Türk Silahlı Kuvvetleri, Güney İdlib'deki Kafr Nabl'ın yaklaşık 5 kilometre kuzeyindeki Bara ve Balyun yolu üzerindeki hava saldırısının hedefi oldu. 36 Türk askeri şehit düştü.
Şubat 2020, İdlib, Suriye
Bizler hep vardık, varız, var olacağız.
BİR ÖLÜR BİN DİRİLİRİZ...
Arman duyduğu bu cümleyle odasından fırlayıp koridorda ağır ve sert adımlarla binanın dışına çıkarak mevzilere doğru yürüdü. Onu takip eden Siraç ise endişeli adımlarla mevzide onları bekleyen Gökmen'in yanına doğru yürüyordu.
Arman kum torbalarının üzerinde duran uydu telefonunu alıp ahizeyi ağzına götürüp boğuk ve kalın sesiyle "Konuş" dediğinde karşı taraftan cızırtı sesleri duyuldu, ardından sakin bir erkek sesi yanıt verdi.
"Sende bana ait bir şey var Yüzbaşı Arman Savaş Akat, ölü ya da diri onu bana vereceksin."
Arman dişlerini sıkarak mevzilerin ilerisindeki dağlara baktı.
"Yiyosa gel de al lan it."
Karşıdaki ses dalga geçer gibi gülerek "Gelirsem elindeki muhabiri de alırım Yüzbaşı" dediğinde Arman öfkeden titreyen elini yumruk yaptı.
"Alacağın tek şey sarı torbada leşler olacak piç kurusu."
Karşıdaki ses bir süre bekleyip derin bir nefes vererek "Geleceğim Yüzbaşı, o karakolu başınıza yıkarak elindekini alacağım" dediğinde Arman öfkeden deliye dönen sesiyle "Gel ulan gel amına kodumun soysuzu" diye bağırdı.
Onun öfkesini bilen Siraç ve Gökmen birbirine bakarken Arman uydu telefonunu kum torbalarına vura vura paramparça etti.
Arman,geldiğinden daha sert adımlarla karakol binasına doğru yürürken Siraç başını iki yana sallayarak komutanının peşinden gitti ama sesini çıkartmaması gerektiğini adı gibi biliyordu.
Arman binaya girdiği anda "Topla herkesi" diye bağırarak odasının olduğu üst kata yöneldi.
Siraç önce koğuştan başlayarak herkesi telaşla karakolun toplantı odasına çağırdı. Haberi hücrede Rojhat'a pansuman yaparken alan Giray elindeki malzemeleri yere bırakarak "Gerçekten seni almaya mı gelecekler Rojhat" derken kolu sargılı adam endişeli bakışlarıyla başını iki yana salladı.
"Kim olduğumu biliyorsun Giray."
Giray hiçbir şey söylemeden çöktüğü yerden kalkarak hızlı adımlarla hücreden ve odadan çıktı.
O gittiğinde Rojhat başını arkasındaki duvara yaslayıp içine düştüğü korkuyla alt dudağını ısırdı fakat patlayan dudaklarından dudağının acısıyla yüzünü buruşturarak bileğine bağlı zincire baktı, elleri kolları bağlıyken Baturalp'i bir canavardan koruyamazdı. Asıl canavarın gözlerinin içine nefretle bakan adam olmadığını, geldiği yerde gördüklerinin yanında hiçbir şey olmadığını biliyordu.
Onun asıl korkusu umut kokan adamın zarar göreceği, en kötüsü şehit düşeceğiydi. Çünkü örgütün maşası olan Sirvan'ın üç beş adamla değil dağdaki tüm itlerini toplayacağına emindi. Korkuyla oturduğu beton zeminden kalkıp bileğindeki zinciri çekiştirdi.
"Komutanla görüşmem lazım, bırakın beni, teslim edin onlara" diye bağırmaya başladığında tek duyduğu sessizlikti.
Mevzideki askerler dışında hepsi Arman'ın emriyle toplantı odasında hararetli bir konuşmanın ortasındaydılar.
Giray'ın odaya alınmadığı toplantı Arman'ın emirler yağdırmasıyla son buldu ve herkes verilen emre göre görev yerlerine dağıldılar. Giray odaya alınmamısına ne kadar sinir olsa da Arman'ın komutanlığını yaptığı ekibe saygı duyarak sabırla bekledi. Arman'la inatlaşması ayrı, aldıkları tehdit aramasından sonra Arman'ın komutanlık ceketini giyinmesi ayrıydı. Yıllarını vatan topraklarına feda etmiş bir adama sonsuz saygısı vardı.
En son toplantı odasından çıkan Arman kapı önünde onu bekleyen Giray'ı gördüğünde "Benimle gel küçük adam, senin de bir görevin var" dedi.
Giray önce şaşkınlıkla komutanın yüzüne baktıktan sonra hemen toparlanıp "Emredersiniz yüzbaşım" diyerek koridorda yürüyen adamın peşine düştü. İşte şimdi kendini işe yarar biri hissediyordu. Onca yolu bir sınır karakoluna daha yardım etmek için boşuna gelmemişti. O, adım adım hedefine ulaşırken ölmek bile bu yolda mübahtı.
Onlar Arman'ın odasına yönelirken koğuşta tüyleri diken diken eden bir sessizlikle hazırlık vardı. Mevzilerdeki asker sayısı arttırıldığı için üniformasız olanlar üstlerini giyiniyor, akşam yemeği için hazırlık yapacak olan Siraç ve Gencer ise çoktan yemekhanenin yolunu tutmuştu. Sözsüz anlaşma bu ekibin en kilit noktasıydı, birbiriyle gözlerine bakarak bile anlaşan ekibe yeni katılanlar bile çoktan adapte olmuş ve aralarındaki bu anlaşma şekline alışmıştı.
Koğuşta en son kalan Merih ise geride bacağında keskin bir sızı kaldığı bedenini zorlayarak hareket edip üniformasını giymeye çalışıyordu. Onun geç kaldığını anlayan Karan koğuşa geri döndüğünde onun palaskasıyla cebelleştiğini gördüğünde hızlı adımlarla yanına gidip "Ver şunu bana" diyerek palaskayı çekerek demir köprüye geçirdi.
Onu şokla izleyen Merih ise nasıl bu kadar hızlı yanına gelip elinin arasındaki palaskayı alabildiğini düşünürken başını eğerek Karan'ın el hareketlerini izledi. Karan işini bitirip kemeri sıktığında ise "Gözcü kulesine ben geçerim, sen tepedeki mevziye geç" dediğinde Merih kaşlarını çatarak "Neden ben kuleye geçmiyormuşum" diyerek karşı çıktı.
Karan sıkkın bir nefes verip Merih'e bakarak "Sen o kuleden aşağı inene kadar on kere vurulursun bu bacakla mal" dedi. Merih sinirle dilini üst dişlerine yerleştirip öfkeli bir nefes verdi.
"Bana emir verip durma komutan bozuntusu, beş ay sonra aynı rütbeye sahip olacak bir askerle konuşuyorsun."
Karan başını iki yana sallayarak gülümsedi ve Merih'in yüzüne doğru eğilip "O zaman gelince düşünürüm seninle nasıl konuşacağımı asker" dedi.
Karan onu orada bırakarak arkasını dönüp koğuşun kapısına doğru yürürken Merih dudaklarını hareket ettirip tam bir şey söylecekken vazgeçip oflayarak gözlerini kapattı. Ama sonra da duramayıp "Sadrazam tohumu" diye Karan'ın arkasından bağırdı.
Yemekhanede ne yemek yapacaklarını düşünen Gencer ise kumanya kolilerini açıp inceliyordu. Siraç hmlayarak "Sanırım sonuncu tüpü de bitirmişiz" diyerek aşağı yukarı salladığı tüpe bakarak konuştu.
Gencer omuz silkerek "Dolapta domatesler gördüm, onlarla güzel bir menemen yapalım mı, bol sucuklu" dediğinde Siraç ellerini beline atarak "Bilemedim şimdi, o domatesler uzun zamandır oradaydı, elektrik kesintisi sırasında dolapta çürümüş olmasınlar" dedi.
Gencer "Bakarız şimdi" deyip dolabın kapağını açtı ama aldığı çürük kokusu yüzünden hızla kapağı kapattı.
"Size demediler mi dolaba çoraplarınızı ve botlarınızı koymayın diye."
Siraç kahkaha atarak dolaptan uzaklaşan Gencer'e baktı.
"Valla o kokuyu benim çoraplarım bile geçemez."
Gencer de gülerek tekrar kumanya kolilerine döndü.
"Benim çoraplarım böyle kokuyor diye benim hanım beni eve almıyordu" dediğinde Siraç şokla çöktüğü yerden kalktı.
"Sen evli misin?"
Gencer dudaklarını büzerek "Mecburen " derken kolileri boşaltmaya başladı.
Siraç kaşlarını çatarak "Mecburen derken?" deyince Gencer omuz silkerek "Boşver, uzun hikâye " dedi.
Onun anlatmak istemediğini fark eden Siraç "Anladım" demekle yetinip Gencer'in uzattığı kumanyaları tezgahın üzerine koydu.
Gökmen iletişim odasından vakur bir sessizlikle çıktığında aldığı haberi komutanına bildirmek için koridorun sonundaki merdivenlere yöneldi. Her adımı attığında merdiven ayaklarının altından kayıyor gibiydi ve her haber aldığında buna alışmak mümkün değildi.
Arman'ın odasına ulaştığında sakince kapıyı çaldı ve "Gir" senini duyduğunda içeri girdi. Masanın üstünde karakolun krokisini inceleyen Arman içeri giren askerinin yüzündeki acıyı gördüğünde yutkundu.
Gökmen gür sesiyle selam verdikten sonra düşen sesi ve yüzüyle "Komutanım, Aktütün köyünün şehidi var. Suriye'de şehit düşen iki mehmetçik bizimdir. Konvoy bu tarafa doğru yola çıkmış" dedi.
Arman, aldığı her şehit haberinde göğsüne saplanan okla oturduğu koltuktan kalktı. Bu ok her seferinde daha da derine saplanıyordu. Boğazına düğümlenen o yumruyu her seferinde yutkunmak daha da zorlaşıyordu.
Başını sakince aşağı yukarı salladı ve gözlerini kapatıp açtı.
"Vatan sağolsun asker."
Yutkunamadığı o yumru boğazını delip geçerken Gökmen de komutanının acısını iliklerine kadar hissediyordu.
Arman kendini hızla toparlayıp "Tören düzenine geçin" emrini verdi.
Gökmen aldığı emirle gitmek için selam verdi fakat kapıdan çıkmak üzereyken Arman'ın "Muhabiri odama çağır" demesiyle hızla ayaklarını yere vurarak bir kez daha selam verdi.
"Emredersiniz komutanım."
O, odadan çıktığında Arman ağır ağır kendini koltuğuna bıraktı. Madem o küçük adam muhabirdi, madem sesini tüm Türkiye'ye duyurmak istiyordu, o zaman en önemli şeyi yapmalıydı.
Bu ülkenin kınalı kuzularının kanının düştüğü toprakları, doğudan batısına duyurmalı, kanla yazılan her tarihi unutmamalı, unutturmamalıydı.