⚔️ Muhbir ⚔️

1783 Kelimeler
🎶 Xeribe Limin 🎶 Merih kıçının kaba etinden vurulduğu için küfür ede ede Siraç'ın kurşunu çıkarmasına bağırıyordu. Sedyenin üstünde yüz üstü yatarken açık perdeyi ayağıyla çekiştirdi. "Kapat lan şu perdeyi, götümüzü halka arz ettik." Siraç çıkarttığı kurşunu demir kaba koyarken kahkaha attı. "Daha ne istiyorsun oğlum götün bitcoin gibi değerlendi." Perdenin arkasında duyduğu ayak sesine Merih kaşlarını çatarken bir yandan da yarayı dikmeye koyulan Siraç'a cevap verdi. "Lan gerzek ne değerlenmesi, şerefimizle şehit olacağız derken götümüzden vurulup gazi olduk." Merih duyduğu gülme sesine ellerini sedyeye koyup doğrulurken "Kim lan o götümüze bakan" dediğinde bir kez daha gülüş sesinden sonra sessizlik oldu. Siraç, Merih'in sırtından bastırarak "Yat lan aşağı, kim ne yapsın senin götünü" dediğinde Merih acıyla yüzünü buruşturarak yeniden uzandı. Siraç dikme işlemini de bitirince sedyeden kalkan Merih topallayarak ayaklanıp altındaki eşofmanı çekiştirerek giydi. "Eyvallah kardişim, yine postu deldirdik çok şükür" diyerek kapıya yöneldi. Siraç sedyedeki malzemeleri toplarken "Dur lan odaya kadar ben götürüm seni " dese de Merih "Ben giderim lan o kadar da değil" diyerek odadan çıktı. Kapıdan çıktığında kapının önünde onu bekleyen Karan'ı gördüğünde kaşlarını çattı. Çünkü adam gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyor ve etrafına bakınıyordu. Merih sinirle sol ayağının üstüne basınca inleyerek "Of anam anam" deyip ayağını kaldırdı. Onun canının yandığını gören Karan ise oflayarak yanına gidip koluna girdi. "Yürü hadi yürü yaralı keklik." Merih kolunu tutan adamı ittirerek "Bırak lan kıçımın komutanı vicdan mı yapasın tuttu" deyince Karan sertçe tekrar koluna girdi. "Seni oturamayacak hale getiririm bak kapa çeneni de yürü işte" diyerek onun kolunu omuzuna attı. "Lan zaten oturamıyorum" diyen Merih boyu kendinden uzun bu adama bir de bu yüzden sinir oluyordu. Kolu omzuna yetişmiyordu ki. Karan sinirle "Sakat gibi yürüme düzgün yürü" dediğinde Merih en sonunda dayanamayıp sinirle onu ittirdi. "Oğlum sen nerenin değişisin, zaten sakatım sakat." Onu arkasında bırakıp yürüme başladı. "Al vicdanını götüne sok, bırak lan beni kendim giderim." Arkasından gelen Karan sinirle önüne geçip "Bak alırım seni ayağımın altına rahat dur rahat" deyip hafif eğilerek Merih'i belinden ve bacaklarından tutup kucağına aldı. Merih bu ani hareketle canı acıdığı için"Ahhhh" diye bağırarak "Bırak lan beni, siktim seni komutan bozuntusu" diye kucağından inmeye çalıştı. Karan ise göz devirerek kucağındaki Merih'e baktı. "Bir yetmişlik boyunla bir doksanlık adamı sikmek için fazla iddialısın, beni daha fazla kızdırmadan kapa o çeneni" deyince Merih en sonunda pes etti. "Benim boyum bir yetmiş beş bir kere" diye burnundan soludu, ardından pes ederek "Sikeyim ya ne halin varsa gör, beni odama götür köle" dedi ve kolunu Karan'ın omzuna doladı. Karan ise "Te Allah'ım ya, sardık başımıza belayı" deyip ranzaların olduğu geniş odaya girip boş yataklardan birine Merih'i yavaşça bıraktı. "Elimin altında ölme de ne bok yiyorsan ye, üsteğmen seni bana emanet etti." O sinirli sinirli odadan çıkarken Merih kapıdan çıkan adamın arkasından orta parmağını çıkarıp "Fak yu" dedi ama bir anda geri dönen adamı gördüğünde otuz iki diş sırıtarak "Komutancığım neden geri döndünüz?" diye sordu. Karan onun el hareketini görmemiş ama ne dediğini duymuştu. Elleri belinde kapı önünde sinirle soluyarak "Sana yemek getirecektim ama öl lan burda" deyip kapıdan tekrar çıktı. Merih yataktan kalkmaya çalışarak "Ama hani vicdan" dediğinde Karan'ın "Siktim vicdanı" bağırışını duydu. ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ Yüzbaşının odasında ise büyük bir çekişme vardı. Çünkü Giray elindekileri Arman'ın masasına koymamak için diretiyordu. Nitekim Arman onun karakolda kalmasına henüz izin vermiş değildi. Arman artık sinirle masaya vurarak "Ya bırak şu kağıtları ya da defol git araca bin muhabir, vaktimi boşuna harcama" dediğinde Giray sinirle soluk verdi. "En azından bir hafta ver bana komutanım." Arman onun bir anda değişip ona saygılı davranmasına sinir olmuştu. Hücreye attıkları adam her kimse onu korumaya çalışıyordu ve bu Arman'ı daha da şüphelendiriyordu. Onun bir teröristle nasıl bir işi olabilirdi? "Aşağıdaki adamı korumaya çalışıyorsan hiç boşuna şansını zorlama küçük adam, o Baturalp'in ellerinde, ondan kurtulan terörist daha önce görülmedi." İşte bu Giray'ı daha da korkutuyordu. İçeri bir anda giren Baturalp'le ikisinin de gözleri ona döndü. Giray, onun nefret dolu gözlerinden bakışlarını ellerine indirdiğinde kanlı ellerini gördüğünde korkuyla kapıya doğru yöneldi. "Ona ne yaptın?" O kapıdan çıkmaya çalışırken Arman ayağa kalkıp "Olduğun yerde kal" diye bağırınca Giray olanca öfkesiyle Arman'a dönerek masaya doğru yürüdü. Elindeki kağıtları masaya çarparak bıraktı. "O adam aradığınız muhbirdi. Dağlardaki terörist kamplarını, mayın tarlalarını, ele başlarının isimlerini, terör eylemlerini birliğe bildiren adamı mı öldürdünüz?" Baturalp elindeki kana bakarak kaşlarını çattı, ardından Giray'ın kolundan tutup kendine çevirdi. "Sen ne saçmalıyorsun, o piç kurusu yüzünden neredeyse ölüyorduk, askerim vuruldu, bir aylık mazotumuz gözlerimizin önünde cayır cayır yandı, kışı geçireceğimiz odunlar küle döndü. O piçi öldürmediğime dua et" dediğinde Giray kolunu onun elinden çekerek günler önce ona sevecen yaklaşıp omzuna kendi montunu veren kibar adamın dönüştüğü canavara baktı. Arman arkadaşının teröristlere olan nefretini bildiği için gözleri öfkeden kan çanağına dönen askerini sakinleştirmek adına masadan ayrılarak "Baturalp" diye bir uyarıda bulunmak zorunda kaldı. Baturalp sakinleşmek için dişleri arasından bir nefes vererek geri adım attı. O boynunu kütletirken Arman yeni edindiği bilgiyle ne yapması gerektiğini düşünmek için Giray'ı da kolundan tuttu ve Baturalp'ten uzaklaştırıp koltuğa çekti. "İkiniz de oturun şuraya" diye uyarır bir tonda bağırınca ikisi de birbirlerinde olan bakışlarını çekerek önlerine döndüler. Arman yeniden koltuğuna dönüp sesini kontrol altına almaya çalışarak Giray'ın masaya koyduğu kağıtlara uzandı. "Aşağıdaki adamla nasıl bir bağlantın var muhabir?" Giray, muhbiri kendiliğinden ifşa olduğu hatta bizzat teslim olduğu için yapacak bir şey olmadığını bilerek anlatmaya karar verdi. "Adı Rojhat Zemheroğlu, bir sene önce tanıştık. Türkiye İran'la yapacağı müzakere için protokol gönderirken medya olarak bizlerde oradaydık. Müzakere görüşmelerinden sonra dinlenmek için kaldığımız otelin lobisinde bir anda karşıma çıktı ve benimle bire bir görüşmek istediğini söyledi." Giray konuşmaya başladığında konu Baturalp'in de dikkatini çekmiş olacak ki Giray'ın oturduğu koltuğa yaklaşıp duvara sırtını yaslayarak kollarını kavuşturdu. Giray ise direkt muhatabı olarak Arman'a bakarak konuşma devam etti. "Gençlerin ailelerinden koparılıp dağlara kaçırılarak terörist olmaya zorlandıklarını, yaşadıkları zor şartlarda neredeyse yarısının hastalıklarla boğuştuğunu, insanlıktan uzak koşularda yaşamaya çalıştıklarını, eğer askerlerle çatışmazlarsa ölümle tehdit edildiklerini, bir çoğunun da bu yüzden öldürdürüldüğünü ya da akıl sağlıklarını kaybedip canlı bomba olarak şehirlere gönderildiğini anlattı." Arman daha önce de bildiği gerçeklerin bir kez daha dile getirilmesiyle yutkundu. Hâlâ evlatlarının dönmesini bekleyen gözü yaşlı annelerin dağdaki teröristlerle olan savaşını biliyordu. Onların evlat nöbetleri her yıl daha da artıyordu. Bir yandan da şehit annelerinin gözlerindeki dinmeyen yaş aynı savaşın timsaliydi. Anneler değişse de sebepler aynıydı, hepsi evlatlarının acısına yanıyordu. Ateş düştüğü yeri yakıyordu. Giray derin bir nefes almak için bir kaç saniye beklediğinde gözleri duvara yaslı Baturalp'e kaydı, bir an bile olsa onun gözlerinde acıma duygusu aradı ama yoktu, Baturalp hâlâ aynı öfke ve nefretle anlattılanları dinliyordu. Giray onda merhamete dair hiçbir şey olmadığını anladığında başını iki yana sallayarak Arman'a dönüp devam etti. "Benimle videolu bir röportaj yapmayı kabul etti, büyük bir terör örgütü şebekesinin tüm isimlerini verdi. Rojhat onların kara kutusuydu, herkesin isimlerini, nerelerden yardım aldıklarını, nerelerde terör yuvaları var, nerede hangi eylemleri yapmayı planlıyorlar, sakladıkları silahları nerede tutuyorlar hepsini biliyor, bana verdiği belgelerde örgütün finansal destekleri bile yazılı." Cümlesini kesik bir nefesle sonlandırırarak Arman'ın gözlerinin içine baktı. "Pusuya düşürülmek üzere olduğunuz mağaranın içini de o anlattı bana, mayın tarlalarının haritalarını kimlerden alabileceğimi, beni kurtardığınız mağaradaki terörist kampını da birliğe o bildirdi." Arman'ın kafasında yavaş yavaş bir şeyler otururken önündeki kağıtlara baktı. Giray oturduğu koltuktan kalkarak Arman'ın masasına yaklaştı. "Rojhat, Türk Silahlı Kuvvetlerine itirafçı olarak teslim olmak istiyor, ondan alacağınız bilgiler Türk Silahlı Kuvvetleri için önemli adımlar olacak" dedikten sonra arkasındaki Baturalp'e döndü. "Ama onu canlı bırakırsanız" diye ekledi. Baturalp bunun kendisine yönelik bir uyarı olduğunu bildiği için sinirle yaslandığı duvardan ayrılıp "Ne haliniz varsa görün, o piçi elimin altından uzak tutun" diyerek kapıya yöneldi, kapıyı sertçe açarak aynı sertlikle kapattı. 🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶 ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ Rojhat bileğinden zincirlendiği hücrenin soğuk duvarına sırtını yaslayıp zaten acıdan açamadığı gözlerini sıkı sıkı yumdu. Bir kaç dakika öylece durup direnci tükenen bedenini dinlendirip hücrenin duvarındaki pencereden sızan ay ışığına bakmak için yarısını açabildiği gözleriyle yorgun bir nefes verdi ve ayağa kalkmaya çalıştı ama bacağına giren ağrı yüzünden tekrar kendini yere bıraktı. Belki de sadece bir kaç gün görebileceği özgürlüğün ışığına tutunmak istedi ama onun için artık özgürlük diye bir şey yoktu. Yüzüne yediği sert yumruklar yüzünden patlayan dudaklarından akan kanlar kurumaya yüz tutmuş, sol gözü artık tamamen kapanmak üzereydi ve çenesindeki ağrı dişlerini sızlatıyordu, genzine kaçan kendi kanının metalik tadı boş olan midesini daha da bulandırıyordu. Bunlar, aylar önce gördüğü ve gözleri çocukluğundan beri görmek isteyip de dağlardan başka bir şey göremediği için hayallerini kurmaya çalıştığı denizlere benzeyen adamın eseriydi. Teslim olduğunda ondan merhametli bir yaklaşım ya da anlayış beklememişti zaten, neler yaşayacağını bile bile, özgürlüğünün bir kaç günle sınırlı olacağını, belki de saatler içinde öldürülüceğini bilerek teslim olmuştu. Peşinden gelen ve bir kaç ay önce örgüte giren Lorin'in vurulduğu o anda anlamıştı ölüm fermanı çoktan yazılmıştı. Artık dağlarda o adamların arasında yaşamak istememişti, orası Rojhat'a zulümdü, çocukluğundan beri yaşadığı zorbalıklar, tacizler, işkenceler.. Ölmeyi tercih etti o, onların elinde ölmektense yıllarca birer düşman gibi anlatılan Türk askerinin elinde, en çokta bir kaç gün görebileceği güzel gözlerin ellerinde ölmeyi tercih etmişti. Çocukluğundan beri ne anne babasını görmüştü ne de kardeşlerini, hiçbiri Rojhat için evlat nöbeti de tutmamıştı, onlar yıllar önce oğullarından vazgeçmişlerdi zaten. O, hiçbir zaman ne anne sıcaklığı görmüştü ne baba şefkati, sadece zulüm, acı, işkence ve ölüm görmüştü, yıllarca... Hücrenin bulunduğu odanın demir kapısının sesini duyduğunda gözlerini zar zor açan Rojhat demir parmaklıklara yaklaşan adamla gülümsedi. Yüzünü göstermeye tenezzül etmeyen adamın maskesinin altından aldığı öfkeli nefese iç çekti. Kokusunu bir kaç saat önce attığı yumruklarla beraber alabilen Rojhat onu kokusundan tanımıştı, bu oydu, umut kokan adam. Baturalp arkasından yemek tepsisiyle gelen askere demir parmaklıkları işaret ederek "Aç kapıyı, tepsiyi önüne koy" diye emir verdiğinde Rojhat onun nefret kokan sesine de gülümsedi. Gökmen demir kapıyı açıp tepsiyi Rojhat'a yakın bir yere koyarak geri çıktığında Baturalp tükürürcesine "Ye şunu" diyerek tepsiyi gösterdi. Rojhat bir süre daha onun yüzüne gülümseyerek baktıktan sonra dizlerini kendine çekerek kollarını sarıp başını diğer tarafa çevirdi. "Naxwazim (İstemiyorum)" dediğinde Baturalp öfkeyle "Türkçe konuş lan" diye bağırdı. Onun sesi hücre duvarlarını inletirken Rojhat'ın yüzünde mimik oynamadı. Baturalp onun cevap vermeyeceğini anladığında yanındaki Gökmen'e dönüp "Al tepsiyi, açlıktan gebersin it" diyerek hücreden uzaklaştı. Gökmen sessizce denileni yapmak için demir kapıyı bir kez daha açıp tepsiye uzanırken göz ucuyla yaralı adama bakarak "Komutanı kızdırma da ye işte şunu" deyip bir kez daha şansını denemesi için tepsiyi önüne doğru ittirdi. Rojhat tabiki de Türkçe biliyor ve onları anlıyordu. Sakince Gökmen'e dönerek yaralı dudağının izin verdiğince gülümsedi ve başını iki yana salladı. Gökmen ise dudaklarını büzerek tepsiyi yerden alıp hücre kapısından çıktı ve kapıyı kilitleyerek odadan da çıktı. O da gittiğinde Rojhat başını duvara yaslayarak demir parmakların olduğu pencereye dönüp gözlerini kapattı. Yanağından süzülen bir damla yaşta tüm hayatını yakmıştı. Ondan her zaman nefret edeceğini bildiği bir adam uğruna teslim oluşuna, özgürlüğünü bir çift deniz göze feda ettiğini bilişine ve ölürken bile sevilmeyişine döktü o bir damla yaşı, Rojhat'ı hiç kimse sevmemişti ve sevilmeyerek ölecekti.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE