ÖN İZLEME
Bu içtiğim kaçıncı shottı bilmiyorum. Güya abimin katillerini öldürmüş kutlama yapıyordum tek kişilik... Abimle son görüştüğümüz yerde...
İlk birkaç shot sonrası garson bana alık alık bakınca şişeyi istemiştim... Alkol eşiğim yüksek olduğu için hala kafam yerindeydi ve ben biraz olsun rahatlamak sakinleşmek istiyordum...
Alkollü mekanlarda maalesef bu pek mümkün olmuyordu.... Abimle son geldiğimiz yer burası olmasaydı tercih edeceğim yer burası olmazdı ama...
"Kim bu kadar güzel bir kadını bu kadar üzmeyi başaran salak?" diyen sesi duyduğumda içimden 'bir asalak daha' dedim...
"Bas geri" dediğimde sanki bunu duymayı beklemiyormuş gibiydi. Ne yani beni barda her önüne gelenle birlikte olan biri mi zannetmişti? Dışarıdan bakınca öyle mi görünüyordum. Neyse ne... Onun ya da başkasının ne düşündüğü neden umurumda olsundu ki?
Garsona döndüm "Localardan biri boşalınca beni oraya alın!" yanımdaki asalağa bakarak "haşereleri de uzak tutun" dedim. Adam mosmor olmuş bir şekilde gerisin geriye gitmişti.
10-15 dakika sonra loca görevlilerinden biri gelip "locanız hazır hanımefendi" dediğinde şaşırmıştım. Çünkü saat daha erkendi ve bu saatte mekanı bırakıp giden pek olmazdı.
Localar özel müşteriler için olurdu ve diğer müşteriler günler önce rezervasyon yaptırmalıydı. Boşalan olursa umuduyla gelenlere de asla sıra gelmezdi.
Loca görevlisi eliyle bana locaların olduğu tarafı gösterdiğinde çantamı ve şişemi alarak ayağa kalktım. Yüksek topukluların etkisi ile hafif sendelediğimde loca görevlisi destek olmak ister gibi koluma uzandığında çanta tutan elimi havaya kaldırarak onu durdurdum.
"İyiyim"
Aslında iyi değildim ama bu yürümeme engel değildi. Merdivenlerden çıkıp locaların olduğu bölüme geldiğimizde uzun koridorda attığım her adımda daha bir hafta önce bu koridorda abimle yürüyüşümüz gözlerimin önüne geliyordu. Attığımız kahkahalar hala kulağımdaydı...
"Ben tekrar baba oluyorum!!!"
"O da bir şey mi? Ben yine hala oluyorum!!!!"
Gözlerimin içi yaşlarla dolarken abimle oturduğumuz locanın önünde durduk. Şaşırarak görevliye baktığımda "Dağhan ailesinin özel lojmanıdır Yıldız Hanım" demesiyle başımı onaylar şekilde hafifçe öne eğip kaldırdım.
Locadan içeri adım attığım gibi kapıyı arkamdan kapattım. Yürürken dik tutmaya çalıştığım omuzlarımı düşürerek yavaşça koltuğa kendimi bırakıp çantamı ve şişemi de önümdeki masaya bıraktım.
Aşağıda müzik bangır bangır olsa da benim içimde beynimde dönen şarkı abimle arabada bağıra bağıra söylediğimiz Nilüfer şarkısıydı.
Şişeyi başıma diktikten sonra ayağımdaki ayakkabıları çıkarıp dizlerimi kendime çekerek bacaklarıma sarıldım ve mırıldanmaya başladım.
“Senden sonra kalbimi
Sevgilere kapadım
Ben seninle bir günü
Bin yıl gibi yaşadım
Son arzum nedir diye
Gelip de bana sorsalar
Gözlerime bakıp da
Her şeyi anlasalar”
Bir kolumla bacaklarımı sararken diğer elimde şişemi arada yudumluyordum. Kapım davetsizce açıldığında sinirlendim.
“Size rahatsız edilmek istemediğimi söylemedim mi?”
“Bu kadar asabiyet iyi değildir güzellik” diyen sesi tanımıştım. Her zamanki o yavşak tutumu ve kendini dünyanın sahibi sanan tavrı sesine de yansıyordu.
“Ne işin var burada?”
“Ah, asıl senin ne işin var burada? Senin dağlarına geri dönmen gerekmiyor muydu?”
“Sana ne?”
“Öyle deme şimdi… Bunca yıllık hukukumuz var” deyip çaprazımdaki koltuğa oturdu.
“Bas git, benim canımı sıkma”
“Bir şey duydum ama doğru olduğundan emin değilim. Hazır seni görmüşken sorayım dedim” dediğinde içimden yüzsüzlüğüne bir sıfat bulmaya çalışsam da lügatim o kadar geniş değildi maalesef.
“İhraç yemişsin” dediğinde gözlerimi kısıp ona baktım. Daha bugün olan bir şeyi bu kadar çabuk duymasının imkânı var mıydı?
“Tekrar söylüyorum sana ne?”
“Abinin ölümünden sonra bu senin için daha büyük bir darbe olmuştur eminim.”
“Sürekli aynı şeyi söylemekten sıkıldım ama sana ne Tunç sana ne?”
“Eski nişanlın olarak teselliye ihtiyacın olursa her zaman yanında olacağımı söylemek istedim” dediğinde pis pis sırıtarak söylediği şeyin anlamını bilmeyecek kadar saf değildim.
“Öyle bir ihtiyacı seninle karşılamazdım emin ol” derken küçümseyici bir şekilde burnumu kırıştırıp dudağımı büktüm.
“Hâlâ kendini kaf dağında görüyorsun ama abinden sonra artık arkanda güveneceğin hiç kimse kalmadı. Mesleğin de dahil, her şeyini kaybettin. Seni kim kurtaracak bakalım artık benim elimden? Bu arada, eskiden seninle evlenip senden çocuklar yapmayı düşünüyordum ama artık sadece becerip kenara atacağım bir fahişeden fazlası olamazsın” dediğinde tam ona karşı bir hamle yapıp ağzını burnunu dağıtacaktım ki kapı tekrar açıldı.
Uzun boylu, esmer, şık siyah bir takım elbise içinde beyaz gömlek ve tüm heybetiyle bir adam içeri girdi. Yüzü tanıdık gelse de kim olduğunu çıkaramadım… Camiadan biri falan olabilirdi…
Tunç’un suratında az önceki sırıtışından eser kalmayınca giren kişiden hoşlanmadığını anladım.
“Ateş Mertoğlu” diye fısıldayan Tunç kısa bir yutkunduktan sonra ayağa kalktı.
“Merhaba Ateş” deyip elini uzattığında Ateş bakışlarını bana doğrulttu. Gözleri uzun süre bende kaldıktan sonra Tunç’a döndü, boştaki elini cebine soktuktan sonra garip bir şekilde geldi ve tam dibime oturup diğer elini başımın üzerinden arkaya attı.
Ne olduğunu anlamaya çalışırken Tunç’un kızarıp bozaran suratından yanıma oturan kişiden haz duymadığını dahası çekindiğini düşünmeye başlamıştım.
“Siz ikiniz…” diye fısıldarken havadaki eli yavaşça indi.
“Yıldız… Nişanlım…” dediğinde içimden ‘ne saçmalıyor bu?’ dedim. Kendi kendine şövalyeliğe soyundu herhalde ama benim şövalyeye ihtiyacım yoktu, hiçbir zaman olmamıştı.
Tam o sırada arkamdaki koltuk başına yasladığı elini omzuma indirip beni göğsüne çekti. Adı gibi yanıyordu adam, yakıyordu da…
Kendine gel Yıldız!
“N-ne nişanlısı? N-nasıl?” diyen Tunç’un gözünün seğirmesi çok hoşuma gittiği için sesimi çıkarmadım. Normalde ikisine de siktir çekip giderdim ama yıllardır midemi bulandıran bu adamın böyle titrek titrek konuştuğunu görmek hoşuma gitmişti.
“Evet, neden şaşırdın?” diye sorup Ateş’in oyununa katıldığımda kollarımı göğsümde kavuşturup zafer kazanmış bir simayla tek kaşımı kaldırıp burnumu havaya diktim.
“Yalan… Öyle bir şey olsa duyardım” dediğinde hâlâ beni takip ettiğinden emindim. Önce askerlikten ihraç meselesini bu kadar çabuk duyması, buraya gelmesi ve şimdi de bu söylediği…
“Neden duyasın ki? Üstelik sana neden yalan söyleyeyim ki?” diyen Ateş’in sesi ile Tunç burnundan solumaya başladı.
“Yıldız’ı çocukluğundan beri tanırım. Ailesi ile de hâlâ iş bağlantılarımız var. Nişanlanmış olsa bilirdim” dediğinde Ateş sıkılmış ama sinirli bir tonla konuştu.
“Sana bir şey ispatlamak zorunda olduğumuzu sanmıyorum” dediğimde Ateş yaslandığı yerden doğrulup “illâ da inanmak istiyorsan gözünle gör” dedi ve yüzümü bir anda kendine çevirip ben daha ne olduğunu anlamadan dudaklarıma kapandı.
Önce gözlerim şaşkınlıkla açılırken içkinin de etkisi ile sanırım gözlerimi kapattım. Nefes alabilmek için dudaklarımı hafifçe araladığımda dilini de işin içine katıp öpücüğümüzü derinleştirdiğinde elimi koluna koyarak onu uzaklaştırmak istediğimde omzumda duran elini belime indirerek beni daha da kendine çekip resmen kıskaca aldı.
Kapı sesini duyduğumda Tunç’un gittiğini anlayarak öpücüğünden kurtulmak amacıyla mümkün olduğunca sesimi çıkarmaya çalışarak ağzının içine doğru konuştum. Güçlükle “G-git-ti” dediğimde dudaklarımızı ayırdı ama çok da uzaklaşmadı.
“Duydum” deyip dudaklarıma tekrar yapıştığında hem ne olduğunu anlamıyordum hem de hiç tanımadığım bir adama ilk öpücüğümü verdiğim için şaşkındım. Yine de kısa bir an için bana her şeyi unutturan bu öpücüğünden kopmak için hiçbir şey de yapamıyordum…