Yağmaya devam eden yağmur hızla cama vuruyor, korkutucu bir melodi bırakıyordu sessizliğin ortasına. Zihnimdeki kelimelerin bana eziyet etmek için söyledikleri ise her şeyi daha da zorlaştırıyordu. Kendimle çelişiyor, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.
Odanın içindeki soluk renkler dışarıdaki yağmurların ışığı kesmesi ile daha da soluklaşıyordu sanki. Dışarıdan gelen birkaç uzak ses dışında evin içinde ağır bir sessizlik hâkimdi.
Oturduğum yerden rahatsizca kıpırdandım ve bakışlarımı pencereye çevirdim. İhtimalleri ve seçenekleri birer sıraya dizdim.
“En azından…” dedim tekrar Alperen’e umutla bakarken, “yağmur durunca gitsem olur mu? Hastalanmak istemiyorum.”
Vereceği cevaptan korkuyordum ama bunu belli etmemek için çaba sarf ediyordum. Gitmeme izin verirse nereye gidebilirdim ki? Beni kabul edecek başka kimsem yoktu.
Alperen, bunu ciddi ciddi sorduğumu gördüğünde kaşlarını hafifçe çattı, sanki gözlerindeki karanlık daha koyu bir hal aldı. Sinirlenmiş miydi?
Ne söylemiştim ki?
“Benden sana yardım etmemi istedikten sonra gitmene izin veremem.” dedi kesin bir sesle. Ya ruh hali çok hızlı değişiyordu (ki bu kadar hızlı değişmesi normal değildi) ya da ben onu anlayamıyordum. Önce hak veriyordu, sonra gitmemi istiyormuş gibi görünüyordu ve hemen ardından tekrar kalabileceğimi düşündürüyordu. Belki durumu basit bir gurur meselesi haline getirmişti.
Sustuğumu görünce derin nefes aldı. Oturduğu yerden hafif bir hareketle doğruldu, “Sadece seni anlamaya çalışıyorum” dedi sesini iyice alçaltarak. “Bunun olacağını tahmin etmiştim. O adamla aynı evde çok bile kaldın.”
Bana hak vermesine sevinmiştim ama bu sevinç bile beni acıtıyordu. O acıyla karışık zorlama bir şekilde gülümsememi sağladığında, onun yüzünde de gülümseme görür gibi oldum. Fakat bu gülümseme var ile yok arasındaydı. Belki de yalnızca zihnimin bir oyunuydu. Belki de gülümsemesini istiyordum sadece. Bu kadar ciddi durması beni tedirgin ediyordu.
“Babamla uzun zaman kalmam gerekti ama özellikle bu son bir yıl, daha fazla yapamayacağımı anladım. Ben de belki bir süre burada kalabilirim diye düşündüm.” Boğazım kurumuş gibi hissettim, bir yudum aldım elimdeki bardaktan.
Onun siyah gözlerine bakarken meraklı ve bir o kadar da tedirgindim. Alperen de geriye yaslandı ve derin bir nefes aldı. Göğsü şişip inerken erkeksi görüntüsü zarif bir heykel kadar güzeldi. Konuşmamı bekler gibi yüzüme baktı.
“O evde iyi olamıyorum, derslerime odaklanmak öyle zor ki!” diye açıklama yaptım. Daha ne söylemem gerekiyordu bilmiyordum. Eğer oturup oradaki sorunlarımdan bahsedersem sabaha kadar bitmezdi. O da bunu anlamış gibi bana bir süre daha dikkatle baktı. Ve sonra siyah gözleri arkamdaki duvara ilişti.
“Kalmak istediğine emin misin?” diye sordu kendimden şüphe ettirecek bir sesle. Verdiğim karar çok büyük ve geri dönülemez bir kararmış gibi hissettim. Bir an için ne istediğime karşı şüphe besledim.
Gözlerimle saçlarına dokundum. Bu iyi hissettiriyordu. Onunla yaşamak nasıldı, bilmiyordum. Fakat bu babam ve annemle yaşamak kadar kötü olamazdı. “Eminim.” dedim kendimden emin bir şekilde. “Hiç bu kadar emin olmamıştım.”
Sustu, ben de zaten ortadan kaybolan kelimelerimi boş vererek sustum. Bir dakikalığına büyük bir sessizlik doldurdu odayı. Onunlayken yaşadığım gerginlikten olsa gerek ki her hareketimi izliyor gibi hissediyordum. Fincanımdaki kahveden bir yudum aldım ve beni izleyen gözlere baktım.
“Burada olduğumu onlara söylemeyeceksin değil mi?” diye sordum, endişeyle sessizliği bozarken.
“Baban bir şekilde bulur.” dedi. Evet bulurdu. Fakat yine de kendimi ona teslim etmek istemiyordum. Omuzlarımı silktiğimde derin bir iç çekerek ayağa kalktı. “Ben halledeceğim merak etme.” dedi.
Koridora doğru yürürken ‘’gel,’’ dedi onu takip etmemi isteyerek. Ben de ayağa kalkıp sıcacık odadan ayrılırken, önce neredeyse karanlık denilebilecek bir koridordan geçtim. Adımları yavaştı, uzun boyu ve geniş omuzları önümü kapatıyordu. Ardından yürürken sırtını izliyordum ve bu garip bir şekilde güvendeymişim gibi hissettiriyordu.
Koridorun sonunda, sağda beyaz bir kapıyı açıp ışıklarını yaktı ve içeriyi işaret etti. ‘’Burası benim odam.’’ Dedi. Tam karşıda büyük bir pencere beyaz perde ile kapatılmıştı. Odanın ortasında beyaz bir yatak vardı ve kahve tonları ile beyaz birbiriyle uyum içinde dağılmıştı.
“Burada kalabilirsin.” Dedi ben içeriye girerken. Elime almış olduğu çantayı bıraktığında odayı inceledim.
Oda huzur veriyor, iyi hissettiriyordu. Alperen’e ait eşyalar her yerdeydi. Yine de bu odada kalamazdım. “Ama burası senin odan.” Dedim. Alperen kapıya yaslanıp beni izlerken odadaki kokunun güzelliği ile büyülendim.
‘’Sorun değil, en azından şimdilik kalabilirsin.’’
“Başka bir oda yok mu?” diye devam ettim. ‘’Amacım seni yerinden etmek değildi.’’
Hafif bir tebessüm eti beyaz dişleri ortaya çıkarken gözleri kısıldı. “Başka bir oda olsa seni niye buraya getireyim?” diye sordu.
Gülüşü içimde kıvılcımlar yaratmaya başladı. “Olmaz öyle şey salonda uyurum ben” dedim. Bir anda gelip evini ve yatağını işgal etmek istemiyordum. Bu düşünce beni rahatsız ediyordu. Zaten kalmak oldukça yük gibi hissettiriyordu bir de odasını kabul edemezdim.
“Sorun yok, ben her yerde uyuyabiliyorum.” Dedi samimi bir şekilde. Yine de içim böyle hiç rahat değildi. Kendimi fazlalık gibi hissediyordum.
“Lütfen sen kal, ben de her yerde uyuyabilirim.” Dedim. Fakat söylediğim şeyi duymazlıktan geldi.
“Ben salonda olacağım” dedi. ‘’Daha fazla itiraz yok.’’
Gözleri odada biraz gezindi. Sonra odanın içine doğru yürüyüp büyük dolapların birinden yastık ve örtüler çıkardı ardından yatağın üstünde duran kitabı aldı. Yatağın yanında duran çekmeceden birkaç eşya alıp tekrar kapıya doğru geldi.
“Bu arada,” dedi bana dönerken “Seni yanıma alarak sana dair tüm sorumluluğu üzerime alıyorum ama olur da bir süre sonra gitmek istiyorum diye tutturacaksan şimdiden kararını ver.” Dedi kesin bir dille.
Aslında söylemeye çalıştığı şey, bir kere geldin bir daha gitmek yoktu. Zaten istediğim de buydu. Gitmeme, düzenli bir hayata sahip olmak, en azından üniversite bitinceye kadar güvende kalmak. Her gece kavga etmeden uyumak, sabahları huzurla uyanmak ve belki bir iki sohbet edebilmek. Tek istediğim buydu, daha fazlası değil.
Sevgi değil, beni anlaşılmak istiyordum.
Düşüncelerimi kenara ittim, “Biliyorum” dedim sadece. Kararlı siyah gözleri bana ciddiyetle bakıyordu.
“Benimle yaşamak kolay değildir.” Dedi. Ailemle olan yaşantımı düşününce onun bu söylediği çok da önemli bir şey gibi gelmedi. Her yere uyum sağlayabilirim diye düşündüm.
“Yine de kalmak istiyorum” diye ısrar ettim. ‘’En azından deneyebiliriz bence. Evdeki varlığımla yokluğum aynıdır, seni rahatsız etmeyeceğim.’’
“Pekâlâ” dedi ruhsuz bir sesle. Kollarındaki yastığı ve örtüyü alarak kapıya doğru yürüdü. “Bir ihtiyacın olursa salonda olacağım.” Dedi çıkarken.
Çıkıp ardından kapıyı kapattığında yüzüme koca bir gülümseme yerleşti. Etrafıma bakındım, o buradayken gergin hissediyorum, saçmalıyordum fakat bu güzeldi, uzun zamandır hiç heyecanı hissetmemiştim. Kalbimin onun yanında gerektiğinden daha hızlı atması benim tekrar yaşadığımı hissetmemi sağlıyordu. Birçok şey için şimdiden Alperen’e minnettardım. Her ne kadar yarın ne olacağına dair tek bir fikrim olmasa da en azından habersiz gelişimle beni ortada bırakmadığına mutluydum.
Sonuçta babama karşı olan nefreti çok büyüktü ve bu bana da tepki göstermesine sebep olabilirdi.
Kapının yanına bırakmış olduğu eşyalarımı aldım ve çantaları koyacak yer bulamadan öylece olduğu yerde bıraktım. Dolapları karıştırmak ve içlerinde kendime yer ayırmak istemiyordum. Hatta kendimi fazla alıştırmasam iyi ederdim, sonuçta ne olacağı belli debildi.
Sonrasında banyoya girip dişlerimi fırçaladım ve aynadaki görüntüme baktım. Yorgun görüntüm öylece bana bakıyordu. Islanıp kurumuş ve hemen ardından hafifçe dağılmış kızıl saçlarım, omuzlarımdan aşağıya dökülüyordu. Zarif ve zayıf bir görüntüm olmasına rağmen gözlerimde savaşmaya kararlı bir ifade duruyordu. Dudaklarım aşağıya doğru kıvrılmış, küçük bir çocuğunki gibi hüzünlüydü. Solgundum, tıpkı ruhum gibi. Kızıl saçlarımı seviyordum. Kapalı kahve gözlerimi ve beyaz tenimi de seviyordum Fakat bir şekilde tüm bunlar bir araya geldiğinde kendimi güzel hissetmiyordum. Belki de kendimi güzel bulmam için önce sevmem gerekiyordu.
Kendimi sevmek, olabildiğince uzak bir ihtimal gibi geliyordu.
Gecenin ilerleyen dakikalarında ışıklar söndüğünde ev koca bir sessizlikte kaldı. İçinde kimse yokmuş gibi ıssızdı. Kâbuslarla geçen bir gece de olduğunu varsayarsak pek de iyi geçtiğini söyleyemem.
Soluk soluğa uyandığım her kâbusta ailemin bana ne kadar zarar verdiğini anlayabiliyordum. Onlar olmadan daha iyiydim. Gürültü yoktu, sürekli duymak zorunda olduğum hakaretler ve aile savaşları yoktu. Böylesi daha iyiydi. Sessizlik, Alperen ve ben.
Aralık ayının soğuk bir gecesiydi ve dışarıda yağmur devam ediyordu.