6. Gizli Görev/ Gölge Hat

2425 Kelimeler
Ateş gittiğinde ben hâlâ dikildiğim yerde nefesimi tutuyordum. O bir tehdit miydi? Yoksa…Başka bir şey mi? Ellerim titriyordu, kalbim sanki göğsümü delecekmiş gibi hızlı atıyordu. “Minik halin…Minik elbise,” ben fazlamı miniktim? 1.68 boyunda 55 kiloydum. Hayır bir kere o dağ ayısı çok fazla uzundu. “Kendini beğenmiş, egoist pislik.” Kokusu bile çıkmamıştı odadan…Sedir ağacı. Yalan yok kokusu çok güzeldi. Sanki varlığı hâlâ ensemdeymiş gibi bir anda ürperdim. Derin bir nefese aldım. “Kendine gel, Adel. Herhangi bir çekime kapılayım deme sakın.” dedim kendime. Ama ne fayda, kalbim onunla önceden anlaşmış gibi kurallarımı çiğniyordu. “Sanırım bir tehlikeye…çok fena tutuluyorum.” Masama geçmeden önce önlüğümü üzerime geçirdim. Bundan sonra personel üniforması giymem şart olmuştu tabi. Önümdeki birikmiş dosyalara göz attım, nerdeyse yirmi tane vardı. Yardımcı hemşire gelecekti güya. Tek bir kadın olarak değil delta timi, diğer 250 askerin arasındada tek kadın bendim. En üstteki dosyayı önüme çektiğimde kapı tıklatıldı. Sadece dedikodu ve asılmak için gelenlerin saatiydi. Bunu neyseki öğrenmiştim. “Girin!” dedim sakin kalmaya çalışarak. Kapı aralanınca iki asker kafalarını içeri doğru uzattı. Kaşlarımı çatarak merakla bekledim, bakmaktan başka bir şey yapmıyorlardı. “Girmeniz için çağırdım sanırım,” dedim gözlerimi onlardan ayırmadan. Konuşmamla birlikte kendilerini toparlayıp masama doğru adımladılar. Uzun boylu, yanakları kızarmış asker titreyerek konuştu. “Doktor hanım, yüzbaşı gönderdi. Biraz ateşim varmış…Gözlerimde kararıyor,” “İsim?” dedim yerimden kalkarken. “Serkan Çayır.” “İyi, Serkan. Şu sedyeye geç, tansiyonunu ve ateşini ölçelim.” Diğeri hâlâ ayakta dikiliyordu. Ellerini pantolonun cebine koymuş revir duvarlarını inceliyordu. “Senin neyin var?” diye sordum göz ucuyla. “Yalnız bırakmaya gönlüm razı gelmedi,” dedi gülerek. “İsim?” “Oğuz Alp Kaya. Ama isterseniz sadece Oğuz Alp diyebilirsiniz. Soyadına çok gerek yok.” Cevap vermedim. Serkan sedyeye otururken Oğuz Alp hemen bir sandalye çekti. “Kırmızı elbise yakışmıştı size. Ama önlük de ayrı bir karizma katmış.” dedi gözlerini ayırmadan. “Teşekkür ederim.” dedim, sert düz bir şekilde. Ne eksik ne fazla, başka bir şeye gerek yoktu. Serkan’ın ateşi 38.2 çıktı. Gerçekten de hafif bir enfeksiyon geçiriyor gibiydi. Termometreyi kulak arkasından çıkardım. “Dünden beri böyleyim,” dedi fısıltıyla. “Terliyorum, halsizim…sabah kahvaltıyı zor yedim.” “Kolunu uzat ve gevşek bırak. Sıkma sakın ölçüm sapar.” dedim tansiyon cihazını koluna yerleştirirken. Gözlerini kaçırmadan başını salladı. Tansiyonu biraz düşük çıkmıştı. Nabzıda hızlıydı. “Şimdi derin nefes al, bırak.” Kısa bir süre ciğerlerini dinledim. Sağ alt tarafta hafif bir hışırtı vardı. Enfeksiyon kapmıştı ama kontrol altına alınabilirdi. “Oğuz Alp, kalkar mısın? Serkan’ı yatırmam gerek.” “Tabii efendim, yardımcı olayım ben.” dedi abartılı bir sesle. Serkan’ı yatırdıktan sonra boğazını kontrol ettim. Bademcikler şiş, lenf bezleri ise hafif kızarıktı. “Üşütmüşsün büyük bir ihtimalle. Kan tahlili isteyeceğim…bugün uyu dinlen bir yere çıkma,” dedim. Bir kaç saniyede yarım tüp kan aldım, masamın başına geçtim ve E-reçete yazdırıp çıktısını aldım. Serkan’a uzatırken göz göze geldik. “Seni biraz daha burada tutacağım. Serum alman gerek.” Kafasını sallayarak onayladı. Serumu hazırlamak için döndüğümde Oğuz Alp hâlâ etrafı inceliyor, içini ısıtan bir şey arıyormuş gibi bakınıyordu. “Serumu Elvan takar artık. Nasılsa yeni yardımcı geliyor değil mi?” Oğuz Alp’in sesiyle birlikte kapı tıklatıldı. Yardımcı hemşirenin geleceğini biliyordum ama ne zaman onu bilmiyordum. “Girin!” dedim yüksek bir sesle. Serumu hazırlayarak masaya bıraktım. Döndüğümde içeriye genç bir kadın girdi. Üzerinde hemşire üniforması vardı, uzun siyah saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmıştı. Ama alnındaki bir kaç isyankâr tutam, onu daha genç ve sıcak gösteriyordu. “Günaydın…” dedi dudağındaki gülümsemeyle. “Ben Elvan…hemşire Elvan. Yeni atandım. Size yardım etmekle görevlendirildim.” Karşıma geçip elini uzattı. “Doktor Adel Yılmaz. Hoşgeldiniz.” Tokalaştıktan sonra ona Serkan’ı gösterdim. “O halde seni iş başına alalım. Hastamız var, buda dosyası.” dosyayı alıp göz ucuyla Serkan’a baktı. “Ateşli mi?” “Evet, Viral bir enfeksiyon. Tahlilleri çıkana kadar burada olacak. Serumu da hazırladım takarsın.” Elvan başını sallayarak hemen hazırlıklara koyuldu. “Hoş geldiniz, Elvan Hemşire Hanım.” Oğuz Alp’e çevirdim bakışlarımı. Nasıl bir hoşgeldin demekti o? Sırıtarak bir bana bir Elvan’a bakıyordu. Elvan göz ucuyla bir bana birde Oğuz Alp’e baktı. “Zamanla alışırsın bu bakışlara, büyük ihtimalle birliğin yarısı birazdan Elvan ziyaretide yapacak. Sana tek bir şey diyebilirim…Kafanı ağrıtmak istemiyorsan hastalar hariç kov hepsini.” Mırıldanarak söylediklerime hafifçe gülümsedi. “Kovacağımdan emin olabilirsin, ben işime döneyim.” “Kolay gelsin.” dedim, Elvan serumu takarken bende masama geçtim. Neyseki artık yalnız değildim, Ateş’te zırt pırt içeri girip yakınlaşamayacaktı. Uzak kalmak en iyisiydi zaten. “Şaka maka bir yana, harbidende Yüzbaşı ile dövüşmüştüm…Kendime kesinlikle akıl sır erdiremiyorum. Bakalım içimde gizlenen daha ne cevherler çıkacaktı. Ateş Avcı… Saat 10.22. Güneş tam tepedeydi, ama toprağın kokusu hâlâ sabaha aitti. Terle karışan toz, botların altında sertleşen çamur. Bizim için nefes almanın bile ter döktüğü bir gündü. Sabah 7.00’da başladık zorlu parkura. Son bir kaç dakika kalmıştı bitmesine. “Son 200 metre, hadi! Gözünüzdemi büyüttünüz lan burayı?” 14 adamım dağ sırtındaki eğimli taşlık parkurdan aşağı iniyordu. Nefesler düzensiz ama adımlar hâlâ senkrondu. Bu adamlar ateş hattında bile koordineli olmayı beceriyordu. Kimi düşecek gibi oluyor, kimi yalpalıyordu. Çünkü Delta Timi dağdan inmeyi değil, dağın ta kendisi olmayı öğrenmiş adamlardı. Kaya duvarını yanlayan ipte Solak biraz oyalandı. Oğuz Alp ise geç geldiği için, ceza olarak ona iki kere parkuru tamamlatmıştım. “Yukarı tırmanırken aşka gelmiştin, aşağı inincemi dizlerin titriyor, Solak.” dedim. Gülmedi. Biliyorduki burda kimse şaka kaldırılmazdı. Dişlerini sıktı, parmaklarını kaya çatlağına geçirip son adımı atıp zemine indi. Hepsi sırayla zorlu parkuru tamamladı. En son inen Kara oldu. Telsizimi omuzumdan çektim. “Delta Timi parkur tamamlandı. Komuta onayıyla eğitim sonlandırıldı.” Cevap gecikmedi. “Anlaşıldı Yüzbaşı. Adamlarınızı hazır edin. On dakika sonra içtimada olun. Binbaşı Adem geliyor.” Yüz kaslarım istemsizce gerildi. Binbaşı Adem’in durduk yere gelmesi görülmüş şey değildi. Hele sabah sabah adamlarımı deli gibi sürüklettiğim bir gün… Bu, boşuna değildi. Timi önümde topladım. Her biri sırtı terden sırılsıklam, bakışları ise hâlâ dik. “Şimdi herkes doğru koğuşa, kıyafet değiştirilecek. Standart görev değil bu. Binbaşı Adem bizzat görev verecek. Her şeyi düzgün giyinip, beyinlerinizi yanınıza alın.” Gözlerime bakanlar görev korkusunu sezmişti. “Şu andan itibaren yedi dakikanız var. Geç kalanı gece nöbetine veririm üzerinde ekstra saat yüklerim.” “Emredersiniz komutanım!” dediler hep bir ağızdan ve dağıldılar. Kara yanımdan geçerken sırıttı. “Komutanım, Binbaşı Adem diyince kalbim hızla attı. Gizli görevemi çıkacağız acaba?” Yüzüme ciddi bir ifade takındım. “Bilmiyorum Kara, ama Binbaşı bizzat çağırdıysa aklına ne geliyorsa odur.” dedim ve düm düz ilerlemeye devam ettim. Adamlar koğuşlara dağılırken lojmandaki odama geçtim. Yaklaşık iki dakika süren bir duş aldım. Ardından askeri üniformamı üzerime giyindim. Sadece altı dakika kalmıştı. Masadaki telsizim bir kez daha cızırdadı. “Yüzbaşı Avcı. Binbaşınız geldi. Hemen karargah girişine inin.” “Anlaşıldı,” dedim ve telsizi kemerime yerleştirdim. Ardından hızla dairemden çıkarak lojmandan ayrıldım. Burada zamanla yarış halindeydik ve tam dakik olmayı severdim. Geç kalmak yada gecikmek kanımda yoktu. Karargaha doğru adımlarken, rüzgârın yönü değişmişti. Sanki yaklaşan bir şeyin habercisi gibi. Binbaşı Ademin çağırması bile başlı başına bir işaretti. Adamın olduğu yerde rastlantıya bile yer kalmazdı. Karargâhın çelik kapısı aralıktı. Biraz daha ilerleyince Adem Karahan’ı gördüm. Koyu yeşil üniformasının içinde, her zamanki gibi dimdik duruyordu. Gözleri yere değil, ileriye bakıyordu. Beni fark ettiğinde sadece başını eğdi. “Yüzbaşım,” dedi yanına geldiğimde. Sesi kısa ve netti. “Timin hazır mı?” “Beş dakikaya kadar hazır olurlar binbaşım.” “O vakit beş dakika sonra hepsi toplantı odasına olacak. Görev bilgisi sınırlı, içeriği kodlu. Detayları sadece içeride konuşacağız.” Başımı salladım. “Anlaşıldı.” Tam arkamı dönecekken sesi beni durdurdu. “Ateş… Bu görev, alışagelmişlerden değil. Hem saha hem psikoloji sınanacak. Adamlarını dikkatle seç. Eksik bir şey istemiyorum.” Sesindeki ton yumuşak değil, kaya gibiydi. “Delta Timi’nin tamamı hazır. Eksik yok, fazla disiplin var,” dedim kısaca. “Göreceğiz,” dedi sesizce. Ardından gözlerini kısarak karargâha girdi. Arkamı dönerek geniş alana yürüdüm. Adamlarım sırayla koğuşundan çıkıp gelmeye başlamıştı bile. Sanki sabah dört saat zorlu bir eğitimden geçmemiş gibiydiler. Beş dakika sonra… Toplantı odasının kapısı bir bir açıldı. Askerler teker teker sandalyelere oturdular. Üzerlerindeki üniformalar nizami, bakışları kararlıydı. Hiç biri konuşmadı, bizim varlığımız hepsini daha sıkı bir disipline sokmuştu. Adem Karahan yavaşça masasına geçerek önündeki dosyayı açtı. “Delta Timi bugünde adının hakkını verecek.” dedi ve gözlerini yine evraklarda gezdirmeye başladı. “Operasyon kod adı: Gölge Hat.” Göz ucuyla timi taradım. Kaşlar çatılmaya başlamıştı. Gölge Hat ismi daha önce hiçbir görev dosyasında geçmemişti. Bin başı konuşmaya devam etti: “Sınır hattının sıfır noktasında, geçici olarak kurulmuş bir sivil yardım çadırı. Asıl amacı, düşman unsurlarını kamufle eden bir merkez. Bizim görevimiz bu kampa sızmak ve bir hedefi canlı olarak almak.” “Hedefin kimliği?” diye sordum. “El Nefari. Sivil kılığında ve geçmişi kanla yazılı. Yasadışı ne derseniz var. Sınır ötesi bağlantıları olduğu için onu canlı almalıyız. Tam dört yıldır izi sürülmemişti ama elimizde istihbarat var. Ve sadece senin timin bunun üstesinden gelebilir.” “Yer?” diye sordum kısaca. “Sıfır noktasına üç kilometre kala. Orman hatının içindeki gri bölge, ne tam onlarda ne de bizde.” “Operasyon süresi?” dedim bir diğer sorumu sıralayarak. “Üç gün. Bir iz bırakılmayacak, hata istemiyorum. Sessizce içeriye sızacaksınız. Gerekirse canlı gerekirse ortadan kaldırma.” Yutkundum. Adem Karahan gözlerini bana dikti. “Revirden bir gözlemci. Kampta sivil görevli kılığında olacak. Doktor Yılmaz.” İçimde bir şey sertçe yer değiştirdi. Adel mi? “Bu işin içine onuda mı çektiniz, Binbaşım?” “Doktor’un geçmişini inceledim, Yüzbaşım,” dedi dosyayı parmak ucuyla iterek. “Klinik tıp birincisi, İsveç’te saha cerrahisi üzerine iki ay staj. Ve ilginçtirki üç yıl kickboks, bir yıl ise aikido.” Kaşlarım istemsizce çatıldı, sabahki meydan okuyuşu bunun cesaretiydi demek. Ama bir doktor neden karete, dövüş ve boks dersleri almak istesinki? Bu kadında çözemediğim daha neler vardı? Gözlerim dosyaya düştü. Fotoğrafı masadan bana bakıyordu. “Onu, bu işin içine sokmak hata olur.” dedim, sesim olduğundan daha sert çıkmıştı. “ Neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. O bir asker değil, Revirde görevli bir Doktor.” Adem, masadaki gözlüklerini takarak kafasını hafifçe yana eğdi. “Ben nasıl istersem öyle olacak. Onu ikna etmekte sana kalmış. Dediğim gibi sadece üç gününüz var, bende uzaktan takipte kalacağım.” dedi gözlerime bakarak. “ O doktoru içeri sızdıracaksın, Yüzbaşı. Ona ihtiyacımız var.” “Delta Timi dağ gibidir. Doktor olmadanda bu işin üstesinden gelir, deneyimsiz birini timime alıp askerlerimi riske atmak istemiyorum.” dedim. “İtiraz istemiyorum, Yüzbaşı.” dedi sertçe. “Zamanınız daralıyor. Gidin planlarınızı yapın.” Adem, yerinden kalkmadan önce hepimize göz ucuyla baktı. “ İyi görevler Delta Timi!” diyerek odadan ayrıldı. İçimden bir şeyler paramparça olmuştu, önümdeki dosyayı sertçe kapattım. Adel’e bu konuşmayı yapmak en son isteyeceğim şeydi. Gelde bu inatçı miniği ikna et. “Delta Timi, karargâh dağılım. Beş dakika içinde odalarınıza geçin. Silah ve taktik planı için hazırlık başlayacak.” Askerler sessizce dağıldı. Ayak sesleri beton zemine vururken zihnimde bir cümle yankılanıyordu: Adel… Doktor Yılmaz. Gölge Hat Operasyonu. Masamdaki dosyayı alarak odama geçtim. Kemerimdeki telsizi alarak derin bir nefes çektim içime. “Telsiz 21. Revirle görüş. Doktor Yılmaz, derhâl Yüzbaşı Ateş Avcı’nın odasına geçsin.” “Anlaşıldı, Yüzbaşım.” Telsizi masaya koydum, odayı sert bir sessizlik doldurmuştu. İşim zordu, ilk defa işim zordu. Yaklaşık beş dakika sonra kapı tıklatıldı. “Gir,” dedim net bir sesle. “Komutanım, Doktor Hanım: işim var gelemem dedi” Çene kaslarım gerildi, askere elimle çıkabilirsin işareti yaptım. Bu inadı kırmak zordu, kesinlikle zordu. “Telsiz 21. Revirle görüş. Adel Yılmaz 1 dakika içinde odama gelmez ise, onunla başka türlü görüşeceğimi söyle. Anlar o.” “Anlaşıldı, Yüzbaşım.” Dişlerimi sıkarak beklemeye başladım. Çağırdığımda gelmemek nedir? Beni hafife alan hiç kimseyi tanımıyordum. Bu ilkti, Adel Yılmaz Ateş Avcıyı hafife almazdı. Kapım tıklatılmadan açıldı, gözlerim hemen orman yeşili gözlere sabitlendi. “Yaralı olmadığın durumlarda beni neden çağırıyorsun? Aciliyetin nedir çabuk söyle?” Ya sabır Ateş ya sabır. “Kapıyı kapat ve karşıma geçip otur. İşleri zorlaştırma, Doktor.” dedim ciddiyetle. “Ayakta dinlemek istiyorum, söyle ne oldu?” dedi kapıyı kapatırken. “Ben şimdi bu kadınla nasıl görev yapacaktım! Ah Binbaşı yaktın başımı.” “Elindeki görevi bırakıyorsun. Bu gece Elvan revirde kalacak. Sen benimle geleceksin.” Kaşları aniden çatıldı. “Geleceğim mi?” “Delta Timi’yle birlikte, sınıra.” “Hadi be!” dedi gözlerini irice açarak. “Yok canım, bu şaka olmalı benim orada ne işim var? Sen benimle eyleniyor musun? Eğer öyleyse hiç sırası değil.” Arkasını döndüğünde hızla yerimden kalkıp ondan önce kapıya vardım. “Bu durumdan bende hoşnut değilim, ve bir daha sana git denmeden gitme. Çağırdığımda da beni ikiletme.” Kısa bir süre öylece gözlerime baktı. O bakışlarının ardında olanları görebiliyordum. Bana çekilmekten deli gibi korkuyordu. “Ben senin askerin değilim! Seninle bir yerede gelmiyorum, Yüzbaşı Ateş. Müsadenle, şimdi işim var.” Gözlerimi kısarak kapı tokmağına giden elini tuttum. Bu küçük temas bile beni titretmeye yetmişti. “Gizli bir göreve gideceğiz. Sanada ihtiyacımız var, sadece sağlık personeli olarak içeriye sızacak ve gözlem yapacaksın. İstemezsen anlarım, Adel… Ama orada bizimde bir doktora ihtiyacımız olabilir, bu yüzden iyi düşün zaman kısıtlı.” Dediklerime şaşırdıkça şaşırdı, bakışları ise bir gözlerime birde buluşan ellerimize kayıp duruyordu. “Olmaz Ateş, ben yapamam elime yüzüme bulaştırırım.” dedi titreyen ses tonuyla. Ateş diyişi içimdeki tüm buzları eritmişti, sesinde bile bir çekicilik vardı bu kadının. “Bulaştırmazsın, sadece görevini yaparken etrafıda gözetleyeceksin. Ayrıca yalnız olmayacaksın, senin bir kaç metre uzağında olacağım.” dedim, parmaklarını nazikçe elimden çekip arkasını döndü. “Düşünmem gerek, sonuçta ben bir asker değil Doktorum. İçeri sızıp istihbaratçı olmam ne kadar mantıklı anlamam gerek.” “Zaman yok, şimdiye planları yapıp çıkmış olmamız gerekiyordu. Saat nerdeyse 1.00 olmak üzere, bizimle geliyorsun. İşin sadece yarım saat sürecek, seni daha fazla tehlikenin içine atmayacağım zaten.” “Atıyorsun ama, ben kim istihbaratçı olmak kim…Yok canım gelmiyorum ben, burada olmak daha mantıklı.” İllada işleri zorlaştıracağım diyordu. Arkamdaki askılıktan ceketimi alarak hızla ilerledim. Ceketi arkadan çıplak bacaklarına örterek Adel’i tek hamlede omuzuma attım. “Ne yapıyorsun be! Hemen beni yere indir” Onu dinlemeden odamdan çıktım. “Tepinmeye devam edersen seni başka türlü ikna edeceğim. Bu yüzden rahat dur, minik doktor. Seni göreve götürmeye bende meraklı değilim zaten, yanımda olman son isteyeceğim şey bile değil ama kurallar ve mecburiyetler var.” “Ateş beni yere indir hemen! Kafam dönüyor anlamıyor musun?” “Şşş, toplantı odasına kadar sesizliğini koru. Birileri yanlış anlasın istiyorsan bağırabilirsin, beni bağlamaz bu durum ama seni bağlar.” “Pisliğin tekisin, Yüzbaşı.” dedi pes edercesine. Sadece sırıtmakla yetindim. Öyle yada böyle ben ne dersem o olurdu. “Yüzbaşına hakaret etme, Doktor. Yoksa seninde tabirinle, seni iğnelerim.”
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE