Gecenin karanlığını yırtarcasına doğan güneş karanlık kalplere umut olmak ister gibi parlıyordu gökyüzünde. Tam bir hafta geçmişti o sahafa girdiğim akşamdan beri. Benim kendimi toparlayamadığım, ruh gibi ortalıkta dolandığım bir hafta. Yüzüme taktığım maskede çok büyük bir çatlak oluşmuştu. Ne yaparsam, yapayım kapatamıyordum o çatlağı. Kulağımda yankılanan mısralar ile gittikçe daha da büyümeye başlıyordu, farkındayım.
Daha fazla işe geç kalmamak için yerimden kalkıp yatağımı topladım. Evde biraz daha oyalandıktan sonra üzerimi giyinip çıktım. Bu bir haftada rutin haline gelen bir diğer şey ise her sabah Sevgi teyzenin kapısını çalıp hal hatır sormam olmuştu. Onun sıcacık bakan gözleri ve yüzündeki mahzun ifade beni ona çeken şeydi sanırım.
"Günaydın Sevgi sultan nasılsın? Var mı bir ihtiyacın?" Yine rutini bozmayarak kapısını çalmıştım.
"Günaydın kızım. Hadi gel kahvaltı yap, yapmamışsındır sen şimdi." Ah, neydi içimdeki bu kırıklık? Kimeydi? Neden annem yoksun şimdi yanımda? Neden hiç tanımadığım bir kadın soruyor bana bu soruları? Ne vardı da bu kadar çok inandın o adama sen?
"Teşekkür ederim Sevgi teyze, gelirsem içeri trafiğe kalırım sonra. Ama söz hafta sonu geleceğim kahvaltıya." Vedalaşarak hızla uzaklaştım. Biraz daha kalsam hüngür hüngür ağlardım yoksa.
Kafamın içinde dönüp duran sorular ile şirkete nasıl geldim anlamadım bile. Bu bir hafta çok zorlamıştı beni. Toplantılarda dalıp dalıp gidiyor, aklımda sürekli "Bişnev" yani dinle kelimesi yankılanıyordu. Neyi dinleyeceğimi bile bilmiyordum oysa.
"Günaydın Neva hanım. Demir bey sizi bekliyor." Hah kaçışın buraya kadar Neva. Çok mu lazımdı adama şirketinde çalıştığını söylüyordun.
"Günaydın Ebru hanım. Eşyalarımı bırakıp geliyorum." diyerek tebessüm edip geçmiştim odama.
Tıklattığım kapının ardından gelen "Girin" sesi ile derin bir nefes alıp kapıyı açtım. İçimde oluşan çok garip bir his vardı. Korku diyemem ama heyecan olabilir. Kapıyı açıp içeri girdiğimde grinin hakim olduğu bir oda karşıladı beni. Neden gri olduğunu anlamıştım. Siyah ve beyazın ortası. Tıpkı arafta kalmış bir ruh gibi. Ne beyaz, ne de siyah. Ne mutlu, ne de mutsuz. Bir araf.
"Beni çağırmışsınız Demir bey, bir sorun mu var?"
"Sana da günaydın kızım. İyiyim sen nasılsın? Bir sorun yok seni görmek istedim. Daha ne kadar köşe kapmaca oynayacağını merak ettim aslında. Sonra baktım kaçmaya devam edeceksin, çareyi çağırmakta buldum." Çok haklıydı kaçıyordum ondan resmen. Haklı olduğu bir diğer konu ise selam sabah etmeyişimdi.
"Çok özür dilerim, sanırım heyecandan unuttum." Benim mahcup halime karşı o neşeli bir kahkaha attı.
"Seni gören de ilk defa patron ile tanışıyorsun sanır. Ne içersin?"
"Bir şey içmesem daha iyi sanırım." Böyle de çok kaba oldu gibi. Of Neva ne bu halin, kendine gel azıcık.
"Tamam tamam öyle olsun. Gün içinde şirkette görmesem sana bir şey oldu sanacaktım. Sahile gelmiyorsun, bir sorun mu var?" Derince yutkundum. Sorun bendim belki de.
"Evden taşındım. Başka bir semt. Belki de kendimden kaçmak için de sahile uzak bir mahalle tercih ettim bilemem. Her sahile gittikçe yüzüme çarpan gerçekler fazla ağır geldi sanırım. Bilmiyorum. Belki de bilmek istemiyorum." Geldiğimden beri önüme eğdiğim başımı kaldırıp yüzüne baktım. Çözemediğim bir ifade vardı yüzünde.
"Taşınmana sevindim kızım. İçim şimdi rahatladı. Ne kadar kendini korumayı bilsen de, ne olacağını, yada onun ne yapacağını bilemezsin. Ne kadar uzak olsan o kadar iyi aslında. Artık bir gün bu yaşlı adamı misafir edersin." diyerek göz kırptı. Misafir gibi hissettiğim eve misafir kabul etmek ne büyük ironi.
"Elebette. Ama önce bir eve alışayım, misafirlikten kurtulayım ondan sonra seve seve."
"Öyle olsun bakalım. Seni çağırmamın bir diğer nedeni de yeni yaptığımız ortaklık. Bizim yeni otelin ihalesini Demir holding aldı. Bu akşam diğer ortakları ile beni yemeğe davet etti. Halkla ilişkiler müdürü olduğun için de senin de benimle gelmeni istiyorum. Her şey para demek değildir kızım. Paradan daha değerli şeyler vardır. Karşımdaki kişilerin samimiyetine inanmadığım sürece imza atmam ben. Onlarla da imzadan önce böyle bir tanışma düzenledik. İş çıkışı birlikte geçeriz yemeğe. Uygun mu sana?" Bir kez daha hayran kalmıştım. Diğer şirketlerin aksine manevi değer daha önemliydi onun için.
"Tabi ki, ne zaman isterseniz çıkabiliriz."
"Yine mi siz oldum? Nasıl anlaştık biz? Kimse olmadığı sürece siz diye bir şey yok Neva hanım. Beni sinirlendirme, hiç çekemezsin o zaman."
"Tamam Demir amca öyle olsun. Başka bir şey yoksa çıkabilir miyim7"
"Aferin söz dinle böyle. Yok kızım çıkabilirsin."
Odadan çıkıp kendi odama geçtim. Bu gün iki önemli toplantım vardı. Üzerime aldığım yükün ağırlığının farkındaydım. Kafamda oluşan sorulardan, beni yıpratan düşüncelerden kaçma şeklimde çalışmak. Babamdan aldım bu huyumu. Ah babam ne çok özledim ben seni. Meğer seninle birlikte annemi de kaybetmişim ben. Çok geç oldu bunu görmem. İkinizin yokluğu çok ağır baba. Kaldıracak güçüm kalmadı, anneme bir adım atacak cesaretim de yok. Can kırıklarım batıyor yüreğime baba.
"Neva çıkalım mı kızım?" Yorucu geçen toplantıların sonunda tam bitti eve gidiyorum dediğim zaman Demir amcanın seslenmesi ile yeni başladığını anlamam uzun sürmedi.
"Tamam Demir amca çıkalım." Çantamı ve eşyalarımı alıp çıkmıştım. Demir amcanın aracı önden giderken ben arkadan kendi arabamla takip ediyordum onları. Fazla uzun sürmeden restorana da gelmiştik. Fazla şaşalı bir restoran değil, hatta çok sade ve sıcak diyebilirim de. Genelde büyük şirketler bu kadar sade yer seçmez. Bakalım bizi daha neler bekliyor.
Birlikte içeri geçip bizim için ayrılan masaya geçtik. Ortaklardan birisi gelmemişti henüz. Berk bey ve eşi Eda hanım karşılamıştı bizi. Her ikisinin de başarılı bir mimar olduğunu yeni öğrendim. Daha önce çalıştığım şirketlerle iş yapmadıkları için pek tanımıyordum.
"Hah işte Enes ve eşi Şefika da geldi." Ne Şefika mı? Yok artık Neva bu kadarı da olmaz her halde. İsim benzerliğidir. Arkamı döndüğümde bir benzerlik olmadığını anlamam uzun sürmedi. İkimiz de şaşkın şaşkın birbirimize bakıyorduk.
"Bir sorun mu var?" Kendime gelmemi sağlayan ses eşine aitti.
"Siz?"
"Evet ben. Dünya küçük kızım. Bir yerde yeniden karşılaşmayı bekliyordum ama bu kadar çabuk beklemiyordum. Nasılsın? Dinleyebildin mi kendini?" Sahi nasıldım ben?
"Cevapsız sorular kervanı. Cevabı bende değil. Sahi neyi dinlemem gerek?"
"Doğru senin önce bir ney dinlemen gerek. Canım yarın sahafa gelme imkanın var mı? Neva kızımızı ney ile tanıştıralım."
"Pardon ne ile tanıştıracaksınız beni?" Bu kadar bilmece gibi konuşmaya dayanamamıştım. Yabancı bir dili konuşuyor gibiler.
"Ney üflemeli bir musiki aletidir canım. Burada anlatmaya kalksam uzun sürer, yarın akşam iş çıkışı sahafa gel. Ben sana ney nedir, hangi makamlardan ibarettir? İnsanı nasıl etkiler? Ve daha bunun gibi bir çok soruyu cevaplayayım, Enes'te ney üfleyerek ruhumuzu dinlendirsin. Bir nevi arafın kapılarını yavaş yavaş açalım ki, dinlemeyi öğren. Yoksa çok bocalarsın."
"Bir kere de ortaklarımı çalma baldız. Ney konseri vermekten vaz mı geçsen acaba? Bak daha geçen defa fes edilen ortaklığı unutmadım ona göre."
"Delirtme beni Berk, enişte falan dinlemem ha. O adam dua etsin onu orada paralamadım ben. Sessizce lafları sokup uzaklaşmasını izledim. Kimse benim önümde Mevlana ve Şems-i Tebrizi ile ilgili ileri geri konuşamaz. Sen bile olsan haddini bildirirm. Zaten dışarıda gazeteciler vardı, istediğim tepkiyi veremedim diye içimde kaldı, acısını senden çıkarttırma bana." Ben neyin içine düştüm böyle? Kim bu kadın? Nasıl bir anda böyle ruh değişimi yaşadı?
"Aman aman sen delirme o bana yeter. Kusura bakmayın lütfen. Şefika bu konuda çok hassas. Karşısındakinin kim olduğunun bir önemi olmaz o anlarda. Ve ben de ağzının payını alanlardan birisiyim." Sanırım yarın taşlar bir bir yerine oturacak. Şimdi ne kadar kendimi zorlasam da pek bir şey anlamayacağım kesin. Ben de bu yüzden kafamdaki soruları bırakıp masada konuşulanlara odaklandım. Zira herkes sanki az öncekiler yaşanmamış gibi iş konuşmaya başlamıştı.
Berk bey ve Enes bey çocukluk arkadaşı olmuş, zor zamanlarını birlikte atlatmışlar. Birbirine zıt iki karakter onlar. Berk bey mimar ve eğlenceli bir yapıya sahip olduğu halde, Enes bey hat sanatı öğretmeni ve neyzen'miş. Ney üfleyen kişiye neyzen deniyormuş. Yeni öğrendim. Berk bey ve Enes bey gibi Eda hanım ve Şefika hanım da yakın arkadaşlarmış. Hatta Berk bey ve Eda hanımın duygularını fark etmelerine de diğer ikisi yardım etmiş. Anladığım kadarıyla da Enes bey ve Şefika hanım ise daha zorlu bir süreç atlatmışlar. Daha fazla irdelemek istemediğim için sessiz kalmıştım.
Onlara gıpta ile bakmaktan da kendimi alamamıştım. Kan bağı olmamasına rağmen can bağı ile bağlanarak birbirlerinden kopmamışlar. Öyle bir kardeşimin olmasını çok isterdim. Karşımdaki 4 kişi ailede tek çocuk olmalarına rağmen kardeşliği çok güzel yaşatmışlar çünkü. Benim arkadaşlarım ise sanki arada buz dağları varış gibi uzak durmayı seçtiler. Ne diyebilirim ki? Umarım bir gün böyle bir arkadaşlığım olur.
----------
Şu an nerede miyim? Bir hafta önce arkama bile bakmadan kaçtığım "Mavi sahaf"ın önündeyim. Ama tek farkla, bu defa içeri girmekten korkuyorum. İçimde yankılanan ses 'Canın çok yanacak, ama içinde oluşan boşluk dolacak' diye fısıldıyor. Ne yapacağımı bilemeden öylece bekliyorum.
"Kapıda beklemek güzeldir. O kapının bir gün açılması umudu ise çok başkadır. Seni o kapıda bekleten de tam olarak açılmasına olan umudundur. Senin beklemekte ki umudun ne? Açılması mı, yoksa açılmadan kapanması mı?"
"Bilmiyorum. Belki de kapanmasına olan umudum daha fazladır." Arkamı dönerek cevap vermiştim.
"Açılmayan bir kapı nasıl kapanır tekrar? Önce açmayı dene. Baktın o kapı seni senlikten çıkarmış, sana zarar veriyor, kapat. Unutma bilinmezlik daha çok can yakar. Hazır mısın açmaya?" Neden bu kadar ısrar ediyor? O kapı açıldığı zaman ne değişecek? Ben neyi göreceğim?
"Neden? Bu ısrar neden? Niye o kapının açılması için çaba harcıyorsunuz?" Kim hiç tanımadığı birisi için bu kadar çaba harcar ki? Yolun sonunda ne olacağı bile belli değildir oysa.
"İnsan bir aynadır Neva. Bakmayı bilirsen görürsün. Karşında duran kişide kendini göremiyorsan bakmayı da bilmiyorsun demektir. Ben sana baktığım zaman 19-20 yaşlarımdaki kendimi görüyorum. Sana Hz. Şems-i Tebrizi'nin hayatından kısa bir kıssa anlatayım, o zaman ne demek istediğimi daha iyi anlarsın.
'Hz. Şems-i Tebrizi Şamda bir sohbet meclisine girer. O sırada şeyhin birisi müritlerine fenafillah makamını anlatmaktadır. Daha fazla dayanamaz ve yüksek sesle sorar:
-Sen Allah'ı nelerde görüyorsun? Hemen cevap verir şeyh:
-Güzellerin yüzü ayna gibidir. Ben Allah'ı o aynada görüyorum.
-Ee başka nede görüyorsun?
-Su ve toprakta görüyorum. - Sinirlenir Şems-i Tebrizi.
-Ey ahmak! Madem Allah'ı su ve toprak aynasında, beni de bir başkasının aynasında görüyorsun, niye can ve gönül aynasına bakıpta kendini aramıyorsun?' diye sorar. Şems-i Tebrizi görünüşe aldanmaz, nasıl desem insanın değerini giyindikleri ile ölçmez. O gönüle bakardı. Öyle bir bakış ki, seni delip geçer, sana seni sorgulatırmış. Burada sana onu anlatsam günler yetmez. Yavaş yavaş, ilmek ilmek kalbine aşkı dokumak istiyorum. Bu yüzden onun hakkında sana bir şey anlatmayacağım, henüz.
Şimdi hazır mısın bu kapıdan içeri girmeye?" Dinlediğim kıssa (Hak dostlarının hayatından hisselere kıssa denir.) beni çok etkilemişti. İçimde oluşan tereddüt yok olmuştu.
"Hazırım." Onunla tanıştığımdan beri ilk defa bu kadar titrek çıkmıştı sesim. Oysa içimde ayrı bir heyecan vardı.
Birlikte kapıdan içeri girdiğimizde bizi yine o gül kokusu karşılamış, üstüne üstlük ilk defa duyduğum bir müzikte ona eşlik ediyordu. İkinci kata çıkan Şefika hanımı takip ettim sessizce. Yukarı çıktığımız da Enes bey mindere oturmuş, elinde kamıştan bir aleti üflüyordu. Anlamıştım, beni tanıştırmak istediği aletti bu. Ben de onlar gibi yerdeki mindere oturup gözlerimi kapattım. Müziğin ruhumu sarmasına izin verdim.
Değerli anlar gözleri kapalıyken daha kuvvetli his edilirmiş. Belki de bu yüzdendir müzik dinlerken gözlerin kapanması. Etrafımda sadece ney sesi vardı. O kadar odaklanmıştım ki, başka bir şey duymuyordum. Ne zaman bittiğini ve dahası ağladığımı bile anlamamıştım. Ta ki, yüzümde hissettiğim bir ele kadar. Gözlerimi açtığım zaman Şefika hanımın gözyaşlarımı sildiğini gördüm.
"İşte şimdi hoş geldin. Boşuna sende kendimi gördüm dememişim. Kapı gıcırdamaya başladı. Bakalım ne zaman ardına kadar açılacak? Hadi gel seni ney ile tanıştırayım ve biraz da tasavvuftaki yerinden bahsedeyim." Oturduğu yerden kalkıp eşinin yanına doğru adımladı ve tam karşısına oturdu. Minderin üzerine konulmuş Ney'i eline alıp bir öpücük bıraktı. Bu kadar mı anlamlı bu alet? Ah Neva ne çok şey bilmiyormuşsun meğer? Ben de Şefika hanımın yanına oturduğum zaman başladı anlatmaya.
"Ney'den ilk defa Mahmut Kaşgarlı 'Divan-i Lügati't Türk' isimli Türklerin kültür, adet ve dini anlayışlarını kaleme aldığı kitabında bahis etmiş Onun yazdığına göre ney erlerin öldüğü zaman onları anmak için üflenirmiş. Ney bir feryadı, onların çektiği acıları anlatırmış. Günümüzde de bir nevi bunun için kullanılır, ama tek fark sadece matemlerde değil. Neyzen içinde biriken acılarını üflemeden kemale eremez. Bu yüzden dinleyen herkesin hemen hemen içinde bir boşluğu doldururcasına dolanır. Senin bile varlığından haberin olmadığı noktalara dokunur, acılarını ortaya çıkarır.
Anlatacaklarım biraz garip gelebilir sana, ama kapıda durmaya devam ettiğin sürece daha bir anlam kazanacaktır. Konuyu dağıtmadan devam edeyim. Ney bir insana benzer aslında. Bunu Mevlana'nın sözleri ile taçlandırayım, sonra kaldığım yerden devam edeceğim anlatmaya.
"Aşk kime benzer?" dedi..
"Aşk bir neyzene benzer" dedim..
"Aşk bir neyzene benzerse biz neyiz?" dedi..
"Evet" dedim "Çok doğru!...
"Aşk bir neyzene benzerse, biz "Ney'iz!"
Eşinin önüne koyduğu sıcak kahveden bir kaç yudum alarak devam etti konuşmasına. Bense kahveyi bile bir köşeye bırakıp merakla anlatacaklarını dinliyordum. Bir çocuğun öğrenmeye olan açlığı vardı üzerimde.
"İnsan ilk doğduğu zaman bir boşluğa düşer. Korunaklı olan anne karnından alınmış, hiç bilmediği bir dünyaya bırakılmıştır. Bu yüzdendir ağlayışı. Annesinden ayrılmıştır çünkü. Aralarındaki bağı koparmışlardır. Kamışta ney olması için vatanında koparılır. İnsanın yaşaması gibi. Her şey bitti dediğin noktada bebek aldığı nefesle yeniden başladığı gibi kamışta koparıldığı vatanından nasıl kemale ereceğini bilemeden feryat eder.
Üzerindeki kabuklardan arındığı zaman bir bebeğin dünyaya gelişindeki çıplaklığı gibi kalır. Maharetli eller önce onu günesin altında kurumaya bırakır. Bedenindeki can suyu akıp gider böylece. Kendi kendine 'Artık bitti yolun sonuna geldim.' dediği an usta eline alır ve bu defa kızgın demirle dağlar içini. Kızgın demir içindeki gereksiz kısmı alıp kenara bırakır. Yavaş yavaş kemale ermeye doğru adımlar kamış bilmeden. Canı çok yanar bu yolda. Bunu da harama meyil eden gencin ilk defa Allah ile tanışmasına benzetebiliriz. O zaman vicdanı kızgın bir demir gibi içini yakar, pişmanlığın tohumlarını içine bırakır.
Usta yine kamışı güneşe bırakır. Sabrı öğretir. Zamanın ne kadar değerli olduğunu. Beklemeden yolun sonuna asla varamayacağını anlatır. İnsan da yaptığı günahlardan nasıl arınacağını Kuran-i Kerim'i okuyarak zamanla öğrenir. Artık ne kamış, ne de insan ah etmez. Hiçbir şeyin sebepsiz olmadığını, başlarına gelen her şeyin alınlarına yazılı olduğunu öğrenir.
Kamışın kuruduğuna kanaat getiren usta yeniden eline alır ve bu defa kızgın bıçak ile 7 tane delik açar. 6 tanesi önde, 1 tanesi de arkada. Neden 7 delik dersen nefsin 7 mertebesine işaredir. Bunu da daha sonra detaylı şekilde anlatacağım. Arkada olan ilk bakışta lüzumsuz gibi görünür, ama en değerlisidir. Bir o kadar göz önünde, ama bir o kadar da saklı. Vicdan gibi, merhamet gibi, en önemlisi de sevgi gibi.
Uzundur ney. 60-75 santim arası uzunluğunda değişir. Ama 9 buğumdan oluşması asla değişmez. Dedim ya insana benzer diye. İnsan 9 ay anne karnında büyüdüğü gibi, kamışta 9 buğumla o aylara işaret eder. Bak ilk buğuma takılı olan şey 'Başpare'dir. Genelde keçi ve manda boynuzunda yapılır ama insanların isteği üzerine ağaçtan da yapılıyor. Başpare sesin daha gür ve parlak çıkmasını sağlar.
İnsan nefsin 7 perdesini yırtarak kemale erdiği gibi, kamışta bu etaplardan geçerek yüskük'ün takılması ile son noktaya gelmiştir. Hazırdır artık bir neyzenin elinde çektiği acılardan soyutlanmaya. Vatanından kopuşu, güneşte beklemesi, içini delip geçen kor ateş, delikler açan kızgın bıçak ve aşkla inlemeye hazırdır. Asıl maharet Ney'de değil neyzen'dedir. Ney içindeki boşluğun nefesle dolmasını beklerken, neyzen içinde biriken yangınları üflemeye hazır mı? Birinden birisi eksik ise eğer ortaya ne ney çıkar, ne de neyzen. İki vatanından koparılıp uzun soluklu yollardan geçen bir noktada buluşamıyorsa eğer ortaya sadece kuru bir ses çıkar, ah nale çıkmaz.
Ney'i diğer nefesli aletlerden farklı kılan içindeki feryadıdır. Bunu en güzel anlatan satırları da yine Hz. Mevlana kaleme almıştır. Mesnevi'nin ilk 18 beytini kendisi kaleme almış ve Ney'in geçtiği yolu anlatmıştır. Sana sahafta fısıldadığım mısralar ilk beyitti. Mesnevinin geri kalan kısmını ise müridi Hüsameddin Çelebi kaleme almıştır. Mevlana yarenini kaybetmenin yorgunluğundaydı çünkü. Fazla konuştum, başını daha fazla şişirmeden Enes üflesin, ben de mısraları fısıldayayım. Ney bu kadar kısa değil, şimdi hazır değilsin, vakti geldiği zaman yeniden fısıldayacağım Ney'in feryadını.
Şimdi Şefika hanımın satırlarla, Enes beyin de Ney ile beni yakma zamanı. İlk ateş yüreğe düştüyse asıl yangın başlarmış. Beni neyin daha çok yakacağını bilmeden gönüllü oldum yanmaya. Dilim lal, yüreğim feryat figan oluncaya kadar yanma zamanı.