. Son olmayacağının bilincindeyim çünkü. Ve ben de öyle yaptım. Gerçeklere sığınarak kendimi sıcak kolların huzuruna bıraktım. Sabah uyandığım zaman Sevgi teyze odada yoktu. Alt kattan tıkırtılar geliyordu. Yatağın üzerini düzelterek aşağı indim. Sözüm vardı hafta sonu kahvaltıya gelecektim. Ben sabahı beklemeden çaldım kapısını. Bir başkası olsa hiç açmazdı belki de. Oysa tek kelime etmeden sıkıca sardı beni. "Günaydın kızım iyi uyudun mu?" Yıllar sonra evet diyemedim. "Kapını açtığın için çok teşekkür ederim Sevgi teyze. Dün eve gidemedim. Seni de rahatsız ettim kusuruma bakma lütfen." diyerek mahcup olmuştum. Belki oturup biraz düşünsem gece kapısını çalmazdım. "Sus bakayım, bir daha duymayayım o lafı. İstediğin zaman gelebilirsin. Ama şimdi doğruca fırına gidiyor ve ekmek alıyorsun. Uyanınca kendini rahatsız hissetme diye ben gitmedim." Ah güzel kadın senin o güzel yüreğinden öperim. Başımı onaylar gibi sallayıp ayakkabımı giyinip çıktım evden. İki sokak aşağıdaki fırından aldığım sıcak ekmek ve simitler ile mahalleyi tanımaya çalışarak eve doğru adımladım. Çaldığım kapı yine gülümseyen yüzü ile açıldı. Sevgi teyze ile yaptığımız sıcacık sevgi dolu kahvaltıdan sonra onu salona göndermiş, ikimize kahve yapıyordum. Salona geçip kahveleri orta sehpaya bırakıp karşısına oturdum. İlk salona girdiğim zaman dikkatimi duvardaki tablo çekti. İç içe geçmiş garip bir semboldü. "Rahmetli eşim çok severdi o tabloyu. Ne zaman hüzünlense önüne geçer uzun uzun düşünür sonra da toparlanırdı. Hiçbir zaman neden bu tablonun bu kadar etkilediğini söylemedi." Şimdi daha çok dikkatimi çekmişti. Yatak odasında da buna benzer bir tablo vardı ama onda şekiller daha belliydi. "Peki hiç sormadın mı bunun ne olduğunu?" "Yok kızım hiç sorma gereği duymadım. Arap alfabesinin ilk harfi olan Elif bir kale gibi dimdik duran ve onu sarıp sarmalayan ise Vav harfi. Benim bilmediğim şey onu etkileyen nedeni. O söylemedikçe de ben bir şey sormazdım. Anlatmayı severdi. Anlatmıyorsa bir nedeni mutlaka vardır dedim hep. Eski bir sahaftan almıştı bir kaç tablo. Birisini kardeşine verdi, diğeri de bizim odada. Her baktığım zaman bana eşimi anlatıyor. Onun sesini duyuyorum sanki. Yerinden bir milim kıpırdasa ona ihanet etmişim gibime gelir." Daha önce bana geldiği zaman eşinden ve rahatsızlığı dolayı ile çocuğu olmadığı için aile tarafından dışlanıldığını bahsettiği için sorup yarasını deşmek istemedim. Onunla birlikte kahvemi içerken Şefika hanıma mesaj attım. "Merhaba nasılısınız? Müsait olduğunuz bir zamanda bana Elif ve Vav harfinin anlamını anlatır mısınız?" O günden sonra neredeyse bir haftadır hiç konuşmamıştık. Bana ara sıra bir kaç video ve sayfalar atıyor, anlattıklarını daha derin anlamam için de ara sıra ney videosu atıyor. Gariptir ki, ben de her defa bir kaç defa dinlemekten alamıyorum kendimi. Çok geçmeden de geri dönüş geldi: "Olur kızım. İstersen akşam gel sohbet edelim." diyerek mesaj attı. Onunla her konuştuğumda uzun süre kendimi çok tuhaf hissediyorum. Bendeki etkisi yadsınamaz kadar büyük. Bu yüzden de akşam buluşmak için sözleşerek telefonu kapattım. Eve geçtiğim zaman evi dip köşe temizleyerek onun gözlerinin değdiği her yeri temizledim. İçeri girmiş olsaydı muhtemelen bir daha adım atamazdım. Evi temizleyip bitirince de, kısa bir duş alıp bir şeyler atıştırdıktan sonra üzerimi giyinip beni yeni dünyalara alıp götürecek "Mavi Sahaf"a doğru yola çıktım. Kapıdan içeri girdiğim zaman beni yine o aşinası olduğum gül kokusu karşıladı. Normalde sevmediğim koku buraya geldiğim zaman beni çok başka bir aleme sürüklüyor. Burasının ruhundan sanırım bunlar. Yavaş yavaş adımlayarak yine masanın üzerinde duran kitaba baktım. Bu defa elime almaktan korkarcasına sadece izledim. Ne kadar izlediğimi bilmeden. "Kusura bakmayın ama o kitap hala satılık değil." Yine aynı anı yaşamak garip geldi. Ama bir o kadar da huzur verici. "Bence büyük hata satılık olmaması. Kolay bir hayatı olmayan kadın her şeye inat dimdik durup acılarla savaşmış, belki yalnız, belki de destek olacak biri vardır yanında. Ama bu o savaşın ortasında tüm acıları kendisi göğüslemedi anlamına gelmez. Böyle güçlü bir kadını genç kızların okuması gerek özellikle de. Gerçek bir hayat hikayesi daha iyi örnek olur kadınlara. Dik durmaları gerektiğini daha iyi anlatır." "Sen ne kadar dik durdun Neva?" İşte bu soruyu beklemiyordum. "Ben sanırım yeni yeni adım atayı öğreniyorum. Tek başına atılan adımlar daha kanatıcı oluyormuş. Geç olsa da öğrendim." Anladım der gibi başını salladı. Daha fazla bu konu hakkında bir şey söylemedi. "Hoş geldin. Gel bakalım yukarı çıkalım. Bize ara sıra çay getir oğlum. Ben konuşmaktan unuturum." Benim de aklıma gelmeyeceği kesin. Sessizce ikinci kata çıkıp karşılıklı mindere oturduk. Etrafa hafif bir ney sesi yayılıyordu. "Nasılsın?" "Nefes alamayacak kadar boğulmuş. Anlatırsam buraya neden geldiğimi unuturum. Nefes aldığım yerde soluğumu kesmek istemiyorum." Hazır değildim ki anlatmaya. Demir amcadan başka birisine de anlatacak gücüm yok. "Bir gün deniz kenarında konuşuruz nefes almanı engelleyen şeyleri. Şimdilik sorduğun soru ile konuşalım o zaman. Nereden aklına geldi peki?" "Komşumuzun evinde gördüm. Rahmetli eşi canı sıkıldığı zaman o tabloya bakıp huzur bulurmuş. Bu yüzden daha çok merak ettim. Bana en iyi anlatacak kişi de sizsiniz diye düşündüm." "Doğru yer derim. Ama bunu Enes anlatsa daha iyi olurdu. Konya'daki şirketle ilgili sorun çıkınca oraya gitti. ne zaman geleceğini bilmediğim için ben anlatacağım. Ama bir gün ondan dinlemeni de tavsiye ederim." Usulca başımı salladım. Ne diye bilirdim ki. "Elif Arap alfabesinin ilk harfidir. Bir çok şeyi simgeler. Alimler başka anlam yükler, sofiler başka, ben de başka bir yönden bakarım. Çünkü her bakan kendi kalbinde başka şeyler hisseder. Dedim ya alfabenin ilk harfi diye. Dimdiktir Elif. Her şeye inat ayakta duran, ve en güzel anlamı taşıyan. Harflerin başlangıcıdır. Bir yaratıcı gibidir. Allah tektir, başka bir ortağı yoktur. Elif tektir. Tasavvufta tekliği ile Allah'ı simgeler. Onun gibi diktir. Bir benzeri, bir noktası yoktur. Kendinden sonra başka bir harf ile birleşmez. Yani tekliğini her zaman korur. Vav harfi de öyledir. Kendinden sonra gelen harf ile birleşmez. Altıncı harftir. Çift Vav 66 eder. Bu da Ebcet hesabı ile Allah kelimesinin alt alta yazıldığı zaman harflerin sırasının toplamının 66 etmesidir. Yani nereye dönüp dursan yine yolun Allah'a çıkar. Seni yaratan her şekilde sana yolunu gösterir. Bir kaç alime göre ise Elif kainatı, Vav ise kainatın anahtarını temsil eder. Bir diğer manaya göre ise, Elif Allah karşısında bükülen Vav harfidir. Yani kul alnını secdeye koyduğu zaman iki büklüm olur. Bazılarına göre ise "La İlahe İllallah" cümlesinin iki harf ile yazılışıdır birleşik Elif ve Vav. Elif dik duruşu ile 'La' yani 'hayır' der. İnsan neye hayır der? Vav cevap verir hemen 'İlahe İllallah,' 'Allah'tan başka ilah yoktur.' Hangi taraftan bakarsan bak yolun yine aynı noktaya varır. Dönüp dolaşıp yine Allah'ın kapısına varırsın. Bana göre ise biraz farklıdır. Elif bir insandır. Her zorluğa göğüs geren, yıkılsa bile pes etmeyen, sürekli savaşan, aldığı yaralara rağmen asla adım atmaktan korkmayandır. Eğildiği, iki büklüm olduğu iki yer vardır. Birisi anne karnında, daha dünyaya gelmeden öncedir. Korkuları ile baş başa kaldığı, sadece Rabb'ine tutunduğu andır. Dünyaya geldiği zaman elinden tutan annesi ile Elif gibi dimdik durur. Çünkü yanında koruyucusu vardır. Git gide büyür insan. Yaşadıkları büyütür. Aldığı yaralar onu nefes alamaz hale getirir. Nereye adım atacağını bilemez. Düşer sürekli. Ta ki, doğru kapıya varana kadar. Serer seccadesini, dilinden dökülen fısıltılar arşı titretir gözyaşları ile. İki büklüm olur Rabb'inin karşısında. Koyar alnını seccadeye. Dimdik duran Elif, Vav gibi bükülür o an. Elif insanın Vav halidir. Ve insan bir kere o kapıya vardıysa, bir daha öldüğü zaman mezara koyulurken Elif gibi dümdüz olur. Vav harfi vakti zamanında hattatlar tarafından çok işlenmiştir. Farklı bir ruhu vardır hep. Sana bir şey daha diyeyim, Şems-i Tebrizi boynundan çift Vav ve ucunda Ametist taş olan bir kolyeyi asla çıkarmazmış. Ametist taşının hastalıkları hafifletme özelliği vardır. Kimya hatun hastalandığı zaman boynundan çıkartarak ona vermiştir. Gel sana Osmanlı döneminde yaşamış Hafız Osman'ın hikayesini anlatayım. O zaman Vav harfinin hattatlar tarafından nasıl değerli olduğunu daha iyi anlamış olursun. Benim de çok sevdiğim bir hikayedir. 'Hafız Osman bir gün alelacele evden çıkmıştır. Beşiktaş'tan Üsküdar'a geçmek işin bir yolcu kayığına binmiştir. Yolculuğun bitmesine yakın kayık tam sahile yanaşacak kayıkçı herkesten yolculuk ücretini toplamaya başlamıştır. Bunun üzerine ücretini uzatmak için elini cebine atan Hafız Osman, evden acele ile çıktığı için para kesesini yanına almadığını fark etmiştir. Bir hayli utanan Hafız Osman, mahcubiyet içinde kayıkçıya şöyle der: " Efendi! Kusuruma bakma yeni fark ettim. Evden çıkarken nasıl olmuşsa para kesemi almamışım. Sana para yerine bir "Vav" yazsam olmaz mı ?" Hafız Osman'ın kim olduğunu bilmeyen kayıkçının bu duruma canı sıkılmış ve suratı düşmüştür. " A mübarek adam! Madem paran yoktur ne diye kayığıma binersin. Bir "Vav" harfinden ne çıkar? Ne yapayım ben bu harfi" diye söylenmeye başlar. Hafız Osman'da: "Satarsın! Şu durumda ücretini sana başka şekilde ödememin imkanı yok" diye de ekler. Bu sözün üzerine kayıkçı suratı asık istemeye istemeye çaresizce teklifi kabul eder. Hafız Osman da hemen bir "Vav" yazıp kayıkçıya teslim eder. Günlerden bir gün kayıkçının yolu Bedesten'e düşer. Görür ki etrafta hat yazıları satılmaktadır. Hemen aklına Hafız Osman'ın verdiği harf gelir. Cebinden çıkarır ve orada tellallık yapan bir adama gösterir. Adam da: "Vay! "Hafız Osman Vav'ı" diye bağırır." Bunun üzerine etraflarını bir sürü adam sarar ve kayıkçı elindeki harfi oldukça yüklü bir fiyata satar. Hayretler içinde kalan kayıkçı günlerce çalışsa bile kazanamayacağı bir paranın biranda sahibi oluvermiştir. Hal bu ki koskocaman hat istifleri bile bu denli yüksek fiyata satılmazken. Daha sonra günlerden bir gün Hafız Osman yine Üsküdar'a geçecekken yine aynı kayıkçının teknesine denk gelir. Onu karşısında gören kayıkçının gözleri ışıl ışıl parlamaya başlamıştır. Tam Hafız Osman yolculuk ücretini uzatacak kayıkçı: "Hoca Efendi! Sen para verme. Onun yerine yine bana bir "Vav" yazıver anlaşalım" der. Hafız Osman da tebessüm ederek: "Efendi! O her zaman yazılmaz. Sen şimdilik paranı alıver bakalım" der.' Her bir hattat farklı bir kaleme sahiptir. Hafız Osman kalemi de çok farklıymış. Günümüze kadar geldi mi emin değilim. İnsanoğlu güzelin değerini bilmiyor çünkü. Yakıp yıkmak daha kolay geliyor. Şimdi 'Vav bu kadar değerli de Elif değil mi?' diye düşünebilirsin. Ama hayır. Birini diğerinden ayırmak mümkün değil. Aşktır Elif, ayrılıktır Elif, vuslattır Elif, yok oluştur Elif. Her harfin başı da sonu da Elif'tir. Çok özlü sözler vardır Elif'le ilgili. Benim en çok sevdiğim ise bir şiirdir: 'Bir Elif miktarı geldim sana Mevlana Bundan gayrısıını isteme benden. Senin bekleyişini, benim gelişimi kader kalemi yazdı. Sus!!! İsyan etme!! Anla Mevlana, ayrılık bir tek ikimize yakıştı... (Şems-i Tebrizi) Şiirin devamı uzun. Hatta ben sadece Elif kısmını söyledim. Elif hem geliştir, hem de gidiş. Şems-i Tebrizi geldiği kadar gitmiştir, gittiği kadar da gelmiştir. Çünkü gelen gider, giden gelir. Dedim ya yolun başı da, sonu da Elif'tir. Bir Elif miktarı gelirken, aslında dünyayı, arkasından atıp tutanları, onu yobaz, zındık adlandıranları umursamadan, her şeyi hiçe sayarak, sadece sevdiği, Hamuş'u için gelen bir adam vardır. Gece gibi kara olan adamın aydınlık ruhunu kendi karanlıklarında boğmak isteyenlere inat hep güneş gibi yakan adam Hamuş'u için hiç düşünmeden canını feda eden adamdır oysa. Karanlık ruhları gibi görmeyi de bilmeyen gözleri sadece bir cismi gördü. Ah Şems, ah. Onu iki kelimeye sığdıramazsın. Güneşi içine hapseden adamı iki satıra sığdırmak yakışmaz. Merak etme kızım onu ve can dostunu anlatacağım sana. Şimdi buna hazır değil ruhun. Ne güneşi, ne de Hamuş'u kaldıramaz toy yüreğin." Elini çantasına uzatıp bir kutu çıkardı. Bir süre baktıktan sonra bana uzattı. "Bu benden sana küçük bir hediye." Titreyen ellerimle kutuyu açtığım zaman Elif ve Vav birleşimi bir kolye vardır. Vav harfi Elif'i sarıp sarmalamış ve üzerinde taşlar ile işleme vardı. Çok değerli olduğu her halinden belliydi. "Ben bunu kabul edemem. Bu çok değerli bir şey." diyerek geri uzattım. Elimi nazikçe geri kucağıma bırakarak konuşmaya başladı: "Bu değerli bir kolyedir. Doğru diyorsun. Çünkü kendi kainatının kapısını aşk anahtarı ile açmaya başlıyorsun. Bu kolyeye her baktığında dünün ve bugünün gelsin aklına. Kimdin, nasıl bir ruh halinden nasıl bir ruh haline doğru adım attığını hatırla. Her düştüğünde elini kalbine koy ve 'La İlahe İllallah' diye fısılda. Vav gibi Allah'tan geldin, Elif gibi Allah'a gideceksin. Şimdi kolyeni tak ve beni mutlu et. Ben gençliğime küçük bir hediye verdim o kadar. Bu kolyeyi sadece sana vermedim. Sevdiğim tüm çocuklara tasavvuf ile tanıştıkları zaman hediye ettim. En küçük yaşta verdiğim ise Ahmet Musab, seni aşağıda karşılayan çocuk. 7-8 yaşlarındaydı. En geç hediye ettiğim ise Elif Mısra Ahmet Musab'ın kardeşi oldu. Herkesi tanıştırdım, ama bir onu tanıştıramadım. O sadece adını taşıdığı Elif harfini taşıyor. Sen ise henüz o kapıda bekleyen bir çocuksun. Ya kapıyı açacaksın, ya bir ömür orada bekleyeceksin, ya da çalmayı bilmeden açılmıyor diyerek çekip gideceksin. Düşün bakalım sen ne yapacaksın şimdi?"
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE