5. Kalbime Dokunma Komutan

1743 Kelimeler
Adel Yılmaz. Yüzbaşı Ateş Avcı’nın geceme bıraktığı gölge, sabahıma da düşmüştü. “Kendine gel kızım, toparlan. O adamın karşısında dün geceki gibi eriyip bitme!” dedim kendi kendime. Bir gram uyku bile uyuyamamıştım, gece helikopterin gürültüsüyle uyanmıştım. Camdan dışarı baktığımda ise Ateş’in lojmana girdiğini görmüştüm. “Ah! O kapıyı açmakla ne büyük hata ettim.” Buraya geldiğini sanmıştım, ama onun dairesi ne hikmetse tam karşımdaydı. Hem neden gece gece kapıma geleceğini düşünmüştümki? Komşum olması ayrı bir dertti. Ben şimdi nasıl geceleri rahat uyuyacaktım? Yatağımdan kalkarak banyoya geçtim. İyi bir duş bile beni o öpücüğün etkisinden çıkaramayacaktı. Geceliğimi üzerimden soyarak suyun altına geçtim. Kısa saçlarım hemen ıslanırken bir süre öylece bekledim. Bugün beni daha ilginç şeyler bekliyordu, bunu hissedebiliyordum ve hislerimde asla yanılmazdım. Duştan çıktığımda banyodaki buhar aynayı kaplamıştı. Parmaklarımla buğuyu silerken, göz göze geldim kendi yansımamla. Gözlerimde yorgunluk vardı ama daha fazlası da. Hâlâ aklımda o öpücüğün yankısı dolanıyordu. Yavaşça havluma sarıldım, odama geçtim, saçlarımı kuruttum, ardından üzerime inat olsun diye kırmızı mini sırt dekolteli elbisemi giydim. Dudaklarıma bolca kırmızı ruj sürüp, boynuma iki fıs parfüm sıktım. Siyah topuklular yerine beyaz spor ayakkabımı giydim. Yürümek zor oluyordu çünkü. “Şimdi gelde bu doktora meydan oku yüzbaşı.” Gülümseyerek çantamı aldım ve küçük dairemden sessizce ayrıldım. Önce yemekhane sonrada revir. Lojmandan çıkış yaptığımda etraf sessizdi. Hava serin ve temiz kokuyordu. Derin bir nefes aldım ve Ateş ile karşılaşmamak için, içimden dualar ederek ilerlemeye başladım. Yemekhaneye adımı attığım an, o tanıdık yüzle karşılaştım. Binbaşı Adem Karahan. Kahvesini almış, arka köşedeki masada sabah sessizliğini izliyordu. Gözleri önümdeki boşluğa değil, doğrudan bana odaklanmıştı. Hafif bir baş selamı verdi. Kaşlarımı kaldırarak cevapladım. Tepsimi alıp sade bir kahvaltı seçtim. Biraz peynir, haşlanmış yumurta, birkaç zeytin. Çayımı doldururken, arkamdan yaklaşan sesle irkildim. “Cerrah hanım da erkencilerdenmiş,” dedi Adem. Sesi sakindi. “Uyuyamadım,” dedim dürüstçe. “Savaş alanına yabancı değilim ama bu coğrafyanın sessizliği… fazla düşünmeye zorluyor insanı.” Tepsimi alarak el mecbur onun masasına ilerlemeye başladım. Oturmamla birlikte göz göze geldik. Gözlerinin içinde bir şey vardı… anlamaya çalıştığım ama çözemediklerimden. Adem Karahan gülümsedi. “Sessizlik, doluluk belirtisidir aslında. Gürültü patırtı boşluk yaratır. Dolu olan susar, gözlem yapar.” “Filozof olduğunuzu bilmiyordum.” “Benim hakkımda bilmediğiniz çok şey var, Doktor.” Sözlerinin ardından gözlerini çay bardağına indirdi. O sırada, yemekhanenin giriş kapısı tekrar açıldı. Ses gelmedi… ama varlığı bir anda ortamı değiştirdi. Kafamı çevirdim. Delta Timi’nin komutanı Yüzbaşı Ateş Avcı ağır adımlarla içeriye girdi. “Pardon, dağ ayısı girdi.” Tüm ihtişamıyla adeta göz kamaştırıyordu. Omuzları hep olduğu gibi dimdikti. Üzerindeki siyah mont sabahın puslu ışığında bile dikkat çekiyordu. Altındaki askeri pantolon bacaklarına yapışmıştı adeta. Gözleri bir an masamıza takıldı. Önce Adem’e, sonra bana baktı. Kaşları çatıldı. Buraya geliyordu üstelik, yaklaştıkça içimden bir huzursuzluk dalgası geçti. Adem ayağa kalkmadan yalnızca başıyla selamladı. “Yüzbaşım.” Ateş yanıtladı. “Binbaşım.” Gözlerini bana çevirdi. “Doktor Hanım.” “Yüzbaşım,” dedim kısa ve nötr bir ifadeyle. Zihnim dün geceye giderken sessize yutkundum. “Umursamıyormuş gibi yap Adel.” Ateş, masanın kenarına ellerini koyarak hafifçe eğildi. “Sabah yüzünü görmek pek nasip olmazdı. Ne güzel sürpriz.” dedi sesindeki hafif alay tınısıyla. Bakışları boynuma, öptüğü yere takılınca Adem Binbaşı devreye girdi. “Doktor sabahçıymış.” “Belkide hiç uyumamıştır?” dedi sorarcasına. Cevap verecek oldum ama o sırada çantamın içinden telefonum titremeye başladı. Ekrana baktım. Kenan Amca arıyor… Beni üvey babamın elinden çekip alan adam. Beni tekrar hayata bağlayıp yaşatan adamdı. Baba figürü dediklerinde ilk o gözlerimde canlanırdı. Eski asker, eski bir Bordo Bereliydi. “Affedersiniz,” dedim nazikçe. Yerimden kalkarak masadan biraz uzaklaştım. Telefonu açtım: “Kenan Amca?” dedim heyecanlı bir şekilde. “Canım kızım…sesini duymak iyi geldi.” Sesi hâlâ aynıydı. Dingin, güven verici. Sanki dünyanın bütün telaşları ondan uzaktı. “Bende seni aramayı düşünüyordum.” “Her şey yolunda mı?” “Şimdilik…” bakışlarımı masaya çevirdim, “evet. Ortam sert ama üstesinden gelirim.” “Gelirsin canım kızım, tek başına nelerin üstesinden geldiğini bir ben bilirim. Herneyse.” dedi, derin bir nefes aldığını duydum. “Yerinden memnun değilsen başka bir yere aldırtabilirim seni?” “Teşekkür ederim Kenan Amca. Sevmeye başladım burayı, yer değişikliğine gerek yok.” dedim. “Belki yüzbaşından uzak bir yer tercih edebilirdim. Kemal amcanın eli koluda uzundu. Ama gerek yoktu. Çünkü onu delirtmeden buradan gitmeye niyetli değildim.” “Sıkıntı olursa alo demen yeter. Öpüyorum çok güzel kızım. Kendine dikkat et,” tebessüm ettim görmesede. “Sende dikkat et Kenan Amca. Görüşmek üzere,” telefonu kapatarak masaya yöneldim. Ateş’in gözleri yine bacaklarımdaydı. Adem Binbaşı’yı dinlemiyordu bile. Oturmadan kahvaltı tepsimi aldım. Çantamıda omzuma attım. Göz ucuyla Ateş’in üzerimdeki bakışlarını hâlâ hissedebiliyordum. O gözlerinin dün gece gözlerime ne kadar yakın olduğunu, dudaklarının dudaklarıma değmek üzere oluşunu ve hatta beni öpüşünü unutmak istiyordum. Ama hafızam, ihanet eden bir dost gibi hep oraya kayıyordu. Yüzümde zarif bir tebessümle, ikisine baktım. “Size iyi sohbetler,” dedim. “Ben revire geçeyim. incelemem gereken bir kaç rapor var.” Ateş’in gözleri üzerimde biraz uzun oyalandı. “Kolay gelsin, Doktor Hanım.” dedi, Adem Binbaşı. “Bende revire gelecektim. Rutin bir kontrol yaptırmak için,” diyerek ayaklandı Ateş. Yerimde bir kaç saniye hareketsiz durdum. Sonra kafamı kaldırarak gözlerine baktım, umursamaz gibi ve profesyonelce. “Biraz erken olacak ama olsun. Tabii ki gelin.” Tam dönecekken Adem Binbaşının sesi geldi: “Demir gibisin sen, rutin kontrol falan da yaptırmazdın?” Ateş’in şimdi ne diyeceğini merak ederek yanağımın içini ısırdım. Bakışlarımı tekrar ona çevirdim. Kaşları çatık, gözleri kısıktı. “İnsan yaş aldıkça paslanır. Ben paslanmam ama yine de bir baktırayım,” dedi egosu tavan yapmış bir şekilde. Hiçbir şey demeden arkama dönerek yürümeye başladım. Önce elimdeki tepsiyi büfeye bıraktım, arkamdan gelip gelmediğini bilmiyorum. Ondan önce revire gitsem iyi olurdu. Adım seslerimin yükseldiği koridorda yürürken, çantamı biraz daha omzuma çektim. Arkama asla dönüp bakmadım. Dün geceyi silmiş, üzerine kalın bir perde çekmiş gibi yapmalıydım. Revir kapısına ulaştığımda, derin bir nefes aldım. İçeri girip ışığı açtım. Henüz kimse yoktu, her yer tertemizdi ve dün benim ellerimden geçmişti. Düzenim şimdi tam yerine oturmuştu. Masama yönelerek askıdaki beyaz önlüğümü aldım, üzerime geçirdim. Arkamdan kapı kapandı. Kokusu odadaki tüm oksijeni ele geçirmeye başladı bile. Derin ve baskın bir koku…Sedir ağacı ve ihtimalle baş belası. “Buyurun, Yüzbaşım.” dedim arkama dönerek. “Paslanmış mısınız? Bir bakalım. “Kalbiniz mi? Nabzınız mı? Yoksa egonuz mu? yorulmuş İnceleyelim.” “Egom yorulmuş olabilir.” dedi yatağa ilerlerken. Gözlerimi devirdim, kesinlikle bu adamdan çekecek çilem vardı. Karşımdaki yatağa ilişerek üzerindeki ince montu çıkardı. Altında koyu yeşil bir tişört vardı. “Peki,” dedim ciddi bir tavırla. “Önce tansiyonunu ölçelim.” Kolunu uzattığında parmaklarım istemsizce tenine değdi. Kasları sert, derisi sıcaktı. “Sertsiniz,”dedim. “Bu kadar gergin yaşamayın. Kas spazmı geçirirsiniz sonra.” “Gayet rahatım halbuki, gerilmekle işim olmaz.” Dişlerimi sıktım, her sözünün altında bir art niyet yatıyordu. “Bendende sağlamsınız, kalkın gidin hiçbir şeyiniz yok!” Tansiyon cihazını kolundan çekerek bir adım geri gittim. “Doktor hastalarını kovmaz, ayrıca yaptığın şey rutin kontrol sayılmaz. Daha iyi bak.” “Bakmayacağım sana! Çık git revirimden.” dedim öfkeyle bağırarak. “Bakacaksın bana minik doktor,” derken gülümsüyordu. Günümü zehir etmeye yeminlimiydi? Burnumdan sert bir nefes vererek ona kapıyı gösterdim. “Biraz daha oturmaya devam edersen, seni döverim.” dedim oldukça ciddi bir tavırla, 24 asırlık hayatımda 3 yıllık dövüş eğitimi almıştım. Heybetli olması gözümü korkutmazdı. Ateş bunu yapacağıma pek inanmıyormuş gibi kahkaha atmaya başladı. Yeşillerim dudaklarına istemsizce kayarken yutkundum. “Çok ciddi söylüyorum, insana tüm dert ve sıkıntılarını unutturacak bir gülüşü vardı.” “S-sen…beni,” dedi hem gülüp hemde parmağıyla kendini göstererek. “Şu minik bedeninle bana neler yapabilirsin? İcraata geçsene çok merak ettim.” “Kaşınıyorum Adel beni kaşı diyordu. İyi bakalım, sen istedin bunu.” “Karşıma geç.” dedim, önlüğümü çıkartıp yatağa bıraktım. Spor ayakkabı giymem ise artı bir puan veriyordu bana. “Ciddi misin?” Bir kaşını havaya kaldırmış, yüzümdeki ciddiyeti sorguluyordu. “Haydi bakalım minik doktor,” dedi kalkarken. “Göster bana hünerlerini.” Karşıma geçip ellerini cebine koymuştu, ve yüzündeki alaycı sırıtışla bana bakıyordu. Şu kas yığınını devirmenin bir yolunu bulmalıydım. Üç yıllık eğitimimi kesinlikle mahçup edemezdim. “Umarım ilk yardım bilgin vardır. Az sonra lazım olacak.” dedim ciddiyetle. “Benim için mi? Senin için mi?” diye sordu, bir adım yaklaştı bana doğru. Kokusu şimdi daha yakın geliyordu ve beyinimdeki sinyalleri kısa devre ettiriyordu. Dişlerimi sıktım. “Tahriklere kapılmak yok, Adel. Onu yere ser, sonra revir revir olmaktan çıksın.” “Hazır mısın?” “O kadar hazırım ki…sonrasında sana kahve bile ısmarlayabilirim.” dedi kaşlarını kaldırarak. Ellerimi yumruk yaparak dövüş hareketine geçtim. Karşısında çocuk gibi duruyordum ama neyse. Yumruğumu vurmak için göğsüne uzattım. Bu sadece öyle anlamasını istemekti, asıl hamlem dizinin arkasına sertçe vurmaktı. Yumruğum ona doğru giderken bacağımı havada yakalayıp ani bir manevrayla arkama geçti. “Benim aldığım eğitimlerden geçsen bile, beni yenemezsin.” dedi kulağıma fısıldayarak. Nefesi ensemdeydi. Varlığı öyle baskındı ki…Sanki boynuma dokunmadan bile tenime işliyordu. Üstelik o fısıltısını ciğerlerimin içinden bile duydum. “Biraz daha sırtıma yapışırsa, tansiyonum fırlayacak.” Bileğimi saran eline baktım. Sıkı ama zarar vermeyen bir kavrayış. Bedenimi bir süre kıpırdatmadım. O kadar yakındıki, kalp atışlarını sırtımda hissediyordum. Bu yakınlığı fırsata çevirmem gerekiyordu. Tıpkı dövüş eğitiminde öğrettikleri gibi. En beklenmedik anda, en beklenmedik hamle. Geri yaslanıp bükülen dirseğimi karnına geçirdim, affalaması bitmeden bacağımı arkadan diz kapağına geçirdim. Tam öne doğru gidecekken belimden tutup beni hızla kendine çevirdi. Nefes nefese kalmıştım. “Bu kadar mı? Beni yere sermeyecek misin?” Kafamı kaldırıp yüzüne baktım, öyleki bakarken bir an boynum tutulacak sandım. “Elbisem müsait olsa sana neler yapardım, tahmin bile edemezsin!” dedim kaşlarımı çatarak. Sabah sabah yaşadığım adrenalin iyi değildi. “Hımm,” dedi gözlerini kısarak. “Şu kışkırtıcı elbisenle bana şimdi çok şey yapabilirsin.” Sertçe göğsüne vurdum. “Edepsiz, dağ ayısı! Bırak beni ve defol.” Kahkaha atarak ellerini üzerimeden çekti. Adama sabah sabah Adel eğlencesi çıkmıştı iyimi. “Beni dinle doktor.” dedi bir anda ciddiyete binerek. “Bir daha yarım parça bir elbise giyersen, heleki o elbise kırmızı çizgimse üzerinde parçalarım. Anladın mı?” Yutkundum, üzerinde parçalamak derken kastettiği neydi? “Kalbime dokunma, komutan.” “Senden önce ben seni parçalarım Ateş Avcı. Elbiselerime yarım parça demeyide kes!” “Bu sana son uyarım, dediğimi anlamışsındır.” Bir adım geri attı, yavaş ve kurnaz bir adımdı. “Bir daha revire gelirsen, seni iğnelerim Ateş!” Dudakları seğirdi. Gözlerinde…ah o gözlerindeki hayranlık gerçek miydi? “Bir daha minik halinle minik bir elbise giyersen…bende seni iğnelerim, Adel. Hemde hiç bıkmadan.”
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE