Güneş, Hakkâri’nin taş konaklarına bir kez daha soğuk bir aydınlık getirdiğinde, avlu artık sadece taş ve kardan ibaret değildi; yüzyıllık törelerin sert, görünmez gölgeleriyle doluydu. Asmira, ahırdan çıkıp, çizmelerindeki toprağı gizlice temizleyerek mutfak kapısından içeri süzüldü. Dışarıdaki özgür ruh, kapıdan içeri girdiği an, konağın itaatkâr, sessiz kızı rolüne bürünmek zorundaydı.
Annesi, yüzü erken yorulmuş, sessizliğe gömülmüş bir kadın, ocak başında aceleyle işlerini hallediyordu. Annesinin gözlerinde, Asmira'nın ruhunu en çok acıtan şeyi görüyordu: boyun eğmenin getirdiği o derin, sarsılmaz hüzün.
"Nerede kaldın?" Annesinin sesi fısıltıdan halliceydi, korkuyla yoğrulmuştu. Konakta fısıltılar, çığlıklardan daha tehlikeliydi.
Asmira, gözlerini kaçırdı. "Bir an önce ahır işlerini hallettim, Ana. Asi'nin ateşi biraz düşüktü." Bu, konakta kimsenin sorgulamadığı, erkek işi olarak görülen bir bahaneydi. Atlar ve silahlar, erkek çocuklarına ait ne varsa, Asmira'nın korunma kalkanıydı.
Kahvaltı Masasında Töre
Konağın büyük salonunda, kahvaltı masası kuruluyordu. Ağır, oymalı ahşap masa, ailenin ve aşiretin hiyerarşisini yansıtıyordu. Dedesi, kudretin ta kendisi, masanın başında oturuyordu; yanında babası, her daim gergin ve otoriter. Erkek kardeşleri, gürültücü ve kendinden emin bir şekilde yerlerini alırken, Asmira, annesi ve diğer kadınlar masanın en ucunda, gölgede kalan birer varlık gibi otururdu. Sözleri yoktu, sadece hizmetleri ve sessizlikleri vardı.
O gün, dedesi masaya yeni bir ağırlık getirdi: berdel pazarlığı.
"Karşı aşiretten haber geldi," dedi dedesi, sesi taşa yontulmuş gibiydi. "Oğulları yaralı, ama bizim oğlumuzun kanı akmadı. Adet yerini bulmalı."
Asmira’nın kalbi göğsünde buz tuttu. Annesinin elinin titrediğini hissetti. Adet yerini bulmalı. Bu, Asmira'nın hayatının bir denge taşı olarak feda edilmesi demekti. Düşmanlık son bulacak, ama Asmira'nın hayatı başlayamadan bitecekti.
Kızgınlık, göğsünde yanardağ gibi fokurduyordu. Yüzünün ifadesini değiştirmemek için tırnaklarını avucuna geçirdi. Gözleri masadaki erkeklerin üzerindeydi; hepsi bu pazarlığı, bir koyun sürüsünün takas edilmesini konuşur gibi doğal karşılıyordu. Onların gözünde ben, Asmira, bir dengeden ibarettim.
İsyanın Gizli Eylemi
Sessizliğin içinde, Asmira'nın zihni Mert’i düşündü. O, dış dünyadan, kanunların ve mantığın olduğu bir yerden geliyordu. Konaktaki bu adaletsizliğin, bu primitif takasın onun dünyasında bir karşılığı yoktu. İşte o an, Asmira, isyanının pasif bir öfke olmaktan çıkıp, görünmez bir eyleme dönüşmesi gerektiğine karar verdi.
Kahvaltı bittikten sonra, erkekler avluya dağıldı. Asmira, sessizce, dedesinin çalışma odasına sızdı. İçerideki koku, deri, tütün ve eski yasa kokusuydu. Masanın üzerinde, karşı aşiretle yapılan yazışmalar duruyordu.
Asmira'nın eli titremeye başladı. Bu bir casusluk, geleneğe karşı bir ihanetti. Eğer yakalanırsa, sonuçları ağır olurdu. Ama Mert'in dağdaki sözleri kulaklarında çınladı: "Bölge riskli. Tek başına dolaşmak tehlikeli." Evet, konak da riskliydi. Ve o, bu tehlikeye karşı yalnızdı.
Yazışmaları hızla taradı. Detaylar, tarihler, isimler… Kağıt üzerindeki her kelime, onun geleceğinin bir kilidiydi. Özgürlüğün anahtarı, o gizli bilgide saklıydı. Beynine bir fotoğraf makinesi gibi kazıdı.
Sonra, kağıtları titizlikle eski yerlerine koydu.
Kapı kolunu tutarken son bir kez odaya baktı. Bu oda, yıllardır onun kafesi olmuştu. Ama şimdi, o kafesin duvarlarında ilk çatlak belirmişti.
Asmira, avluya çıktığında, yüzünde sadece konağın kızının ifadesi vardı: sessiz, itaatkâr. Ama içeride, Mert’le olan karşılaşmanın alevlediği yemin, bir devrim başlatmıştı. O artık sadece kaçak değil, kaderini kendi ellerine alan sessiz bir savaşçıydı.
🔥Köyün Sırları ve Gözün Arkası
Konak, dışarıdan gelen her sesi, her fısıltıyı yutan, devasa bir taş mezar gibiydi. Güneşin doğuşuyla Asmira, masadaki berdel yazışmalarını beynine kazıdıktan sonra, hayatının iplerini eline aldığını biliyordu. Artık sadece kaçak değil, bilgiyi toplayan bir casustu.
Bu arada köyde, sessiz ve temkinli bir hareketlilik vardı. Astsubay Mert ve ekibi, dağların eteklerinde, konaktan çok da uzak olmayan bir vadide, mayın arama çalışmalarını sürdürüyordu. Köy halkı, askerlerin varlığına hem minnettar hem de tedirgindi. Onlar, devletin soğuk elini temsil ediyordu; oysa burada, töreler ve aşiret kanunları, devletten daha güçlü birer yasa koyucuydu.
Konakta Kırılan Fısıltılar
Konağın kalın duvarları arasında, Asmira'nın duyduğu fısıltılar gitgide daha keskinleşiyordu. Mutfakta, hizmetçiler fısıldaşıyor, gözleri korkuyla açılıp kapanıyordu.
"Duydun mu? Kız, berdel verilecekmiş… Aşiret kan davasını kapatacak."
"Yazık, daha gencecik... Ağanın gözü kapalı. Sadece itaat etmesi bekleniyor."
Asmira, bu fısıltıları dinlerken nefesi kesiliyordu. Fısıltılar birer bıçak gibi, onun ruhundaki özgürlük yeminini delmeye çalışıyordu. Bu duvarlar, onu bir ticaret malı olmaya ikna etmeye çalışıyordu.
Ama en rahatsız edici olan, odasında annesiyle yalnızken duyduğu sözlerdi:
"Baban... o vadideki işlerini halletmek zorunda. Bu berdel, sadece kan değil, aynı zamanda toprak ve sır dengesi."
Annesinin bu sözleri, Asmira'nın zihninde bir şimşek çaktırdı. Mert’in mayın aradığı o vadi... Babasının gizli işleri... Kimin mayını kime aitti?
Gözün Arkası ve Mayınların Sırrı
Asmira, hemen o sabah, bir ihtiyacı bahane ederek ahıra gitti. Asi'yi eyerlemek yerine, vadinin krokisini zihninde canlandırdı. Babasının yıllardır kimsenin gitmesini istemediği, 'sakıncalı' dediği bir arazi vardı. Bu arazi, tam da Mert'in mayın aradığı bölgeye bitişikti.
İşte o an, Asmira'nın içindeki sembolizm somutlaştı:
Mert'in Mayınları: Dış dünyadan gelen, patlayıcı, somut tehlikelerdi. Bunları kanun temizleyecekti.
Aşiretin Mayınları: Töreler, berdel, babasının gizli işleriydi. Patlarsa, Asmira'nın hayatını paramparça edecekti.
Asmira, artık sadece kendini zincirleyenlerin kim olduğunu değil, bu toprakların üzerindeki gizli savaşın ne olduğunu da sorguluyordu. Babası o vadide ne saklıyordu? Bir silah deposu mu? Kaçakçılık yolu mu? Yoksa Mert'in bulmakta zorlandığı mayınların, bizzat babasına ait olduğunu mu?
Bu durum, Asmira'nın Mert’e duyduğu istemsiz yakınlığı artırdı. Mert, onun da aradığı temizliği temsil ediyordu.
Gece Kaçışı ve Yakınlaşma
O gece, konak uykunun en ağır, en güvensiz anına gömüldüğünde, Asmira kararlıydı. Görmeliydi. Sadece fısıltılara değil, Mert’in varlığına da ihtiyacı vardı.
Puşisini yüzüne sıkıca sardı, giydiği koyu renk yelek ve pantolonla bir gölgeye dönüştü. Ahırdan Asi’yi değil, sessiz adımlarını seçti. Konak taşlarının arasından süzülürken, kalp atışları kulaklarında bir davul sesi gibiydi.
Yaklaşık yarım saat yürüdü. Ayaz, kemiklerini kesiyordu ama o, içindeki ateşle ilerliyordu. Vadinin kıyısında, Mert’in kampının ışıklarını gördü. Loş, turuncu bir ışık… Sanki başka bir gezegenden gelmiş gibiydi.
Çalıların arasına sinerek bekledi. Kamp sessizdi. Birkaç gölge, nöbet tutuyordu. Asmira, gözlerini o çadırların birine kilitledi; Mert’in orada olduğunu biliyordu. Ona birkaç yüz metre uzaktaydı. O mesafe, sadece fiziki değildi; iki farklı medeniyet, iki farklı yasa, iki farklı hayat arasındaki uçurumdu.
İçinde karşı konulamaz bir dürtü yükseldi: Gidip kendini ele vermek. "Bana yardım et. Bu konak beni berdel verecek. Bu vadide senin aradığın mayınlar gibi, benim de hayatım mayınlanmış durumda."
Bütün vücudu bu çağrıya kulak vermek için gerildi. Bir adım attı.
Fakat tam o anda, kampın kenarındaki bir nöbetçi, elindeki feneri çevredeki çalılıklara doğru tuttu. Işık huzmesi, Asmira’nın saklandığı yere çok yakındı.
Yakalanma korkusu, özgürlük arayışının önüne geçti.
Asmira, bir anlık nefes tutuşla, vücudundaki tüm kasları dondurdu. Yüreği deli gibi çarparken, ışığın geçmesini bekledi. Saniyeler, yüzyıl gibi uzadı.
Işık geçti. Nöbetçi, şüpheli bir şey görmeden geri döndü.
Asmira, hızla ve sessizce geri çekildi. Toprakta bıraktığı tek bir iz bile yoktu. Geri dönerken, vücudu titriyordu; bu sadece soğuktan değildi. Hem yakalanma tehlikesinden hem de neredeyse kendini o yabancıya teslim edecek olmaktan kaynaklanan bir sarsıntıydı.
Konak kapısına yaklaştığında, Asi'nin yeleğine fısıldadığı yemin bir kez daha zihninde yankılandı:
"Hayır. Zincirlerimi kendi ellerimle kıracağım. Ama önce o zincirlerin neyden yapıldığını ve sahibinin kim olduğunu öğrenmeliyim."
Asmira, o gece Mert'e bir sır vermedi; ama kendi sırrını, konaktaki casusluğunu ve isyanını perçinlemiş oldu.