Soğuk

1146 Kelimeler
2 Ay Önce- Her şeyin başladığı yer... ‘'Her şeye susan o küçük kızı ve mahkûm ettiği hayallerini terk ettim.'’ Yağmur damlaları sokakta çığlıklar bırakırken gökyüzü karanlığa boyandı. Islak asfaltın bıraktığı acı koku ile toprağın kokusu karıştı. Acelesi olanlar hızlı adımlarla uzaklaşmaya, sokak boyunca kenardaki kuru kısımlardan yürümeye devam ettiler. Acelesi olmayan tek kişi bendim. Dudaklarımın arasından çıkan sisli nefesler, buz kesmiş parmaklarım ve kızarmış yanaklarım ile kimsesiz hissediyordum. Gidecek bir yerim vardı, elimdeki çantayı sürükleye sürükleye oraya gidiyordum ama kararsızdım, ayaklarım geri geri gidiyordu. O evin önünde durduğumda kafamı kaldırıp karanlık gökyüzünde ışıkları yanan pencerelere baktım. Bütün acımasız yağmur damlalarına karşın o ev çok güvenli görünüyordu. Burası, dedim içimden kendi kendime. Burası kurtuluşum. Burası, tüm bu dev dalgalardan sığınabileceğim tek liman. Bahçe kapısını geçtim, gök gürültüsünü umursamadan çantamı kendimle sürükledim. Yağmur damlalarının üzerime düşmesini de hiç umursamadan soğuktan titreyen elimi yavaşça kaldırdım ve kaderim olacak kapıyı çaldım... Benim hikâyem; kendi evimden, yaşanmışlıklarımdan, babamdan kaçıp, çaresizce kuzenim Alperen'in kapısına gelmemle başladı. Her ne kadar çok öncelere dayansa da tanışmışlığımız, her ne kadar ilk gördüğümden beri üzerimde derin bir etki bırakmış olsa da ben o geceyi onunla olan başlangıcımız sayıyorum. 3 Aralık tarihini, İzmir'in yağmurlu sokaklarını, Alperen'in kapısında olduğum geceyi ilk olarak besliyordum zihnimde. Zaman yitip gidiyor, yaşlanıyor gibi hissediyordum. Bedenimin 19 yaşında olması, ruhumun da öyle olduğu anlamına gelmiyordu. Sanırım hayattan öğrendiğim en büyük şey buydu. Ruhsal olarak 79 olduğuma yemin edebilirdim. Fakat Alperen'in karanlık gözlerinde kendimi tekrar 19 hissettiren bir şeyler vardı. İlk günden beri bunu ruhumun derinliklerinde bir yerlerde fazlasıyla hissedebiliyordum. Küçük çocukları en çok da gizliden gizliye hissettikleri yalnızlık büyütür. Aslında pek yalnız kalamazlar çünkü hayalleri her yerde onlarladır, onlarla büyür. Kimisi bırakır hayallerini, kimisi gitmelerine izin vermez, sıkıca tutunur. Ben yalnızdım... Fakat bu sadece fizikseldi benim için. Çünkü kafam yazılar ve hikâyelerle doluyken, küçük parmaklarımı kullanıp harflerle olan hayallerimi büyüttüm. Bunu kendim yaptım ve bu kendime yaptığım belki de en büyük kötülüktü. Vazgeçmek çok daha kolayken başlattığım bu direnme beni mahvediyordu. Babam gecelerce eve gelmediğinde ve ben elimde kalemim, defterimle pencere kenarlarında ona hikâyeler yazıp gelmesini beklerken bedenen yalnızlaşmaya başlamıştım. Gelmesini beklemeyi zamanla bıraktım, yine de hiç ayrılmadım o pencere kenarından. Annemin aldatıldığını öğrendiğimde ve o uyusun diye ona hikâyelerimi okumaya başladığımda yalnızlık yüzünü daha çok göstermeye başlamıştı. Çünkü küçük bedenimin içinde beni kıran sırlar saklıyordum. Sonradan öğrendim ki annem de olanları benden saklamaya çalışmıştı. Yine de her şey için çok geçti. Fakat en büyük yalnızlığım annemin alkolik olması ve yokmuşum gibi davranmasından sonra tamamen görünmüştü. Artık küçük kızı değildim, evde bir fazlalık olmaktan öteye gidemiyordum. Sadece o ve babam değil, ben de kendimi öyle hissetmeye başlamıştım. Bir çöp torbası gibi, yalnızca ihtiyaçları olunca var olmamı istiyorlardı. Tüm olanların sonunda bağırışlar vardı geride kalan. Evin içinde birbiriyle uyumsuz üç insanın aile adı altında savaşı vardı. Fotoğraflarda hepimiz gülümsüyorduk ama gerçek hayat gri bile değildi, simsiyah bir hüzün karabasan gibi çökmüştü üzerimize. Tek duyabildiğim annemin hakaretleri, babamın terk edişleri, fakat hep aynı yerde kalma saçmalıklarıydı. Bu fazlaydı, hayallerini kendinden bile sakınarak korumaya çalışan küçük bir kız için çok fazlaydı. Sevgisizlik acıtırdı belki ama bu kimsesizlik gibi hissettiriyordu. Ben o kadar değersiz değildim, olmamalıydım. Fiziksel olarak var olan babamın, manevi olarak burada, yanımda olduğunu asla hissetmemiştim, hissetmeliydim. Çünkü bunu hak ediyordum. Oysa hep tam tersi oldu. Babamın ben küçükken ilgileniyor oluşu bile umut verirken, büyüdükçe acıya dönüştü bu. Yaptığı her şeyin yalan oluşu ve beni asla sevmeyeceği gerçeği doldurdu içimi. Annemin ise yaptığı her hatadan sonra pişmanmış gibi davranması ve tekrar tekrar yapması aynı hataları... Ona hiç öğretemedim, birine vurduğunda acısı geçiyordu ama anının içinde geçmek bilmeyen bir acı bırakıyordu. Acı, onlara olan tüm sevgimi yitirmeme sebep oldu. Ben, çok hızlı büyüdüm. Artık dayanamayacağımı hissettiğimde kalmaya çalışmak bir intihardan farksızdı, bu yüzden bu ıssız Aralık gecesinde o evden ayrıldım, terk ettim Yaşanmışlıkların altında ezile ezile yaşamayı öğrensem de bunu hak etmediğimi fark ettiğimde bitirdim, terk ettim. Beni artık kendi içimde boğulmaktan kurtaramayan anneme veda bile etmeden, silik silik anıları görmezden gelerek orada bıraktım, terk ettim. Ve bu terk ediş, bir yandan serin bir sessizlikle doldurdu içimi, bir yandan da çocukluğumu çekti çıkardı koynumdan. Onu da terk ettim, üzülmedim değil. Her şeye susan o küçük kızı ve mahkûm ettiği hayallerini de terk ettim. Nereye mi gidiyordum? Sırlarından bir duvar örmüş, yüzündeki güzellikle herkesi kendine çekebilecek kadar tehlikeli bir adama gidiyordum. Alperen 21 yaşındaydı, kuzenimdi ve güvenebileceğim tek kişiydi. Yağmurun damlalarıyla ıslattığı kapıyı açtığında, küçük bir kedi gibi yağmurun altında titriyordum. O görüntüyü görünce merakla süzdü beni siyah gözlerinin ardından. Ve biliyordu, nasıl bir cehennemin içinden çıkıp geldiğimi anlıyordu. 'artık seninle kalmak istiyorum' demek aslında bir yandan 'savaşı bırakıyorum' demek oluyordu. Evimizdeki savaşın o da farkındaydı. Beni anladığını biliyordum çünkü babamla aralarındaki kinden dolayı babamdan hoşlanmıyordu. İkimiz de bir nevi aynı tarafta oynuyorduk. Kullandığı kelimelerin ve gözlerindeki şiddetin ardında sessizce saklanan sakin bir adamdı. Kelimelerine dokunduğumda bunu hep hissetmiştim. Kelimeleri beni biliyor gibiydi, diğer herkes beni yargılayacakken o kendi kararlarımı vermemi izliyordu. Zaten tüm bu güvenimin sebebiyeti kullandığı harflerde saklıydı. "Başka bir ihtiyacın var mı" dedi ve karşımdaki koltuğa ağır ağır oturdu. Yağmurun öldürücü darbelerinden kurtarıp beni içeri almış, ben üzerimdeki ıslak giysileri çıkarırken şömineyi yakmış ve elime bir fincan kahve vermişti. Daha ne isteyebilirdim ki? "Hayır, teşekkür ederim" dedim. Siyah saçlarının dalgalarına baktım. Telleri birbiri ardında sıralanmış güzel bir görüntü bırakıyordu. Elimde dumanı tüten kahveyle oturma odasında Alperenle oturuyordum. İçeride açık renk oturma grubu ve halı ile aynı koyu tonlarda yastıklar vardı. TV hiç açılmıyor gibi kenarda duruyordu. Büyük pencereler şimdilik uzun mu uzun perdeler ile kapatılmıştı. Yere değen tül perdeler, dışarıdaki yağmur damlalarıyla gölgeleniyordu. Ben odayı izlerken Alperen hiç çekinmeden kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Üzerinde beyaz ince bir kazak ve siyah pantolonla son gördüğümden daha iyi görünüyordu. Daha sağlıklı ve daha güçlüydü. Ben nasıl görünüyordum hiçbir fikrim yoktu, muhtemelen mahvolmuş durumdaydım. "Anlat bakalım" dedi benim konuşmayacağımı anlayınca. "Neden evden ayrıldın?" sesinde içimi delip geçen bir ciddiyeti vardı ve bu ciddiyetin bıraktığı etki ile savaşıyordum. Bakışlarım koridor kısmında kalmış çantama takıldı, artık eve dönmeyeceğimin en büyük kanıtı o çantaydı. "Artık orada kalmak istemiyorum" dedim sessizce. Sesim içimdeki kırgınlığı ortaya çıkarır gibi belli etmişti kendini. Büyüleyici güzellikteki parmaklarını birleştirip "Anlıyorum" dedi sadece. Bir şeyler söylememi bekledi, bakışları beni rahatsız etmemek için uzaklaştı. Sonra elimdeki kahveye baktı bir süre. Başka bir şey düşünüyordu, biliyordum. Fakat yine de gerilerek parmaklarımı gereksizce hareket ettirdim. Gerginliğimi fark etmiş olacak ki gözleri yine beni buldu. "Bunca zaman sonra neden şimdi?" diye ısrarla sordu. Beni burada istemiyor düşüncesi bir anda yayıldı içimde. Endişe sardı bedenimi. Sormam gerekirdi, gelmeden önce onunla konuşmam ve kalmak için izin istemem gerekirdi. "İstemiyorsan gidebilirim" diyebildim sadece. Bir şey söylemesini bekledim ama sustu ve önümde duran masaya bakmaya devam etti. Duygularımın giderek ağırlaştığı o an, orada kalamayacağımı düşündüm. Yanıldığımı ve Alperen’in beni anlamadığını hissettim. Kalmamı istemiyordu işte! Gidecek hiçbir yerimin olmadığını bile bile pencereye baktım. Bu saatte karanlık sokaklarda ayrıca hava bu kadar soğukken ne yapacaktım? Beni bekleyen yeni hayatımın kıyılarında köşelerinde neler olduğunu bilmeden içine dalmıştım.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE