Dağ Rüzgarının Sesi
Hakkâri’nin ayazı, bu kez sadece taşları değil, Asmira’nın yüreğindeki demir yeminini de keskinleştiriyordu. Önceki gece Mert’in kampının ışıklarını görüp geri çekilişi, ona iki şeyi öğretmişti: Kendi özgürlüğüne giden yol tehlikeliydi ve bu yolda yalnızdı, ama artık yalnız olmak istemiyordu.
Konak, her zamanki gibi kalın bir sırlar tabakasıyla örtülüydü. Asmira, artık bir gölge değildi; duvarların ardında, bir fırtına gibi yaklaşan berdel tehdidine karşı sessizce plan yapan bir casustu.
🏔️ İnsan Yüzü: Kar ve Kan Arasında
O sabah, konakta olağandışı bir hareketlilik vardı. Avluya toplanan irgatlar ve birkaç silahlı adam, fısıltıyla konuşuyorlardı. Asmira, puşisinin altından sızarak kulağını dedesi ve babasının konuşmasına verdi.
“O yaşlı kadın... o vadiye yaklaşmış. Sınırı geçiyormuş.”
“Ne olmuş?”
“Olan olmuş. Askerler kurtarmış.”
Asmira’nın kalbi hızlandı. O vadi. Mert’in mayın aradığı, babasının sırlarının yattığı yer. Yaşlı bir köylünün o tehlikeli bölgeye yaklaşması... Sınır? Hangi sınır? Aşiret sınırı mı, devlet sınırı mı?
Öğleden sonra, bir hizmetçinin titrek fısıltısıyla öğrendi: Yaşlı Zarife Nine, odun toplarken şüpheli bölgeye girmiş ve bir mayına basmaktan son anda kurtulmuştu. Onu kurtaran, Mert'miş. Dedektörünün sesiyle kadını durdurmuş, Zarife Nine’yi sırtına alarak tehlikeli bölgeden çıkarmıştı.
O an, Asmira'nın zihnindeki Mert imajı değişti. O artık, sadece üniformalı bir kural adamı değildi; o, kanunların koruyucu gücünü ve merhameti temsil ediyordu. Konağın kanı ve töresiyle örülmüş soğuk dünyasına inat, Mert, insanlığın sıcak yüzüydü.
🍎 Yasak İletişim: Bir Elma ve Bir Uyarı
Asmira, harekete geçmeliydi. Berdel baskısı her geçen gün artıyor, konağın duvarları üzerine geliyordu. Mert'in Zarife Nine'ye gösterdiği merhamet, Asmira'nın ona güvenme riskini almasına neden oldu.
O gece, konak uykuya daldığında, Asmira, mutfaktan gizlice bir torbaya sıcak ekmek ve Hakkâri’nin kışa dayanıklı, en lezzetli, en keskin kokulu kırmızı elmalarından birini koydu. Bu bir casusluk eylemi değil, bir güven denemesiydi.
Asi’yi eyerledi. Bu kez vadinin kampına sessizce değil, olabildiğince hızlı ilerledi. Kampın nöbetçileri dağın gölgesinde görünmezdi. Asmira, Mert’in çadırının olduğu yere yakın, bir kayanın ardına saklandı. Rüzgâr sert esiyordu, Asi’yi kayaya bağladı ve torbayı eline aldı.
Bir süre sonra, Mert nöbet değişiminden dönüyordu. Yüzü yorgun, bakışları dağların ayazı gibi keskin ama sakin.
“Astsubay Mert,” diye fısıldadı Asmira, sesi rüzgârın uğultusuyla karışıyordu.
Mert, şaşkınlıkla döndü. Elini anında silahına attı, ama Asmira’nın yüzündeki puşiye, üzerindeki tanıdık yeleğe ve gözlerindeki korkuya değil, kararlılığa odaklandı.
“Siz... O dağdaki çocuk…” dedi, sesi temkinli ve gergin.
Asmira, çantayı sessizce yere bıraktı. Mert'in elmayı görmesini sağladı; soğukta parlayan kırmızı bir nokta.
“Zarife Nine için teşekkür ederim,” diye fısıldadı.
Mert’in yüzündeki gerginlik bir anlığına çözüldü, yerini anlayış aldı. “Görevimizdi.”
Asmira, bir adım geri çekildi. Gitmeden önce en hayati uyarıyı yapmalıydı, ama bunu aşiretine ihanet etmeden, sadece bir uyarı olarak sunmalıydı.
“Sizin aradığınız mayınlar…” dedi, sesi titredi. “Onlar… sadece toprakta gizli değil. Onlar insanların kalplerinde de gizli. Ve o vadide… çok daha büyük, çok daha kirli sırlar var. Babam… o vadiye kimsenin gitmesini istemiyor. Dikkatli olun, Astsubay. Tehlike, gördüğünüzden daha yakınınızda.”
Asmira, Mert’in cevap vermesini beklemedi. Hızla geri döndü, Asi’nin üzerine atladı ve gecenin karanlığına karıştı. O elma, sessiz bir teşekkür ve bir hayati uyarıydı.
💥 Yakalanma Eşiği: Ağabeyin Gölgesi
Konağa geri dönüş yolunda, içi hem hafiflemiş hem de buz kesmişti. Mert’e güvenmişti. Bu, Hakkâri’nin kurallarını çiğnemenin en tehlikeli biçimiydi.
Konağın avlusuna yaklaştığında, Asi'yi sessizce arka ahıra götürmek için dar patikaya saptı. Tam o anda, patikanın sonunda, ay ışığında bir gölge belirdi. Uzun boylu, yelekli ve elinde tüfek...
Ağabeyi, Baran.
Asmira’nın nefesi kesildi. Baran’ın bakışları, karanlıkta bile keskin ve sorgulayıcıydı. Gözleri, Asmira’nın telaşlı yüzüne değil, Asi’nin terli sırtına odaklandı. Atın yeleleri dağ rüzgârıyla savrulmuştu, bu da onun saatlerdir dışarıda olduğunun somut kanıtıydı.
Baran, yavaşça tüfeğini yere indirdi. Sesi, ayaz gibi soğuktu.
“Asmira... Bu saatte... nerede bu kadar hızlı koştun?”
Asmira'nın zihni bir şimşek hızıyla çalıştı. Yalan söylemeliydi, ama inandırıcı olmalıydı. Tek bir yanlış kelime, sadece özgürlüğünü değil, hayatını da kaybetmesine neden olabilirdi.
Gözlerinde korku değil, konakta büyümüş bir kızın pervasız cesareti olmalıydı.
"Bir kurt gördüm," dedi, sesi titrememeye çalışıyordu. "Asi huysuzlandı, onu sakinleştirmek için dağlara çıktım. Sabah erkenden dönmek zorundaydım."
Baran, bir anlık duraksamayla Asmira'nın gözlerine baktı. O gözlerdeki hikayeyi tartıyordu; kurdun korkusu mu, yoksa başka bir sır mı?
Tüfeğini tekrar omuzladı. “Bu saatlerde dışarısı güvenli değil. Bir daha olmasın. Yoksa babamın kulağına gider.”
Bu bir uyarıdan çok, kesin bir tehditti. Baran, Asmira’nın yalanına inanmış mıydı, yoksa sadece ona son bir şans mı vermişti?
Asmira, yavaşça ahıra girdi. Kapı arkasından kapandığında, nefesini serbest bıraktı. Boynundaki nabız, bir kuşun çırpınışı gibiydi. Baran’ın gölgesi, kapının dışındaki karanlıkta hâlâ duruyor gibiydi.
O gece, Asmira, özgürlük arayışının bedelinin sadece kendi hayatı değil, aynı zamanda en yakınındakinin ihaneti olabileceğini anladı ve Mert'in elmasındaki gizli uyarı, şimdi bir b planına dönüşmek zorundaydı. Kaçış zamanı gelmişti.